• Sonuç bulunamadı

4. TÜRKİYE'DE MEDYA SEKTÖRÜNÜN GENEL DURUMU

4.3. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Basın

Türkiye'de basının doğuşu ve gelişimi Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme dönemi olan 18. yüzyıla rastlar. Şüphesiz Osmanlı basının önemini Avrupa'dan çok daha geç bir tarihte keşfetmiştir. Bunda Orta Çağ boyunca Osmanlı'nın Avrupa karşısındaki üstünlüğünün, Osmanlı toplum ve devlet yapısının payı büyüktür. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk basın faaliyetleri azınlıklar tarafından başlatılmıştır. Bunların ilki Fransız Devrimi sonrasında, 1795 yılında İstanbul'daki Fransız Elçiliğince çıkarılan Bulletin des Nouvelles (Haberler Bülteni) ve Gazette

Française de Constantinople (İstanbul'un Fransız Gazetesi) olmuştur (Koloğlu,

2006: 21). Bu yayınların birçoğu Fransa destekli olmak üzere birçok yabancı gazete takip etmiştir. Bu gazetelerin başlıca amacı Osmanlı İmparatorluğu'nda meydana gelen olayları ve gelişmeleri kendi ülkelerine aktarmak, kendi ülkelerindeki dönüşümü İmparatorluk unsurlarına duyurmak ve empoze etmektir.

Osmanlı İmparatorluğu'nda basın faaliyetlerinin başlamasına İbrahim Müteferrika öncülük etmiştir. Müteferrika, ilk basımevini kurmakla kalmamış, bu basımevinde birçok yerli ve yabancı eser bastırmıştır. Müteferrika'nın kurduğu basımevi bu alanda hizmet vermek isteyen dönem aydınlarına imkân sağlamış ve ilk basımevini takiben İmparatorluk bünyesinde birçok basımevi kurulmuş, bu basımevlerinde süreli yayınlar basılmaya başlamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda ve Türkiye'de basın tarihinin başlangıcı olarak 1831 yılında Türkçe yayınlanan Takvim-i Vekayi gazetesi kabul edilmektedir.

Takvim-i Vekayi'nin başlangıç kabul edilmesinin sebebi, İkinci Mahmut'un emri

üzerine devlet eliyle çıkarılan ilk resmi gazete olduğu içindir. Ancak, devlet desteğiyle çıkan bu gazetenin istenilen kamuoyu desteğini sağlayamaması, yönetimi

68

devlet kontrolündeki şahıslar tarafından çıkarılacak gazeteciliğe itmiştir. Böylece ülkedeki ilk özel gazeteyi 1815 yılında İzmir'e yerleşen ve daha sonra İstanbul'da Amerika Birleşik Devletleri sefaretinde kâtiplik yapan İngiliz asıllı tüccar William Churchill yayınlamıştır. 1840 yılında devlet desteği ile şahsi bir şekilde yayınlanan bu gazetenin adı Ceride-i Havadis'tir.

Basın faaliyeti alanında Osmanlı İmparatorluğu'nda 19. yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran bu iki yayın, bu alanda bir takım düzenlemelerin yapılması gerektiğini ortaya çıkarmış, İmparatorluk içerisinde yaşanan siyasi gelişmeler basın üzerinde de etkili olmuş ve uygunsuz yazıların düzeltilmesi, gazetenin toplattırılması, gazete yöneticilerine uyarı yapılması gibi kısıtlayıcı uygulamalar ortaya konmuştur. Bu gibi uygulamalar, ileride ortaya çıkacak özgür Türk basınını geriletecek sansürün de sinyallerini vermektedir (Çakır, 2002: 31).

Bu döneme kadar imparatorlukta çıkan gazeteler ve diğer kitle iletişim araçları devlet tekelinde ortaya konulan reformların halk tarafından benimsenmesi ve kabul edilmesi amaçlanarak haber iletme işlevinin ötesine geçememiştir. Ancak, 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde haber gazeteciliğinden fikir gazeteciliğine doğru ilk adımlar atılabilmiştir.

