• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Tarımsal Sisteminin Bel Kemiği: Küçük Üreticiler

2. OSMANLIDAN CUMHURİYETE TARIMSAL SİSTEMİN DÖNÜŞÜMÜ VE

2.1. Osmanlı Toprak Sistemi

2.1.3. Osmanlı Tarımsal Sisteminin Bel Kemiği: Küçük Üreticiler

resmi denilen bir vergi sistemine de bağlıydı (İnalcık, 1990: 89-91).

Çift-hane sistemi, bir haneyi geçindirecek kadar toprağın köylüler tarafınca işlenip ve toprak sahibi olan devlete kira ödenmesi şekilde işlemekte, araziler ise ortalama 60 ile 150 dönüm arasında olmaktaydı. Özellikle Anadolu’da ve Balkanlar’da işlerliğini sürdüren çift-hane sistemi, aynı zamanda askeri kurum olan tımar sisteminin de önemli bir parçasıydı. Bir yandan tımar sistemi diğer yandan ise devlet kontrolünde olan çift-hane sistemi, Osmanlı’da tarımsal üretimin örgütlenişinden üretim biçimine ve toprak kullanımına kadar birçok alanda durağan bir yapı görünümünde olmasının temel nedenleri arasındadır (İnalcık, 2009: 16-17).

Bu bağlamda değerlendirildiğinde gerek miri arazi sisteminin gerekse çift-hane sisteminin tarımsal örgütlenmede kritik bir yere sahip olduğu ve bu sistemlerin günümüz Türkiye’sindeki küçük aile işletmelerinin temelini oluşturdukları görülebilmektedir (İnalcık, 1990: 90-93).

2.1.3. Osmanlı Tarımsal Sisteminin Bel Kemiği: Küçük Üreticiler

Bir tarım toplumu olan Osmanlı Devleti’nde toplumsal ve ekonomik düzenin şekillenmesinde tarımsal faktörlerin çok önemli bir etkisi bulunmaktaydı. Genel bir ifadeyle, miri arazi sistemi ve çift hane sistemiyle belirlenen tarımsal üretimin temel birimini ise küçük aile üreticiliği/işletmesi oluşturmaktaydı. Kökenleri çok eskilere dayanan küçük aile üreticiliği/işletmesi modelini Osmanlı Devleti, altı asırdan fazla bir sürece kullanmış ve bu sistemin bozulmaması için gereken tüm önlemleri almaya çalışmıştır.

Reaya olarak adlandırılan köylü-çiftçiler, Osmanlı devlet anlayışına göre Allah’ın padişaha bir emaneti konumundaydılar (Öz, 1997: 79). Dolayısıyla da merkezi otorite köylü-çiftçiler konusunda çok hassas davranmaktaydı. Örneğin merkezi kontrolün kaybolduğu İran’da toprak ve köylü, küçük bir feodal grubun eline düşerken Osmanlı’da böyle bir durum yaşanmamıştır. Osmanlı’da her zaman devlet, toprak ve

reaya üzerindeki kontrol hakkından vazgeçmemiş ve devlet her zaman küçük köylünün koruyucusu rolünde olmuştur. Bu ideoloji sayesinde Tuna üzerindeki Sırp çiftçisi de Amasya’daki Türk köylüsü de yerel haksızlıklara karşın daima padişahın himayesini aramıştır. Sonuç olarak ise merkezi idare ile küçük köylü arasında “güven” ekseninde bir ilişki biçimi ortaya çıkmıştır (İnalcık, 1990: 90-93).

Küçük aile üreticiliği/işletmesi, kendi emek gücüyle işleyebileceği kadar toprağı kullanan ve bu topraktan elde ettiği tarımsal ürünlerin bir kısmını kendi geçimi, toprağın bakımı ve pazarda satmak için ayıran, diğerlerini ise devlete vergi vermek yoluyla kullanan basit bir modeli ifade etmektedir. Dolayısıyla bu sistemin devam edebilmesi sürekli bir şekilde büyüyen Osmanlı’nın vergi ihtiyacını karşılamakta ve askeri ihtiyaçlar bu model sayesinde tamamlanabilmekteydi. Devlet ise bu düzenin bozulmaması, buradaki köylülerin topraksız kalmaması ve buralarda büyük çiftliklerin oluşmaması için gayret sarf etmekte ve sürekli olarak yerel güçlerle mücadele etmekteydi (Genç, 1989: 176-180).

