• Sonuç bulunamadı

1.2. Öteki Toplumun Sosyo-Ekonomik Hayatının Bozulmasına Yönelik Tenkitler

1.2.2. Eğlenceden sefahate öteki toplum

1.2.2.2. Balo ve dans

Öteki toplumun eğlence hayatı ile ilgili en ciddi tenkitlerin yapıldığı ortamların başında balolar gelmektedir. Balolar, Avrupa kültürünün bir eğlence biçimi olarak toplu gece eğlenceleri şeklinde tertiplenmektedir. Ahmet Mithat’ın romanlarında, balolarla ilgili kullanılan ifadelerden, bu eğlence kültürünün adetlerinden rahatsızlık duyduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Balolardan hoşlanmamasının başlıca sebebi de bu ortamlardaki davranışları gayr-i ahlaki bulmasından kaynaklanmaktadır.

Sefahat hayatının su yüzüne çıktığı bu eğlenceler, Paris gece âlemlerinin vazgeçilmezidir. Paris’te Bir Türk romanında, “Prado Balosu” adındaki meşhur organizasyonda sergilenen dansların ve davranışların ne kadar ahlaksızca olduğu vurgulanır. Öyle ki, burada aşırıya kaçabilecek ahlaksızlıklara müdahale etmek üzere polisin hazır bulunduğundan bahsedilir. Yani öteki’nin balo ortamlarındaki rezaletler ve seviyesizlikler, ancak güç kullanılarak kontrol altına alınabilmektedir.

“Prado balosuna devam eden şu cemaatin icra eyledikleri rakslar sair baloların rakslarına asla benzemez. Bunlar ol kadar serbestane, öyle aşüftegâne ve o derece çılgıncasına raks ederler ki gerçekten namuslu olan veyahut (Paris'te eksik olmadığı vechile) namuslu olmak üzere geçinen bir kadın!... Bu oyunları temaşadan bile haya eder.” (Paris’te Bir Türk, 164–165)

Aynı romanın başka bir bahsinde, yine Prado Balosu’na atıfta bulunularak bütün balolardaki kadın-erkek ilişkilerinin bayağılığı, gösteriş meraklılarının arz-ı endam edişleri ve kadınların zengin erkeklere karşı sergiledikleri davranışlar tenkit edilir. Buraya gelen kadınlar, “kuyumcu dükkânı” gibi “mücevherata müstağrak” bir şekilde gezerler ve kendilerine ilgi gösteren erkeklerin zenginliğine göre, onlara karşılık verirler. “…Buraya gelen zengin takımı hovardalığı zengincesine eden takım demek olup vakıa kuyumcu dükkânı gibi mücevherata müstağrak olan tuhafa dükkânı âsâ tepeden tırnağına kadar çiçekler ve tenteneler ile donatılmış bulunan hanımlar bir tavr-ı mütehakkimâne ve bir vaz'-ı mütegalibâne ile gezerler ise de, kendilerine selâm veren zatın oldukça genç, oldukça güzel, şık idüğini görünce pek mütevazıâ ne redd-i selâmla bir de oldukça zengin olduğunu anlayınca, artık kendilerine takdim olunan kolu kabulde hiç kibir etmezler.” (Paris’te Bir Türk, 361–362)

Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar adlı hikâyede ise, Paris’te bulunan yabancı elçiliklerin düzenlediği balolardan bahsedilir. Bu balolarda özen gösterilen her hususun altını çizen Ahmet Mithat, özellikle kadınların balolardaki giyim-kuşama verdikleri önemi tasvir etmeye çalışır. Bu kıyafetlerin açıklığını, dekolteliğini örtülü bir biçimde tenkit ederek “akıllara hayret verici” bir şekilde düzenlenen bu balolarda, en çok dikkat edilen şeyin “esbab-ı tenviriyye” olarak belirtilen aydınlatma meselesi olduğunu belirtir.

“…fistanların ne kadar dekolte, yani ne kadar açık oldukları enzar-ı ehemmiyetten dûr mu kalmalıdırlar? Dekolteliklerinin derecesini en kestirme bir surette anlatmak için "Vücutların belden yukarısı çırçıplaktır!" diyecek olursak hiç de mübalâğaya haml olunamaz. Zira vücudun belden yukarısında fistanın kumaşı olarak yalnız omuzlar üzerinde iki parmak eninde şerit gibi bir şey ile bir de memeler üzerinde

kuş yuvası âsâ birer mahfazadan başka hemen hiçbir şey yoktur. (Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar, 585–586)

