• Sonuç bulunamadı

4. Nişancızâde’nin Tenkitleri

4.1. Şeyh Bedreddin’i Eleştirmesi

178 Nişancızâde, NA, vr. 64a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 101a.

179 Day´a: Gelir getiren arazi. Küçük köy, mezra’a. (Erdoğan, Sözlük, “Day´a”, s. 94.) 180 Nişancızâde, NA, vr. 67a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 104b.

Nişancızâde, incelediğimiz fasıllarda birçok yerde Şeyh Bedreddin’i eleştirmiştir. Bu eleştirilerinde zaman zaman ağır olarak nitelendirilebilecek bir dil kullandığı görülse de -müellifin hatasının şaşılacak bir iş olduğunu söylemek gibi- çoğunlukla yapıcı bir tavır sergilemiş, meselenin “tartışılır” olduğunu ve doğrusunu Allah’ın bileceğini ifade etmiştir.

Yedinci Fasıl

1- “Akar Sınırlarını Belirlemede Yanılma” başlığında Nişancızâde, akar tespitinde sınır tarifi konusuyla ilgili Câmi‘u’l-Fusûleyn’de yer alan bazı nakillere yer vermeyerek sınırlandırmada hata konusuna geçmiş ve Fetâvâ Kâdîhân’dan Şeyh Bedreddin’in yer vermediği bir alıntıyla konuya giriş yapmıştır. Kâdîhan’a göre iki adam akarın üç sınırıyla ilgili şahitlikte bulunup dördüncüyü bilmediğini ifade etse bu şahitlik geçerli olur, dördüncüde yanılmaları halinde ise olmaz. Nişancızâde, bu alıntıdan sonra Şeyh Bedreddin’in de yer verdiği ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’den Kâdîhan’ın görüşünü destekleyen bir nakil paylaşır. Bu nakilde görüşün gerekçesi de verilmiştir. Şöyle ki bir sınır zikredilmediğinde sınırlar değişmezken, yanılma olması halinde ise akarın sınırı değişmektedir. Sınırların birinde yanılma ise ya davalının sınırlardan birinin şahidin söylediği gibi olmadığını ya da sınır sahibinin şahidin belirttiği isimli kişi olmadığını söylemesi ile gerçekleşebilir. Bu ifadeler ise olumsuz ifadelerdir ve olumsuz ifadeler üzerine yapılan şahitlik kabul edilmemektedir.182 Şeyh Bedreddin bu hükme yorum getirir

ve davalının “akarın sınırlarının bir kısmı şahit ve davacının dediği gibi değil, şu şekildedir” demesinin olumlu bir ifade olduğunu, beyyinesinin kabul edilmesi gerektiğini söyler. Tenâkuz faslındaki başka bir meseleyi de hatırlatan Şeyh Bedreddin, sonuç olarak davalının yanılma hususunda söylediklerinin delil göstermesi halinde dikkate alınması gerektiğini söylemiştir.183 Nişancızâde burada Şeyh Bedreddin’in zikrettiği her şeyin

tartışmaya müsait olduğunu ve bu gerçeğin düşünen herkes için açık olduğunu ifade etmiştir. 184

182 “لبقت لا يفنلا ىلع ةداهشلاو يفن كلذ لكو”

183 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 59a; Nişancızâde, NA, vr. 37b, 38a. 184 Nişancızâde, NA, vr. 38a.

2- “Binanın İstisna Edilmesi ve Benzeri Meseleler” başlığında El-Muhîtu’l-

Burhânî’den şu mesele alıntılanmıştır: Bahçeli bir ev hakkında davacı olan kişinin

şahitleri önce binayı daha sonra bahçeyi zikrederek şahitlik yaptıktan ve davacı lehine hüküm verildikten sonra yahut şahitlik ile karar arasında “Bina benim değil davalınındır” derse şahitlerini yalanlamış olur ve şahitlikleri geçersiz olur. Fakat yalnızca “Bina davalıya aittir” diye belirtse bu yalanlama olmaz. Burada olumsuz bir ifadeyle yapılan ikrarın yalanlama olarak nitelendirilip olumlu ifadeyle yapılanın ise böyle görülmediğini anlıyoruz. Bu mesele el-Akzıye eserinde de aynı şekildedir. Şeyh Bedreddin bu hükmü eleştirir ve olumsuz bir ifadeyle yapılan bir ikrar olsa dahi şahitlik ile karar arasında yapıldıysa bunun kabul edilebileceğini ve Kâdîhan’da geçen şu hükme binaen yalanlama olmayacağını belirtir: Şahitler eğer şahitlikten sonra, hükümden önce “Bina davacının değil davalınındır” derlerse bu şahitliklerini yalanladıkları anlamına gelmez ya da her iki söz de yalanlama kabul edilir, çünkü birini söylemek diğerini de gerektirmektedir ve hükümleri aynı olmalıdır. Yani “Bina benim değil davalınındır” demek ile “Bina davalıya aittir” demek birbirini gerektiren şeylerdir.185 Nişancızâde, Fetâvâ Kâdîhân’da geçen

