• Sonuç bulunamadı

Hayatta Kalma Stratejilerine Yönelik Yaklaşımlar

1. KÖY, KÖYLÜ/LÜK VE KÜÇÜK ÜRETİCİLİK:

2.1. Teorik Çerçeve

2.1.3. Hayatta Kalma Stratejilerine Yönelik Yaklaşımlar

Tarıma ve köylülüğe ilişkin önemli tartışmalardan birisini hayatta kalma stratejileri oluşturmaktadır. Bu genel başlık altında yapılan tartışmalar çok kapsamlı olmakla birlikte temelde iki ana eksen üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu ana eksenlerden birisini ‘köylülüğün tasfiyesi’ veya ‘köylülüğün sonu’ gibi tartışmalar oluştururken bir diğerini ise tarımdaki bunca olumsuz gelişmelere rağmen nasıl oluyor da küçük üreticiler kırsal alanlarda varlıklarını devam ettirmeyi başarabiliyorlar veya kırsaldaki küçük üreticilerin hayatta kalabilmek adına oluşturdukları yöntemler nelerdir soruları oluşturmaktadır. Bu bağlamda dünyanın farklı bölgelerinde birçok araştırma yapılmakta ve küçük üreticilerin kendilerini dönüştürme ve yeni ortaya çıkan şartlara uyum sağlama becerileri araştırılmaktadır. Kuşkusuz ki bu çalışmaların geneline bakıldığında sosyolojik faktörlerin ve değişkenlerin (kültür, miras, din, kutsallık gibi) araştırmalarda pek fazla dikkate alınmadığı görülmektedir. Küçük üreticilerin varlıklarını devam ettirme kabiliyetleri genel olarak ekonomik21 faktörlere bağlı olarak ifade edilmekte ve bu bağlamda bir stratejiler bütünü ortaya konulmaktadır. Ancak bu yaklaşım tarzları

21 Eralp, küçük üreticilerin varlıklarını nasıl devam ettirdiği sorusu bağlamında 3 faktörlü bir analiz

sunmaktadır. İlk olarak, sadece ekonomik değişkenler üzerinde durularak küçük üreticilerin varlığı tam anlamıyla kavranamaz. İkinci olarak, küçük üreticiler sadece emek değil emek dışında birçok girdiyi de meta ilişkileri dışında kalan yollarla temin etmektedirler. Dolayısıyla meta ilişkileri dışında gelişen ilişkiler ağının ortaya çıkarılması önemlidir. Son olarak ise, küçük üreticiler belirli koşullar altında geniş ölçekli bir yeniden üretime geçebilirler. Bu açıdan da üreticilerin aile ve köy ilişkilerini çözümlemeden yapılacak bir analiz hatalı olacaktır (Eralp, 1988: 210).

doğru olmakla birlikte sosyolojik motifleri pek dikkate almamaları bakımından eksik kalmaktadır.

Küçük üreticililerin hayatta kalma stratejileri üzerine yapılan çalışmaların ilk kısmını köylülüğün tasfiyesi tartışmaları oluşturmaktadır. Bu tartışmalarda ise değişik savlar öne sürülmektedir. İlk sav olan ampirik yaklaşıma göre, “bu durum gerçekleşti mi ya da gerçekleşmedi mi, nerede, ne ölçüde gerçekleşti?” soruları önemlidir. İkinci sav olan analitik yaklaşıma göre, “bu durum değişik yerlerde ve derecelerde neden oldu ya da olmadı?” sorularıdır. Son olarak normatif duruma göre ise “köylülüğün sona ermesi modern ekonomik gelişim açısından iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?” sorularıdır. Kapitalist ve/veya sosyalist modernleşmeyi savunanlara göre köylülüğün ortadan kalması acılı da olsa iyi bir şeydir. Bu görüşü birçok Marksist de savunmaktadır. Onlara göre, yeninin yaratılması için eskinin yıkılması gerekmektedir. Bu ortaya çıkan yeni durumu Harriet Friedmann dünyanın geri kalan köylülüğüne kitlesel saldırı, Philip McMichael şirketlerin hâkim olduğu gıda sistemi köylüleri mülksüzleştirmektedir, Harvey ise mülksüzleştirerek birikim olarak ifade etmişlerdir (Bernstein, 2014: 108- 110). Kautsky’nin düşüncesine göre ise, tarım kesiminde kapitalist üretim ilişkileri yaygınlaştıkça homojen bir görünümde olan köylüler arasındaki farklılaşmalar artar (yani köylülerin bir bölümü büyük, bir bölümü küçük üretici ve tarım işçisi konumuna gelir), büyük ölçekli işletmelerin küçükler karşısında özellikle kullanmış oldukları teknolojiden kaynaklanan bir üstünlükleri olur ve toprak, sermaye, üretim ve gelir az sayıda işletmenin/kişinin elinde toplanmaya başlar (Köymen, 1988: 233). Dolayısıyla bu süreçlerin sonucunda ise topraklar tel elde yani büyük kapitalist çiftçilerin elinde toplanmaya başlar ve küçük üreticiler/köylüler süreç içerisinde tarımsal üretim sahasından tasfiye olurlar.

