• Sonuç bulunamadı

4. Nişancızâde’nin Tenkitleri

4.2. Görüşünü Naklettiği Müellifi Eleştirmesi

7.Fasıl

1- Nişancızâde bu fasılda yalnızca bir meselede görüşünü naklettiği müellifi eleştirmiştir.

Fusul’ul-İmâdî’den bir nakilde “sınırı şuraya kadar uzanır”, “şuna bitişiktir” gibi

ifadelerin şahitlikte geçerli olduğu, fakat “şunun evi, yolu, camisi” gibi ifadelerin ise

262 NA’da bu mesele özet geçilmiş. CF’de bu gerekçelendirme şöyle ifade edilmiştir: Mülkiyet hakkında

geçerli bir şahitlik olmayışının sebebi, şahitlerin malı davacıdan gasp ederek aldığını söylemiş olmalarıdır. Gasp hakkında geçerli bir şahitlik olmayışının sebebi ise malın davalının elinde sadece haksız yolla bulunduğunu belirtmeleridir. Zira gasp dışında farklı haksız yollarla da mal, davalının elinde bulunabilir. Şeyh Bedreddin, CF, vr. 103b.

263 Nişancızâde, NA, vr. 64a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 103b. 264 Nişancızâde, NA, vr. 64a.

sahih olmayacağı aktarılmıştır. Nişancızâde bu nakli eleştirir ve sahih olmaz ifadesinin daha önce zikredilen Ebu Hanîfe’nin caiz olacağına dair görüşüne muhalif olduğunu belirtir.265 Bu alıntı Câmi‘u’l-Fusûleyn’de geçmemektedir. Nişancızâde’nin getirdiği bu

nakil ve ona dair eleştirisinin yerinde bir ilave olduğunu düşünüyoruz.

Sekizinci Fasıl

1- “Üretim Davası” başlığında Nişancızâde Uddetu’l- Müftin’de geçen bir hükmü aktarmış ve hükmün muhtemel bir anlaşılmazlık içerdiğini ifade etmiştir. Bu eserde aleyhine hak sahibi olunmuş bir kişinin bir mala sahip olması için o mala hak sahibi olduğunu iddia etmesi veya o malın kendi yanında üretildiğini ifade etmesiyle gerçekleşeceği söylenir. Fakat bu satırların devamında müellif zilyedin malın kendi yanında üretildiğini iddia edip delil getirememesi durumunda davanın davacının lehine sonuçlanacağını, zilyed daha sonra delil getirse dahi ilk hükümle çelişmeyeceğini yani ilk hükmün bozulmayacağını ifade eder. Nişancızâde bu iki ifadenin birbiriyle çeliştiğini çünkü “veya malın kendi yanında üretildiğini…” ifadesinden hükmün bozulması ve delilin kabul edilmesi gerektiği anlamının çıkacağını söyler. Bu durumun sebebinin ne olabileceği hakkında iki ihtimal öne sürer. İlk ihtimale göre müellif, davalının üretim iddiasında bulunup ilk davacının bu iddiada bulunmadığı bir durumu kastetmiştir. İkinci ihtimale göre ise “veya malın kendi yanında üretildiği” ifadesi el-Asl rivayetine dayanırken, zilyedin daha sonradan getireceği delil ile ilk hükmün bozulmaması gerektiğini söylediği kısım da el-Akzıye rivayetine dayanır. Nişancızâde bu vecihle aynı zamanda ez-Zahîretü’l-Burhâniyye ve Kâdîhan’da geçen ifadelerle de çelişmemiş olacağını söyler.266 Şeyh Bedreddin Uddetu’l-Müftin’den bu alıntıyı aktarmış olmakla

beraber herhangi bir açıklama yapmamıştır.267

2- “Farklı Dava Türlerinin Birleştiği Meseleler” başlığında Nişancızâde’nin el-

Hidâye’den aktardığı meselede iki kişiden birinin rehinle teslim almayı diğerinin ise

hibeyle teslim almayı iddia etmesi durumunda rehinin üstün olacağı hükmü aktarılmıştır.

