• Sonuç bulunamadı

1.3. Tüketim Nesnesi Olarak Kadın Bedeni ve Fuhuş Meselesine Yönelik Tenkitler

1.3.2. Fuhşun mahsulü: babasız çocuklar

Tanzimat romancıları arasında, fuhşun bir neticesi olarak gayr-i meşru çocuk sahibi olma meselesi üzerinde, Ahmet Midhat’ın hassasiyetle durduğunu görüyoruz. Gayr-i meşru ilişkinin semeresi olarak dünyaya getirilen bu “babasız çocuk”lar, hakikatte günahı olmayan fakat toplumun hayatına, kimsesiz ve değersiz bireyler olarak girecek kimselerdir. Öteki toplumun hayatında, fuhuş yaygın olduğu için gayr-i meşru çocuk sahibi olma durumu azımsanmayacak kadar artış göstermiştir. Osmanlı sosyal ahlakının kabul edemeyeceği bir “ahlaksızlık” anlayışı, 19. Yüzyıl Avrupa’sında varlığını sürdürmektedir. Hatta Avrupa’da, gayr-i meşru çocukların büyütülmesi için kurulmuş yuvalar vardır. Bu durum, Avrupa ahlakının ne denli bir çöküntü içinde olduğunun açık göstergesi olarak sunulur. Sosyal hayat; babasız çocuklarını büyüterek aile sıcaklığını yaşamamış insanları toplum yaşamına salıvermektedir. Bu ahlaksız döngünün giderek büyümesi de kaçınılmaz olmaktadır.

Acayib-i Âlem’de de bu konuya atıfta bulunulur ve bahsedilen manzaraya, romanın gezgin kahramanları Moskova’da şahit olurlar. Burada gayr-i meşru çocukların büyütülmesi için çeşitli kurumlar açılmıştır. Buralara her sene, binlerce gayr-i meşru çocuk alınmakta, bu çocukların bakımlarını yapmak için de yirmi beş bin insanın çalışarak geçimlerini buralardan sağladıkları belirtilmektedir. Bu rakamlar, bu ahlaksızlığın boyutlarını ortaya koymaktadır. Anlatılanlarla resmedilen tablo, sosyo- ekonomik hayatın Rusya’daki bozukluğunu gözler önüne sermektedir. Sefalet ve sefahat ortamı, kadını böylesi uçurumlara sürüklemektedir.

“Avrupa medeniyet-i cedîdesinin fuhşa açmış olduğu meydan münasebetiyle pek çok genç kızlar henüz gelin olmaksızın valide olduklarından ve doğurdukları çocukları bittabi hiçbir kimseye göstermeyerek gizlice büyütmeye dahi hâl ve vakitleri müsait olmadığından gizlice boğup bir tarafa atmak mecburiyetindedirler.” (Acâyib-i Âlem, 156-157)

Hayret romanında, yine Rus toplumunda, gayr-i meşru çocuk sahibi olmanın ulaştığı yaygınlığa değinilir. Maalesef ki bu durum, öteki toplum için artık sıradan bir sosyal mesele olarak algılanmaktadır. Toplumun ahlakî açıdan giderek tükenmesi,

meselenin vehametine önem atfetmeyecek kadar kötüleşmiştir. Bu, yazarın değer yargılarına tamamen zıt bir durumdur.

“… Rusya kibarının birçok müstefreşattan birçok dahi çocuklar tevlit etmeleri mutat ve kesir olup işbu evlâd-ı gayr-ı meşrûa dahi babalarının unvanlarını alırlarsa da servet-i pedere vâris olamayıp gayeti babaları sağlıklarında onlara her ne vermişse onunla iktifa ederler. Birtakımlarıysa erkekseler hizmet-i askeriyyeye girerler ve kadınsalar hüsün ü anları sayesinde ikbal ararlar.” (Hayret, 90)

Ana Kız hikâyesinde, Paris’te yapılan doğumların istatistiki verilere göre önemli bir oranı, gayr-i meşru olarak dünyaya gelmektedir. Bu oran, fuhşun yaygınlığını göstermesi bir yana, doğan çocukların geleceğinin de toplum hayatı için ne büyük tehlike olduğunu gözler önüne sermektedir. Aile kavramından yoksun olarak büyüyecek çocuklar, tüketim toplumunun bir parçası olacaklar ve fuhuş başta olmak üzere her türlü ahlaksızlığı icra edeceklerdir.

