• Sonuç bulunamadı

Nişancızâde’nin Naklettiği Meseleye Açıklık Kazandırması

2. Üslup-Telif Tarzından Kaynaklanan Farklılıklar

2.3. Nişancızâde’nin Naklettiği Meseleye Açıklık Kazandırması

Nişancızâde, naklettiği mesele ve hükmün akabinde meselenin ihtilaflı olduğunu ve bu ihtilafın ileride zikredileceğini belirterek yahut ihtilafın açık olmadığı durumlarda onu bütün yönleriyle ortaya koyarak, hüküm veçhinin ne olabileceğine dair beyan getirerek ya da hangi görüşün esah ve evlâ olduğunu ifade edip bunun sebebine yönelik açıklama yaparak meselelere açıklık kazandırmıştır.

Yedinci Fasıl

1- “Binanın İstisna Edilmesi ve Benzeri Meseleler” başlığında Kâdîhan’ın yaptığı nakle göre fakih Ebu Cafer119 şu bilgiyi aktarmıştır: Ebu Yusuf, şahitlerin binayı zikretmediği

durumda davalının beyyinesinin kabul edilmeyeceğini, İmam Muhammed ise kabul edileceğini ve davacının ikrarının da yalanlama sayılmayacağını düşündüğünü belirtmiştir. Nişancızâde burada daha önce Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’den naklettiği cariye ve çocuk davasına atıf yapar. Bu konuda Ebu Yusuf, hâkim cariye ve çocuğu davacının lehine hükmettikten sonra çocuk tâbi olarak anneye verildiyse davalının iddiasının dikkate alınacağını söylemiştir. İmam Muhammed ise bu iddianın dikkate alınmayacağını düşünmektedir. Nişancızâde, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre farkları şöyle açıklamıştır:

Ebu Yusuf’a göre ev/bina ile arazi bitişik olmaları hasebiyle aralarındaki bağ, mekân birliğidir, çocuğun anneye bağlılığı ise ondan ayrılabildiği için azdır. Muhammed’e göre ise çocuk anneye mülkiyet ve esirlikte tabidir fakat bina, araziye eğer arazi sahibininse tâbidir, başka birine aitse tâbi değildir. Bu nedenle İmam Muhammed’e göre bina davası dinlenirken, velet davası dinlenmez.120

Sonuç olarak Ebu Yusuf araziyle bina arasındaki bağı daha kuvvetli gördüğü için bina davasının dinlenmeyeceğini, İmam Muhammed ise anne ile çocuk arasındaki bağı

119 Hanefi fakihi ve müctehid, Ebu Cafer Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Hinduvânî el-

Belhî’dir.(ö.362/973) Klasik Hanefî fıkıh kitaplarında sık sık görüşleri geçmektedir. Bu eserlerde Ebu Cafer künyesi mutlak olarak kullanıldığında Hinduvânî kastedilir. (Mehmet Erdoğan, “Hinduvânî”, DİA, XVIII, s. 118.)

daha kuvvetli gördüğü için cariye ve velet davasının dinlenmeyeceğini düşünmüştür. Nişancızâde, iki mesele arasındaki farkın Sâhibeyn’in nazarında ne olabileceğine dair yerinde bir yorum getirmiştir.

Sekizinci Fasıl

1- “Üretim Davası” başlığında ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’den hâricin getirdiği beyyineye dayanılarak verilen hâric lehine hükmün, zilyedin daha sonra getireceği beyyine ile zilyed lehine değişeceği ve bu hükmün mutlak mülkiyet konusunda geçen hükme muhalif olduğu nakledilir.121 Nişancızâde, meselenin ileride el-Asl ve el-Akzıye eserlerinden

yapılan aktarımlarla daha iyi anlaşılacağı üzere ihtilaflı olduğunu belirtmiştir.122

2- “Hâricin Zilyedden Ayrılarak Bilinmesi ve Bununla İlgili Meseleler” başlığında

Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’den iki kişinin de zilyed olduğunu iddia etmesi durumu aktarılmıştır.