Kadınların bu kıyafetleri ile hem yürümeleri hem de dans etmeleri hemen hemen imkânsız gibidir. Kadınlar bu halde dans ederken başlarına gelebilecek herhangi bir kazada çok uygunsuz görüntüler ortaya çıkabilmektedir. Bu bakımlardan kadınlar, mümkün olduğunca uzun bir süslenme ve giyinme süresi yaşarlar: “Harekât-ı mezkûre o kadar güçtür ki küçüklüklerinden beri bunlara alışkın olmayanlar için kaza ve tehlikesini men' gayet müşkül olur. En tuhaf tehlikesi ise, bir kadının fistanı kuyruğuna basıp da "cart" diye onu yırtmaktır ki, bazen ta beli hizasından fistanın koptuğu ve kadının yalnız beyaz jipon ile kaldığı bile nevadirden değildir.” (Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar, 585–586)

Karnaval romanında, meşhur bir “rezil kadın” olan “Rigulbouche”in, Paris’teki bir baloda giymiş olduğu kıyafeti ve çıplaklığı tasvir edilir. Balolardaki saçma giyim kaidelerini ironik bir edayla tenkit eden anlatıcı, sıradan bir baloda bile açık saçıklıklarını abartan kadınların, düşük balolarda daha vahim durumlara vardığını belirtir.

“…bir zaman Paris’te bu yoldaki bir baloya Rigulbouche isminde bir aşüfte-i meşhurun yalnız başındaki saçlarıyla mülebbes olduğu halde gittiği birkaç sene evvel gazetelerde görülen bir fıkradan anlaşılmıştı. Şu kadar ki elleri çıplak olduğu halde baloya gidilmesi pek büyük meayibden olduğu cihetle Rigulbouche’un dahi o kıyafetle gittiği akşam ellerinin eldiven içinde mahfuz olduğuna asla şüphe etmemelidir.” (Karnaval, 9)

Batı tarzı eğlence yaşamın kendini gösterdiği bir diğer unsur da “dans” olarak karşımıza çıkar. Rezaletin sınırlarını zorlayan Batı’nın eğlence dünyası, eski dünyanın bir nevi ibadeti sayılabilecek “raks”ı ayaklar altına indirerek şehevî maksatlarına alet etmiştir. Ahmet Midhat’a göre “raks”ın temsil ettiği şeyler vardır. “Raks” hakkında Dağarcık adlı mecmuada bağımsız bir yazı da kaleme alan ve bu yazısı “L’Orient Illustration” adlı gazete de tercüme de edilen yazar, Çengi romanında, raks’ın asıl icra ettiği vazifeyi izah etmeye çalışır. Eski dünya toplumlarının ve yeni dünya toplumlarının raks’ı nasıl gördüğünü değerlendirir. Eski toplumların “raks”ı bir ibadet biçimi

görmesine rağmen, yeni dünya toplumları rezilliklerini, sergiledikleri sıradan ve anlamsız hareketlere mahkûm etmiştir.

“…Raks, haddizatında bedeviyet içinde mevcut olup, medeniyet bedeviyetin pek çok hususat-ı makbule ve tabiiyyesini bozduğu gibi raksı dahi eski mükemmeliyetine nispetle pek dûn bir mertebeye indirmiştir. Eski vahşiler indinde raks ibadet derecesinde bir nazar-ı takdis ile görülürdü. Yeni medeniler bunu rezalet derecesinde bir nazar-ı tahkir ile görülmek mezelletine indirdiler.” (Çengi, 91-92)

Yine balolarda dikkatlerden kaçmaması gereken bir noktayı da “kadın”ın bedensel bir varlık olarak görülmesi ve elde edilmesi hevesi olarak görür. Bunu ifade ederken, öteki toplumun kilise hayatına da gönderme yapar. Çünkü öteki için kiliselerin bile “mülakat-ı âşıkane” için bulunmaz yerler olarak görüldüğünü ileri sürmesi, ona göre baloların seviyesi hakkında çok yorum yapılmasına imkân bırakmayacaktır. Öteki’nin ibadet mekânına bile böyle bir işlev yüklenmiş olması, Avrupa’da ahlaki düzeyin hangi derecelere düşmüş olduğunu gözler önüne sermektedir.

“Hele baloların en parlak eğlencesi taharriyât ve tecessüsât-ı âşıkanedir. İnsan heveskârı olduğu bir kadının arkasına takılmak ve istediği sözü söyleyebilmek için balolarda bulduğu müsaadeyi kilise de bile bulamaz. Buna istiğrap etmeyiniz. Zira kiliselerde mülâkat-ı âşıkane için bulunan fırsatlar olur olmaz yerlerde bulunamazlar.” (Karnaval, 14)

Balolar, adeta alafranga hayatın gece ayinleri gibi düzenlenen, kadın vücudunun teşhir edildiği tüketim ortamları olarak görülmüştür. Ahlaki sınırların zorlanarak sadece kadın ve erkeğin zevk ve eğlence ihtiyaçlarının tatminine dayandığı için de bu yerler, hemen her yönüyle tenkit edilmiştir.