Köylülüğün ortadan kalkacağı tezi gerek sol gerekse neo-liberal çevrelerce sıklıkla savunulmuştur. Engels, küçük köylülüğün vazgeçilmez yok oluşunu öngördüğünü belirtmekteydi. 19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyıl boyunca ise sosyalizmin köylülük ve tarım konusuna yaklaşımı kapitalist modernleşmeci

yaklaşımdan pek farklı değildi. Sosyalizmin inşasının köylülüğün tasfiyesinden geçtiği tezi güçlü bir biçimde savunulmaktaydı. Neo-liberal düşünce de köylülüğe karşı çıkmaktaydı. Neo-liberal bakış açısına göre, ölçeğe göre getiri ilkesi uyarınca işletmelerin büyümesi gerekliydi ve bu açıdan da küçük köylü işletmeleri verimsiz kalmaktaydı (Özkaya, 2016: 870). 19. yüzyıla egemen olan iktisat anlayışları da, kapitalizmin gelişim sürecinde kendisine yabancı olan ekonomik yapıları, üretim ilişkilerini ve tarımdaki küçük üreticiliği yok edeceğini kabul etmekteydi. Örneğin, klasik iktisadın ve özellikle Ricordo’nun tarıma ilişkin düşüncesinde toprak sahibi, kapitalist kiracı ve işçi üçlemesinde küçük üreticiye yer yoktu. Neo-klasik iktisat anlayışı da kapitalizmin gelişimiyle köylülüğün anlamlı bir ekonomik olgu olmaktan çıkacağını zımnen kabul etmekteydi. Neo-klasik iktisat anlayışında kapitalizm, piyasa ekonomisi ve rasyonel davranış ile eş anlamlıdır. Bu nedenle de buradaki genel ayrım geleneksel ekonomiler ile rasyonel ekonomiler yani kapitalist ekonomiler olarak şekillenmektedir. Dolayısıyla da bu bakış açısına göre, köylülük geleneksel ekonomi kategorisine girmekte, üretim süreci geleneklere göre şekillenen köylülüğün ekonomi biliminin incelemesi dışında kalması gerekmektedir (Boratav, 1980: 73). Ancak gerek Marksist22 yaklaşımlar, gerek neo-liberal yaklaşımlar gerekse diğer yaklaşımların köylülüğün tasfiye olacağı yönündeki öngörüleri çok kısıtlı kalmış ve dünyanın genelinde bu yaklaşımların bahsettikleri tasfiye süreçleri yaşanmamıştır. Bu teorilerin merkeze aldığı Avrupa ülkelerinde bile köylülüğün tasfiye süreçleri aynı şekilde gerçekleşmemiş ve küçük üreticiler varlıklarını devam ettirmişlerdir. Yine bu teorilerin azgelişmiş ülkeler veya çevre ülkeler olarak bahsettikleri Avrupa dışında kalan coğrafyalarda da bu süreç tasfiye biçiminde gerçekleşmemiştir. Kuşkusuz ki kapitalist