Esere göre iki kişiden yalnızca birinin delil getirmesi durumunda onun delili kabul edilir, diğeri ise hâric konumunda olur. Her iki kişinin de delilinin olmadığı durumda ise ikisinden birinin diğerine hasım olduğu tespit edilmediği müddetçe yemin etmeleri beklenmez. Çünkü ancak zilyed olunca hasım olunabilir ve bu durumda her iki kişinin de zilyedliği ispat edilememiştir. İçlerinden birinin zilyedliğe delil getirmesi ve malın onun lehine hükmedilmesinden sonra malın mülkiyetine dair getirdiği delil, zilyed olması nedeniyle kabul edilmez.123 Nişancızâde ilk meselenin ihtilaflı olduğunu ve tahlif faslının sonlarına doğru geleceğini ifade eder. Eğer içlerinden biri diğerinin yemin etmesini talep ederse, bir görüşe göre yemin ettirilirken diğer bir görüşe göre yemin ettirilmez. Nişancızâde bu ihtilafın varlığının delilinin “Bu gerçekleşmezse yemin ettirilir ( لاإو نيميلاف)” cümlesi ile ondan bir satır sonra gelen “Yemin ettirilmesi gerekir çünkü böylelikle ortaya çıkar. (هرخآ ىلإ رهظي هنلأ فلحي نأ يغبني)” cümlelerinin ihtiva ettiği manadan çıktığını belirtmiştir.124

121 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 68a. 122 Nişancızâde, NA, vr. 44a. 123 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 72b. 124 Nişancızâde, NA, vr. 46a.

Nişancızâde’nin bahsettiği ilk cümle Kâdîhan’dan aktarılmıştır. Kâdîhan, bu görüşün el-Asl’da geçtiği üzere İmam Muhammed’e ait olduğunu belirmiştir. Ona göre zilyedlik iddia edenlerin beyyine getirememesi durumunda yemin ettirilmeleri gerekir. Çünkü onlar, kendilerinin zilyed olduğunu iddia etmekle husumetin kendilerine karşı yöneltileceğini kabul etmiş olurlar. İçlerinden birinin delil getirip zilyed olması durumunda, o kişi aynı zamanda davalı olur, diğer kişi ise davacı olur.125

İhtilafın varlığını ortaya koyan diğer cümle, Nûru’l-‘Ayn’da Kâdîhan’dan yapılan alıntının ardından aktarılırken, Câmi‘u’l-Fusûleyn’de ise yemin ettirmeyle alakalı ihtilafa vurgu yapılmadığı için faslın sonunda yer almıştır. Bu cümlenin içinde yer aldığı belli bir eserden alıntı yapılmamış ve “bazı kitaplar” denilerek genel bir ifadeyle görüşün çeşitli kaynaklarda yer aldığı ifade edilmiştir. Buna göre zilyedlik iddiasında bulunan iki kişiden biri diğerinin yemin etmesini istese yemin edilmesi gerekmektedir. Çünkü bu şekilde diğerinin zilyedliği ortaya çıkar. Sonuç olarak yeminden kaçınan kişinin delil getirinceye dek çekişmeyi bırakması gerekmektedir.126

3- “Üretim Davası” başlığında ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’den el-Asl ve el-Akzıye eserleri arasındaki hüküm farklılığından kaynaklanan ihtilaflı bir mesele aktarılmıştır: Üçüncü bir kişi, lehine hükmedilen kişiye karşı malın yanında üretildiğine dair delil getirirse lehine hükmedilen kişi tekrar delil getirdiği durumda, bu delil kabul edilip tekrar onun lehine hükmedilir. Eğer delilini tekrar getiremezse davacının lehine hükmedilir. Daha sonra lehine hükmedilen kişi delil getirecek olursa el-Asl’a göre bu delil kabul edilir ve önceki hüküm bozulur. El-Akzıye’ye göre ise önceki hüküm bozulmaz. Bu aktarımın ardından Kâdîhan’da yer alan üretim veya mutlak mülkiyet konusunda aleyhine hükmedilen bir kişinin malın yanında üretildiğine ya da onu davacıdan aldığına dair delil getirmesi durumunda bu delilin kabul edileceğine dair hüküm zikredilmiştir. Nişancızâde bu hükmün el-Asl’da geçen hükme bina edildiğini söyler.127 Şeyh Bedreddin ise bu iki

görüşe değinmiş, fakat hangi eserlerden nakledildiğini ifade etmemiştir.128

125 Nişancızâde, NA, vr. 46a.

126 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 73a; Nişancızâde, NA, vr. 46a, 46b. 127 Nişancızâde, NA, vr. 44a.

Onuncu Fasıl

1- “Çeşitli Türlerdeki Farklı Defi’ler” başlığında ez-Zahîre’den şu mesele ele alınmıştır: Bir adam lehine vasiyet olduğu iddiasında bulunsa vasi ise önce bunu reddetse, adam ise bunu delillendirince bu vasiyetten rücû ettiğini öne sürse bir görüşe göre bu defi dinlenmez, diğer bir görüşe göre ise dinlenir. Ez-Zahîre müellifine göre esah/ en doğru görüş budur, çünkü varisin önce miras bırakmış daha sonra vazgeçmiş ve ne bıraktığını ne de vazgeçtiğini o kişiye bildirmemiş olma ihtimalinden çekinilir. Kendisine haber verilince rücû ettiğini iddia edecektir. Bu tarz meselelerde çelişki davaya zarar vermez. Davacı eğer vasinin vasiyeti inkâr ettiğine delil getirirse bu inkârın rücû olduğunu kabul eden rivayete göre değerlendirilir, inkarın rücû olmadığını kabul eden rivayete göre değil.129 Nişancızâde zâhire göre ilk rivayetin esah ve evlâ olduğunu Kâdîhan’dan daha

