• Sonuç bulunamadı

İki darbe arasında (1960-80) tarımsal gelişmelere bir bakış

2. OSMANLIDAN CUMHURİYETE TARIMSAL SİSTEMİN DÖNÜŞÜMÜ VE

2.3. Çok Partili Dönem ve Değişen Tarımsal Politikalar (1950-1980)

2.3.3. İki darbe arasında (1960-80) tarımsal gelişmelere bir bakış

Türkiye’nin siyasi tarihine bakıldığında çok partili hayata geçiş süreci ve bunun akabinde DP’nin yüksek bir oy oranıyla iktidara gelmesi önemli bir kırılma noktasını oluşturmaktaydı. DP’nin iktidara gelir gelmez gerçekleştirdiği reformlar ve atılımlar daha önce hiçbir dönemde rastlanılmamış bir durumdu. Siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda yapılan düzenlemeler Türkiye’nin belli aşamalar kat ederek ileri bir noktaya taşınmasını sağlamıştı. Bu bağlamda önemli işlere imza atmayı başaran hükümet 10 yıllık iktidarının sonunda yine daha önce Türkiye siyasetinin hiç tanışmadığı bir metot olan askeri darbeyle iktidardan indirildi.

27 Mayıs 1960 yılında gerçekleşen darbe, Türkiye’nin Batılı standartlara uygun olarak gerçekleştirilen ilk demokratik seçimlerini kazanan sivil iktidarına yönelik yapılmıştı. Darbenin sonunda DP tasfiye edilmiş, Başbakan Adnan Menderes ve iki arkadaşı idam edilmiş ve demokratik yaşam kesintiye uğratılmıştı (SDE, 2010: 3). Kuşkusuz ki darbe bir gecede gerçekleşmemiş, darbenin hazırlıkları çok önce başlamış ve 1950’li yıllarda ordunun içerisinde çeşitli cuntalar kurulmuştu. 1960 yılı içerisinde yaşanan birçok olay ise darbecilerin harekete geçmesine neden olmuş ve bir baskı

rejiminin kurulmaya çalışıldığı iddiasıyla darbeye gerekçe gösterilmiştir(Aydın ve Taşkın: 2014, 61). 1960 darbesine katılan ve destekleyen subaylar DP’yi Kemalist ilkelere ihanet etmekle suçlamaktaydılar. Onlara göre DP vahşi bir sermaye birikimine izin vererek bir sınıf partisi haline bürünmüştü (Keyder, 1998: 61). Yalnızca 1960 darbesiyle yetinmeyen askeri cunta, 12 Mart 1971 yılında da bir muhtıra vererek siyasete müdahalede bulunmuş ve yine bu tarihten 9 yıl sonra 12 Eylül 1980’de bir darbe yaparak ülkenin demokratikleşme sürecinde en büyük zararı vermiştir.

1960-1980 yılları arasında iki darbe ve bir askeri muhtıra deneyimi geçiren Türkiye, bu süreçleri sancılı bir biçimde geçirmiş, ekonomik ve sosyal anlamda birçok sıkıntılar ortaya çıkmış ve ülke her anlamda geriye doğru bir gidiş sürecinin içerisine girmiştir. Bu bağlamda Türkiye tarımına bakıldığında bu süreç içerisinde önemli gelişmelerin ortaya çıktığı ve tarımın ayrı bir yapıya büründüğü görülebilmektedir.

1960’lı yıllara bakıldığında askeri yönetimin iş başına gelir gelmez yaptığı ilk çalışmanın Devlet Planlama Teşkilatı’nı kurmak olduğu görülmektedir. DPT’nin kurulması planlı bir kalkınma dönemine geçildiğinin de bir göstergesi durumundaydı. Bu bağlamda da 1960 ve 1970’li yıllarda iç pazarın korunması ve ithal ikamesi yoluyla bir sanayileşme hamlesi gerçekleştirilmesi hedeflenmişti (Owen ve Pamuk, 2002: 150). 1950-1960 yılları arasında ülke gelişmesine yön verebilmek amacıyla, herhangi bir planlama çalışması yapılmamıştı. 1960'dan sonra, kamu sektörü için zorunlu, özel sektör için yol gösterici konumunda olan beş yıllık kalkınma planları hazırlanmaya başlandı. Tarım sektörü de dâhil olmak üzere tüm sektörleri kapsayan bu kalkınma planlarının ilki 1963 yılında uygulanmaya başlandı (Dinler, 2008: 214). Türkiye’nin ihracatında tarım en önemli kalemi oluşturmaktaydı. Nitekim 1957 yılında ihracatın yüzde 93’ü, 1970 yılında ise yüzde 70’i tarımsal ürünlerden meydana gelmekteydi. Özellikle Planlı döneme geçilmesiyle birlikte ihracatta tarımın oranı düşmeye başlamış gibi gözükse de ihracatta payı artan sanayi ürünlerinin tarımsal kökenli ürünler olduğunu unutmamak gerekir (Oyan, 2004: 50).