265 Nişancızâde, NA, vr. 36b. 266 Nişancızâde, NA, vr. 44a. 267 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 68a.

Nişancızâde’ye göre bu mesele, el-Fetâva’d-Dînârî’den nakledilen rehinin önceliğinin delillerinin eşit olması durumunda geçerli olduğunu söyleyen görüşe muhaliftir. Zira içlerinden biri tarih belirtme268, tarih önceliği veya zilyedlik gibi tercih sebeplerine sahip

ise mal ona verilir. Nişancızâde, el-Hidâye müellifinin kelamının mutlağın mukayyede hamline binaen takyid edileceğini veya bu meselede iki rivayet olduğuna yorulması gerektiğini söylemiştir. 269 El-Hidâye eserini incelediğimizde önceki meselelerde tarih

belirtme, tarih önceliği, zilyedlik gibi tercih sebeplerinin dikkate alındığını, bu nedenle müellifin mutlağı mukayyede hamlettiğini düşünmekteyiz.270

Onuncu Fasıl

1- “Defi Olan ve Olmayan Meseleler” başlığında şu meseleye yer verilmiştir: Zilyed, elindeki malın vedia olduğunu iddia edip ispat edemediği takdirde hâkim davacı lehine hüküm verirse hâkimin hükmü geçerli olur. Zilyedin sonradan delil ile gelmesi de bu hükmü değiştirmeyecektir. Emanet bırakan kişinin gelmesi durumunda delilinin bulunup bulunmamasına göre mesele yeniden incelenir ve hükme bağlanır.271 Görüldüğü üzere

Fetâvâ Reşîdü’d-dîn’den aktarılan bu mesele bir önceki paragrafta aktardığımız

meselenin aynısıdır. Nişancızâde’ye göre müellifin ortaya koyduğu bu hükümde problem vardır ve bu faslın sonlarına doğru ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’den yapılacak olan hükümden önce defi’nin sahih olduğu gibi hükümden sonra da sahih olacağına dair alıntı272 bu problemi ortaya koymaktadır.273

2- “Ödünç Alma, Emanet Bırakma, Hibe Etme, Satın Alma Talebi Davalarında Defi” başlığında Uddetu’l-Müftin eserinden alıntılanan hükme göre bu işlemleri

268 Şeyh Bedreddin el-Kâfî’den alıntı yaparak bu esere göre tarih belirtmenin tercih sebebi olmadığını

dolayısıyla el-Fetâva’d-Dînârî’deki hükümle çeliştiğini aktarmış ve buna bir açıklama getirmişti. El- Hidâye’yi incelerken bu fark şöyle karşımıza çıktı: Tarih belirtmek satıcının farklı kişiler değil aynı kişi olması durumunda geçerlidir ve mal, tarih belirten kişiye verilir. Çünkü her iki kişi de malın aynı yerden geldiği konusunda ittifak etmiştir. Farklı satıcılar olması durumunda ise ikisinden birinin tarih belirtmesine itibar edilmez ve mal aralarında yarıya bölünür. (Burhânüddîn el-Merginânî, El-Hidâye, Dar’u-İhyâit- Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1986, s. 169.)

269 Nişancızâde, NA, vr. 45b.

270 Merğînânî, El-Hidâye, cilt 3, s. 167.

271 Nişancızâde, NA, vr. 54a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 83a.

272 “هدعبو مكحلا لبقو اهدعَبو ةنيبلا ةماقإ لبق عفدلا ُّحصيو” (Nişancızâde, NA, vr. 62a.) 273 Nişancızâde, NA, vr. 54a.