meseleye Şeyh Bedreddin’in getirdiği yoruma itiraz eder ve burada yalnızca bahçe için bir şahitlik olduğunu ifade eder. Zira bina zikredilmemiştir ve bu düşünce de tâbi olanı şahitlik esnasında açıkça ifade edilmiş gibi saymama prensibi üzerine bina edilmiştir. Nişancızâde bu farkın Kâdîhan’dan alıntıyla daha sonra açıklanacağını belirtir.186 El-

Akzıye müellifi ise tâbi olanı şahitlik esnasında açıkça ifade edilmiş gibi sayma prensibi

üzerine düşüncesini oluşturmuştur.187

3- “Binanın İstisna Edilmesi ve Benzeri Meseleler” başlığında Fetâvâ Reşîdi’d-

dîn’de geçen şu görüş aktarılmıştır: Davalı beyyine getirse dahi binanın davacının lehine

hükmedilmesi gerekir. Çünkü hâric olan kişinin beyyinesi zilyedin beyyinesinden önceliklidir. Fakat Şeyh Bedreddin, bu fetvanın problemli olduğunu belirtmiştir. Ona göre bu durumda hâkimin davalının beyyinesini dinlemesi, anlamını kaybedecektir.188

185 Nişancızâde, NA, vr. 39a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 61a, 61b.

186 Bu farkın Kâdihan’a göre ne olduğu bir sonraki paragrafta anlatılmaktadır. Bu pasajdan Kâdîhan’ın her

iki sözü eşit görmesinin binanın nass olarak zikredilmediği duruma ihtisar etmiş olmasından kaynaklandığını görmekteyiz. Hâkim karar vermeden önce zikredilmemiş bir şey eklenebilir ve “bina davacının değil davalınındır” ya da yalnızca “bina davalınındır” denilmesi arasında fark yoktur.

187 Nişancızâde, NA, vr. 39a. 188 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 62a.

Nişancızâde ise Şeyh Bedreddin’in açıkça eleştirdiği bu kısmı alıntılamamış ve hâricin lehine hükmedilmesi gerektiği görüşünü ona nispet ederek189 şöyle cevap vermiştir:

“Davacının lehine hükmedilmesi gerekir” ifadesi gerekmez çünkü şahitlikte binanın zikredilmediği kelam, hâric ve zilyedin bina hariç ev davası olur, hâric ve zilyedin bahçeli ev (bina) davası değil. Hâricin beyyinesinin öncelikli olabilmesi için -her ikisinin de iddia ettiği şey aynı olduğu için- iddialarının birbirine aykırı olması gerekmektedir.190

Nişancızâde bu konuda açık bir hata yapmış gibi görünmektedir. Nûru’l-‘Ayn’ın incelediğimiz diğer nüshalarında da aynı ifadeler geçmiştir.191

4- “Tâbi Olma ve Zevâid/İlaveler” başlığında el-Muhîtu’l-Burhânî’den yapılan nakle göre iki şahit, bir cariyenin davacıya ait olduğuna tanıklık ettikten sonra kaybolsa yahut ölse, cariye davacıya verilir. Cariyenin hâlâ davalının elinde bir çocuğu olduğu ortaya çıkarsa çocuk da davacının lehine hükmedilir. Çocuğun mahkeme anında göz önünde olması ve şahitlerin yalnızca cariye için şahitlik yapıp çocuk için bir iddiada bulunmaması durumunda ise hâkim çocuğu da cariyeyle birlikte davacıya verir. Zilyedin çocuğun kendisine ait olduğuna dair beyyine reddedilir. Şeyh Bedreddin, bu hükme itiraz eder ve bu meselenin bina ihtilafında olduğu gibi olması gerektiğini söyler. Ona göre çocuğun cariyenin bir parçası olmasına kıyasla192 (ضعبلا ىلع سايق) davalının beyyinesi kabul

edilmelidir.193 Nişancızâde, müellifin bu itirazına cevap verir ve Şeyh Bedreddin’in cariye-çocuk meselesindeki ihtilafta gaflete düştüğünü ve Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’den aktardığı Ebu Yusuf ve İmam Muhammed arasındaki görüş farklılığını unutmuş olduğunu belirtir.194