1960’lı yıllarda uygulanmaya başlanan beş yıllık kalkınma planları tarımda bir hareketliliğin yaşanmasını sağlamıştı. Her ne kadar bu planlarda sanayiye yönelik teşvikler ve fırsatlar öncelikli olsa da tarım sektörü her zaman birincil alanlardan ve konulardan birisini oluşturmaktaydı. Tarımın bu denli önemli bir konumda bulunmasında ise kuşkusuz ki birçok faktör etkili olmaktaydı. Türkiye, 1960’larda halen bir tarım toplumu görünümündeydi. Gerek nüfusun büyük bir bölümünün kırsal alanlarda yaşaması45, gerek nüfusun büyük çoğunluğunun tarımsal üretimle uğraşması ya da tarımla ilgili işlerde çalışması, gerekse tarihsel ve sosyolojik hafıza ve zihniyet açısından “köylü” bir bilince sahip olunuşu Türkiye’nin halen güçlü bir biçimde kırsal bir toplum görünümünde olduğunu göstermekteydi.

1960’larda ilk kez kalkınma planlarının yapılmasına ek olarak yine bu dönemde tarımsal bakımdan daha önce görülmemiş olan bir kooperatifleşme sürecine girildiği görülmektedir. Bu dönemde gerek kooperatif sayılarında gerekse kooperatife üye olanların sayılarında ciddi artışlar yaşanmaktadır. Örneğin, Köy Kalkınma Kooperatifi adı altındaki kuruluşların sayısı 1964’de 13 iken bu sayı 1973 yılında 3641’e ulaşmıştır. Buna benzer artışlar toprak-su kooperatiflerinde ve orman ve balık ürünleriyle ilgili olan kooperatiflerin sayılarında da yaşanmaktaydı (Geray, 1974: 34). Tarım alanında kooperatifleşmenin yaygınlaşması özellikle küçük üreticinin varlığını devam ettirebilmesi ve ürünlerini pazarlayabilmesi açısından kritik bir önem sahiptir. Kooperatifler sayesinde küçük üretici ürünlerini piyasa koşullarından en az etkilenecek bir biçimde pazarlayabilmekte ve tarımdaki aracı unsurların ürünler üzerinde kurguladıkları fiyat artışlarına karşı daha korunur bir hale gelmekteydiler.

1950’li yılların sonunda ekim alanları doğal sınırlarına ulaştığından 1960’lı yıllar yaygın tarım teknolojisinden yoğun tarım teknolojisinin kullanılmaya başlandığı dönemin başlangıcını oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu dönem ABD Uluslararası Kalkınma Örgütü tarafından tarımda “Yeşil Devrim” olarak adlandırılan bir dönemin

45

1970 yılında Türkiye’deki nüfusun yüzde 66.5’inin köysel mekanlarda, %33.5’inin ise kentlerde yaşadığı bilinmektedir. Yine bu dönemde nüfusun yüzde 64.2’sinin tarımla uğraştığı görülmektedir(Ayrıntılı bilgi için bakınız; Cevat Geray (1974). Planlı Dönemde Köye Yönelik Çalışmalar, TODAİE Yayınları, Ankara,).

başladığının ilan edildiği bir zaman dilimidir. Artık bu dönemde yüksek verimli tohumlar ve ileri teknoloji kullanılarak yüksek miktarlarda verim artışı sağlanacak ve böylece toprak azlığından kaynaklanan eşitsizlikler ortadan kalkacaktır (Köymen, 2008: 140-14; Köymen, 1999: 20). Bu dönemde daha ileri makine teknolojilerinin kullanılması, daha çok kimyasal gübre ve ilaçların kullanılması ve sulu tarım yapılan alanların arttırılması sonucunda tarım kesimindeki verimlilik artışı daha önce hiç görülmediği biçimde yüzde 65 oranında artmıştı. Bu artışta hükümetin tarımsal girdilere dönük yapmış olduğu desteklemeler de etkili olmuştu (Owen ve Pamuk, 2002: 155-156). Bu gelişmeler sonrasında örneğin bu dönemde buğdayda üretim artışı yüzde 50 civarında gerçekleşmiş ve ekili alanlarda da yüzde 58 dolaylarında bir genişleme meydana gelmiştir (Oyan, 2004: 47-48).