Bu dönemde Osmanlı'nın merkeziyetçi yapısını az da olsa eleştirebilen iktidar karşısında bağımsız iki gazete ortaya çıkmıştır. Bu gazetelerden ilki 1860 yılında Agâh Efendi tarafından çıkarılan Tercüman-ı Ahval gazetesidir. İktidardan bağımsız; fakat devlet izniyle yayın yapan gazete iç ve dış haberlerin yanında resmi ilanlara, tüzüklere, piyasa ve borsa haberlerine yer vermiştir. Bu haberler ile birlikte sanayi, bankacılık, ulaşım ve haberleşme konularında da eleştirel tutum takınan gazete,

Takvim-i Vekayi ve Ceride-i Havadis'den farklı, içeriği zengin bir gazetecilik örneği

olmuş, ciddi bir kamuoyu oluşturmuştur. Hiçbir zaman direkt olarak devleti ve iktidarı eleştiren bir tutum takınmasa da, gazetede yayınlanan eğitim alanındaki aksaklıkları konu alan bir makale gazetenin bir süre kapatılmasına yol açmıştır. Türk basın tarihinde yasal olmayan bu ilk kapatma cezası iktidarın eleştiriye ne kadar kapalı olduğunu göstermesinin yanı sıra, sansürü Türk basınına uygulamanın yasal düzenlemelerinin yapılanması gerektiğini ortaya çıkarmıştır (Çakır, 2002: 32-33).

69

1862 yılında Türk basın tarihindeki ilk fikir gazetesi kabul edilen Tasvir-i Efkâr yayın hayatına başlamıştır. İbrahim Şinasi'nin kurduğu bu gazete zengin yazar kadrosu ve ilerici fikirleri ile dönemin nabzını tutmuş, Namık Kemal ve diğer birçok aydın bu gazete sütunları ile fikirlerini halka benimsetme savaşı vermişlerdir (Koloğlu, 2006: 46-48).

Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemi Türk basını genel olarak incelendiğinde ortaya çıkan tabloda 19. yüzyıl boyunca görülen ortak özellikler; Islahat'ın ve Tanzimat'ın gereklilikleri ile değişimin desteklenmesi, laikleşme yolunda atılan ilk adımlar, merkeziyetçiliğin pekiştirilmesidir. Bunlara ek olarak, Avrupa merkezli dünya görüşü, Avrupa kaynaklarına bağımlılık, dinamik bir kamuoyuna doğru atılan ilk adım, dilde sadeleşme, fakat dilde batı sözcük ve kavramlarının artması, dile bağlı ulusçuluk ve habercilikten çok eğitim aracı sayılmak olarak değerlendirilebilir (Koloğlu, 2006: 27-30).

Tanzimat'tan Meşrutiyet'e doğru giden yolda basın ve yayın faaliyetleri hızla çoğalarak gelişmiş, sadece bir bilgi edinme aracı olmaktan fikir edinme aracı olmaya doğru evrilmiştir. II. Abdülhamit'in iktidara geldiği 1876 yılından ikinci Meşrutiyet'in ilanı olan 1908 yılına kadar çoğu kısa süreli birçok basın organı yayın faaliyeti göstermiş, bu yayın organlarında dönemin entelektüelleri fikirlerini ortaya koymuş, ancak II. Abdülhamit rejiminin baskıcı sayılabilecek niteliği basın üzerinde de kendisini hissettirmiştir. İnuğur'a göre ikinci II. Abdülhamit'in hüküm sürdüğü otuz üç yıllık yönetimi sırasında ülkede "basın yoktur" demek daha doğru olacaktır. Ona göre sadece güdümlü gazeteler vardır. Ancak, bütün bu baskıcı rejime ve ağır sansür koşullarına rağmen Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Ali Suavi, Mizancı Murat ve Ali Rıza gibi ünlü aydınlar halkı bilinçlendirmek için büyük bir çaba harcamışlar ve istibdat dönemi Türk basınının önemli temsilcileri olarak tarihe geçmişlerdir (İnuğur, 2005: 305).

İkinci Meşrutiyet'in ilan edildiği 23 Temmuz 1908, Türk basını için de önemli bir tarihsel dönemeç olmuştur. Otuz üç yıllık istibdat rejimi boyunca ağır sansür koşullarına maruz kalan Türk basını Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte görece özgür bir ortam yakalamıştır. Bu özgürlük ortamı Türk basın faaliyetlerinin

70

kurumsallaşmasının ilk adımı olarak nitelendirilebilir. Ancak bu özgürlük ortamı uzun ömürlü olamamış, 1909 senesinde 31 Mart Olayı olarak tarihe geçen ayaklanma ve onu takip eden askeri yönetim basına tekrar sansür uygulaması yapılmasına yol açmıştır. İkinci Meşrutiyet ilanı ile istibdat döneminde kapatılmış gazeteler ve daha birçok yeni basın organı yayınlanmaya başlamış, dokuz ay gibi kısa bir süre sonra ise birçoğu tekrar kapatılmaya mahkûm olmuştur.

