• Sonuç bulunamadı

3. Nişancızâde’nin Tercihleri

3.2. Nakil Tercihleri

Nişancızâde, muhtevası aynı olan bazı nakilleri farklı kaynaklardan tercih etmiştir. Bu kaynak farklılıklarının geneli için bir neden sunamadık. Bununla birlikte birçok defa Nişancızâde’nin müellifi daha önce yaşamış bir kaynağı tercih ettiğini söyleyebiliriz.155

Fakat yer yer Şeyh Bedreddin daha erken döneme ait bir kaynağı kullanmış olmasına rağmen tercih etmediği de görülmektedir. Her iki müellifin de ortak kullandığı kaynaklardan biri olan Fetâvâ Kâdîhân, Nişancızâde tarafından daha fazla tercih edilmiştir.

Yedinci Fasıl

1- Bir kimse hâkimin huzuruna çıktığında bir ev üzerinde hak iddia edip o evin yerini ve sınırlarını açıklasa ve zilyed de bunu inkâr etse, mahkemeden çıktıklarında davalı davacının iddiasına yönelik ikrarda bulunsa, davacı da bu ikrarı üzerine iki şahitle birlikte hâkime dönüş yaparsa şahitler evi ve sınırlarını bilmiyor olsalar dahi davalının ikrarına şahitlik ettikleri takdirde hâkim davacının lehine hükmeder, dolayısıyla bu şahitlik caizdir. Bu hüküm Câmi‘u’l-Fusûleyn’de Mecmuu’n-Nevazil’den156 aktarılmıştır fakat

Fetâvâ Kâdîhân’da da aynı hükmün geçtiği belirtilmiştir.157 Nişancızâde ise yalnızca

Fetâvâ Kâdîhân’dan alıntı yaptığını belirtmekle yetinmiştir.158

2- Akarın Sınırlarını Belirlemede Yanılma” başlığında el-Muhîtu’l-Burhânî

müellifinin159 arazi hakkında satıcının bir miktar olduğunu söyleyip daha sonra bu

miktarın daha az olduğunun anlaşılması durumu için yorumunun, herhangi bir

155 Örneğin Nişancızâde, bir meselede Kudûri’nin değerlendirmesine yer vermemiş ve aynı hükmü taşıyan

Muhtasaru’l-İmam Kerhî’den155 benzer bir alıntı gerçekleştirmiştir. Müellifin böyle yapmasında Kerhî’nin

Kudûrî’den önce yaşamış bir âlim olması ve dolayısıyla bu sözü önce söylemesinin rol oynadığını düşünüyoruz. (Nişancızâde, NA, vr. 39a.)

156 Ahmed b. Musâ b. İsâ b. İsâ b. Me’mun (ö.550/1155) el-Keşşî’ye aittir. Kitabın tam ismi “Mecmû’u’n-

Nevâzil ve’l-Havâdis ve’l-Vâkıât’tır. Bu eser Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Ebubekr el-Fadl,Ebu Hafs el- Kebîr gibi alimlerin Fetâvâ’larından derlemedir. (Şahıs ve Kitaplar Sözlüğü, “Mecmû’u’n-Nevâzil”, s. 1191.)

157 Nişancızâde, NA, vr. 40b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 63b. 158 Nişancızâde, NA, vr. 40b.

159 Bkz. H. Yunus Apaydın, Yargılama Usulüne Dair, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012, s.

muhayyerlik gerçekleşmeksizin alım satımın geçerli olacağı yönünde olduğu nakledilir.

Fakat Nûru’l-‘Ayn’da "طص" rumuzuyla, Câmiʻu’l-Fusûleyn’de ise "دص" rumuzuyla bu

alıntı gerçekleşmiştir. Câmiʻu’l-Fusûleyn’in rumuz listesini kontrol ettiğimizde bu rumuzun ez-Zahîre müellifi için, "طص" rumuzunun ise Nûru’l-‘Ayn’da olduğu gibi el-

Muhit müellifi için verildiğini gördük. Metnin içeriğinde önemsiz sayılabilecek lafız

farklılıkları tespit ettik. Ayrıca Câmiʻu’l-Fusûleyn’in tercümesinde bu kısmın el-Muhit müellifi olarak geçtiği göz önünde bulundurulduğu takdirde, Halet Efendi nüshasındaki bu rumuzun bir yazım hatası olduğu ortaya çıkmaktadır.

3- Ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’de Ebu Hanîfe ve Sâhibeyn arasında geçen şu ihtilaf

aktarılmıştır: Akar tespiti davasında “Filan kişinin evine bitişiktir” ifadesi dava konusu akarın bulunduğu köyde o şahsın farklı farklı yerlerde arazileri olsa da geçerli kabul edilir. Bununla birlikte o kişi meşhur değilse dede isminin belirtilmesi gerekir. Ebu Hanîfe’ye göre ev bilinen bir ev olsa dahi sınırlarının belirtilmesi gerekir. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise ev bilinen bir ev ise sınırlarının belirtilmesine gerek yoktur. Onlara göre ev herkes tarafından biliniyorsa isim ve nesebin zikredilmesi şart değildir. Bu meselenin el-Fetava’s-Suğrâ’da da bu şekilde geçtiği ifade edilmiştir. Câmiʿu’l-Fusûleyn müellifi “Ben derim ki” diye söze başlayarak Ebu Hanîfe’nin görüşünün tartışılır olduğunu ifade etmiş ve tanınan bir kişinin dede ve babasının ismini zikretmenin gereksizliğini ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’den bir alıntıyla destekleyerek ifade etmiştir. Nişancızâde, Şeyh Bedreddin’in kendi görüşü olarak ifade ettiğini sandığımız bu kısmı,

Fusul’ul-İmâdî’den160 bir alıntı olarak göstermiştir. Fusul’ul-İmadî’ye döndüğümüzde bu

pasajda müellifin Ebu Hanîfe’nin görüşünün tartışılır olduğuna dair bir cümlesine rastlamadık.161

4- “Binanın İstisna Edilmesi ve Benzeri Meseleler” başlığında Fetâvâ Reşîdi’d-

dîn’den şu mesele aktarılmıştır: Davacı, cariye ve çocuğu üzerinde iddiada bulunur,

şahitler bunu doğrular ve hâkim de davacının lehinde karar verirse daha sonra davalının çocuk üzerindeki iddiası dikkate alınmaz. Çocuğun anneye tabi olarak davacıya verilmesi

160 Mecdüddîn el-Üsrûşenî’den sonra el-Fusûl fi’l-muʿâmelât adlı eserinin Semerkantlı Ebü’l-Feth

Zeynüddin Abdürrahîm b. Ebû Bekir İmâdüddin el-Merginânî tarafından yeniden düzenlenmesiyle oluşturulan bir eserdir. İmâdüddin el-Merginânî eseri kırk fasla çıkarmıştır. Fusûlü’l-ʿİmâdî adıyla bilinen ikinci eser büyük ölçüde Fusûlü’l-Üsrûşenî’nin malzemesinden oluşmaktadır. (Bedir, “Üsrûşenî”, 392-93.)

durumunda Ebu Yusuf’a göre davalının itirazı kabul edilirken İmam Muhammed’e göre ise kabul edilmez. Eserde bu bilgilere binaen davacının şahitlerinin istisna etmedikleri şeylerin, şahitliklerini geçersiz kıldığı sonucuna varılmıştır. Şeyh Bedreddin, benzer bir mesele daha aktardıktan sonra Reşîdü’d-dîn’in bu düşünceye, tâbi olanı şahitlik sırasında açıkça ifade edilmiş gibi değerlendirdiği için ulaştığını söylemiştir.162 Ayrıca

Kudûrî’nin163 bu meseledeki bir değerlendirmesini aktarmıştır. Ona göre bahçeli ev

davasında şahitlerin ilk şahitlikten sonra tekrar şahitlikte bulunup binanın zilyede ait olduğunu ve yalnızca bahçe için şahitlikte bulunduklarını ifade etmeleri durumunda, bahçe için şahitliklerinin bina için de olması nedeniyle şahitlerin davalıya binanın kıymetini tazmin etmeleri gerekmektedir.164 Nişancızâde, Kudûri’nin değerlendirmesine

yer vermemiş ve aynı hükmü taşıyan Muhtasaru’l-İmam Kerhî’den165 benzer bir alıntı

gerçekleştirmiştir.166 Müellifin böyle yapmasında Kerhî’nin Kudûrî’den önce yaşamış bir

âlim olması ve dolayısıyla bu sözü önce söylemesinin rol oynadığını düşünüyoruz.

