• Sonuç bulunamadı

Ahmet Midhat Efendi’nin ticarete olan sevgisi ve düşkünlüğü, küçük yaşlarından başlamak üzere ömrünün sonuna kadar sürmüş bir ilginin semeresidir. Mısır Çarşısı’nda bir aktar çıralığı ile başlayan ticaret macerası, Sırmakeş suyunu işletmesi, çiftliğinde gıda üretimi yapması gibi çeşitli faaliyetlerle süregitmiştir. Bu onun hem çalışma ahlakının hem de para kazanma gayretinin bir ürünüdür. Fakat bunu para kazanma düşkünlüğü olarak yorumlamamak gerekir, çünkü eserlerinden edinilen intiba böyle bir hırstan çok uzak olduğunu ortaya koymaktadır. “François Georgeon, Carter Findley ve Şerif Mardin iktisadî düşüncenin Ahmet Mithat’ın dünya görüşü üzerindeki belirleyiciliğinin altını çizmektedirler. Georgeon, “L’Économie Politique selon Ahmed Midhat” başlıklı makalesinde, Ahmet Mithat için Osmanlı İmparatorluğu’nun asıl sorununun politik olmaktan çok ekonomik olduğunu belirtmektedir. Mithat Efendi’nin bürokrasiyi eleştirmesi, serbest girişimi savunması, memurluğu devletin sırtından geçinmek olarak değerlendirip istifa ederek ve kendi işini kurması hep onun bu temel

düşüncesi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Hatta Georgeon’a göre, Ahmet Mithat’ı Yeni Osmanlılardan ayıran, onun ekonomiye, ekonomik ilerlemeye verdiği önceliktir.” (Cankara, 2004: 36) Ayrıca Menfa adlı eserinde, gençliğinde sürdüğü derbeder hayatı anlatırken bu hayattan vazgeçip kendini nasıl çalışmaya adadığını da başından geçen bir olayla açıklar. “Avareliğinden usanan ağabeyinin azarı üzerine kahramanca evi terk eden Midhat Efendi, sokağa çıkınca Rusçuk’un soğuğu ile karşılaşır ve aklı başına gelir. Her zaman kendisini güler yüzle karşılayan evlere şimdi parası olmadığı için oralara gidemeyecektir. Ama evine dönmesine de gururu engeldir. Şakir Paşa’ya rastlar. Sonra da ufak bir iş bulur Midhat Efendi bundan sonra işin kurtarıcılığına, alın teri ile kazanılan paranın kutsallığına inanır ve hemen bütün eserlerinde bunları büyük bir sevimlilikle tekrarlar.” (Enginün, 1995: 525-526) Berna Moran da onun ticaret ve sanayi alanlarında Avrupa’yı örnek almamız gerektiğini söyleyen ve ekonomi kuramlarını değerlendiren ilk yazarımız olduğundan bahseder. “Hall-ül-Ukad (1889) adlı yapıtında liberalizmin Türk ekonomisinin yararına olmayacağını, sanayimizin yıkılmaması için himayecilik sistemini uygulamanın doğru olacağını söylüyor.Ahmet Midhat, TürkIer'in ticaret anlayışında Avrupalılardan çok gerilerde kaldığını, iş hayatında tembel olduklarını, ticaret ve sanayide ilerlemeyi pek akıllarına getirmediklerini, aydınların devlet memurluğundan başka bir geçim yolu düşünmediklerini görerek, romanlarında ve yazılarında bu konuda Batı'nın üstünlüğünü vurgulamak, okurlarını uyarmak, onlara ticaretin, sanayinin ve genellikle çalışmanın hem saygıdeğer hem de kazançlı bir uğraş olduğunu telkin etmek ister. Özel teşebbüs çabasıyla ticarette başarıya ulaşan kişileri okura örnek olarak sunar.” (Moran, 2002: 48-49)