Kapatılan gazetelerin kısa bir süre sonra başka ve benzer bir adla tekrar yayın hayatına başlamalarına bir son vermek amacıyla dönemin koşullarına uygun bir Basın Kanunu hazırlanması tasarlanmıştır. Basın Kanunu tasarısı 1881 tarihli Fransız Basın Kanunu'ndan aktarılmış olup 1931 yılına kadar yirmi iki yıl boyunca yürürlükte kalmıştır.

1909 Basın Kanunu'nun başlıca hükümleri (İnuğur, 2005: 318):

“- Gazete çıkarmak için hükümete bir bildiri verilmesi yeterli olup, ruhsat alma zorunluluğu yoktur.

- Meclislerin ve mahkemelerin gizli oturumlarındaki konuşmaların yayınlanması yasaktır.

- Kanun ve yönetmeliklerin hükümetçe resmen açıklanmadan önce gazetelerde yayınlanamayacağı hükme bağlanmıştır.

- Osmanlı ülkesinde tanınmış dinlerden, mezheplerden veya unsurlardan herhangi birine yazıyla hakaret suçtur.

- Vatandaşları suç işlemeye kışkırtan yazıların yayınlanması yasaklanmıştır. - Basın yoluyla şantaj yapmak ve başka türlü çıkar sağlamak suçtur.

- Asılsız sahte bilgilerle başkalarının suçlanamayacağı belirlenmiştir.

- Ahlak kurallarına uymayan yazı yayınlanması ve resim basılması yasaklanmıştır. - Yayınlardan zarar görenlere cevap hakkı tanınmıştır.

- Basın yoluyla halkı suç işlemeye kışkırtmalarda dava sonucunu beklemeden, hükümetin güvenliğini korumak amacıyla gazeteyi kapatabileceği hükmü getirilmiştir.

- Padişah'a yazıyla hakaret edenlere üç aydan üç yıla kadar hapis cezası verileceği hükme bağlanmıştır.”

Bu kanunlara ek olarak gazete açma ve kapatma gibi resmi konularda da hükümlerin yer aldığı 1909 Basın Kanunu; gazete imtiyaz fiyatları edep ve ahlak kurallarına aykırı yazı ve resimlerin yasaklatılıp toplatılması, mebusların gazete sorumlu müdürü olmasının yasaklanması, devletin iç ve dış güvenliğini bozabilecek

71

yayın organlarının bakanlar kurulu kararı ile kapatılması, ordu ile ilgili haberlerin askeri sansür memurlarının izni olmadan yazılmaması, iç güvenlik ve dış ilişkiler ile ilgili belge yayınlanmaması, sıkıyönetim bölgelerinde sansür kurulunun izni olmadan gazete yayınlanmaması ve kuran ayetleri ile hadislerinin basılmaması gibi konularda daha sonraki yıllarda çeşitli değişiklikler yapılmış olmakla birlikte (İnuğur, 2005: 319) bu kanun, Cumhuriyet'in de ilk Basın Kanunu olma özelliğini taşımaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda bir reform çeşidi olarak matbaanın kurulması ile başlayan basın faaliyetleri ile 19. yüzyıl boyunca hızla gelişmiş ve dönüşmüş basın faaliyetlerinin 1908 devrimi sonrası görece rahat ortamında ortaya koyduğu dinamikler iki önemli olgunun tespiti altında toplanabilir. Bu tespitler Sovyet tarihçi A. D. Jeltjakov (Aktaran Adaklı, 2006: 95) tarafından şu şekilde öne sürülmüştür:

"İncelediğimiz süre içindeki Türk Basını, şu iki önemli faktör tarafından sürekli biçimde frenlenmişti: 1- Ülkenin genel geri kalmışlığı, yeni kazanılan kültürün çok dar bir toplumsal yapıya sahip olması ve Türk milli burjuvazisinin ekonomik ve politik zayıflığı ile yabancı sermayeye olan bağımlılığı: 2- feodal- dinci gericilerin karşı koyması, saltçı rejimin ilerici yazar, yayımı ve gazetelere karşı uyguladığı büyük baskılar.

Buna rağmen Türk basını, tümüyle feodal- dinci rejime karşı etkin bir mücadele organı olmuş ve çeşitli güçlüklere ve hatta ciddi fikirsel- politik eksikliklere rağmen Türkiye'yi ilk burjuva devrimine ulaştıran ilerici güçlerin ekolü ve sözcüsü olmasını bilmiştir. "