Osmanlı’daki küçük köylü üreticiler aynı zamanda elde ettikleri tarımsal ürünlerin bir bölümünü pazarlarda satmaktaydı. Bu şekilde hem nakit olarak ödemeleri gereken vergiler için para sağlamakta hem de kendi ihtiyaçlarını karşılamaktaydılar. Osmanlı’da merkezi hükümetin üretilen iki temel ürün olan arpa ve buğday bağlamında oluşan artı ürüne ayni vergilerle el koyması bu ürünlerin pazara yönelik üretimini büyük ölçüde sınırlamaktaydı. Çeltik gibi ticari olarak üretilen ürenler ise genellikle köylü aile işletmeleri dışında büyük devlet çiftliklerinde üretilmekteydi. Merkezi yönetimin çeşitli düzenlemelerle hayata geçirdiği bu uygulamalar öncelikle köylü aile ekonomisinin bütünlüğünün korunmasına yönelikti (İslamoğlu, 2010: 251-254).

Osmanlı tarımsal sistemi ve bu sistemin en temel ve önemli parçasını oluşturan küçük köylü üreticiliğinin varlığını nasıl güçlü bir biçimde devam ettirebilmiş olması birçok disiplin tarafından araştırılmakta ve tartışılmaktadır. Osmanlı ile aynı tarihsel dönemde var olmuş diğer devletlerde küçük üreticilik zamanla kaybolmuş, buradaki köylüler topraksız kalmış ve zamanla ortaya çıkan büyük çiftliklerde işçi konumuna

gelmişlerdi. Ancak buna benzer bir durum Osmanlı’da yaşanmamıştı. Dünyanın farklı bölgelerinde ticaretin gelişmesine paralel olarak pazarın ihtiyacına yönelik büyük ölçekli tarım yapan, serfleştirilen ya da bağımlı köylüleri çalıştıran tarımsal işletmeler ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu tarımsal işletmelerin Osmanlı’da ki görünümlerini ise çiftlikler29 oluşturmaktaydı. Ancak Osmanlı’nın büyük bir kısmına bakıldığında, küçük köylülüğün meta üreticisine dönüşmesinin pazarla alternatif bir bütünleşme tarzı olduğu ve büyük ölçekli ticari sömürünün dışlandığı görülmektedir. Yine Doğu Avrupa ve Osmanlı’daki küçük tarımsal işletmelere bakıldığında Doğu Avrupa’dakine benzer büyük plantasyonların Osmanlı’da görülmediği, bunun yerine küçük köylü işletmelerinden büyük çiftlik adı altında birimlerin var olduğu bilinmektedir. Bu birimlerde ise iş gücü bulmadaki zorluklardan dolayı sömürü ortamına rastlanılmamaktadır (Keyder, 2009: 3- 8).

Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi Osmanlı’nın tarımsal üretimi ve örgütlenmesinde küçük köylülük çok önemli bir konumda bulunmakla birlikte bu güçlü konumunu uzun yıllar koruyabilmeyi de başarmıştı. Peki tüm dünyada bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı’da küçük üreticilik/işletmecilik varlığını nasıl devam ettirebilmişti?

29 Çiftliği, toprak mülkiyetinin özel kişilerce kontrolü ve aile tarımı ölçeklerinden daha geniş, mülk

