• Sonuç bulunamadı

2. İLETİŞİM VE MEDYA

2.3. Küreselleşme ve Neo-liberalizm Çağında Medya Sektörü

Küreselleşme özellikle 20. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren dünyada meydana gelen büyük ölçekli sosyal, ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmelerin bütünü olarak özetlenebilir. Küreselleşmeyi hem kavram olarak hem de ideoloji olarak tanımlayan birçok yaklaşım mevcuttur; ancak kesin bir tanımlama yapacak fikir birliği yoktur. Literatürde birbirinden farklı anlamlara gelebilecek birçok şekilde kullanılan küreselleşme kavramı, modernizasyon, karşılıklı bağımlılık, uluslararasılaşma, liberalleşme, evrenselleşme ve Batılılaşma gibi kavramlarla eşdeğer olarak tanımlanabilmektedir.

Küreselleşme, sosyal, siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda bazı ortak değerlerin dünya çapında yayılması olarak tanımlanmaktadır. Küreselleşmenin, modernliğin doğrudan bir sonucu olarak görülemeyeceği, bu yüzden de küreselleşmeyi modernleşme ile bir tutmamak gerektiğini vurgulayan yaklaşımlar da mevcuttur. Ayrıca, özellikle Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve Soğuk Savaş’ın sona ermesini takiben, emperyalizmin ve sömürgeciliğin küreselleşme adı altında tekrar anlamlandırıldığı ve küreselleşmenin kapitalist sermaye birikiminin yeni bir aşaması olduğuna dair yaklaşımlar da mevcuttur (Özkan, 2006: 4).

Kesin bir tanımı olmayan küreselleşme kavramının süreç olarak da ne zaman başladığı muğlâktır. Ancak, bugün sahip olduğu anlam itibariyle, küreselleşmenin üç aşamadan geçtiği söylenebilir. Bu aşamalar, 19. yüzyılın sonlarından Birinci Dünya Savaşı'na kadar geçen süreç, 1914'ten 1945-1950 yıllarına kadar geçen süreç ve 1950 sonrası günümüzde dek uzanan süreç olarak değerlendirilmektedir.

Küreselleşmenin ilk aşamasında, küreselleşme özellikle iktisadi anlamda büyük bir yol kat etmiştir. Bu dönemde, uluslararası ticaretin önünde engel olarak görülen gümrük tarifeleri azalmış, piyasaların entegrasyonunda artış meydana gelmiş ve serbest dolaşımın önündeki kısıtlamalar en düşük seviyelere inmiştir. 1914-1950 arasındaki süreçte ise küreselleşme süreç olarak gerileme yaşamıştır. Birinci Dünya Savaşı, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve İkinci Dünya Savaşı bu dönem içerisinde küreselleşme aleyhine meydana gelen önemli olaylardır. Bu olaylar, ekonomik alanda korumacılık, siyasi alanda milliyetçilik gibi süreçleri tetiklemiştir.

33

Küreselleşmenin son aşaması olarak değerlendirilen 1950 sonrası dönemde ise süreç ivme kazanarak özellikle 1980 sonrası bugünkü halini almıştır. Bu durumun meydana gelmesinde küresel üretim süreçlerinin büyük bir dönüşüm yaşaması, uluslararası ticaret hacminin ve sermaye akımlarının en üst seviyelere ulaşması gibi etkenler söz konusudur (Bayar, http://www.mfa.gov.tr/data/Kutuphane/yayinlar/EkonomikSorunlarDergisi/sayi32/fir atbayar.pdf).

Küreselleşme olgusu, ekonomik, siyasi, teknolojik, demografik ve kültürel boyutlara sahiptir. Küreselleşmenin medya ile ilişkisinde bütün bu boyutların etkisi görülmektedir. Küreselleşme sürecinin bütün boyutları, medya düzeni üzerinde de çok önemli dönüşüm ve değişimlere sebep olmaktadır. Küreselleşme süreci ile birlikte ortaya çıkan bilgi toplumu yeni bir iletişim coğrafyası oluşturmakta ve küresel ağlar ile ulaşılan uluslararası bilgi akışı mekân ve zaman algılarını tekrar şekillendirmektedir. Teknolojik gelişmelerin de etkisiyle oluşan yeni küresel medya sanayisi, medya araçlarının pazar alanını dünyaya açmıştır. Medya sektöründe meydana gelen bütün bu dönüşümler, küresel medya düzeninin temelini ticari kaygılar merkezine oturtmuş, küresel yayın kuruluşları, insan hakları, demokrasi, özgürlükler ve kamu yararı gibi toplumsal konularda hissizleşmiştir (Özkan, 2006: 16).