Sekizinci Fasıl

1- “Mülk ve Miras Davası” başlığında iki hâricin bir malın kendilerine miras kaldığını iddia edip tarih belirtmeleri durumunda tarih önceliğine itibar edileceği hükmü aktarılır. İkisinden yalnız biri tarih getirirse Ebu Hanîfe ve Ebu Yusuf’a göre tarih verene ait olur denilmiştir. Yalnızca Ebu Yusuf’a göre tarih verene ait olacağı, Ebu Hanîfe’ye göre ikiye bölünmesi gerektiği de rivayet edilmiştir. İmam Muhammed’in görüşü ise malın tarih belirtmeyen kişiye ait olacağı ya da bir rivayete göre ikisi arasında taksim edileceği yönündedir. Ebu Hanîfe daha önce tarih getirenin lehine hükmedileceği görüşünde iken daha sonra miras davasında tarihe itibar edilmeyeceği, birinin tarihi daha önce olsa da

162 Nişancızâde, NA, vr. 39b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 61a.

163 Tam adı Ebu’l-Hüseyin Ahmed b. Muhammed b. Ahmed el-Kudûrî’dir. (ö.428/1037) Müctehid bir

Hanefî alimidir. Mezhebin temel metinlerinden olan el-Muhtasar’ı telif etmiştir. Mezhebin temel kaynaklarında görüşlerine sıklıkla yer verilir. Ayrıca Şafii fıkhına da hâkimdir. (Cengiz Kallek, “Kudûrî”, DİA, XXVI, s. 321-22.)

164 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 61a.

165 Ebü’l-Hasen Ubeydullah b. el-Hüseyn b. Dellâl el-Kerhî’ye (ö. 340/952) aittir. Hanefî mezhebinin

sistemleştirilmesinde önemli katkıları bulunan, Irak Hanefîliği çizgisinin önde gelen temsilcisi, usulcü ve fakîh olan Kerhî’nin Muhtasar’ı gerek mezhep imamlarının görüşlerinin yorumu gerekse Kerhî’nin şahsî görüşleri için kaynak olarak kullanılmıştır. (H. Yunus Apaydın, “Kerhî”, DİA, XXV, s. 285-87.)

malın yarı yarıya bölüştürüleceğine hükmetmiştir. Çünkü her iki kişi de malın başlangıçta mûrislerine ait olduğunu kabul etmektedir ve mûrislerin mülkiyet tarihi de bulunmamaktadır. Bu durum, iki murisin bir araya gelip mutlak mülkiyet üzerine beyyine getirmelerine benzemektedir. Tabii olarak bu durumda belirttiği tarih önce olana mal verilecektir. Nûru’l-‘Ayn’da bu mesele Şerhu’t-Tahâvî167, ez-Zahîre ve Fetâvâ Reşîdi’d-

dîn ’den aktarılırken, Câmi‘u’l-Fusûleyn’de ise el-Kâfî’den aktarılmıştır.

2- “Satın Alma Davası” başlığında bir kişiden değil de iki kişiden satın alma durumunda nasıl bir hüküm verileceği meselesine Câmiʻu’l-Fusûleyn’de Fetâvâ

Reşîdi’d-dîn ’den, Nişancızâde ise Kâdîhan’dan yaptığı alıntıyla yer vermiştir. Eserde,

hâric ve zilyedin satın alma davasında zilyedin önceliği hükmünün satıcının aynı olması halinde geçerli olduğu ifade edilir. Hâric ve zilyed iki farklı yoldan malı elde ettiğini iddia ediyorsa zilyedin tarihi daha önce olmadığı müddetçe hâricin lehine hükmedilmektedir.168

Dokuzuncu Fasıl

1- “Dava ve şahitlikte yerinde gerçekleştirilen işaret, ihtimali kesmek için ihtiyaç duyulan şeylerin en önemlilerinden biridir.” Bu bilgi Câmi‘u’l-Fusûleyn’de el-Kâfî’den alıntıyken, Nûru’l-‘Ayn’da ise Fevaid’un-Nesefi’den alıntıdır.169

2- “Kadın İçin Şahitlik Etmek” başlığında iki adil şahidin bir kadının ismini ve nesebini vererek bir malın ona ait olduğunu haber verirse bu şahitlik yeterli olur. Çünkü eğer bu şahitliği hâkimin huzurunda yapmış olsalardı, hâkimin hükmü şahitliğin üstüne bina edildiği için geçerli sayılacaktı. Bu durumda onların şahitlik haberinin caiz oluşu gayet açıktır. Şeyh Bedreddin bu bilgileri el-Fetâva’z-Zahîriyye’den, Nişancızâde ise el-

Muhîtu’l-Burhâni’den aktarmıştır.170

167 Şerhu’t-Tahâvî ile büyük ihtimal Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî el-Hacrî el-Mısrî

et-Tahâvî’nin (ö. 321/933) el-Muhtasar adlı eserinin şerhi kastedilmektedir. Bu esere şerh yazanlar arasında Şemsu’l-eimme es-Serahsî, İsbicâbî ve Cessâs yer almaktadır. (Şahıs ve Kitaplar Sözlüğü, “Şerhu’t-Tahâvî, s. 1195.)