gerçekleştirenler kendileri için veya bir başkası için mülkiyet iddiasında bulunamazlar. Şeyh Bedreddin bu hükmü şöyle değerlendirmiştir: Bu tür işlemler, bunu yapanlar için mülkiyetin olmadığını ikrar anlamına gelmektedir. Fakat zilyed için mülkiyet ikrarı anlamına gelip gelmediği konusunda bu faslın ortasında274 bahsedileceği üzere iki rivayet

vardır. Bana göre bu durum tek başına zilyed için mülkiyet ikrarı anlamına gelmez. Çünkü bazen bu tür işlemleri kişi mal sahibinin vekili ile yapabilir. Bu yüzden karinelere göre hareket edilmeli ve tüm davalarda değil bazı davalarda zilyedliğin ikrarı manasına gelmelidir. 275 Şeyh Bedreddin yaptığı değerlendirmenin devamında Hâkim eş-Şehîd’den bir ekleme yapar. Ona göre davalının husumete vekil olana karşı daha önce vekil tarafından müsâveme yoluyla satış, istiare ve icare gibi işlemlerin yapıldığına dair şahit göstermesi durumunda vekaletten azledilecektir. Çünkü bunu hâkimin huzurunda yaparsa hâkim onu vekaletten azleder. Fakat eğer davalı, vekilin aleyhine yaptığı ikrarın caiz olmadığını şart koşmuş ise müvekkilin hakkının sabit kalacağını ifade eder.276

Nişancızâde farklı bir bağlamda ele aldığı bu meselede Hâkim eş-Şehîd’in görüşüne itiraz eder. Ona göre “vekilin aleyhine yaptığı ikrarın caiz olmadığını şart koşmuş ise” ifadesi müstedrektir277 çünkü zaten hâkim huzurunda değil de başka bir yerde vekilden sadır

olduysa itibar edilmez, dolayısıyla zikredilen şarta ihtiyaç yoktur. Fakat müellif bu durumun müvekkilin hakkının sabit olacağına dair ifadenin, “vekaletten azledileceği” ifadesine atfedilmesi durumunda geçerli olacağını; “hâkimin huzurunda yaparsa hâkimin onu vekaletten azledeceği” ifadesine atfedilmiş olması durumunda ise istidrakın söz konusu olmadığını söylemiştir. Fakat bu durumda da ilk meselede hâkimin huzurunun dışında vekilin müsâvemeti durumunda müvekkilin hakkının sabit olduğu ifade edilmemiş olduğu için eksik olduğunu ve bunun bir kusur olduğunu açıklama babında bir kapalılığa sebebiyet verdiğini ve bu gerçeğin bilen kişiler için saklı kalmayacağını ifade etmiştir.278

274 NA’da yeri belirtilmemiş yalnızca “yakında” (ابيرق) ifadesi kullanılmıştır. 275 Nişancızâde, NA, vr. 56b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 77a.

276 Nişancızâde, NA, vr. 56b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 77a.

277 Müstedrek esasen bir hadis ıstılahı olup burada “eksiğini tamamlamak, hatalarını düzeltmek”

manasındaki istidrak masdarından türeyen sözlük anlamıyla kullanılmıştır. (Bkz. İbrahim Hatiboğlu, “Müstedrek”, XXXII, s.133.)

3- “Kadınların Davalarında Defi” başlığında Üsrûşenî’nin Fusul’ünde muhâleaya dair delilin, kadın nikahlı olduğunu iddia etse de nikaha dair olandan daha öncelikli olduğu hükmü aktarılmıştır. Bu hükmün gerekçesi muhâleanın daima nikahtan sonra gerçekleşmesi olarak gösterilmiştir. Zira nikah akdinin delili istıshâbu’l-hâl prensibi dolayısıyla daha önceki bir akde dayanmaktadır. Burada muhâlea ise bâtıl kılan bir nitelik taşımaktadır. İbra delilinin de bir borcu olduğuna dair delilden daha öncelikli olduğunu söyleyen Üsrûşenî bu düşüncesini Fetâvâ Reşîdi’d-dîn ’deki şu meselenin desteklediğini söylüyor: “Ben bu malı babandan satın aldım” diye iddiada bulunan adamın delili, ölene kadar bu malın babasının mülkü olduğunu iddia eden zilyedin delilinden daha üstündür.279 Nişancızâde bu hükme itiraz eder ve talak delilinin (muhâlea) nikah