Sekizinci Fasıl

1- “Satın Alma Davası” başlığında Şeyh Bedreddin çelişkili bir meseleyi ele alır. Bu mesele şu şekilde özetlenebilir: Hâric ve zilyed, malı Zeyd’den aldıklarını iddia edip

189 “...نيلوصفلا عماج بحاص لاق” diyerek bu görüşü aktarmıştır. 190 Nişancızâde, NA, vr. 39a.

191 Bkz. Nişancızâde, NA, Aşir Efendi Nüshası, vr. 32b, ve diğer. 192 Şeyh Bedreddin, CF = Yargılama Usulüne Dair, s. 177. 193 Nişancızâde, NA, vr. 40a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 62b. 194 Nişancızâde, NA, vr. 40a.

yalnızca hâric buna delil getirirse davacı olan hâricin lehine dava sonuçlanır. Fakat davalı yani zilyedin daha sonra delil getirmesi durumunda bu delil kabul edilir mi? Şeyh Bedreddin bunun ihtilaflı bir mesele olduğunu ve sonradan beyyine getirenin Uddetu’l-

Müftineserindeki gibi kabul edilmemesi veya Kâdîhân’da geçtiği üzere kabul edilmesi gerektiğini ifade eder. Fakat Nişancızâde Şeyh Bedreddin’in ifadesinden yalnızca “Uddetu’l Müftin’e göre kabul edilmemesi gerekir” dediği kısmı alıntılamış ve bilakis incelikli bir şekilde düşünen herkesin kabul edilmesi gerektiği görüşüne varacağını ifade etmiştir.195 Bu, Nişancızâde tarafından yapılmış bir hata gibi görünmektedir. Nûru’l-

‘Ayn’ın diğer nüshalarında da Şeyh Bedreddin’in sözünün devamına yer verilmemiştir.196

2- “Satın Alma Davası” başlığında Kifâye’den197 alıntı yapılarak hâric ve zilyedin malı iki farklı yerden satın aldığını iddia edip birinin tarihinin daha önce olduğu durumda kaynakların ihtilaf ettiği, el-Hidâye’ye göre bu davada tarihe itibar edilemeyeceği, el-

Mebsût’a göre ise tarihi daha önce olanın öncelikli olacağı aktarılmıştır. Şeyh Bedreddin,

en doğrusunun tarihe itibar etmemek olduğunu ifade etmiştir. Çünkü satıcıların mala sahip oldukları ilk tarih belli değildir. Satıcıların çoğalmasıyla müşterinin mülkiyetinin tarihi kabul edilemez. Bu durumda sanki o iki kişi hazır bulunmuş ve tarih olmadan mutlak mülkiyet iddiasında bulunup delil getirmiş gibi olurlar. Şeyh Bedreddin bu düşüncesine destek olarak Ebu Yusuf’un tarih beyan edenin lehine hükmetmek gerekmediğini ifade eden görüşünü aktarmıştır. Nişancızâde Şeyh Bedreddin’e itiraz eder ve el-Mebsût’ta ve Kâdîhan’da geçtiği üzere tarih önceliğine itibar edilmesinin daha doğru olacağını ifade eder. Bunun delilini, tarihi önce olanın, başkasıyla çekişme yaşanmayan bir zaman dilimi içerisinde kendisine mülkiyet izafe etmesi olarak açıklar. Nişancızâde bu delilin, Şeyh Bedreddin’in savunduğu, tarih önceliğine itibar edilmemesi gerektiği görüşünün delilinden daha kuvvetli olduğunu ifade etmiştir. Ona göre düşünen herkes için bu delilin daha kuvvetli olduğu oldukça açıktır.198

3- “Farklı Dava Türlerinin Birleştiği Meseleler” başlığında şu mesele aktarılmıştır: İki kişiden biri, bir sebebe dayanarak diğeri ise mutlak olarak mülkiyet iddiasında bulunursa örneğin hâric, bir yıl tarihini belirterek mutlak mülkiyet, zilyed ise iki yıldır

195 Nişancızâde, NA, vr. 42a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 68b.

196 Bkz. NA, Aşir Efendi Nüshası, vr. 36a; Atıf Efendi Nüshası, vr. 53b, ve diğer.

197 Rumuz fihristinde müellifi belirtilmeyen bu eser ile muhtemelen Celâleddin b. Şemseddin el-Kurlânî’ye

(767/1367) ait el-Hidaye şerhi kastedilmektedir. (Şahıs ve Kitaplar Sözlüğü, “el-Kifâye”, s. 1190.