önce gelen nikah dışındaki bütün inkarların fesih kabilinde olduğunu ifade eden hükmün, bunu desteklediğini iddia etmiştir. Nişancızâde burada ez-Zahîre müellifinin görüşünü bir hükümle desteklemiş ve inkarın rücû olduğu görüşüne katıldığını ifade etmiştir.130

2- “Defi’nin Defi” başlığında Edebu’l-Kâdî’den aktarılan mesele özetle şöyledir: Davacı bir aynın kendi mülkü olduğu ve zilyedin ondan gasp ettiği iddiasında bulunsa, zilyed ise malın küçük oğluna ait olduğunu ifade etse ne husumet kendisinden def edilmiş olur ne de yemin sorumluluğu kalkar. Nişancızâde, Şeyh Bedreddin’den farklı olarak

Fusulü’l-İmadi’den bu konuda benzer hükümleri aktararak konunun anlaşılmasına katkı

sağlamıştır.131

3- “Alım Satım Davasında Defi” başlığında Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’den şu mesele aktarılmıştır: Davacı kardeşinden miras kaldığını iddia etse, hasmı ise malı davacının kardeşinin oğlundan satın aldığını, kardeşinin iki oğlu olduğunu dolayısıyla mirasta hakkı olmadığını söylese kıyasa göre ölenin başka bir mirasçısı olduğuna dair delil getirilirse bu konunun ihtilaflı olması gerektiği için bu defi’nin de dinlenilip dinlenilmeyeceği tartışmalıdır. Eğer bu defi’nin dinlenileceği sonucuna varılırsa Reşîdi’d-dîn’e göre

129 Nişancızâde, NA, vr. 61a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 93a. 130 Nişancızâde, NA, vr. 61a.

meselenin üzerinde düşünülmesi gereken bir yönü vardır. 132 Nişancızâde bu yönü, gâip

aleyhine iddia edilen şeyin hâzır aleyhine iddia edilene sebep olması diye açıklamıştır. Bu durumda davanın dinleneceğinin açık olduğunu ifade eder.133

4- “Defi Olan ve Olmayan Meseleler” başlığında şu mesele aktarılmıştır: Bir kişi zilyedin elindeki elbisenin kendi elbisesi olduğuna ve Zeyd’in ondan bunu gasp ettiğine delil getirir ve zilyed de bunu ona Zeyd’in emanet olarak bıraktığını belirtirse ez-

Zahîretü’l-Burhâniyye ‘ye göre delil olmaksızın husumet def edilir. Zira her ikisi de

zilyedliğin Zeyd’e ait olduğuna ittifak etmişlerdir. Esere göre bu durum, davacının “Bu benim Zeyd’in benden çaldığı elbisemdir” deyip zilyedin “Bunu bana Zeyd emanet etti” demesinden farklıdır. İkinci durumda istihsânen husumet def edilmez. 134 Nişancızâde bu

konuya açıklık getirerek istihsan yönünü şöyle anlatır: Gasp, fıkıh kitaplarında zikredildiği gibi hak sahibi eli izale edip, bâtıl olan eli ispat etmektir. Yed hırsızlık meselesinin aksine, gasp meselesinde gâsıba aittir. Hırsızlıkta ise yed, zilyede aittir. Zira hırsızın şeriata uygun olarak cezalandırılması gerekmektedir.135 Nişancızâde’nin bu

açıklamasının yerinde bir katkı olduğunu düşünüyoruz.

5- “İkrar ile Defi” başlığında şu mesele aktarılmıştır: Bir ayıp nedeniyle kişi bir malı geri vermek istese, satıcı müşterinin malı Zeyd’e sattığını ikrar ettiğine dair beyyine getirdiği takdirde Zeyd hâzır ya da gâip olsun malı geri verme davası düşer. Fakat satıcı, malı Zeyd’e o gâipken sattığına dair beyyine ileri sürerse davası dinlenmez ve müşterinin kusur nedeniyle malı geri verme hakkı olur. Bununla birlikte ikinci durumda da bir meseleye kıyasla satıcının iddiasının dinlenmesi gerektiği de söylenilmiştir. Bu mesele şöyledir: Bir kişi malın kendine ait olduğunu iddia etse, zilyed ise onu Zeyd’e sattığına dair delil getirse zilyedin bu beyyinesi kabul edilir. Aynı şekilde satıcının müşterinin bu malı Zeyd’e sattığına dair delili de kabul edilir. Fakat satıcı bu iddiayı yaparken Zeyd hazırsa ve satıcı da Zeyd de bu alım satımı inkâr ediyorsa bu ikâle hükmünde olur ve birinci müşteri malı iade edemez.136 Nişancızâde, Fetâvâ Kâdîhân’dan aktarılan bu

132 Nişancızâde, NA, vr. 58a, 58b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 96a. 133 Nişancızâde, NA, vr. 58b.