168 Nişancızâde, NA, vr. 42a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 69a. 169 Nişancızâde, NA, vr. 46b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 73a. 170 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 75a, 75b; Nişancızâde, NA, vr. 48a.

3- Yalnızca bir kişinin şahitliğinin yeterli olduğu bilgisi Nur’u´l-Ayn’da el-Muhîtu’l-

Burhânî’den, Şeyh Bedreddin tarafından ise kendi görüşünün içinde esere işaret eden bir

ifade kullanılmadan aktarılmıştır.

4- “Dedeyi Zikretmekle İlgili Meseleler” başlığında Şeyh Bedreddin, bazı şürût kitaplarında kişinin dede ismi zikredilmeden lakabı, ismi ve babasının ismi zikredildiği takdirde bunun kabul edileceği yani tarif için bu üç şeyin yeteceği hükümünün geçtiğini söyler. Fakat sahih olan görüşe göre yeterli değildir. Nişancızâde bu bilgiyi Şeyh Bedreddin gibi “bazı şürût kitapları” diyerek değil el-Muhîtu’l-Burhânî’nin yazarına atfederek aktarmıştır.171 Nişancızâde’nin atıf yönteminin daha titiz olduğu bu örnekle de

anlaşılmaktadır.

5- Şeyh Bedreddin, Fusûlu’l-Üsrûşenî’den, Nişancızâde ise Şerhu’t-Tahâvî’den davalının mahkemede hazır bulunması halinde isim ve nesebinin zikredilmesinin gerekmediği; fakat mahkemede değilse dedesinin ismini zikretmek gerektiğini ve Ebu Hanîfe’nin görüşünün bu yönde olduğu hükmünü aktarır.172

Onuncu Fasıl

1- Nişancızâde faslın girişindeki açıklamadan sonra Câmi‘u’l-Fusûleyn’le paralel olarak

ez-Ziyâdât’tan çelişkinin yalnızca kişinin kendisi için değil başkası için de mâni olacağı

bilgisini aktarır. Bu bilgiden sonra bir aynın başkasına ait olduğunu ikrar eden kişinin o aynın kendine ait olduğunu yahut vekalet veya vesayet yoluyla başkasına ait olduğunu iddia etme hakkının bulunmadığına dair hüküm, Şeyh Bedreddin tarafından Kâdî Celâleddin er-Riğdemûnî’den,173 Nişancızâde tarafından ise Ebu Cafer’in el-

Fevaid’inden aktarılmıştır.174

2- Defi’nin Def’i” başlığında Nişancızâde’nin ilk aktarımı Fusûlu’l-Üsrûşenî’den olmuştur. Câmi‘u’l-Fusûleyn’de ise bu kısım, İmâdüddin’in görüşü olarak ele alınmıştır.

171 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 75a; Nişancızâde, NA, vr. 47b. 172 Nişancızâde, NA, vr. 47b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 74b, 75a.

173 Hamid b. Muhammed b. Ahmed el-Kâdî Celâleddin er-Riğdemûnî. Riğedmûnî şeklinde de

okunmaktadır. Muhît müellifi İbn Mâze’nin dayısıdır. Diğer bir rivayete göre dedesidir. Eş-Şürût isimli eseri CF’nin kaynakları arasında yer almaktadır. Bunun dışında El-Mehâdır adında bir eseri daha bulunmaktadır. (Şahıs ve Kitaplar Sözlüğü, “Kadı Celâleddin er-Riğdemûnî”, s. 1189.)

Bu pasajda özetle şu mesele aktarılmıştır: Davacının fiilen zilyede karşı bir iddiada bulunduğu, örneğin malı emanet veya rehin olarak zilyede verdiğini yahut zilyedin ondan gasp ettiğini iddia etmesi durumunda, zilyed filanın kendisine emanet olarak bıraktığına dair delil ortaya koyabilirse husumet def edilmiş olur. Fakat davacı kendinin değil de bir başkasının bu malı ona emanet bıraktığını iddia eder ya da zilyed bir başkasının ona bunu emanet bıraktığını iddia ederse husumet def edilmemiş olur. Bu durumda hâkim, davacı lehine hüküm verir ve daha sonra gâip olan kişi malın kendisine ait olduğuna dair delille birlikte gelirse onun lehine hükmedilir.175