Bekr’den satın alarak mala sahip olduğu iddiasında bulunduğu takdirde, mal hâricin lehine hükmedilir. Aynı şekilde hâric, bir sebeple iki senedir mala sahip olduğunu, zilyed ise mala mutlak mülkiyetle üç senedir sahip olduğunu delillendirse yine hâricin lehine hükmedilir. Çünkü birinci durumda zilyed, ikinci durumda ise hâric, malı kazanmak için satıcısının yerine hasım olmuştur. Bu iki durumda da hâricin lehine hükmedilmesi gerekmektedir. Ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’den aktarılan bu meseleye Şeyh Bedreddin bir yorum getirmiştir. Ona göre malı iki şahıstan alma meselesinde olduğu gibi bu meselede de tarihi daha önce olan öncelikli olmalıdır. Bu nedenle müellif bu konuda iki rivayetin olduğunu düşündüğünü ifade eder.199 Nişancızâde buna itiraz eder ve Şeyh Bedreddin’in

bu yorumunu kıyâs maʹaʹl-fârık 200 olarak değerlendirir. Ona göre ilk meselede zilyedin

tarihi, ikinci meselede ise hâricin tarihi iptal olmuştur. Çünkü o ikisi, satıcılarının yerine hasım olmuştur ve sanki satıcılar orada hazır bulunmuş ve mutlak mülkiyet iddiasında bulunmuşlardır. İkisinin elindeki tarih satıcılarının mülkiyet tarihi değil, onların satıcılarından temellük ettikleri tarihtir. Satıcılarının orada bulunduğu farz edildiği takdirde o tarih iptal olur ve geriye yalnızca hasmın tarihi kalır. Sonuç olarak bu durumda tarih önceliğine itibar edilmez. Bu faslın başında İmam Muhammed’e göre davacı ve davalı mutlak mülkiyet iddia edip yalnızca birinin tarih getirdiği durumlarda hâricin lehine hükmedileceği açıklanmıştı. Ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’de zikredilenler de İmam Muhammed’den gelen bu hükme binâ edilmiştir. Nişancızâde, bu ziyadesinin sonunda Şeyh Bedreddin’in şaşılacak bir hataya düştüğünü söylemiştir.201

4- “Farklı Meseleler” başlığında El-Hidâye ve ez-Zahîretü’l-Burhâniyye eserlerinde geçen şu mesele Nişancızâde tarafından bu konu başlığının ilk örneği olarak ele alınmıştır: Bir adam bir aydır kayıp olan eşeği için davacı olur, davalı da eşeğin kendi mülkiyetinde olduğuna ve bir senedir yanında olduğuna delil getirirse davalının beyyinesi reddedilir. Çünkü davacının belirttiği tarih onun mülkiyetinin başlangıç tarihi değildir, yalnızca malını kaybettiği tarihtir. Nitekim Ebu Hanîfe’ye göre de mutlak mülkiyette zilyedin tek taraflı olarak tarih belirtmesine itibar edilmez. Nişancızâde, bu meseledeki

199 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 70a.

200 Asıl ile fer’ arasında illet benzerliği bulunmaksızın yapılan kıyasa denir. (Erdoğan, Sözlük, “kıyâs maʹaʹl-

fârık”, s. 310.)

hükmün Şeyh Bedreddin’in istihkak faslında Kitabu’d-Deavî ve’l-Beyyinât’tan202 nakille

ifade ettiği görüşe aykırı olduğunu söyler. Zira Şeyh Bedreddin burada Ebu Yusuf’un infirat halinde tarih belirtenin tarafını tercih etmek gerektiğini söyleyen görüşüyle fetva verilmesi gerektiğini belirtmiş ve sebebini daha uygun ve açık olmasıyla açıklamıştır.203

İstihkak faslındaki ilgili meseleyi incelediğimizde iki mesele arasında Nişancızâde’nin kaçırmış olduğu bir fark tespit edemedik.204 Dolayısıyla müellifin bu eleştirisinde haklı

olduğunu gördük. Şeyh Bedreddin, bu meselede daha önce açıkça görüş beyan etmese de Ebu Hanîfe’nin görüşünü desteklerken, istihkak konusunu ele aldığı fasılda ise Ebu Yusuf’un görüşünün daha isabetli olduğuna dair bir kanaat ortaya koymuştur.