22 Marx’a göre, İngiltere’de 15. Yüzyılın sonundan 18.yüzyılın sonuna kadar devam eden “çitleme

hareketi” sonucunda köylülerin büyük bir çoğunluğu tarlalarından zorla çıkarılmıştır. Bu tarlaların bir kısmı büyük kapitalist tarım işletmelerine verilmiş, bir kısmı da tekstil sektörüne hammadde sağlamak amacıyla koyun yetiştirilen ve özel şahısların mülkünde olan mera ve otlaklara tahsis edilmiştir. Tarlalarından koparılan köylüler ise sanayi için ucuz işgücü sağlayan emekçiler sınıfını oluşturmuşlardır. Ancak Marx’ın İngiltere örneğinde anlattığı bu mülksüzleşme süreci dünyanın her yerinde aynı şekilde işlememiştir. Örneğin, Fransa ve İsviçre gibi kapitalist ülkelerde bile köylülerin topraktan kopma süreci farklı ilerlemiştir. Fransa’da burjuva devrimi toprak reformu yoluyla küçük köylülüğün temellerini güçlendirmiştir. Bu bakımdan Türkiye ile ilgili yapılacak yorumlarda bu hususun dikkate alınması gerekmektedir (Gürel, 2008: 73).

üretim süreçlerinden köylüler olumsuz etkilenmişler ve bir takım tasfiye süreçleri de gerçekleşmiştir. Ancak genel anlamda bir tasfiye sürecinden bahsetmek mümkün görünmemektedir.

Köylülüğün tasfiyesi tartışmaları hayatta kalma stratejilerinin önemli bir bölümünü oluştururken diğer bir tartışma ve araştırma alanını ise küçük üreticilerin zorluklar karşısında nasıl varlıklarını devam ettirebildikleri sorusu oluşturmaktadır. Özellikle tarımda kapitalist üretim tarzının ve ilişkilerinin hızlı bir şekilde yaygınlaşmaya başlaması, küçük üreticilerin veya aile işletmelerinin her geçen gün daha zorlu şartlarda üretim yapmak durumunda kalmaları, hızlı kentleşme süreçleri, tarımsal üretimde artan maliyetler, genç nüfusun kırsal alanlarda pek fazla kalmak istememesi ve buna benzer birçok gelişme, hayatta kalma stratejileri üzerinde daha fazla yoğunlaşmayı getirmiştir. Dünyanın birçok farklı bölgesinde ve Türkiye’de kırsal alanlarda küçük üreticilerin hayatta kalmayı nasıl başarabildikleri üzerine çalışmalar yapılmıştır.

Hayatta kalma stratejileri kavramı, değişen üretim biçimleriyle birlikte birçok insanın ihtiyaçlarının karşılandığı yerli grup formları arasındaki ilişkiye odaklanmaktadır. Aile hayatta kalma stratejileri kavramı ilk olarak 1973 yılında Duque ve Pastrana tarafından Şili’deki yoksul mahalleler üzerine yapılan araştırmada kullanılmıştır. Bu çalışmada kentteki yoksulların düzenli bir gelir elde etmemesine ve yeterli hizmetlere erişememesine rağmen nasıl hayatta kaldıkları tespit edilmeye çalışılmıştır (Redclift, 1986: 218). Sosyologlar ve antropologlar ise hayatta kalma stratejileri kavramını, hane halkının ürün yetersizliği, doğal felaketler ve dış ekonomik krizler ortaya çıktığında yoksulluğa düşme riskini en aza indirme yöntemi olarak ele almaktadırlar (FAO, 1992: 9-10). Geçmişi çok eskilere dayanmayan hayatta kalma stratejileri araştırmalarında öne çıkan olgu ise hane halkı kavramıdır. Hayatta kalma stratejileri üzerine yapılan araştırmalarda hane halkı üzerine odaklanılmakta ve zorlu şartlar ortaya çıktığında hane halkının yani bir ünite23 olarak ailenin nasıl bir strateji

23 Hane halkı, haneyi oluşturan üyelerin hayatta kalabilmesi ve varlıklarını devam ettirmesi için gerekli

olan ekonomik faaliyetleri paylaşan ve birden fazla kişiyi kapsayan bir analiz birimi olarak ifade edilmektedir. Hane halkının amaçları ve hedefleri ile haneyi oluşturan bireylerin hedefleri ve amaçları

belirlediği ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Bu anlamda değerlendirildiğinde hane halkı kavramının iyi analiz edilmesi önem arz etmektedir.

