2. Mecmua’da Yeni Harflerle Yayımlanan Tarih ile İlgili Makaleler
2.16. Orta Asya’da Türk Boyları ve Bunların Dinî ve Coğrafi Vaziyetleri,
Konu
Buhara’dan Çin’e seyahat etmiş olan Ebu Dülef Misar ibni Mühelhel’in bu gezi sırasında gözlemlediği Türk boyları ve bunlar hakkında verdiği bilgilerin Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügati’t Türk adlı eseri temel alınarak incelenmesidir. Bu sayıda diğer sayılara nazaran kaynaklar zengindir. İbni Havkal, Ebu Zeydi Belhi, Ebu Reyhanî el-Birunî’den yararlanılmıştır. Makalenin son sayısı olup Bagraçlardan, Kimaklardan, Dokuzguzlardan, Uzlardan, Tibetlilerden bahsedilmiştir. Türkmen kelimesinin menşei ve anlamı üzerinde durulmuştur.
Özet
Çiğillerden sonra Bağraçlılar denilen boya varan Ebu Dülef bu kimselerin uzun boylu, sakalsız, silah kullanmayı iyi bilen kimseler olduklarını, bu kişilerin hakanlarının Ali oğullarından Zeyt oğlu Yahya’nın soyundan olduğu kaydeder. Ondan edindiğimiz bilgilere göre; bu kimselerin altınla işlenmiş bir kutsal kitapları bulunur ve bu kitaba taparlar. Hakanları uzun sakallı, koç burunludurlar. Keçe giyip, erkek koyun eti yerler. Ebu Dülef onlara vergi vererek yurtlarından ayrılmıştır.
Bundan sonra Tibet denilen boy hakkında gözlemlerini bize ulaştıran Ebu Dülef’e göre bu kimseler, bolluk ve bereket içinde yaşarlar, öküz derisinden yapılmış tapınakları Meclisi Ceraim ve Suçlular Kurultayı olarak iki meclisleri bulunur ve bu kişiler Hristiyan, Müslüman, Mecusi, Yahudi hep beraber yaşarlar. Hakanlarını kura çekerek belirlerler.
Kimak denilen boy ise dişi hayvanlarını kesmeyen, madenlerinden altın çıkaran bir boydur. Yağmur mıknatısı denilen denilen taş ile istedikleri zaman yağmur yağdırabilirler. Kendilerine has yazıları ve hesap sistemleri vardır. Hakanları ve Tanrıları yoktur. Seksen yaşını geçmiş sağlıklı kimselere taparlar.
Guz denilen boy ise, hakanlarının şanlılığıyla ünlüdür. Taştan, ağaçtan yapılma evleri ve içinde put olmayan bir tapınakları, kulunca iyi gelen ak taş ile kılıçları körelten kırmızı taşları vardır.
En son Dokuzguz denilen boyun, pamuk ve keçi giyindikleri, ibadethanelerinin olmadıklarını, atlara iyi bindiklerini, yağmur kuşağını gördüklerinde bayram yaptıklarını, burundan akacak kanı durduracak taşları olduğunu, hakanlarının çadırlarının geniş olup yüz kişiyi aldığını ve siyah bayrak kullandıklarını kaydeder.
Ebu Dülef’in bahsettiği Bağraçların Buğra Han olması ihtimali düşünülürse de, Ebu Dülef’in bunu hiçbir yerde bu şekilde yazmamış olması bu ihtimalin göz ardı edilmesine yol açar. Bağraçların inandıkları Ali soyu ise, Kitabülbedi Vettarih’te işaret edildiğine göre, Tibet’te Ali soyundan bir topluluk yaşamaktadır. Zeyt 122 /739 yılında Abdülmelik oğlu Hişam’a karşı gelerek halifelik iddiasında bulununca öldürülmüş, oğlu Yahya’da Horasan’a kaçmıştı ve burada birçok Türk’ü etrafında topladı. Zeyd, Zeynel Abidin’in oğlu ve Muhammed Bakır’ın kardeşiydi. Kardeşinin ölümünden sonra Zeyd, Kufe’ye ulaştıysa da beklediği ilgiyi göremedi. Zeyd’in oğlu Yahya’da yanlış bir yol tuttu. Ebu Dülef’in bahsettiği Yahya budur. Bunun dışında Hasanoğullarından Mehmet Mehdi, İdris, Yahya adlı üç kişi de mevcuttur ki bunlar Harun Reşit zamanında ortadan kaldırılmışlardır. Üçüncü Yahya ise Sali oğlu Zeyt soyundan olan kişidir ki buna da Kufeliler uymuşlardır.