Ortaya çıkan küresel medya düzeninin temel kaygısının ticari olması, sermaye sahibi medya sahiplerini pazar paylarını arttırmak için küresel şirketler ve pazardaki diğer güçlü kuruluşlarla birleşme yoluna itmektedir. Yeni pazar arayışları, ürün ve hizmetlerin ulusal pazarların yanı sıra uluslararası pazarlar için üretiliyor olması medya endüstrilerinin küreselleşmenin etkisiyle aynı zamanda uluslararasılaşmasını da zorunlu kılmıştır. Özellikle 1970 yıllarında iletişim teknolojilerinde kâr oranlarının dünya çapında düşme eğilimi göstermesi, sürekli ticari kaygılar taşıyan büyük medya şirketlerini uluslararası pazarda ortaklıklara ve satın almalara itmiştir (Adaklı, 2001: 37).

1970'li yıllardan itibaren İkinci Dünya Savaşı sonrasının en ağır bunalımı olarak nitelenen ekonomik kriz, kapitalist sermaye birikiminde de etkisini göstermiş

34

ve bu süreç sonucunda neo-liberalizm kavramını ortaya çıkarmıştır. Neo-liberalizm, küreselleşme kavramının fazlasıyla ideolojik olduğunu düşünen araştırmacılar tarafından 1970 sonrası dönemi tanımlamak için kullanılan bir terim olmuştur.

Neo-liberalizm, temelini en az düzenleme ile serbest piyasa ekonomisinin gelişmesi ve ekonomide devlet müdahalesinin en aza indirgenmesinden almaktadır. Bu anlamda devletin işlevleri de yeniden tanımlanmalıdır. Gülten Kazgan'a göre (1995: 43);

"Yeni ekonomik düzenin temel öğretisi, evrensel düzeyde serbest piyasa

ekonomisine geçiş, bütün ülkelerin dünya pazarıyla bütünleşmesi ve mal, sermaye, hizmet hareketlerinin tam serbestleşmesiyle küreselleşmenin gerçekleşmesidir. Bu amaçla, ithalat ve ihracat, dış ticaret koruma politikalarının etkisinden arındırılacak, fiyat sübvansiyonları kaldırılacak, paraların dönüşümü sağlanacak, devlet tekelleri kaldırılacak, kamu teşebbüsleri özelleştirilecek, mallar gibi hizmetlerin ve sermayenin dolaşımındaki kamu müdahaleleri de kaldırılacaktır. Böylece dünya ekonomisi, katılımcıları özel girişimler olan piyasalarına rekabet koşullarının egemen olduğu ve dürtüsünün kar olduğu bir alana dönüşecektir. Devletlerin ekonomik müdahaleleri ortadan kalkacağı için, özel girişimler kendi güçlerine göre kazanacak ya da kaybedecektir. Böylece rekabet koşulları verimliliği ve kârlılığı artıracaktır. Özetle yeni ekonomik düzenin hedefi, görünüşte devletlerin asli görevlerinin dışında rolünün kalmadığı veya çok düştüğü, özel teşebbüsün dünya ekonomisiyle rekabet koşullarında bütünleştiği bir ekonomik düzeni yaratmaktır."

Neo-liberal politikalar birçok alanda etkisini göstermekle birlikte medya endüstrisi üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Hükümetlerin şirket çıkarlarına daha iyi hizmet verebilecek ölçeğe indirilmesini öngören neo-liberal politikalar, 'deregulation' yani medya ve iletişim pazarı için kuralların kaldırılması ve 'reregulation' yani medya ve iletişim pazarında kuralların şirket çıkarlarıyla uyumlu şekilde yeniden konulması politikalarını içermektedir (Adaklı, 2001: 49).