1961-1980 yılları arasında iktidara gelen farklı siyasi düşüncedeki hükümetler tarım girdilerine sübvansiyon sağlama yoluna gitmişlerdi. Bu durum seçim öncesi dönemlerde daha belirginleşiyor ve köylülerin gelirlerinin artmasına katkı sağlıyordu. Örneğin 1977 yılında köylülere sağlanan desteğin büyüklüğü, o yıldaki tarımsal üretim değerinin yüzde 22’sine eşitti. Bunların yanı sıra kimyasal tarım ilaçları, tohum, gübre, traktör ve yakıt gibi girdilere de yüksek oranlarda sübvansiyon sağlanmaktaydı. Bu gelişmeler sonucunda ise 1971 yılı hariç tarım ticaret hadleri sürekli yükselmekteydi (Keyder, 2014: 194). Bu bilgiler çerçevesinde değerlendirildiğinde birçok alanda hükümetin sağlamış olduğu desteklemeler neticesinde tarımsal üretim ve verimlilikte artışlar gözlenmekle birlikte hiçbir dönemde gerek siyasiler nezdinde gerekse ekonomik planlamalar içerisinde tarımın ikinci plana atılmadığı anlaşılabilmektedir.

1950’li yıllarda Türkiye’de yoğun bir biçimde görülen ve iç göç olarak adlandırılan köyden kente göç hareketliliği tarımsal yapıda bazı değişikliklerin meydana gelmesine neden olmuştu. 1970’li yıllara gelindiğinde ise göç hareketliliğinin daha farklı bir alana kayarak dış göçler biçiminde ortaya çıktığı görülmektedir. Özellikle bu dönemde Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesine yapılan göçler hem Türkiye’nin toplumsal yapısında hem de tarımsal yapıda bir dizi dönüşümlerin ortaya

çıkmasına zemin hazırlamıştır. Örneğin, 1962’de 13 bin olan yurtdışı göçler, 1970’de 480 bine ve 1974 yılında da 800 bine ulaşmıştı. Bu durum sonucunda ise daha fazla köylünün şehirlerde iş bulmasıyla şehirleşme hızında artış yaşandı (Keyder, 2014: 223).

Türkiye tarımında 1960 sonrasında ortaya çıkmaya başlayan yeni görünüm o dönemde kırsal araştırmalar yapan birçok akademisyen tarafından da dikkatle takip edilmekteydi. Bu dönemdeki literatür incelendiğinde kırsal araştırmalarda ciddi artışların yaşandığı çok net bir biçimde görülebilmektedir. Örneğin Bahattin Akşit, Behice Boran, Mübeccel Kıray, Niyazi Berkes ve daha birçok araştırmacının yapmış olduğu çalışmalar günümüzde halen ilgiyle incelenmektedir.

Bu döneme bakıldığında, köylerden göç edenler topraksız ya da yoksul olduklarından dolayı göç etmemişlerdi. Ortalama bir göçmenin şehre geldiğinde köyünde ya kiraya verdiği ya da ailesine bir şeyler karşılığında bıraktığı bir toprağı vardı. Bu göçmenler hiçbir şekilde köyle irtibatlarını koparmadılar. Tatillerde köye gittiler, erzaklarını köyden getirdiler ya da kiraya verdiği toprağından paylar aldılar (Keyder, 2014: 195). Bu nedenle, 1970’li yıllarda kente gelen göçmenlerin kırsal kesimle ekonomik bağlarını koparmadığı, hatta tarımı zorunluluk halinde başvurulacak bir dayanak olarak gördükleri bilinmektedir (Boratav, 2005: 132). Kuşkusuz ki Türkiye tarımında yaşanan bu süreçlerin diğer ülkelerden farklılaşması durumu ve insanların köylerinden ve topraklarından her ne olursa olsun ‘kopmama’ isteği bu topluma özgü biricikliği ifade etmektedir. Bu biricik olma durumunun arka planın da ise miras algısından toprağın kutsal sayılmasına, insanların doğup büyüdükleri mekânlarla olan duygusal ilişkilerinden ekonomik getirilere değin uzanan geniş bir sosyo-kültürel zenginlik ve çeşitlilik söz konusudur.