Tibetliler, bir Türk boyudur, yaşadıkları yerde misk geyikleri bulunur, bunların doğusunda Çin, batısında Keşmir, kuzeydoğusunda Uygur, güneyinde Hind denizi bulunur. Kaşgarlı’ya göre bu boy, Yemen’de bir cinayet işleyerek buradan kaçan Sabit adlı kişinin soyundan gelmişlerdir.
Ebu Zeydi Belhi’nin Kitabü’l Bedi vettarih adlı eserinde Tibetliler Türk ve Hintliler arasında bir kavimdir. Bunlar Çinliler gibi giyinirler, Türkler gibi yassı ve çekiki burunlu, Hititler gibi de esmerdirler.
Yakut’a göre saygın kimselerdir. İbni Havkal, Tibetlilerin Karluk ve Kırgızlar ile sınır komşusu olduğundan söz ederken, Ebu Reyhanî el-Birunî, Tibet’te Mani dininin bulunduğundan bahsetmektedir.
Haridetü’l Acayip’de Kimaklar, Oğuzların kuzeybatısında, geniş, sulak bir alanda yer alır. Güneşe taparlar, sarı ipek giyerler.
Nerşehi’nin “Buhara Tarihi”nde, Kazvin’in Asarü’l Biladın’da verdiği Kimaklar ile ilgili bilgiler Ebu Dülef’in verdikleri ile uyuşmaktadır.
Ebu Reyhan Kimak ülkesinde geniş bir kaynağı olan sudan bahseder ki bu su etrafında oluşan el izlerine bu kişilerin secde ettiğinden bahseder, ileride Barthold’un Oğuz Türklerinin Hristiyan olduklarına dair yanlışlığın kaynağı budur.
Kimakların ülkesi diğer gezginlerin anlatımlarına göre, Kuzeybatı ve Batı’ya doğrudur. Ebu Dülef’in Kimak coğrayası olarak tarif ettiği yerden oldukça farklıdır. Oğuzlar ile ilgili bilgiler de de aynı durum söz konusudur. Kitabülbedü vettarih’e göre Oğuzlar, Keş, Nesef, ilek, Hocent, Farap sınırından İspicap’a kadar olan yurtlarda otururlar. İspicap’tan Fergana’ya kadar olan yerlerde ise Karluklar vardır.
Kaşgarlı Mahmut’un Türkmen boyları ile ilgili yazdıkları İbni Havkal’ın yazdıklarına uymaktadır. Bundan sonra o, Türkmen kelimesinin kaynağına iner. Buna göre Zülkareyn Semerkand’ı geçtiği zaman Türk hakanı olan “Şu” kalesini yaptırmaktadır. Bu sırada Zülkarneyn’in ordusunun yaklaştığını görenler, hükümdara haber verirler. Hakan önemsemiyormuş gibi görünse de, savaş davullarını çaldırır. Doğuya doğru yürür. Hakanın davulu duyanlar sağa sola kaçışmaya başlarlar. Yirmi iki kişi hakan’ın arkasında kalır. Bunlar, Kınık, Kayla, Bayındır, İfa, Salgur ve İlah adlarını taşıyan boylardır. Bu kişiler yolda iki kişiye rastlarlar ve bu iki kişi bunlara “Zülkarneyn gelip geçer, kalıcı değildir” manasında “kal ec” derler. Bunların adı Haleç olur ve Haliç Türkmenlerinin temeli atılmış olur. Zülkarneyn bu boyları görür ve “Türkman end” der. Bunlar yirmi dört boydur. Haliç Türkmenleri bunlardan ayrıdır. Zülkarneyn ve Hakan barış ilan ettikten sonra Uygur kentleri yapılır.(Balık)
Türkmen kelimesi hakkında bilgi verilecek olursa, Ebul Feda’ya göre bu tabir Müslüman olan Türklerin, Müslüman olmayan Türk ve Araplar’a tercümanlık yapmasından doğdu. Türcüman sözü bozularak Türkmen oldu. Türkmen kelimesi ile ilgili bir bulgu da Kaşgarlı Mahmut’a aittir. Buna göre bu kelimenin Farsça kökenli olduğunu savunmaktadır.