sahibinin kendi yaptığı işletmecilik olarak tanımlayabiliriz (Ayrıntılı bilgi için bakınız; Çağlar Keyder, Osmanlı İmparatorluğu’nda Büyük Ölçekli Ticari Tarım Var mıydı? (Editörler: Çağlar Keyder, Faruk Tabak), Osmanlı’da Torak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Tarih Vakfı Yurt Yayınları). Geniş, ekilebilir tarım arazileri olan çiftlikler üzerinde birçok tartışmanın yapıldığı bilinmektedir. Çiftliklerin ortaya çıkışıyla ilgili olarak ortaya atılan iki farklı görüş bulunmaktadır. Marksist bakış açısı, eski tımar sisteminin kalıntıları arasından ortaya çıkan çiftliklerin varlığını, tarımda feodalizmden kapitalizme geçiş olarak ifade etmektedir. Bu bağlamda artık, toprağın yeni sahibi şehirli kapitalistler olmakta, reaya kira ödemekle yükümlü ücretli bir işçiye dönüşmektedir. Diğer bir görüş ise Marksist teoriyle birçok noktada birleşmesinin yanında, burada vurgu yerel etkenlerin yanında daha çok uluslararası piyasalara yapılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, Orta ve Batı Avrupa’nın pirinç, mısır, pamuk gibi ürünlere olan aşırı talebi, Osmanlı’daki büyük toprak sahiplerini bu talebi karşılama noktasında yeni tarımsal üretim biçimleri geliştirmeye ve daha yoğun ve pazara dönük üretim yapmaya yönlendirmişti. Osmanlı’daki çiftlikler düşünülenin aksine çok büyük hektarlara tekabül etmemekteydi. Yapılan birçok araştırmada çiftliklerin varsayılanın aksine büyük işletmeler olmadığını gözler önüne sermektedir. Aynı zamanda bu çiftliklerde varsayılanın aksine sadece pazar için üretim yapılmamakta, buğday, arpa, darı ve meyve gibi çeşitli tüketim ürünlerine yönelik de üretim yapılmaktaydı. Yine belgelere göre buralardaki kölelik ve mevsimlik ücretli işçiliğin var olduğunu ancak bunların tek hakim emek biçimleri olmadığını, ortakçılarında bu üretim süreçlerinde önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır (Ayrıntılı bilgi için bakınız; Gilles Veinstein, Çiftlik Tartışması Üzerine, (Editörler: Çağlar Keyder, Faruk Tabak), Osmanlı’da Torak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Tarih Vakfı Yurt Yayınları).

İslamoğlu’na (2010) göre, bu soruya verilen cevaplar genellikle Osmanlı’da emeğin kıtlığı ve ekilecek toprakların bol olması tarzında bir işlevselci mantık çerçevesinde verilmektedir. Bu cevaplar ve açıklamalar kuşkusuz ki bu durumu açıklamada yetersiz ve eksik kalmaktadır. Bu yaklaşım tarzı bağımsız köylülüğün süre gelmesinde etkili olan toplumdaki iktidar ilişkilerini ve merkezi hükümetin yerel güçlerle yapmış olduğu müzakere süreçlerini göz ardı etmektedir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde Osmanlı’da bağımsız köylülük müzakere ve pazarlıklar sonucunda iktidar ilişkilerinin oluşturduğu bir kurumdur. Burada önemli olan diğer bir husus ise, Osmanlı’daki bağımsız köylünün hayatta kalma stratejilerini çok iyi bilmesi ve önemli bir pazarlık gücüne sahip olmasıdır. Örneğin 16. yy.’da Anadolu’da köylü ayaklanmalarının yaygın olması köylülerin zayıf bir konumda olmadıklarının ve direnme gücüne sahip olduklarının bir göstergesidir. Diğer bir taraftan ise nüfusun arttığı dönemlerde ekilebilir toprakların azalması sonucunda köylüler yoğun emek kullanımı gerektiren faaliyetlere yönelmişler ve herhangi bir kıtlık ve açlık durumu yaşamamışlardır. Bu yeni oluşan şartlara uyum sağlayabilme başarısı ve yetisi, bağımsız köylülüğün, nüfusun arttığı dönemlerde de güçlü bir biçimde varlığını sürdürebilmesini sağlamıştır. Özellikle 16 ve 17. yüzyıllarda ve 18. yy.’da nüfusun artması, pazar için üretimde yaşanan artışlar Osmanlı’da küçük köylü üreticilerin topraksızlaşmalarına ve büyük çiftliklerin ortaya çıkmasına neden olmamıştır. Bunun nedenini ise köylü küçük üreticiler ile vergiler üzerinde hak iddia edenler arasındaki iktidar ilişkilerinde aramak gerekmektedir. Pamuk (2014:128-129), ise bu durumu şöyle açıklamaktadır: Küçük ve orta ölçekli aile işletmelerinin bu denli güçlü bir biçimde varlıklarını devam ettirebilmesinin nedenleri araştırılırken öncelikle o dönemdeki devletin rolü üzerinde durmakta fayda vardır. O dönem içerisinde merkezi devlet kırsal alanlardaki denetimlerini arttırabilmek ve tarımsal artığın daha büyük bir kısmına sahip olabilmek için miri topraklar üzerindeki mülkiyet haklarını sınırlandırmaya ve ayanların denetimindeki çiftliklerin bir bölümünü müsadere etme yoluna gitmiştir. Bunlara ek olarak, merkezi hükümet ayanların güçlerini ve etki alanlarını azaltmak amacıyla ayanların vergi toplama imtiyazlarını ellerinden almak için mücadele vermeye başlamıştır. Küçük köylülüğün 19. yy. boyunca devam etmesinde