1960’lı yıllarda ortaya çıkmaya başlayan kırsaldaki dönüşüm süreçleri sonucunda küçük üreticinin ve küçük aile işletmelerinin bu durum karşısında varlıklarını nasıl devam ettirdikleri ve geliştirmiş oldukları stratejiler de kritik bir öneme sahip

gözükmektedir. Aşağıda verilen iki tabloya bakıldığında üç farklı dönemde yapılan tarım sayımlarında küçük üreticilikle ilgili bir durum tespiti yapılabilmektedir.

Tablo 10: 1963, 1970 ve 1980 Tarım Sayımlarında İşletmelerin İşletme Büyüklüğüne

Göre Dağılımı İşletme Büyüklüğü (dekar) 1963 İşletme Sayısı 1963 1970 1970 1980 1980 % İşletme Sayısı % İşletme Sayısı % 1--50 2.132.288 68,8 2.216.243 75,1 2.267.021 62,1 51--100 561.732 18,1 452.000 14,7 738.376 20,2 101--200 291.693 9,4 220.000 7,1 421.523 11,6 201--500 99.785 3,2 78.492 2,6 194.551 5,3 501--1000 11.029 0,4 12.810 0,4 26.407 0,7 1001+ 4.323 0,1 2.310 0,1 3.032 0,1 Toplam 3.100.850 100.0 3.082.986 100.0 3.650.910 100.0 Kaynak: (Akşit, 1987: 23).

Tablo-10 incelendiğinde 1963 yılında 1-50 hektar arasında toprağı olan aile işletmelerinin oranının yüzde 68.8 olduğu ve bu oranın 1970’li yıllara gelindiğinde yüzde 75 civarına yükseldiği görülmektedir. Diğer taraftan işletme büyüklüğü 500 dönümden fazla olan tarımsal işletmelerin sayılarında önemli değişikliklerin olmadığı göze çarpmaktadır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde 1-100 dönüm arasında büyüklüğe sahip işletmelerin oranının yüzde 90’lara yaklaştığı görülmekte ve bu durum Türkiye tarımında küçük işletmelerin varlığının halen güçlü bir biçimde devam ettiğini göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Tablo 11: 1963, 1970 ve 1980 Tarım Sayımlarında İşletme Büyüklüğüne Göre Toprak

Dağılımı

İşletme

Büyüklüğü 1963 1963 1970 1970 1980 1980

(Dekar) Tarım alanı % Tarım alanı % Tarım Alanı %

1--50 40.793.860 24,4 41.311.080 29,6 45.555.886 20,0 51--100 39.953.170 23,9 32.328.750 23,1 48.392.133 21,2 101--200 39.730.730 23,7 30.428.580 21,8 54.244.977 23,8 201--500 28.421.270 17,0 19.911.590 14,3 52.086.884 22,9 501--1000 7.551.580 4,5 8.039.370 5,8 17.858.013 7,9 1001+ 10.892.740 6,5 7.566.140 5,4 9.502.396 4,2 Toplam 167.343.350 100.0 139.585.520 100.0 227.640.289 100.0 Kaynak: (Akşit, 1987: 23).

Tablo-11 ise bizlere işletme büyüklüklerine göre işlenen arazi miktarlarını göstermektedir. Bu tabloya göre yine tarım alanlarının yarısından fazlasının 1-100 dekar arasında büyüklüğe sahip işletmeler tarafından işlendiği anlaşılmaktadır. Ancak diğer taraftan 500-1000 dekar arasında büyüklüğe sahip işletmelerin işlediği tarım alanlarının oranında artış olduğu da göze çarpmaktadır. Bu durum, Türkiye tarımında başlangıç düzeyinde de olsa kapitalist süreçlerin etkin olmaya başladığını ifade etmektedir. Yukarıdaki iki tabloyu birlikte düşündüğümüzde Türkiye’deki tarımsal alanların büyük oranda aile işletmeleri tarafından ekilip-biçildiği ve tarımda küçük üreticiliğin yerleşik bir konumda olduğu ve 1963-1980 yılları arasında küçük işletmelerinin sayısında azalmanın aksine bir artışın olduğu net bir biçimde görülmektedir. Öte yandan ise 500- 1000 dekar arasında büyüklüğe sahip işletmelerin sayılarında ve işledikleri toprak miktarlarında artışlar yaşandığı anlaşılmaktadır. Bu durum kısmi de olsa tarımsal alanlara kapitalizmin girdiğinin bir göstergesi olarak düşünülebilir.