Avrupalı Türk tarihçileri de benzer yanlışlara düşmüşlerdir. Dökinyi, Türk tarihinde “Selçuk Türkleri Anadolu’yu istila ettikleri sırada Kapçak’tan neşet edip, Komanlar yardımıyla yâd edilen- ki bundan Türkoman denilen Türkmen kelimesi neşet etmiştir- diğer bir takım Türkler bu sahralardan çıkarak iki kısma ayrıldılar. Ermenistan ile Horasan vilayeti hududlarına Maveraünnehir’e yayıldılar” açıklamasını getirmiştir.
Türkmen Aşiretleri adlı Almanca’dan tercüme edilmiş bir kitapta yazılanlara göre ise, bu kelime tam Türkçe değildir. Kelime’deki “men” takısı Hindu Avrupai âleme ait bir takıdır. Bu kelime Almanca ve İngilizce’de “adam” anlamına gelir. Zaten Farsça’da da men kelimesi “ben” anlamına gelir. Adam kelimesi de benliği ifade eder.
Barthold Orta Asya Türk Tarihi’nde Türkmen kelimesini, Kaşgarlı Mahmut’un da yaptığı gibi Türk’e benzeyen manasında kullanmaktadır. Bu kelimenin sırrının tam olarak çözülemediğinden bahsetmektedir.
Türk tarihçisi Ziya Gökalp ise olaya bambaşka bir boyut katarak, Türkman ile Türkmen’i ayırmış, Türkmanlar’ın henüz Müslüman olmamış Türkler olduklarını, Türkmenlerin ise göçebeliği henüz terketmemiş bir boy olduklarını söyler. Hâlbuki Türkman kelimesi “Türkmen” kelimesinin farklı telaffuzundan başka bir şey değildir.
Amasya tarihi’ni yazan Hüsamettin Efendi ise Türkmen kelimesinin manasını şu şekilde tarif eder: Oğuz kudret bulmuş demektir. Türkmen, büyük Türk demektir. “men” edatı Âzamet manasına gelir.
Türkmenlere “Türk’e benzer” manası verilmesi bu kelimenin daha sonraki devirlerde Oğuzların Horasan’a ve İran’a gelerek orada Müslüman oldukları zamanda doğmuş olmalıdır. Hatta Selçukname’de bile aynı hata ile karşılaşılmaktadır. Burada da Oğuz kavimlerinin Maveraünnehir coğrafyasına geldiklerinde Taciklere benzemeleri sonucu yine Tacikler tarafından “Türkman- Türk’e benzer” manası verildiği söylenmektedir.
1- Bu kelime Türkçe’dir. Türk boylarına verilen bir ad olduğu için, “man” kelimesinin anlamını diğer dillerde aramaya gerek yoktur.
2- “Man” kelimesi Türkçe’de kelimelerin önüne ya da arkasına gelerek onlara büyük anlamını verir.
3- “man” sesi kelimelerin sonuna geldiğinde bazen de kişi manasını verir. Kahraman kelimesi gibi.
4- Bazen “man” sesi kelimeleri küçültür ya da nesne anlamı verir. Küçümen ile sıkman gibi.
Sonuç olarak, Türkmen kelimesi “Büyük Türk” manasına gelmektedir. Türkmenler tarih sahnesine çıktıkları dönemde diğer Türk boyları arasında en büyük olduklarından dolayı, bu fikir sağlamlaşmaktadır.
2.17. Tufan Hikâyesi