Ahmet Midhat, ticaretten kazanılan parayı hem helal hem de bereketli olarak görmektedir. Bu mesele üzerinde en çok durduğu romanı da Müşahedat’tır. Bu eser: “…dışarıya karşı korumacı, içeride ise teşebbüs ruhunu canlandırmayı amaçlayan ekonomik muhtevası sebebiyle de (ekonomi politik) yazıldığı dönemin problemlerine cevap veren mühim bir eser durumundadır.” (Turinay, 2004: 48) Müşahedat’ta, insanın ilk önce; hayatının istikametini belirleyerek neye hizmet etmeyi amaçladığını belirlemesi gerektiğini düşünür. Ona göre, eğer devlete hizmet edilmek isteniyorsa memuriyet, yok eğer zenginlik elde edilmek isteniyorsa kesinlikle ticaret yapılmalıdır.

“Tayîn-i esâmiye ne hacet. Mütemevvillerden hangisinin asılları ve sûret-i neşetleri biraz tahkik edilecek olursa görülür ki zenginlik ticarettedir. İnsan eğer kudret-i vehbiyye ve kesbiyyesiyle din ve devletine bi-hakkın hüsn-ı hizmet edebilecekse memuri- yet yolunu tercih ederek, yoksa hem kendi başına bir maîşet-ı müstakılâne ile yaşamak ve hem de namus dairesinde zenginlik ıhtimalâtının yolunda bulunmak isterse mutlaka ticaret tankını tercih eylemelidir.” (Müşahedat, 93)

Fakat Ahmet Midhat, Osmanlı toplumunun ticari hayatını ve gayretini yeterli görmeyerek ticaretin “vaesefâ ki en ziyade meçhulâttan bulunduğu” fikrini taşımaktadır. Hele de Osmanlı ticaret adamları pek çok meziyetten yoksun durumdadır. Her meslekte, mesleğini icrada büyüklük kazanmış olanların olmasına rağmen, asıl büyüklüğün ticaret erbabına ait olduğuna inanır. Çünkü tacirin yapacağı en küçük hata, maddi ve manevi anlamda yok olma tehlikesiyle onu karşı karşıya getirir. Tacirin alıp satarken gösterdiği maharet, onun kendi çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkar. Bu anlamda ticarette, “kabiliyetsizlik”i ve “küçük düşünmeyi” kesinlikle kabul etmez. Eserde, Seyyit Mehmet Numan’ın ticari hayatına değinerek kendisinden sonraki romancıların da bu bahislerden söz etmelerini ve Osmanlı toplumunda ticaret fikrinin uyanmasını temenni eder.

“…Bir malı bir piyasa üzerinde kendisi on kuruşa alıp, başkasına on ikiye satmakta vukua gelen iki kuruş fazla yok mu? Tacir, o malın meziyetini arttıracak hiçbir gûna tedâbir-i sânâiyye icra etmemiştir ya? İşte fazl-ı mezkûru husule getirebilecek kabiliyet, tacirin büyüklüğüdür. Fazlı mezkûru tabiri sahîhi ile yoktan var etmiştir. Tacirde o kabiliyet bulunmasaydı, on kuruşa aldığını yine on kuruşa satabilmesi şöyle dursun, dokuzu, sekizi tutturabilmesi dahi müsteb'îd olurdu. Nasıl ki beyne-t-tüccar bu kabiliyetsizler, bu küçük adamlar dahi görülmez değilse de, ticaretin en ziyade şâyân-ı ehemmiyet olan dekayıkından birisi de bu olmak üzere deriz ki: Küçüklük ve kabiliyetsizlik ile tacirlik mümkün olamayacağından ve tacir öyle hatiat-ı vakıasının yalnız mes'ûliyyet-i mâneviyyesiyle kalmayıp, dehşet ve tahrîb-i maddîsine de doğrudan doğruya kendisi hedef olacağından çarçabuk batar gider.” (Müşahedat, 146–147)

Romanda, Avrupa ile Osmanlı sosyo-ekonomik hayatı üzerine karşılaştırmalı bir analiz de yapar. (Müşahedat, 152–153) Batı’daki çalışma fikri ve hizmet gayreti,