Hane halkı stratejileri kavramı ilk olarak Latin Amerika ve Afrika’daki çalışmalarda kayıt dışı ekonomik bir faaliyet olarak görülen kentsel yoksulların gündelik ekonomik faaliyetlerinin anlaşılmasının en az resmi ekonomik faaliyetler kadar önemli olduğunun vurgulanmasıyla kullanılmaya başlanmıştır. Kavram, öncelikle belirli toplumsal gruplara uygulanmak üzere kullanılmıştır. Bunlar, riskli ortamlarda hayatta kalabilmek için çeşitli kaynaklara ihtiyaç duyan gruplardır. Örneğin, köylülerin, küçük işletmelerin veya aile çiftliklerinde üretim yapanların bu anlamda stratejileri oldukları bilinmektedir. Bu stratejiler ise genellikle hayatta kalma ve başa çıkma kavramlarıyla ifade edilmektedir24. Bu kavram aynı zamanda bir dönem sosyal bilimlerde ve araştırmalarda hâkim paradigma olarak işlev gören Marksist yapısalcılığa karşı bir tepkiyi de içermektedir. Sosyal aktörlerin motivasyonunun toplumsal yeniden üretim süreçlerinde etkisi olmadığını söyleyen Marksist yaklaşıma karşın hane halkı stratejisi kavramı sosyal aktörlerin önemine vurgu yapmaktadır (Wallace, 2002: 275-276).

Hane halkı, zorluklarla başa çıkmada ve varlığını devam ettirme konusunda bir takım mekanizmalar geliştirme becerisine sahiptirler. Herhangi bir zorlukla karşılaşıldığında ilk olarak riskleri en aza indirme yönünde bir eğilim gösterirler. Bundan sonraki aşamada ortaya çıkan risk aile içerisinde kontrol altına alınır. Son olarak ise ortaya çıkan bu olumsuz durumla baş edebilmek için yeni riskler alınarak bir takım stratejiler geliştirilir. Hane halkı ilk aşamada riskleri en aza indirme noktasında tasarruf etme ve gelirlerini çeşitlendirme yoluna giderek var olan varlıklarını çoğaltma yoluna gider. Daha sonra gerek harcamalar noktasında gerekse gıda maddelerinin tüketimi konusunda sınırlamaya gidilerek riskler aile mekanizması içerisinde kontrol altına alınmaya çalışılır son aşamada ise var olan durumla baş edebilmek adına yeni stratejiler ortaya konulur. Örneğin, kira olarak daha uygun bir eve taşınılması, beslenme açısından farklı olmakla birlikte, hane çatısı altındaki tüm bireyler birbirlerinin refahı için ortak bir kaygıyı paylaşmaktadırlar (Chhetri ve Maharjan, 2006: 27).