5- “Farklı Meseleler” başlığında iki şahsın iki ayrı kişiden mal satın aldıklarını iddia etmeleri, onlardan birinin belirli bir tarih zikredip diğerinin ise yalnızca ondan önce satın aldığını söylemesi durumunda bu önceliğin kabul edilip edilmeyeceği konusunda Fetâvâ

Reşîdi’d-dîn’de olumlu kanaat belirtilmiştir. Şeyh Bedreddin de tarih önceliğinin kabul

edilmesi görüşünde olduğunu ve daha önce el-Mebsût’tan alıntıladığı iki kişiden alma durumunda tarih önceliğine itibar edilmesi gerektiğini söyleyen rivayete de uygun olduğunu ifade etmiştir.205 Nişancızâde ise bu satırları açık bir yanılgı olduğu

gerekçesiyle eleştirmiştir. Ona göre Şeyh Bedreddin, dört varak önce ez-Zahîretü’l-

Burhâniyye eserinden tarih önceliğinin belirsizliği durumunda diğer kişinin lehine hüküm

verileceği hükmünü aktarmışken, bu meseleyi yorumlarken hem bu esere hem de el-

Mebsût’a atıf yaparak tarih önceliğinin tespit edilmesi gerektiğini söylemiştir.206

Dokuzuncu Fasıl

1- Faslın ilk başlığına geçmeden Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’den güvenilir iki kişinin şahitliğinin bir dilekçede yazılı olması meselesi ele alınmıştır. Bu dilekçede davacıya işaret edilerek mülkiyet açıkça nispet ediliyorsa ve şahit olmayan başka bir kişi tarafından da bu ifade

202 Burhaneddin Mahmud b. Ahmed b. Mâze’ye ait bir eserdir. (Şahıs ve Kitaplar Sözlüğü, “İbn Mâze”,

s.1188-89.) Müellifin İslam Ansiklopedisi’nde yer verilen biyografisinde bu eser ona atfedilmemiştir. (Bkz. Mustafa Uzunpostalcı, “Burhaneddîn el-Buharî”, s. 435-37.)

203 Nişancızâde, NA, vr. 67a.

204 Bkz. Şeyh Bedreddin, CF, vr. 133a.

205 Nişancızâde, NA, vr. 45b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 70b. 206 Nişancızâde, NA, vr. 45b.

okunursa hâkim bu şahitliği kabul edecektir. Fakat davacı ve davalıya işaret edilmeksizin iki şahidin şahitlik ettikleri şeyin dilekçede olduğunu ifade etmeleri yeterli değildir. Şeyh Bedreddin bu hükme itiraz etmiştir. Ona göre sıhhat şartlarıyla beraber iki şahit eğer dilekçede zikredilmişse nüshada bunun yeterli olması gerekmektedir.207 Nişancızâde

Şeyh Bedreddin’in bu yorumuna karşı çıkar ve şahitliğin oldukça önemli bir konu olduğunu ve bu nedenle açıkça işaret edilmesi gerektiğini, zımnî olarak yapılan işaretin yeterli olmadığını ifade eder. Ayrıca zımniyyâtın tasdîkata muhalefet ettiğini ve bu konudan bahsedileceğini ekler.208

2- “Dedeyi Zikretmekle İlgili Meseleler” başlığında Nişancızâde, Câmiʻu’l-

Fusûleyn’de yer alan, bazı şürût kitaplarında kişinin dede ismi zikredilmeden lakabı, ismi

ve babasının ismi zikredildiği takdirde bunun kabul edileceği yani tarif için bu üç şeyin yeteceği hükmünün yer aldığına dair aktarıma ve Şeyh Bedreddin’inin eleştirisine yer verir. Şeyh Bedreddin tarif için üç şeyin yeteceğine dair yaptığı aktarımı doğru bulmamış ve tarifin amacının harfleri çoğaltmak olmadığını, bu nedenle tarif neyle gerçekleşiyorsa onunla yetinilmesi gerektiğini söylemiştir. Ona göre eğer kişi lakabıyla biliniyorsa yalnızca lakabını zikrederek tarif etmek de yeterli olmalıdır. 209 Nişancızâde bu yoruma

itiraz eder ve yedinci fasılda akar tahdidi meselesinde ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’den had sahibinin künyesi zikredilirken filanın oğlu ya da filanın babasının oğlu gibi ifadelerin, İbn Ebi Leylâ, Ebu Hanîfe’nin şöhreti gibi bir şöhretle bilinmiyorlarsa yeterli olamayacağı hükmünün aktarıldığını söyler.210 Dolayısıyla Nişancızâde Şeyh

Bedreddin’in bu yorumunun iki fasıl önce aktardığı alıntıyla çeliştiğini belirtmiştir.