özellikle ülkenin en zenginlerinin kendi memleketlerine yatırım yapmalarını teşvik etmiş; böylelikle ülkenin yoksul insanlar da maddi gelirlerini sağlama imkânı bulmuşlardır. Siyasetçilerinin bunu teşvik etmesi de onlar için bir destek olmuştur. Avrupa’daki her güç sahibi insan bir şekilde memleketinin ticari hayatına ve sanayisine hizmet etmek için yatırım yapmaya çalışmaktadır. Memleketin ihtiyaç duyduğu insanlar da böyle büyük yatırımlar yapabilecek zenginlerdir. Yoksa küçük çaptaki sermayelerle ülke ekonomisine büyük katkılar sağlanabileceğine inanmaz. “Carter Findley’e göre, İngilizce’de serbest girişim, çok çalışma gibi düşünceleri dile getiren “sevda-yı say-ü amel” Ahmet Mithat’ın zihniyetinin anlaşılması bakımından önemlidir. Söz konusu kitabında Mithat Efendi çalışma ve emek sarfetme aşkının bir milletin ilerleyebilmesi için en az vatan ve hürriyet aşkı kadar gerekli olduğunu öne sürmüştür. Sevda-yı Say-ü Amel’de Avrupa’yla Osmanlı arasında karşılaştırmalar da yer almaktadır. Ahmet Mithat’a göre, Avrupa’da, çalışmayı ve emek sarfetmeyi olumlu değerler olarak gören insanlar bulunduğu gibi, bunları aşağılayıcı bulan “kibarlar” da vardır. Ayrıca bu iki sınıf insanın yanı sıra, çalışmamak için her tür bahaneyi bulan işsiz güçsüz takımını da eklemek gerekir. Eğer dünya bu işsiz güçsüz takımına kalsaydı uygarlık bir yıkıntıya dönüşürdü. Bereket versin ki girişim ruhu vardır ve bu ruh modern ilerlemeye yol açmıştır. Carter Findley’in Ahmet Mithat Efendi’nin Sevda-yı Say-ü Amel başlıklı kitabından aktardıkları Mithat Efendi’nin toplumu ekonomik bakımdan nasıl sınıflara ayırdığını kabaca da olsa göstermektedir. Öte yandan Findley’in Ahmet Mithat’ın çalışmayı ve emek sarfetmeyi en az vatan ve hürriyet aşkı kadar gerekli bulduğunu belirtmesi Müşahedat romanı okunduğunda daha iyi anlaşılabilir. Romanda Osmanlı’nın Avrupa devletleri kadar güçlü bir devlet olabilmesi için, vatanını seven bir kişinin memur olup devlet kasasından maaş alması yerine bireysel girişim yoluyla zengin olması ve böylece de devletini zenginleştirmesi gerektiği vurgulanmaktadır.” (Cankara, 2004: 36-37)

Romanın ilerleyen bahislerinde, Osmanlı hayatında ticarete olan ilgisizlikten yakınır. Toplumun hep şikâyet ettiği atalet hâli, kendini ticari teşebbüslerde de göstermektedir. Herkes kısa yoldan ve zahmet çekmeden geçimini sağlamanın peşindedir. Özellikle devlet memurluğu böyle düşünen insanların “medar-ı maişet” kaynağı olmuştur. Hâlbuki devletin zenginleşmesi de ancak ziraat, sanayi ve ticaretle

mümkün olacaktır. Halkın bu gayretsizliği, ekonomik hayatı öldürdüğü gibi dolaylı yoldan devletin de ekonomik açılardan zayıflamasına neden olmaktadır. Memuriyete yönelik getirdiği bu tenkit, insanı çalışma çabasından uzak tutmasından dolayıdır.