Neo-liberal politikaların medya sektöründe etkisini gösterdiği en önemli konulardan bir tanesi medya mülkiyeti olmuştur. Devletin ekonomik hayattaki yerinin ve rolünün daraltılması gerekliliğini savunan neo-liberal yaklaşım, bunu gerçekleştirebilmek için bir iktisat politikası aracı olarak özelleştirmeyi kullanmıştır. Özelleştirme politikaları en genel anlamıyla pazarın genişletilmesine ve girişimcilerin pazarda artan bir serbestlikle hareket edebilmelerine yönelik devlet müdahalelerinin tümünü kapsamaktadır (Kejanlıoğlu, 2004: 82).

35

Özelleştirme politikaları, sermayenin gelişimi ve sürekliliği açısından çok önemli bir yere sahiptir. Üretilen mal ve hizmetlerin büyük bir bölümünün giderek genişleyen pazarda değişime katılması, kapitalizmin ekonomik temelini oluşturur. Bu bağlamda, özelleştirme sermayenin gelişimini ve sürekliliğini sağlar (Dursun, 2001: 94). Özelleştirme politikaları aynı zamanda mülkiyet yapılarındaki değişimi de beraberinde getirmiştir.

Ticaretin serbestleştirilmesi, enflasyonun kontrolü, sosyal harcamalarda kısıntı ve kamu işletmelerinin özelleştirilmesi uzun dönemli büyümenin araçları olarak uygulanmasının yanı sıra, iletişim sektöründeki büyüme ve artan kâr oranlarını etkilemiştir. Bu etkileşim, büyük sermaye sahiplerinin iletişim sektörüne ilgisini artırmış ve medyada holdingleşme dönemi bu şekilde ortaya çıkmıştır.

Küreselleşmenin ve neo-liberal politikaların dünyada ve Türkiye'de uygulanabilirlik alanının artması, medya endüstrilerinin sınırlarının çizilmesini güçleştirmiştir. Bu bağlamda, yaşanan bütünleşmeler ile sektörün hangi alanları kapsadığı ve hangi alanları dışladığı belirsizleşmiştir. Temel olarak bilişim, geleneksel medya alanları ve telekomünikasyon endüstrisinde hem teknik, hem de sektörel düzeyde bütünleşme olgusu yakınsama (convergence) terimi ile ifade edilmektedir. Teknik anlamda içerik ve içeriğin multimedya kanalları vasıtasıyla taşınması işlemlerinin birleşmesi anlamını taşıyan yakınsama terimini Mueller (Aktaran Adaklı, 2006: 95), teknoloji ve firma olmak üzere iki düzeyde açıklamaktadır: "1- basım, telekomünikasyon ve radyo televizyon yayıncılığının teknolojik olarak bütünleşmesi, 2- basın-yayın şirketlerinin, telefon şirketlerinin, kablolu televizyon operatörlerinin ve radyo-televizyon yayıncılarının firma düzeyinde bütünleşmesi."

Türkçede yöndeşme terimi olarak da kullanılan yakınsama, özellikle küreselleşmenin hız kazandığı 1970'li yıllardan sonra neo-liberal politikalardan da etkilenerek yaygınlaşmıştır. Yakınsama üzerine birçok araştırma ve yaklaşım mevcuttur. Bu yaklaşımların çoğu, yakınsama olgusunu teknolojik gelişmelerle paralel bir biçimde değerlendirmektedir. Yakınsamaya, teknolojiye bağımlı ve teknoloji odaklı bir bakış açısıyla yaklaşanlar, sektörler için tek bir düzenleyici

36

kurum ya da kuruluş olması gerektiğini savunur. Birbirinden farklı denetleme mekanizmalarının belirsizliğe neden olacağını öngörerek, rekabete ilişkin geçerli yasaların uygulanması gerektiği üzerinde dururlar (Derleyen Bek, Deirdre, Oğuz ve Demiz, 2005: 40).

Dünyada küreselleşme eğilimlerinin 20. yüzyılın son çeyreğinde hız kazanması, neo-liberal politikaların devletler arasında daha çok uygulama alanı bulması, teknolojik gelişmeler, dünyada yaşanan siyasi dönüşümler ve iletişim alanında meydana gelen çeşitlenme 21. yüzyıl medya endüstrisine temel şeklini veren dinamikler olmuştur. Ele alınan kavramsal tanımlamalar ve tarihsel süreçler medyanın elinde bulundurduğu gücü açıklayabilmek için yeterli olmasa da, kuramsal bir altyapı hazırlaması amaçlanmıştır.

37