3- “Alım Satım Davasında Defi” başlığında Nişancızâde bir meseleyi ez-Zahîretü’l-

Burhâniyye’den aktarırken Şeyh Bedreddin ise Sadrulislam Tahir b. Mahmud’un el- Fevaid’inden aktarmış, fakat ez-Zahîre’de geçtiğini de belirtmiştir. Bu mesele özetle

şöyledir: Bir kişi bir evin kendisine ait olduğunu, babasının ona baliğ iken sattığını iddia ediyor, zilyed ise davacı küçükken babasının ona sattığını söylüyorsa bu durumda davacının sözü dikkate alınır. Müellif her ikisinin de delil sunması durumunda ise zilyedin delilinin ispat edici olması bakımından kabul edileceğini söylemiştir.176

4- “Nesepte ve Verasette Çelişki” başlığının ilk nakli Câmi‘u’l-Fusûleyn’de

Mecmu’un-Nevâzil’den aktarılırken, Nûru’l-‘Ayn’da ise Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’den

aktarılmıştır. Bu meselede bir davacının dedesine kadar isimleri zikretmek suretiyle birinin amca oğlu olduğunu ispat etmesi durumu ele alınmıştır. Eğer hasmı olan kişi davacının bir yerde başka birinin oğlu olduğunu ikrar ettiğine dair beyyine getirirse davacının iddiası reddedilir. Yine aynı şekilde eğer davacının başka biri içinde nesebini sayarak amca oğlu olduğu iddiasında bulunduğu hasım tarafından delillendirilebilirse davacının iddiası reddedilir. Fakat eğer ölenin babasının davacının iddia ettiği kişi değil bir başkası olduğuna dair delil getirilse davacının beyyinesi reddedilmez. Çünkü şahitlik yani beyyineler, bir hususu nefyetmek için değil, onun varlığını ispat etmek için vardır. Bu durumda da dedenin isminin ispatı hususunda hasım değildir ve beyyinesi ispat ya da nefy için kullanılmaz.177

175 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 81a, 81b; Nişancızâde, NA, vr. 61b. 176 Nişancızâde, NA, vr. 57b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 87b. 177 Nişancızâde, NA, vr. 52a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 94a.

On Birinci Fasıl

1- “Şahitlikte, Dava ve Şahitlik Arasındaki İhtilafa Dair Çeşitli Meseleler” başlığında şahitlerin yalnızca davalının konusunu ikrar ettiğini söylediği bir şahitliğin kabul edileceğine dair mesele Nûru’l-‘Ayn’da Fetâvâ Reşîdi’-dîn’den aktarılırken, Câmi‘u’l-

Fusûleyn’de kaynak gösterilmemiştir. Aynı konunun ele alındığı ve davalının ikrarına

dair beyyinenin borcun sebebini ispat etmek için getirilen beyyine mesabesinde olduğu hükmünün verildiği mesele ise Nûru’l-‘Ayn’da Ebû Câfer’in el-Fevâid’inden, Câmi‘u’l-

Fusûleyn’de ise Kadı Celâleddin er-Riğdemunî’den aktarılmıştır.178

2- Davacı bir akarın kendine ait olduğunu iddia ederken, şahitlerden biri akarın onun mülkü olduğuna şahitlik eder, diğeri ise “bu day´a onun mülkü” diyerek şahitlik ederse, bu şahitlik kabul edilmez. Zira akar, üzerinde bina olan arsaya denilirken, day´a179 ise

yalnızca arsanın bir ismidir. Bu durumda akar iddiasında bulunulmuş ama bostan için şahitlik yapılmış gibi olur ki akar bostan olmadığı için iddia kabul edilmez. Fakat ilk meselede akarı day´a diye isimlendirmek caiz olduğu için bu şahitliğin kabul edileceğini söyleyenler de vardır. Bu mesele, Câmi‘u’l-Fusûleyn’de Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’ den aktarılırken, Nûru’l-‘Ayn’da ise Fetâva’z-Zâhiriyye’den aktarılmıştır.180

3- Bir sebebe dayalı mülkiyet davasında şahitler eğer yalnızca mutlak mülkiyete şahitlik yaparlarsa bu şahitlik geçersiz olur. Fakat davacının, yalnızca kişinin ismini verip nesebini zikretmeyerek iddiada bulunduğu takdirde şahitlerin yalnızca mutlak mülkiyet iddiasında bulunması geçerli olacaktır. Bu mesele Nişancızâde tarafından Kâdî Zahîreddin’den aktarılırken, Şeyh Bedreddin tarafından el-Muhîtu’l-Burhânî’den aktarılmıştır.181