• Sonuç bulunamadı

1.1. Osmanlı Toplumunun Sosyo-Ekonomik Hayatının Bozulmasına Yönelik

1.1.1. Eğlenceden sefahate Osmanlı hayatı

1.1.1.1. İçki ve kumar

Osmanlı eğlence hayatında kumarın, içkinin ve diğer kötü alışkanlıkların aleni olarak yapılamayacağını, dinî kaideleri hayatına referans alan bir toplum olması bakımından ilk elden belirtmiştik. IV. Murat’ın saltanatı zamanında yasaklanan içki, bazı Osmanlı padişahlarının bakışını, bu bakımdan az çok yansıtmaktadır. Fakat İslam dininin getirdiği yasağa rağmen; içki tüketiminin, çeşitli gece eğlencelerinin, Osmanlı sosyal hayatında varlığını devam ettirdiği bilinmektedir. “Osmanlı yönetimi, gayrimüslimlerin başta şarap olmak üzere çeşitli içkiler imal etmesine karışmazken, Müslümanların içki kullanımına birtakım yasaklamalar getirmişti. Devletin aldığı tüm tedbirlere rağmen fuhuş, içki, kumar vb. kötü alışkanlıklar Osmanlı toplumunda görülmekte ve bütün çabalara rağmen engellenememekteydi. Hatta içki ile birlikte kumarın da yalnızca Beyoğlu’nun izbe mekânlarında değil, Anadolu’da da gizliden gizliye yaygınlaştığını, dönemin mecmualarında görmek mümkündür.” (Özer, 2006: 270) Geleneksel Osmanlı hayatının izlerini pek aksettirmeyen, alafranga hayat tarzının izlerinin öne çıktığı Beyoğlu ve Galata gibi yerleri Ahmet Mithat, geniş biçimde tasvir eder. Özellikle Galata’daki eski meyhanelerin görünüşünü resmederken en ince detaylara kadar yaptığı tasvirlerde, başarılı bir dil kullandığını söyleyebiliriz. (Dürdane Hanım, 5-6) Bu tasvirlerinde, içkinin ağına düşen insanların yaşadığı bağımlılık sürecini anlatırken; içkinin insanı yavaş yavaş etkisi altına aldığını, kendine bağımlı kıldığını ve onu her yönden nasıl tüketime çektiğini hikâye eder. “Ahmet Midhat Efendi’ye göre kumar da fuhuş da Türk toplumuna Batı’dan gelen kötülüklerdir ve özenti aydınların dışında buna toplum itibar etmez. Çünkü henüz camiacı bir toplum olan Türk toplumu, bütün toplumsal ilişkileri para ve cinselliğe indirgememiştir.” (Parla, 2006: 83) Müşahedat’ın

anlatıcısı da okuruna; çevresinde içki müptelası olan insanlara dikkat etmesini ve onların değişen ruh hallerine göre içki içmelerini kısıtlamaları gerektiğini tembihler. Ona göre “erbâb-ı işret”, içmeye başladığı zaman eğer hiddetlenmeye başlarsa, “teessürât-ı dimagiyye” baş göstermeye başlamış demektir. Bu da içen insan için ciddi bir tehlikedir. Bu insan çıldırabilir, kendini ya da bir başkasını öldürebilir. Dolayısıyla içki, içmeyen insan için bile bir tehdide dönüşebilir.

“İnsan kendini bir kere sarhoşluğa kaptırmaya görsün. Bir kere rakının mağlubu ve mahkûmu olmayı görsün! Bir daha kendisini kurtarabilmek için lazım gelen yiğitlik, metanet her kula müyesser değildir. Düşünmelidir ki birkaç akşam üçer dörder kadeh ile iktifa edenler birkaç akşam sonra artık bu miktar ile ülfet edip tatlanmış olacaklarından beşinci, altın kadehlere dahi lüzum görürler.”

Müşahedat’da, bir gece âleminin manzarası aktarılarak içki, kumar ve kadın suistimalinin hâkim olduğu sefahat âlemleri, bataklığa benzetilir. “Erbâb-ı ayş u işret”in paralarını su gibi akıttıkları yerlerde başlayan bu eğlencelerin, müşterilerin ekonomik olarak tüketilmelerini amaçladığı bir kez daha vurgulanır. Beyoğlu’ndaki kafelerde çalışan kızlar, içkiyi “avanak müşterilerini” uyuşturmak ve büfeciye daha çok kazandırmak için kullanırlar.

“Oyuncu kızlar büfeciyi memnun etmek için konyakların en pahâlısından, şanpanyaların en âlâsına kadar türlü içkilerle kendilerine ikram ettirdikleri avanak müşterilerin keselerini boşalttırıyorlar. Hele bir tarafta da kumar oynanıyor ki mâzallah….Zira burası sefahat âleminin en bataklık bir berzahıdır.” (Müşahedat, 325)

Romanda, bir takım adliye istatistiklerine dayanılarak, Osmanlı’da işlenen cinayetlerin sebebinin çoğunlukla içkiden, yani sarhoşluktan kaynaklandığı ileri sürülür. Anlatıcı, Osmanlı sosyal hayatında cinayet suçunun oldukça az oluşuna şükrederek bunda bireysel ve toplumsal düzlemde Allah korkusunun hâkim olmasının etkili olduğunu düşünür. Sarhoşu bir “mecnun-ı muvakkat” olarak tanımlar ve dolayısıyla onun bu haliyle akli melekelerini yitirmiş bir varlığa dönüştüğünü belirtir.