“….Kibardan hiçbir kimse kesb ve kâra heves etmiyor. Abâ ve ecdattan kalmış bazı çiftlikâta malik olanlar, bunları, yalnız tenezzüh mahalli olarak telâkki ediyorlar. Herkesin gözü devlet memuriyetine dikilmiş. Ondan başka medâr-ı maişet bilinmiyor. Halbuki hazîne-i devlet yalnız geçinmeleri için oraya göz dikenleri neyle doyuracak? Varidatla değil mi? O varidatı ziraat ve sanayi ve çobanlık ve ticaret hâsıl etmeyecek mi? Bunlar zuafâ ve mesakinin ellerinde bulundukça, hazineye getirecekleri varidat dahi zaifâne ve miskinâne bir suretten ayrılamaz.” (Müşahedat, 152)

Ahmet Midhat’ın tüketim hayatı bakımından hep eleştirdiği öteki toplumun, ticari zenginliği ve canlılığı bakımından üstünlüğünü kabul ettiğini görürüz. Ticaretin “helal para” kazandırması ki, bu ifade paranın meşru yollardan kazanılması gerektiğinin vurgusu olarak söylenir, onun özellikle Osmanlı toplumu için arzuladığı bir meseledir. Fakat Avrupa ile Osmanlı arasındaki derin uçurum, kendini burada göstermektedir. Ticarette ve sanayide öteki toplumun katettiği mesafe onları zenginleştirmiş, fakat Osmanlı’yı kendi memleketinde bile fakir duruma düşürmüştür. “Müşâhedat roman değerinin dışında, ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı ticaret ve ekonomi hayatının nabzının attığı eserlerin başında gelmektedir. Tanzimat’tan sonraki yıllarda Ohannes Paşa ve Namık Kemal gibi Osmanlı aydınları tarafından savunulan liberal ekonomi politikalarının aksine, Müşâhedat’ta bu görüşlerin yoğun bir eleştirisine şahit oluruz. A. Midhat Efendi yabancı sermaye ve sıfıra yakın bir gümrükle ülkeye giriş yapan yabancı mallar karşısında yerli üretim ve ekonominin ayakta kalmasının mümkün olmadığı görüşündedir. Nitekim bu tür politikalar sonunda yerli hizmet ve mal üretimi durma noktasına varmış, bütün pazarlar yabancı emtia ile dolmuş, daha da tehlikeli olanı, yerli azınlıklarla Müslüman ahali arasındaki ekonomik seviye farklılıkları büyük uçurumlar teşkil etmeye başlamıştır.” (Turinay, 2004: 47) Elbette anlatıcı, maddi acziyetin; öteki karşısında diğer komplekslerin de ortaya çıkmasına sebep olacağının bilincindedir.

“Tana'um denilen şey tarîk-i kesb ve kârda neden mümkün olamasın? Asıl o tarikte mümkün olur. Helâlinden milyonlar kazanmak için başka tarik var mıdır?

Avrupa'ya baksanız a, kesb ve kârları sayesinde her biri bir beyzadeden âlâ. Kudret-i kesbiyyelerini bizim memleketlerimizde bile istimâl ederek, bize bile kibarlık taslıyorlar. Memleketlerimizin ağniyası onlar, fukarası biz add olunuyoruz.” (Müşahedat, 154)

Bu durumun farkında olan devletin, ticari zaafiyetleri gidermek için çaba göstermesini memnuniyet verici olarak değerlendirir. Faaliyete geçen çeşitli fabrikalar, işletmeler halkın bu alanlardaki teşebbüs ruhunun uyandırılmasına ve çalışma fikrinin harekete geçirilmesine yöneliktir. Buna rağmen Ahmet Midhat, halkta bu bilincin bir türlü ortaya çıkmamasına ve kayıtsızlığın sürdürülmesine karşı adeta isyan eder.