24 Hane geçim stratejisi kavramı, geçim stratejisi, var olma stratejisi, aile uyum stratejisi, yeniden üretim

daha küçük porsiyonlara geçilmesi, evdeki bazı eşyaların satışa çıkarılması gibi stratejiler hane halkının varlıklarını devam ettirebilme adına ortaya koymuş oldukları çözümlerdir (Kedir, 2015: 39). Ellis ise hane halkının belirlemiş olduğu stratejiyi kırsal alanlara uygulamış ve sosyolojik bir açıklama getirmiştir. Ellis’e göre, hane halkının zorluklar karşısında geliştirmiş olduğu stratejiler çeşitlilik göstermektedir. Ona göre, geçim, hayatı sürdürmek için gerekli olan gelirlerin yanında aynı zamanda sosyal kurumları da (akrabalık, aile içi ilişkiler, köy içerisindeki ilişkiler) kapsamaktadır. Bu anlamda geçimi salt ekonomik bir etkinlik türü olarak görmek hatalı olacaktır. Sosyal ilişkiler ve akrabalık bağları gelirleri çeşitlendirmek ve hanenin varlığını devam ettirebilmek adına önemlidir. Ona göre, kırsalda yaşayanların sürdürülebilir geçim stratejileri yaratmaları da önem arz etmektedir. Buna göre, insan sermayesi (hane halkının emeği ve yetenekleri), fiziksel sermaye (üretim yapılan çiftliğin durumu), sosyal sermaye (sosyal ağlar ve ilişkiler), ekonomik sermaye (kredi, borçlanma ve varlıklar) ve doğal sermaye(doğadaki kaynaklar) geçim stratejileri oluşturulması açısından önemli değerlerdendir (Ellis, 1998: 4-5). Dolayısıyla kırsaldaki küçük üreticilerin nasıl hayatta kalmayı başarabildiklerini anlamak için sosyolojik değişkenlere bakmak önem arz etmektedir. Küçük aile işletmelerini sadece tarımsal faaliyet yürüten ve ekonomik kaygılarla hareket eden bir birliktelik olarak görmek bu yapının yanlış analiz edilmesine neden olacaktır. Çünkü küçük üreticiler kırsal bir topluluğun içerisinde yaşamakta, bu topluluğun meydana gelmesinde önemli süreçleri oluşturan geleneklerden, inançlardan, örf ve adetlerden, sosyal ilişkilerden ve miras, toprağa bağlılık, toprağı kutsal görme gibi daha birçok süreçlerden etkilenerek tarımsal üretim gerçekleştirmektedirler. Yapılan çalışmalarda da bu faktörlerin önemli olduğu görülebilmektedir.

Sosyolojik açıklama, aile çiftliklerini üç aşamalı bir sistem olarak ele almaktadır. Bu üç aşamada aile üreticiliği varlığına devam ettirmektedir. Bu aşamalardan ilki, giriş veya kuruluş aşaması, ikincisi büyüme ve hayatta kalma aşaması ve sonuncusu ise çıkış ve yeniden yatırım aşamasıdır. Büyüme ve hayatta kalma aşamasında ise iki önemli süreç ortaya çıkmaktadır: Bunlar, emeklilik ve mülklerin kuşaklararası transferidir.

Sosyolojik açıklama, aynı zamanda çiftçilikle uğraşan kırsaldaki ailenin özelliklerinin çiftlikteki karar alma süreçlerinde ve çiftliğin ekonomik anlamda büyümesinde önemli olduğunun altını çizmektedir (Agrosynergie, 2013: 34). Beck ise kırsaldaki hanelerin varlıklarını devam ettirebilmeleri açısından geliştirdikleri stratejileri dört kategoride toplamıştır. Ortak mülk kaynaklarının kullanılması (ormanlık alanlar, meralar gibi), yeme alışkanlıklarındaki değişmeler, hayvan yetiştiriciliği, yardımlaşma ağlarından yararlanma bu dört kategoriyi oluşturmaktadır (Chamwali, 2000: 10). Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi küçük aile işletmelerinin zorlu şartlar altında geliştirmiş oldukları stratejilerin başında tüketimle ilgili kısıtlamalar gelmektedir. Çiftçi ailesi, varlığını devam ettirebilmek için çözüm yolu olarak en kolay ulaşabilip müdahale edebileceği noktayı seçmektedir. Bu anlamda tüketim masraflarının kısılması ve bunların başında da gıda anlamında bir kesintiye gidilmesi sıklıkla başvurulan stratejilerin ilk sırasında yer almaktadır.