Câmi‘u’l-Fusûleyn’in yedinci fasıldaki aktarımını incelediğimizde Nişancızâde’nin haklı

olduğunu görmekteyiz.211

3- “Kadın İçin Şahitlik Etmek” başlığında şu mesele aktarılmıştır: İki kişi bir kadın için isim ve nesebiyle birlikte şahitlik eder, hâkim de onlara kadını tanıyıp tanımadıklarını sorarsa “hayır” diye cevap verdikleri takdirde şahitlikleri geçersiz olur. Fakat “ismi şu olan kadına şahitlik etmeyi üstlendik, o kadın bu mu değil mi bilmiyoruz” diye bir cevap

207 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 74b; Nişancızâde, NA, vr. 47b. 208 Nişancızâde, NA, vr. 47b.

209 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 75a. 210 Nişancızâde, NA, vr. 46b.

verirlerse, bu isim için yaptıkları şahitlik geçerli olacaktır. Bu durumda davacının o isimdeki kadının mahkemedeki kadın olduğuna dair delil getirmesi gerekmektedir. Nişancızâde bu meseleyi Edebü’l-Kâdî’den212 naklederken Şeyh Bedreddin ise el-Kâfî ve

el-Mültekât213 eserlerine atıf yaparak aktarmayı tercih etmiştir. Şeyh Bedreddin bu meseleye itiraz etmiş ve şahitlerin ikinci sözlerinde de bilgisizliklerini ikrar ettiklerini bu nedenle iki söz arasında bu bakımdan fark olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca yalnızca ilk şahitliği asaleten yapılan şahitlik, ikinci şahitliği ise şahitlik üzerine yapılmış bir şahitlik olarak değerlendirmiş ve bu fark dolayısıyla bilgisizliğin birinci söze değil de ikinci söze hamledileceğini söylemiştir.214 Nişancızâde bu yorumu eleştirmiş ve fark olarak

zikredilen şeye ihtiyaç olmadığını ve ikinci sözdeki bilgisizliğin oldukça küçük olduğunu ifade etmiştir. Ona göre ifadelerinden aslında kadını bildikleri ve ona şahitlik etmeyi üstlendikleri fakat şu an gördükleri kişinin kim olduğunda tereddüt ettikleri anlaşılmaktadır. Birinci söz ise Nişancızâde’ye göre davalıyı tanımadıkları için tam tersi bir durumdur ve aşırı cehaletin küçük olanın aksine üstlenilmeyeceği aşikardır. Nişancızâde son olarak bu meseledeki açıklamasıyla farkın ortaya çıkıp hakkın açığa kavuştuğunu ifade etmiştir.215

Onuncu Fasıl

1- Nişancızâde, el-Câmiu’s-Sağîr’i, Şeyh Bedreddin ise Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’i kaynak göstererek216, bir mesele aktarmıştır. Bu mesele özetle şöyledir: Bir kimse başkasının

zilyedliğinde olan bir ev üzerinde iddiada bulunsa, zilyed de bunu inkâr edip “Bu benim mülkümdür” diye cevap verse ve davacının evin bazı sınırlarında hata ettiğini söylese, verdiği cevap evin bu sınırlara sahip olduğunu ikrar anlamına geldiği için davası

212 Rumuz fihristinde “قب” rumuzu Ebu Bekr Hassâf’ın Edebu’l-Kâdî’si ve şerhleri olarak gösterilmektedir.

Hassaf’ın bu eserine Hinduvânî, Kudûrî, Serahsî, Halvanî, Hâherzâde, Kâdîhan gibi önde gelen fakihler şerh yazmıştır. (Şahıs ve Kitaplar Sözlüğü, “Edebu’l-Kâdî”, s. 1186-1187.) Nûru’l-‘Ayn’ın rumuz listesinde yalnızca Edebu’l-Kâdî olarak geçmektedir.

213 Müellifi daha önce el-Câmiu’l-Fetâvâ’nın müellifi olarak zikrettiğimiz es-Seyyid el-İmam