“Bir de Paris belediyesinin resmî ilânına göre Paris'teki tevellüdatın tamam bir sülsü evlad-ı gayr-ı meşruadadırlar. Hiç anası babası olmayan biçâregân kimlere tazim ve tekrimde bulunsun?...Paris'te tevellüdatın yüzde otuz üçü evlâd-ı gayr-ı meşrua olduğu resmen ilân olunur ve nüfusun nısfından ziyadesi kadın erkek gayrı zi-ıyal olarak yaşadıkları görülür ise insanı hayret istilâ etmez mi?” (Ana Kız, 836)

Diplomalı Kız’da geçen şu ifade de yukarıdaki hikâyede verilen bilgiyi destekler niteliktedir: “Paris şehrinin haftalık istatistiklerinde "Bu hafta zarfında piçhaneye seksen çocuk getirildi. On sekizi tanındı, kabul olundu.” (s.13) Öteki toplum namusunu ve ahlakını giderek kaybetmekte, kadın ve çocuk gibi en hassas varlıklarını tüketiminin odağı haline getirmektedir.

Yine Müşahedat’ta (s. 196), “valide kızlar veyahut kız valideler” adlandırılan kadınların dünyaya getirdiği gayr-i meşru çocukların, halen Avrupa’da çözülememiş bir mesele olarak varolduğuna dikkat çekilir. Öteki toplumun bu çirkin âdetinin, bir dönem Beyoğlu civarında da kendini göstermeye başladığı ve kilise kapılarına böyle çocuklar bırakıldığından bahsedilir. Avrupa yaşantısı, girdiği toplumlara fuhşu yaymasıyla birlikte, gayr-i meşru çocukların da ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Arnavutlar Solyotlar romanında da Mükrime’nin toplumun bakışına göre içine düştüğü manzara, gayr-i meşru çocuğun yerini sabitlemektedir. Toplumun: “Bir piç!...” (s. 160) olarak belirlediği kişi, doğumundan itibaren kadersizliğinin eline mahkûm olur. Muhtemelen bir kilise kapısına bırakılıverilir, yahut herkesten gizli olarak öldürülüp bir kenara atılır.

Ahmet Midhat, konuya değindiği Hasan Mellâh Yahut Sır İçinde Esrar’da, gayr-i meşru ilişkinin mahsulü olan “piç”liğin ne kadar büyük bir günah ve acı bir durum olduğunun altını çizer. Çocuk sahibi olmak bir anne için büyük iftihar kaynaklarından biri olmasına karşın, gayr-i meşru çocuk taşımayı en büyük felaket ve musibet olarak görür. Bu gayr-i meşru çocukların ortaya çıkmasında, erkeklerin suçunun kadınlardan daha fazla olduğunu düşünür. Çünkü erkek, gücü ve ikna kabiliyetiyle kadını günahına ortak eder ve ondan sonrasına da karışmaz. Günahının semeresiyle baş başa kalan kadın da çaresizlikten kendi yavrusunu öldürmek gibi bir trajediyle yüz yüze gelir.

“Namus-perverler lisanında "veledizina" tabir olunan mahsûl-i ömrünü, ciğerparesini, çocuğunu doğmadan öldürmüş kaç valide istersiniz? Bu yolda, yani çocuk düşürürken kendisi gülzâr-ı hayâttan akabe-i helâke tekerlenmiş kaç valide istersiniz? Evlâdı dünyaya gelip de artık kendi yüzüne masumane ve melekâne tebessümler etmeye başladıktan sonra, bir muhabbet-i vakı-'arun yadigârı ve ömrün mahsulü olan bu gevheri, en merhametlisi kilise kapısına köpek yavrusu gibi atıvermiş ve daha korkağı bir sansarın piliç boğması gibi boğmuş ve hatta diri diri toprağa gömmüş kaç valide istersiniz?” (Hasan Mellâh Yahut Sır İçinde Esrar, 214–215)

Gayr-i meşru çocuk sahibi olmak, kadının ve erkeğin bir cinayeti olarak hem yeni doğacak bir cana kast hem de insan ve toplum ahlakına bir hücum olarak görülür. Kadının bu şartlar altında yaşayabileceği duygu haline de değinen anlatıcı konumundakiler, ahlakın sınırlarının dışına çıkmanın nasıl felaketle sonuçlanacağını ortaya koymaya çalışırlar.