delilinden üstün olmasının tartışılır olduğunu ve İmam Kâdîhan’ın evlilik ve boşanma meselesini aktardıktan sonra evliliğin delilinin daha üstün oluşunun bir yönü olduğunu söyler. Zira ona göre bu delil sanki boşanıp daha sonra evlenmişler gibi kılındığı için diğerinden üstündür.280

3- “İkrar ile Defi” başlığında Fetâvâ Reşîdü’d-dîn’den şu mesele aktarılmıştır: Davalı, ibrâ edildiğini gösteren bir beraat belgesi getirir, davacı ise bu beraat gerçekleştiğinde kendisinin çocuk olduğunu ifade ederse davacının bu sözü kabul edilir. Çünkü bu ifadesini, tazmin sorumluluğunu kaldıran belli bir duruma isnat etmiştir.281

Nişancızâde ilk meseleyi açıklamak için Câmiu’l-Fetâvâ’dan ikinci bir mesele alıntılar. Burada davacının bir arazi üzerinde hak iddia edip delil getirmesi, davalının ise bu araziyi davacıdan satın aldığını ifade etmesi meselesi ele alınmıştır. Bu durumda davacı, bu araziyi satarken çocuk olduğunu iddia edip delillendirirse, davalının da onun akıl baliğ olduğunu delillendirmesi durumunda, çocuk olduğu iddiası önceliklidir. Benzer şekilde bir baba çocuğunun malını satar, müşteri de bu malı çocuğun küçüklüğünde sattığına dair delil getirir, çocuk ise buluğa erdikten sonra malı sattığını delillendirirse müşterinin delili öncelikli olur. Fakat çocuğun delilinin öncelikli olacağını söyleyenler de bulunmaktadır. Baliğ olan çocuk eğer küçüklüğünde sattığını delillendirir, müşteri ise çocuğun baliğ iken sattığını delillendirirse müşterinin delilinin, ârız olanı ispat etmesi bakımından öncelikli olması gerekir. Nişancızâde bu delilin gereği olarak ilk meselede de davalının delilinin

279 Nişancızâde, NA, vr. 60a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 89b. 280 Nişancızâde, NA, vr. 60a.

öncelikli olması gerektiğini, zâhir olana göre ikinci meseledeki delilin ilk meselede de var olmasından dolayı doğrunun bu olduğunu ifade eder. Nişancızâde davalının buluğ konusundaki delilinin Vecîz müellifinin nikah davasında kadının defi meselesinde de aktardığı gibi daha çok ispat içerdiğini ifade eder. Ayrıca satım akdi hâdis bir iştir ve hâdis olan şeyde asıl olan en yakın vakte izafe etmektir. Bu nedenle buluğ vakti de kişiye çocukluk döneminden daha yakın olduğu için buluğ vaktine izafe etmek gerekir. Nişancızâde zikrettikleri doğrultusunda ikinci meselede çocuğun delilinin kabul edildiği görüşün, müşterinin delilinin kabul edildiği görüşe göre daha doğru ve öncelikli olması gerektiğini ve bunun düşünen insanlar için açık olduğunu söylemiştir.282 Nişancızâde

Câmi‘u’l-Fusûleyn’de açıklama getirilmeyen bir meselenin üzerinde durmuş ve buradaki

hükmü eleştiriye tâbi tutmuştur.