önemli bir etken de Anadolu’da kırsal alanlarda görece olarak emeğin kıtlığı ve işlenebilecek toprakların bolluğundan kaynaklanmaktadır. Bu durum ise küçük üreticinin ve köylünün büyük toprak sahipleri ve diğer baskı unsurları karşısında ayakta kalma şansını güçlendirmekteydi.

Dolayısıyla Osmanlı tarımsal örgütlenmesi ve bu örgütlenmede etkin bir rolü olan küçük üreticiliğin uzun yıllar güçlü bir biçimde varlığını sürdürebilmesinde tek bir değişken söz konusu değildir. Sadece “maddi”30 gerekçelerle yapılan açıklamalar, bu konun anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Küçük köylülüğün içerisinde bulunduğu toplumsal koşullara göre adapte olabilmesi, kendini bu anlamda yenileyebilmesi ve merkezi otorite ile arasında oluşan “güven” ilişkisi onun varlığını sürdürmesinde etkili olmuştur.

2.1.4. Tarımsal Sistemde Yaşanan Bozulmalar

Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dönemlerinden 16. yy.’ın son çeyreğine kadar geçen sürede ekonomik, askeri, siyasi ve toplumsal örgütlenmenin temelini oluşturan tımar sistemi31, ortaya çıkan birçok faktörün etkisiyle bozulmaya başlamıştı.

30 Maddi gerekçelerle anlatılmak istenen sosyo-kültürel ve dinsel faktörlerin göz ardı edilerek salt

ekonomik temelli açıklamalar getirilerek Osmanlı’daki küçük üreticiliğin/köylülüğün açıklanmaya çalışılmasıdır, Osmanlı toplumsal ve tarımsal sistemini açıklamaya çalışılırken sıklıkla başvurulan yaklaşımlardan olan Şarkiyatçılık, ATÜT, Modernleşmeci/Kalkınmacı Yaklaşımlar, Dünya Sistemi Yaklaşımı, Maltusçuluk ve daha birçok yaklaşım, Osmanlı’daki küçük üreticiliğin/köylülüğün zamanla ortadan kalkacağı ve bunun yerini büyük çiftliklerin alacağı böylelikle köylülerin bu çiftliklerde ücretli işçilere dönüşeceği iddasıyla yola çıkmaktadırlar. Ancak Osmanlı özelinde böyle bir durum söz konusu olmamıştır (Ayrıntılı bilgi için bakınız; Huricihan İslamoğlu (2010). Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü (2.Baskı).İstanbul: İletişim Yayınları) ve (Recep Boztemur, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet- Toplum İlişkileri: Araştırma Yöntemlerinde ve Kuramsal Yaklaşımlarda Tek Yanlılık, OTAM Dergisi, Sayı:9,1998.).

31 İnalcık’a göre, Tımar sistemi Osmanlı’nın sadece askeri yapılanmasının değil, aynı zamanda miri arazi

sisteminin işleyişinde ve köylü-çiftçilerin statülerinin ve ödeyecekleri vergilerin belirlenmesinde çok etkili olmuş ve Osmanlı’nın klasik dönemine (1300-1600) damgasını vurmuş bir sistemdir (Ayrıntılı bilgi için bakınız; (Halil İnalcık (2011). Osmanlı İdare ve Ekonomi Tarihi. İstanbul: İsam Yayınları. 17-118).Tımar, toprak üzerinde devlet, sipahi ve köylünün haklarının bulunduğu bir sistemi ifade etmekteydi. Tımarı elinde tutma hakkı bulunan tımarlı sipahilerin toprak üzerinde devlet tarafından verilen bazı hakları bulunmaktaydı. Tımarlı sipahiler toprağın sahibi değillerdi. Onlar sadece toprak üzerinde yaşayan