“Bu uyanıklık daha halkımıza gelmemiş. Fakat devletimize gelmiş. Hem çoktan beri gelmiş. Türlü mensucat için fabrikalar açılmış. Geçen yaz Boğaziçi’ne gitmiştim de görmüştüm. Şişe ve billur ve ispermeçet yapmak için bile fabrikalar açmış. Kâğıthaneler,

ipekhaneler yapılmış. Hayfâ ki devletin, bunları yapmaktan maksadı

anlaşılamamış.(…)Binaenaleyh terakki eyleyememişler. Bazıları külliyen, bazıları hükmen metruk ve muattal kalmışlar.” (Müşahedat, 154)

Necat Birinci’de, Müşahedat’ın işlediği fikirlerin başlıcalarından birini “iktisadî fikirler” olarak tespit etmiştir. “O, ferdin serbest şekilde ticâret yapmasını ve bu yolda servet sâhibi olmasını ister. Onun nazarında insanın reşid olması “kendi ekmeğini kendi kırmasıyla mümkün”dür. Refet’in yaptığı sebze ihrâcâtı bunlardandır. (Birinci, 1980: 69) Romanda, bir çocuk heyecanı ve samimiyeti ile ticarete övgüler sıralamaya devam eder. Her şeyden önce ticaret meşguliyeti onda bir hayat tarzı haline dönüşmüş, hem keyif alınan hem de geçim sağlanan bir yol olarak görülmüştür.

“Ah! Ticaret, insanda ne güzel uyanıklığı mucip bir meşguliyettir. En küçük bir muvaffakiyet, kendi kumandasındaki askerle bir muzafferiyet kazanan kumandanın aldığı lezzet kadar lezâiz-i vicdâniyeyi mucip olur.” (Müşahedat, 160–161)

Bahtiyarlık romanında da Şinasi’nin babası, oğluna memuriyet hayatıyla bir servet elde edilemeyeceğini anlatmaya çalışır. Ticareti her zaman için diğer gayretlerin üzerinde tutan Ahmet Mithat, iş ve çalışma gayretini bu söylemlerle ayakta tutmaya çalışır. Memuriyet yine, hem zenginlik sağlamaması hem de gayret ruhunu yok etmesi bakımından olumsuzlanmaktadır:“«Bir sanat veya ticarette fetanet ve gayret semeresi olarak milyonlar kazanmak mümkündür. Memuriyetteyse iffet ve sadakat ve istikamet

feda edilmedikten sonra böyle bir servet kazanmak kabil olamaz» derdi.”(Bahtiyarlık, 513)

Emanetçi Sıdkı hikâyesinde, dükkân sahibi olan ticaret erbabının riayet etmesi gereken kurallar işaret edilir. Ahmet Midhat’ın çocukluğunda edindiği esnaflık tecrübesi, onu bu mesleğin incelikleri hakkında da yeterince fikir sahibi yapmıştır. Bir Osmanlı esnafının gündüz evinde vakit geçirmesinin mümkün olamayacağını, o dönemin bir ticaret ahlakı olarak herkesin kendi işinin başında olmasının zorunlu olduğunu işaret eder. Bu tutum, esnafın işine gösterdiği sadakat ve ciddiyet ile alakalıdır.

"Efendi ise bir muayyen iş olsun olmasın her gün dükkâna müdavim olup içeriye girer iken mutat olan duasını eder, badehu köşeye oturur ve kendisini arayan gerek ashab-ı mesalih ve gerek ahbap mutlaka kendisini dükkânda bulur idi. Öyle hanesinde adam kabul etmek o zamanlar için yalnız ricale, kibara mahsus bir imtiyaz olup erbab-ı ticaret için her gün dükkânına devam etmemek âdeta meayibden addolunur ve bu ten- perverlik tüccarın itibarına halel bile getirir idi.” (Emanetçi Sıdkı, 736)

Ahmet Midhat Efendi’nin şahsi teşebbüs fikri ve ticaret sevgisi, romanlarında çeşitli vesilelerle dile getirilmiştir. Okurunu bu yönde teşvik etmek bir yana, Osmanlı’nın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumun sıkıntılarını da dikkat çekmiştir. Özellikle Batı karşısında gittikçe yoksullaştığımızı belirtmiş, ekonomik hayatın devlet ve özel teşebbüs eliyle canlandırılması gerektiğini savunmuştur.

İKİNCİ BÖLÜM

2. SOSYO-KÜLTÜREL MESELELERE YÖNELİK TENKİTLER

2.1. Öteki Toplumun Sosyal Hayatına Yönelik Tenkitler