4- “Defi Yolları” başlığında Kâdî Zahîreddin’in şu durumlarda defi davası açılabileceğini söylediği aktarılmıştır: Nikah iddiasında bulunana karşı, talak davasıyla, onun talakı ikrar etmesiyle, hürmet-i musâhareyle, süt akrabalığıyla; hibesinden rücû ettiğini iddia edene karşı ise bedel verildiği iddiasıyla, hibe edilen mala muttasıl bir ziyadenin meydana geldiği iddiasıyla, hibe edilen kişinin hibe edene mahrem derecede yakınlığının bulunduğu iddiasıyla.283 Nişancızâde Kâdî Zahîreddin’in eksik saydığını,

kitapların genelinde hibeden rücû için yedi mâni sayıldığını söyler. Bunlar akrabalık sebebiyle mahremiyet, hibe sırasında evli olmak, muttasıl bir ziyadenin meydana gelmesi, akdin iki tarafından birinin ölmesi, hibeye ilave edilen bedel, hibe edilen şeyin helakı ve hibe edilen kişinin mülkiyetinden çıkmasıdır. Nişancızâde burada yalnızca iki taraftan birinin ölmesinin söz konusu olmadığını söyler.284

On Birinci Fasıl

1- El-Muhîtu’l-Burhânî’den şu hüküm aktarılmıştır: Davacı bir malın kendisinde bir senedir var olduğuna dair iddiada bulunsa, şahitler ise on senedir olduğuna şahitlik etse bu şahitlik kabul edilmezken, tam tersinin gerçekleşmesi durumunda ise davacının

282 Nişancızâde, NA, vr. 56a.

283 Nişancızâde, NA, vr. 60a, 60b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 97a. 284 Nişancızâde, NA, vr. 60a, 60b.

iddiasından azını içerdiği için kabul edilir. Nişancızâde zâhire göre eğer tevfik sağlanabilirse ilk durumun da kabul edilmesi gerektiğini ifade eder ve Fetâvâ

Kâdîhan’dan bir meseleyi delil gösterir.285 Şeyh Bedreddin ise bu meseleye herhangi bir

yorum getirmemiştir.

2- “Şahitlikte ve Şahitlikle Dava Arasındaki İhtilafa Dair Çeşitli Meseleler” başlığında şu mesele ele alınmıştır: Davacı, bey’ bi’l-vefa iddiasında bulunduğunda zilyed bu iddiayı reddederse, şahitlerden biri satıcının vefa şartı (geri alım) sattığına diğeri de müşterinin vefa yoluyla satın aldığını ikrar ettiğine dair şahitlik ederse bu şahitlik

Fetâvâ Reşîdi’d-dîn ’deki hükme göre kabul edilir. Bunun sebebi satım akdindeki inşa ve

ikrar lafızlarının hükmünün bir olmasıdır. Yine bu eserden iki şahitten birinin malın emanet olduğuna diğerinin ise zilyedin emaneti ikrar ettiğine dair şahitlik yapması durumunda iki farklı duruma kıyasa edilerek hüküm verilebileceği aktarılır. Karz akdine kıyas edilmesi durumunda bu şahitlik kabul edilirken, gaspa kıyas edilmesi durumunda ise kabul edilmemesi gerekmektedir.286 Nişancızâde bu hükmün araştırılması gerektiğini söyler. Ona göre zâhir, emanetin söze ilhak edilen fiilî bir tasarruf olmasıdır, bu yüzden karza kıyas edilmesi gerekmektedir. Sırf fiilden ibaret bir tasarruf olmadığı için gaspa kıyas edilemez. Nişancızâde bununla birlikte bazı durumlarda emanetin yalnızca bir fiilden ibaret olabileceğini söyler. Bir adamın başka birinin yanında ona emanet olduğunu söylemeden bir elbiseyi bırakıp gitmesi, daha sonra emanet bırakılanın da gidip elbisenin kaybolması durumunda tazminle sorumlu olması örneğini verir. Bu durumu örfle açıklayan Nişancızâde, Fetava Kâdîhan’da da bu şekilde olduğunu ifade eder.287