Dünyanın farklı coğrafyalarında kırsalda yaşamlarını sürdüren küçük üreticilerin veya aile işletmelerinin varlıklarını devam ettirebilmelerinin sırrı araştırılmaktadır. Çünkü genel kabulün aksine kapitalizmle birlikte kapitalist üretim biçiminin tarımsal alanlara nüfuz etmesi belirli oranlarda gerçekleşmiş ancak küçük üreticilik ortadan kalkmamış ve güçlü bir biçimde varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Gerek FAO’nun gerekse diğer uluslararası kuruluşların raporlarına bakıldığında, günümüzde halen dünya tarımında küçük üreticilerin/aile işletmelerinin çok önemli bir sayıda olduğu ve üretimin büyük bir bölümünü gerçekleştirdikleri görülebilmektedir.

Yapılan birçok araştırmada kırsalda yaşayanların sadece tarım değil buna ek olarak tarım dışından elde ettikleri gelirlerle yaşamlarını sürdürebildikleri ortaya konulmuştur. Örneğin Sahra-altı Afrika’da kırsalda yaşayanların yüzde 30-50 arasındaki bir kesim tarım dışından gelir elde ederken, Güney Afrika’da bu oran yüzde 80-90 civarında ve Güney Asya’da ise yüzde 60 civarındadır (Ellis, 1999: 3, Martin, 1996). Baker, Tanzanya kırsalındaki köylerde yapmış olduğu alan araştırmasında, araştırmaya katılan toplamda 84 haneden 57’sinin (yüzde 67.8’inin) 1-4 dönüm arazide tarımsal

üretim gerçekleştirmekte olduğunu ve yalnızca iki ailenin üretim yapabileceği bir arazisinin bulunmadığını belirtmiştir (Baker, 1995: 122). Beck, Hindistan köylülerinin hayatta kalma stratejileri üzerine yapmış olduğu çalışmasında köylülerin yoğunlukla borç alarak ve bazı varlıklarını satışa çıkararak varlıklarını devam ettirmeye çalıştığını belirtmektedir. Bunların yanında ise, yeme ve tüketim alışkanlıklarındaki değişiklikler, karşılıklı destek ağlarından faydalanma gibi stratejilerde köylülerin başvurdukları noktaları oluşturmaktadır (Beck, 1989: 23-24). Chhetri ve Maharjan’ın Nepal kırsalındaki köylülerin hayatta kalma stratejileri üzerine yaptıkları bir çalışmada, hanelerin farklı yöntemler geliştirdiği ortaya konmuştur. Buna göre, haneler ilk olarak yiyecek ve gıdaların miktarlarını azaltarak tasarruf etme yolunu tercih etmektedirler. Yine aileler, gündelik olarak ek işlerde çalışarak, el sanatları işleri yaparak, eksik kalan gıdalarını doğadan yabani bitkilerle karşılama yolunu seçerek ve yakacak olarak doğadan yapraklar ve ağaç dalları gibi orman ürünlerini toplayarak karşılaştıkları zorluklarla ve şoklarla mücadele etmeyi gerçekleştirmektedirler (Chhetri ve Maharjan, 2006: 39). Bryan, çiftçiler üzerine yapmış olduğu ve 5 yıl süren çalışmasında tarımsal üretimi etkileyen şoklarla (kuraklık veya diğer olumsuz hava koşulları) karşılaşan çiftçilerin varlıklarını devam ettirebilme ve zorluklarla başa çıkma noktasında ne gibi stratejiler geliştirdiklerini gözlemlemiştir. Buna göre, tarımsal üretimi ve dolayısıyla gelirleri azaltan şoklarla karşılaşan çiftçiler ilk etapta hayvanlarını satışa çıkarmışlardır. Daha sonraki aşamada ise gıda başta olmak üzere tüm tüketim kalemlerinde kısıtlamalara gidilmiştir. Bunun yanında aileler, başka tarlalarda çalışma, köyden göç etme, tarlalarını satma ve akrabalarından borç alma gibi yöntemleri de kullanmışlardır (Kedir, 2015: 40). Chamwali, Tanzanya kırsalındaki dört köyde yapmış olduğu çalışmasında bu köylerdeki hanelerin beka stratejilerine odaklanmıştır. Dört yüz haneyi kapsayan bu çalışmada Chamwali, hanelerin yüzde 62,5’inin yoksulluk25 sınırının