“Biz insanı benî nevine taarruzdan meneden şey Allah korkusu olduğunda karar kılmıştık. Bu havf-ı re's-i hikmettir. Her cahil, her nâdan o ni'met-i hikmete nail olabilir mi? Sarhoşsa bir mecnûn-ı muvakkattır. Hamd olsun fikirleri, nazarları nûr-ı maârifle

tenevvür eylemiş bulunan Osmanlı halkı meyânında cinayât nadirâttandır.” (Müşahedat, 301–302)

İntibah romanının Ali Bey’i de Dilaşub’un kendisine ihanet ettiği zannıyla, kendini tamamen eğlencenin ve tüketimin boşluğuna bırakmıştır. Yaşadığı aldatılmanın acısını unutmaya çalışan Ali Bey’in hayatı, bu saatten sonra toparlanamaz bir hâl alır. İçki, kumar ve kadın âlemlerinde yuvarlanmaya başlar. Bu gidişatın sonucu da maddi anlamda tükeniştir. Maddi ve manevi bakımdan yaşadığı harcama boyutu sınırı aşınca, onun da hayatında eğlence, bir tüketim biçimine dönüşüverir. Ali Bey, Tanzimat romanında tüketim kültürünün belki de en büyük kurbanlarından biri olarak görülebilir. Düşüşü hızlı ve trajik olmuştur. Oğlunun sefahat âlemlerindeki gidişatına tahammül edemeyerek ölen annesinin cenazesine, kumar ve içki masasından kalkamayan Ali Bey katılmamıştır: “Nankör ve hain evlat, içki sofrasından kumar masasından ayrılıp da annesinin cenazesine bile gitmemişti. Garip ve talihsiz kadının cenazesi, bir iki hayırsever komşunun delaletiyle, belediye tarafından kaldırıldı.” (İntibah, 157)

İçki ve kumar düşkünlüğü, israfın kapısını da araladığından işsiz ve güçsüz kalan tüm kahramanlar gibi o da baba mirasını tüketmeye başlar. Böylelikle bütün kötü alışkanlıklar, mirasyedilik ve müsrifliği de beraberine alarak günden güne girdabını büyütür. Nihayetinde Ali Bey, kendisine uzatılan yardım ellerini bile artık reddetmektedir. Bu noktada onun, eğlenceden ziyade bir teselli yolu aradığını ve bu tür bir yaşantıyı bu nedenle tercih ettiğini söylemek gerekir. İçki ve tüketim, “unutturucu” ve “teskin edici” nitelikler yüklenerek arzulanır. Ali Bey, artık düşebileceği en kötü duruma düşmüş, gayr-i meşru istekleri için para bulamayınca hırsızlık bile yapmaya başlamıştır.

“Ali Bey, düşe düşe o derece düşmüştü ki, artık meyhanecileri dolandırıyor; kumar masalarından el çabukluğu ile para aşırıyordu. Arkadaşının para ile ilgili teklifini tereddütsüzce kabul etmekle beraber bu iyiliksever arkadaşına teşekkür edecek yerde, kendisine nasihat vermeye kalkıştığı için, alay ve hakaret dolu bir cevap yazmaktan da utanmadı...” (İntibah, 159)

Ahmet Midhat’ın Para hikâyesinin kahramanlarından Sulhi, okura takdim edilirken bir Osmanlı centilmeni olarak tanıtılır. Eğlenmeyi seven kahraman, kumar ve

tüketime yönelik eğlence biçimlerinden hoşlanmaz ve uzak durur. Onun şahsında bir Osmanlı gencinin pekâlâ Osmanlılık âlemlerinin eğlence biçimlerinden de haz alabileceği vurgulanır. Anlatıcı, okuruna bu daire içinde sınırlı kalmayı tavsiye eder. Özellikle burada, parayı kazanma ve muhafaza etme konusunda oldukça hassas olan anlatıcının, maddi tüketime çok açık bir eğlence olarak görülmesinden dolayı, kumara karşı daha sert eleştirileri göze çarpar.

“…alafranga olan kısmı Osmanlılık âlemlerinde eğlenmedikleri hâlde Sulhi bilâkis Osmanlılık âlemlerinde eğlenir. Kezalik alafranga olan takımı en büyük meşguliyet olmak üzere kumara dadandıkları hâlde Sulhi kumardan hoşlanmaz. Eğerçi "Alemde her saadet para ile ele geçer" sözünü kendisine bir itiraz ittihaz etmiş ise de para için halasına avuç açar da yine kumar masası üzerine para ümidi ile bir iskambil kâğıdı açmayı açgözlülük diye şayan-ı nefret bulur.” (Para, 527)

Mizancı Murad’ın Turfanda mı Yoksa Turfa mı? adlı romanının idealize kahramanı Mansur da eğlence adı altında görünen kötü alışkanlıklara karşı nefret duymaktadır. Arkadaşı İsmail’le birlikte bir gece Beyoğlu’nda bir kulübe gittiğinde, arkadaşının kumar oynamasına müsaade etmediğini görürüz. Müslüman dindarlığı öne çıkan Mansur’un bu yasaklayıcı tutumunda, başta din faktörünün etkili olduğunu, ayrıca sosyal ahengi bozan kötü bir alışkanlık olduğu için de Mansur’un bu duruma müsaade etmediğini söylemeliyiz. Romanda bu meseleler gündeme getirilmez, çünkü Mansur’un böyle bir çevre ile münasebetinin olması zaten mümkün değildir.

“İsmail Bey, Beyoğlu'na ve kulübe çok gider ve kumar oynardı. Mansur bir defa beraber gidince İsmail Bey'i masa başına yaklaştırmadığı gibi, ayak basılacak yer olmadığını beyan etti.” (Turfanda mı Yoksa Turfa mı?, 99)

Ahmet Midhat’a göre, baloların sakıncalarından biri de kumar gibi kötü alışkanlıkların buralarda yer bulmasıdır. Bu yerler, her türlü tüketime yönelik eğlencenin suistimaline açık ortamlardır. Kumarın, balolarda dans etmekten “belki daha ehemmiyetli bir eğlence” olarak görüldüğü özellikle vurgulanır: “Balo denilen mahallelerde eğlence yalnız raksa da münhasır değildir. Her kim ne suretle ister ise eğlenir. Kumar oynamak baloların raks kadar ve belki daha ehemmiyetli bir eğlencesidir.” (Karnaval, 13) Hatta buralardaki bazı içkilerin fiyatı, bir işçinin birkaç

günlük bütçesine yakındır: “Balolarda içki dahi cümle-i levazımdandır. Kibar balola- rında, resmî yerlerde içkiyi hane sahibi takdim ederse de umumî balolarda gayet mükellef büfeler vardır ki ismi işitilmedik içkilerden birkaç yüz nevi şeyler bulunur. Bunların en ucuzları da vardır en pahalıları da. Şöyle ki bir dülgerin beş on günlük gündeliğini siz orada bir şişe içkiye verebilirsiniz.” (Karnaval, 14) Vah romanında, kumardan “murdar merak” ibaresiyle bahsedilerek züppe tiplerin kumar illetiyle servetlerini nasıl batırdıklarına değinilir: "Şıklar ve centilmenler kumar oyununu pek ziyâde sıklık addeyledikleri cihetle hemen servet-i hânedanını o murdar merak uğrunda batırdıkları halde..." (Vah, 94) Eğlenceyi, bu şekilde tüketimin uçurumuna doğru yaşayanların yanında, Osmanlı seçkinlerinin küçük sohbetler ve eğlenceler içinde buralara uğradıkları da vaki olmaktadır. Alafrangalılığın bir âdeti olarak görülen bu birahaneler, az çok okumuş Osmanlıların vakit geçirmek ve sohbet etmek için tercih ettikleri mekânlar olur. Osmanlı gençlerinin “mazhar-ı rağbeti” olan bu yerler, sefahate yol vermez, hatta orada “Avrupa’nın her tarafından gelen musavver gazeteler” (Vah. 374) bu Osmanlı beylerinin Batılı heveslerinin tatmin araçları olurlar.

Dönemin sosyal hayatında kumar alışkanlığının yaygınlığı bir takım eserlerde ve yayın organlarında da şikâyet edilen konulardan biri olmuştur. “Kumar oyunu toplumda hayli yaygınlaşmış, hatta çocuk yaşlara kadar inmiştir. Kumar çok ilginç şekillerde toplumun farklı katmanlarında görülmekte hatta bir kulüpte, hamam böceği yarışmalarının yapıldığı ve oldukça yüklü bahislere ve rakamlara ulaştığı görülmekteydi. Yaygın olan bir diğer kumar çeşidi, tombala olmuştu. Şehir kahvelerinde ve bazı merkezlerde giderek daha fazla rağbet bulunduğu bilinmektedir. İstanbul’a iltica eden Ruslar tarafından yaygınlaştırılan ve oynanan bu oyunun ilk görüldüğü zamanlar yasaklandığı görülmektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin son döneminde kumarın, alafranga eğlenceyi alaturkadan ayıran ve Avrupai evlerin, salonların başlıca oyunu, hatta zarafetin bir zarureti olduğu bazı çevreler tarafından görüldüğü bir gerçektir.” (Özer, 2006: 270-271) Kumar alışkanlığının yaygınlaşmasında öteki toplumun büyük payı olduğu ve aynı zamanda alafrangalılığın da ölçüsü kabul edildiği görülmektedir.