134 Nişancızâde, NA, vr. 54b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 84a.

135 Nişancızâde, NA, vr. 54b.

meselelerden ikincisine bir açıklama yaparak kıyas edilen meselenin ilk mesele olduğunu burada topluca gâibin aleyhine sunulan delilin kabul hükmü aldığını ifade etmiştir.137

6- “İnkâr ile Defi” başlığında ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’den iki mesele aktarılmıştır. İlk meselede borç isteyen kişinin malı ikrar ettiğini fakat onu almadığını söylemesi ele alınmıştır. Bu meselede borç veren kişiye, isteyenin ikrarının şaka olmadığına dair yemin ettirilir. Çünkü şakayla yapılan ikrar sorumluluk gerektirmemektedir. İkinci mesele ise şöyledir: Bir sebeple mal iddia eden davacı, davalı bunu inkâr eder, o da ikrarın yazılı olduğu bir belge çıkarırsa, bunun üzerine davalı ikrar ettiğini fakat altın (dinar) olarak teslim almadığını söylediği takdirde ikrardan sonra inkâr etmiş olacağı için davası dinlenmez. Şeyh Bedreddin, bu meseleye herhangi bir yorum getirmezken138,

Nişancızâde ise bu hükmü şöyle eleştirir: Eğer birinci meseleye kıyasen lehine ikrar edilenin yemin hakkı olduğundan dinlenilmesi gerekiyorsa, iki meselenin arasında hiçbir fark olmadığından iki satır sonra gelecek olan meseleye kıyasla mutlak olarak dinlenilmesi gerekmektedir. Bu meseleye göre bir kişi bir belgedeki yazının kendi yazısı olduğunu fakat o malın kendi borcu olmadığını söylerse bu sözü kabul edilir. Nişancızâde

el-Kâfi eserinde borcu ikrar meselesinde de zikredilen, insanlar arasında önce ikrar

tutanağının yazılıp daha sonra malın alınması delilinin açık bir şekilde bu meselede de olduğunu bu nedenle bu hükme ulaşıldığını düşündüğünü belirtir.139 Nişancızâde, iki

meseledeki delilin aynı olduğunu ifade ederek yerinde bir katkı sağlamıştır.

On Birinci Fasıl

1- Bir köle efendisinin kendisini azat ettiğini iddia eder, şahitler de onun hür olduğuna dair şahitlikte bulunurlarsa bu şahitlik reddedilir. Zira davacı ârız bir hürriyet iddiasında bulurken, şahitler ise mutlak bir hürriyet için şahitlik etmişlerdir. Bu durumda şahitler davacının iddiasından fazlasını öne sürmüşlerdir. Fakat şahitlerin hürriyetin kendisine şahitlik ettikleri düşüncesiyle bu şahitliğin kabul edileceğini söyleyenler de vardır. Şeyh Bedreddin bu görüşün gerekçesinin reddedilme gerekçesini yok edemediğini söyleyerek itirazda bulunmuştur. Reşîdi’d-dîn’e ait aynı meselenin cariye söz konusu olduğunda -

137 Nişancızâde, NA, vr. 55a, 55b.

138 Nişancızâde, NA, vr. 57a, 57b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 96b. 139 Nişancızâde, NA, vr. 57a.

cariyenin azadı meselesinde kendisinin davacı olması şart olmadığı için- şahitliğin kabul edileceğine dair görüş aktarılmıştır. Şeyh Bedreddin burada Hanefi imamlarının görüşüne de yer vermiştir. Ebu Hanîfe’ye göre köle hakkındaki görüş farklılığının cariye için de geçerli olması gerekirken, Sâhibeyn’e göre ise bu şahitlik nasıl cariyenin azadı meselesinde geçerli ise köle azadı meselesinde de geçerli olmalıdır. Bir rivayete göre Hanefi imamlarının tamamı bu şekilde düşünmektedir.140 Nişancızâde zâhire göre ilk

rivayetin daha doğru ve üstün olduğunu aslen hürriyet ve azadın arasındaki farkın çok olduğunu ve şahitlik ve davada ihtilaf oluşturduğunu ifade etmiştir.141