25 Spener Rumbewas, köy yoksulluğu üzerine yapmış olduğu çalışmada, geçim kaynağının yaşamın

vazgeçilmez bir bileşeni olduğundan bahsetmektedir. Ona göre geçim sağlama, bir yaşam biçimi için gerekli olan yetenekleri, varlıkları ve faaliyetleri kapsamaktadır. Bu bağlamda Rumbewas, geçim kaynağının dört temel bileşenden meydana geldiğini söyler. Bunlar; insanlar (geçim yetenekleri ile birlikte), maddi ve manevi sahip olunan varlıklar, insanların yaptığı çalışmalar ve kazanımlar veya kayıplardır. Bu bileşenler ise birbirleriyle ilişki içerisindedir (Rumbewas, 2005: 53). Genel anlamda

altında olduğunu tespit etmiştir. Buradaki köylü üreticilerin hayatta kalma stratejilerine bakıldığında bazı köylülerin büyük çiftliklerde işçi olarak çalıştığı görülmektedir. Diğer bir taraftan beslenme alışkanlıklarını değiştirerek gıda tüketimini azaltmak, hayvanlarını satma, ek iş olarak seramik işi yapma ve el dokuması halı satma gibi stratejilerde köylülerin başvurdukları seçenekler arasında yer almaktadır. Köylüler aynı zamanda kooperatifleşmeye giderek de varlıklarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Chamwali’ye göre köylü hanelerin yoksul olmalarının temel nedeni çok küçük bir arazi üzerinde yalnızca çiftçilik yaparak geçinmeye çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu kategorideki köylülerin varlıklarını devam ettirebilmeleri için gelir kaynaklarını çeşitlendirmesi kaçınılmazdır. Yine bunun yanında girdi maliyetlerinin yüksek oluşu ve buna diğer masraflarında eklenmesi köylünün bu sistemi sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesini güç hale getirmektedir (Chamwali, 2000: 1-2). Yine Meert ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmaya göre, tarımsal çiftlikleri işlevsel anlamda çeşitlendirmek ve tarımsal politikalarla desteklemek ile bu çiftliklerin hayatta kalma stratejileri arasında bir bağlantı vardır. Çiftliklerin tarımsal gelirlerinin çeşitlendirilmesi bu çiftliklerin varlıklarını devam ettirebilmeleri açısından önemli bir değişkendir. Hane halkı tarafından tüketim bağlamında bir tasarrufun sağlanması, üretimdeki gelirleri arttırmak ve çeşitlendirmek, piyasada parasal olmayan (takas) yoluyla var olabilme kapasitesi gibi stratejiler geliştirmek çiftliklerin varlıklarını devam ettirebilme açısından önemlidir (Meert vd., 2005: 81-83). Dünyanın farklı yerlerinde yapılan bu çalışmalarda, küçük çiftçilerin rastlantısal olmayan tamamen sistematik bir tarzda stratejiler geliştirdikleri görülebilmektedir. Küçük üreticiler varlıklarını devam ettirebilme adına genel olarak öncelikle tüketimle ilgili kısıtlamalara gitmekte (tüketimle ilgili kısıtlamalar gıdaların azaltılması26 başta olmak üzere, kıyafetten barınmaya kadar bir dizi önlemi yoksulluk üzerine araştırma yapan Rocha’ya göre ise yoksul kesimin hayatta kalmayı başarabilmesinin iki yolu vardır. Birincisi, yoksulların becerikli olmasıdır. Yoksullar sonsuz çalışma ve az tüketebilme kapasitesine ve yeteneğine sahip olmalarıdır. İkincisi ise yoksulların elindeki maddi ve manevi kaynakların bolluğudur. Bu kaynaklar sosyal kaynaklarda olmak üzere birçok türden oluşabilmektedir. Bunlar arasında yardım ve destek sistemlerinin oluşu ve yardım ağlarının varlığı önemlidir (Rocha, 2007: