• Sonuç bulunamadı

2. Üslup-Telif Tarzından Kaynaklanan Farklılıklar

2.1. Konuyu Tertip Etme/Sunma Yöntemleri Arasındaki Fark

2.1.2 Nişancızâde’nin İhtisar Ettiği Meseleler

Nişancızâde’nin ihtisar etmesinin birkaç sebebi vardır: Meselenin satırlar sonra daha uygun bir yerde genişçe zikredilecek olması, bir önceki hüküm düşünüldüğünde öngörülebilir olması, nakledilen kısımda maksadın yeterince hâsıl olması. Bununla birlikte kimi zaman meselenin ihtilaf üzere kalmasını dilediği için meseledeki doğru hükmün ne olduğuna dair kanaat belirten Şeyh Bedreddin’in yorumuna da yer vermemiştir. Fakat Nişancızâde’nin bu tercihi daha önemli bir maksat ihtiva ettiği için salt ihtisardan ibaret değildir.

Yedinci Fasıl

1- Semerkandî’nin eş-Şürût’undan71, İmam Muhammed’in görüşüne istinaden akar davasında önce şehrin, sonra mahallenin daha sonra sokağın zikredilmesi gerektiği görüşü aktarılmıştır. Semerkandî, özelden genele doğru yani sokak, mahalle ve şehir sıralamasını benimseyenlerin de olduğunu ve bunu akarı nesebe kıyas ederek yaptıklarını ifade eder. Zira nesep davasında soy bakımından yakın olanlardan uzak olanlara doğru

70 Nişancızâde, NA, vr. 66a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 102b,103a.

71 Hâkim Ebu Nasr Ahmed b. Muhammed es-Semerkandî’ye (550/1155) aittir. (Şahıs ve Kitaplar Sözlüğü,

bir gidiş takip edilir, dolayısıyla önce kişinin ismi, daha sonra baba ismi en son ise dede ismi zikredilir. Fakat akar davasında İmam Muhammed’in görüşünün daha uygun olduğunu, çünkü genelin özel ile bilinebileceğini, bunun aksinin mümkün olmadığını ifade eder.72 Nişancızâde, bu alıntıda Semerkandî’nin görüşünü özet olarak vermeyi tercih etmiş, akar davasında yer belirtirken özelden genele yahut genelden özele doğru bir sıralama yapılacağı mevzusunu nesep davasıyla ilişkilendirmemiştir.73

2- “Binanın İstisna Edilmesi” başlığında Şeyh Bedreddin, bahçeli ev (راد)74 meselesinde şahitlik esnasında binanın ve bahçenin ismen zikredilmesi konusuna geçiş yapar. Örnek olarak Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’den bir nakil getirir. Burada ilk şahitlikten istisna yapılarak bir kısmından geri dönülmesi durumunda şahitliklerinin geçersiz olacağı hükmünü aktarır.75 Fakat Nişancızâde Şeyh Bedreddin’in yorumuna ve getirdiği örnek

meseleye yer vermez. Çünkü bu meselenin konusu, daha sonra el-Asl ve el-Akzıye eserlerinden kaynaklanan rivayet farklılığı merkeze alınarak uzunca aktarılmıştır.76

3- Akar sınırlarını ifade etme konusundan sonra akar tespiti yapılırken kaç sınırın söyleneceği meselesi ele alınmıştır. El-Muhitu’l-Burhânî77’den yapılan nakle göre üç

sınırın belirtilmesi yeterlidir. Dördüncü sınır noktası ise üçüncü sınırın bitiminden ilk sınır noktasının başlangıcına uzanan kısımdır. Câmiʿu’l-Fusûleyn’de Nesefî’nin el-

72 “سكعلاب لا صاخلاب فرعي ماعلا ذإ” İmam Muhammed’in düşüncesini açıklayan bu sözden şunu anlıyoruz: Tarif

yaparken önce daha genel olandan başlanması, genel olanın tarifi daha az gerçekleştirmesi ve özele doğru gittikçe tarifin nihayete erip daha anlaşılır olmasından kaynaklanmaktadır. Kanaatimize göre aslında nesepte de önce kişinin kendi ismiyle başlanması tarifin en genel ve az anlaşılır hali olduğu içindir. Şeyh Bedreddin, CF, vr. 55a, 55b.

73 Nişancızâde, NA, vr. 36b.

74 Bu kelime bina, arsa, mahalle için kullanılan câmiʹ bir lafızdır. Ülke/diyar manasına geldiği de

söylenmştir. (Mutarrizî el-Harizmî, el-Muğrib fî tertîbi’l-Murib, Suriye-Halep: Mektebetü Üsâme b. Zeyd, 1979, s.298.) CF’de “راد” kelimesi arsa ve binayı kapsayan alan için kullanılmıştır. Biz de CF’nin tercümesindeki “bahçeli ev” ifadesini bu kelime için uygun gördük.

75 Şeyh Bedreddin, CF, 60b, 61a. 76 Nişancızâde, NA, vr. 38b.

77 El-Muhîtü’l-Burhânî fi’l-fıkhi’n-Nuʿmânî. Burhânüddîn (Burhânü'ş-Şerîa) Mahmûd b. Ahmed b.

Abdilazîz el-Buhârî el-Mergīnânî’nin (ö. 616/1219) eseridir. Burhaneddin Buharî bu eserde, İmam Muhammed’in Hanefî mezhebinde zâhirü’r-rivâye diye bilinen altı kitabındaki meseleleri bir araya toplamış, bunlara nâdirü’r-rivâye ve vâkıât kitaplarında geçen meselelerle babasından öğrendiği tamamlayıcı bilgileri de eklemiştir. (Mustafa Uzunpostalcı, “Burhaneddîn el-Buharî”, DİA, VI, 435-37.) Müellif İbn Mâze olarak da bilinmektedir. (Bkz. Şahıs ve Kitaplar Sözlüğü, “İbn Mâze”, s. 1188.)

Fetâvâ’sı78, el-Fetâva’z-Zahîriyye79 ve Fetâvâ Kâdîhân’dan alıntılarla konuya devam

edilmiştir.80 Nişancızâde ise muhtemelen konuya bu genişlikte yer vermeye gerek

görmediği için sınır noktasının hükme dahil olup olmayacağı ve bu sınır noktasının ne olabileceği konusuna geçiş yapmıştır.81

Sekizinci Fasıl

1- “Nikah Davası” başlığında el-Muhîtu’l-Burhânî’den şu mesele aktarılmıştır: İki adam, onlarla nikahı olduğunu reddeden bir kadın üzerinde nikah iddia ederse ve içlerinden biri nikaha, diğeri hem nikaha hem de kadının ikrarına dair delil getirirse kadın hakkında diğerinin delili daha kuvvetli olduğu takdirde ikrar iddiasında bulunanın lehine hükmedilmez. Çünkü nikah delili içinde ikrar delilini de barındırdığı için ikrarı tespit etme noktasında deliller eşitlenmiş olur. Bu durumda ikrarın tercih edileceği de söylenmiştir. Câmi‘u’l-Fusûleyn’de bu mesele aktarılırken Nûru’l-‘Ayn’dan farklı olarak her iki görüşün (ikrarın tercih sebebi olduğu veya olmadığı) dayandığı fıkhi temel açıklanmıştır. Bu mesele için Şeyh Bedreddin görüş beyan eder. Ona göre beyyine tehâtür82 nedeniyle bâtıl olmuştur, bu nedenle ikrarın da bâtıl olması gerekmektedir. Bu görüşünü, iki adamın nikah için delil getirip daha sonra içlerinden birinin ikrar için de delil getirmesi meselesinden farklı olacağını, böyle bir durumda ikrarın bu delil ile sabit olup bâtıl olmayacağını ifade ederek açıklar. Nişancızâde Şeyh Bedreddin’in görüşünü zikretmiş, devamında yaptığı açıklamaya ise yer vermemiştir.83

78 Bu eser CF’nin rumuz listesinde Ebu Hafs Necmeddin Ömer b. Muhammed (ö. 537/1142) Nesefî’nin

Fetâvâ’sı olarak verilmiştir. Fakat NA’ın rumuz listesinde bu adla bir eser yoktur. CF’de bu eser için verilen "نف"rumuzu, NA’da Fevâidu’n-Nesefî isimli eser için kullanılmıştır. Ebü’l-Fazl Burhânüddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed en-Nesefî’nin (ö. 687/1289) ise Fevâʾidü Burhâni’d-dîn adında bir eseri vardır. Zaman zaman bu rumuzun her iki eserde kullanılması ve ifadelerin aynı olması kaynağın tek olduğunu düşündürse de Nişancızâde’nin bu kaynağının CF’dekiyle aynı olup olmadığını tespit edemedik.

79 Zahîrüddîn Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ömer’e (ö.619/1222) aittir. Zaman içinde ortaya çıkan

nevâzil ve vâkıat) fıkhî konularına dair fetvaların toplandığı bir eserdir. (M. Esat Kılıçer, “Buhârî, Zahîrüddin”, DİA, VI, s. 376.)

80 Şeyh Bedreddin, CF, 56a, 56b. 81 Nişancızâde, NA, vr. 37a.

82 Tehâtüru’l-beyyinât: Delillerin düşmesi. (Erdoğan, Sözlük, ed “Tehâtüru’l-beyyinât”, s. 559.) 83 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 159a; Nişancızâde, NA, vr. 43a.

2- “Mülk ve Miras Davası” başlığında İki kişinin iddiada bulunduğu ayni mal üçüncü bir şahsın ya da her ikisinin birden elindeyse tarih zikredip zikretmemelerine göre çeşitli hükümler verilmiştir. Nişancızâde, Câmi‘u’l-Fusûleyn’de olduğu gibi bu konuda Ebu Hanîfe, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e ait olan bütün görüşleri el-Kâfi84 eserinden

aktarmış fakat bunu yaparken ihtisar yoluna gitmiştir.85

Dokuzuncu Fasıl

1- El-Muhitu’l-Burhânî’de mahzar ve sicil arasındaki farkın geçerli oluşuna dair delil, ez-

Ziyâdat’ta86 yer alan bir hükümle açıklanır. Bu hükme göre bir kişi hâkime ölen birinin

varis olduğunu iddia edip bunu delillendirirse, bu verasetin nedenini açıklamadığı sürece hâkim onun verasetine hükmetmez. O kişinin getirdiği şahitler bir beldenin hakiminin o kişinin ölünün tek varisi olduğuna dair hüküm verdiğini ve bu hükme onları şahit kıldığını, fakat veraset sebebini bilmediklerini söyledikleri takdirde, ikinci hâkim veraset nedeni bilinmese de bu kişiyi varis kılacaktır. Çünkü hâkimin hükmü doğruya ve kanuna uygun olmaya hamledilir. Bu eserde aynı şekilde sicil ve hâkimin mektubu arasında da fark olduğu söylenmiştir. Bir görüşe göre şöyle bir ifade açıklanmaya muhtaç olduğu için sicilin sıhhatini iptal etmektedir: “Hükmî nevazil (güncel meseleler) ve şer’î hadiselerle sabit olduğu vecihle bu hüküm, benim nazarımda sabit olmuştur.” Bu ifadenin sicilin sıhhatine zarar vermeyeceğini düşünenler de vardır.87 Nişancızâde bu kısımda ihtisar

yapmış ve yalnızca sicil ve hâkim mektubunun da bir önceki hükümdeki gibi farklı

84 Bu eser, Hâkim eş-Şehîd’e ya da Ebü’l-Berakat en-Nesefî’ye ait olabilir. Hâkim eş-Şehîd’e ait olan eser,

el-Muhtasarü’l-kâfî diye de anılmaktadır. Müellif, İmam Muhammed’in zâhirü’r-rivâye kitaplarını birleştirip tekrarları çıkararak konuları fıkıh bablarına göre düzenlemiştir. Hanefî mezhebinde İmam Muhammed’in eserlerinden sonra temel kaynaklardan biri sayılmaktadır. (Beşir Gözübenli, “Hâkim eş- Şehîd”, DİA, XV, s. 196.

Ebü’l-Berekât en-Nesefî’ye ait olan eserin tam adı el-Kâfî fi Şerhi’l-Vâfî’dir. Hanefî füru doktrininin orta ölçekte bir özeti olup Şafî ve Mâlikîlerin görüşlerine de yer verilmiş olan el-Vâfî’nin şerhi olan eser, dibâce ve ferağ kaydında belirtildiğine göre el-Hidâye’nin eksik ve muğlak bıraktığı yerleri tamamlamak amacıyla el-Câmi’il-kebîr, ez-Ziyâdât, Nazmü’l-hilâfiyat ve el-Asl yanında bazı vâkıât ve fetvâ kitaplarından yararlanılarak yazılmıştır. (Murteza Bedir, “Nesefî Ebü’l-Berekât”, DİA, XXXII, s.567-68.)

85 Nişancızâde, NA, vr. 41a.

86 Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin(ö.189/805) “zâhirü’r-rivâye” diye bilinen eserlerinden biridir. Ez-

Ziyâdât, sistematik ve kapsamlı bir fıkıh eseri değil, İmam Muhammed’in önceki eserlerine yaptığı ilâvelerden meydana gelen bir çalışmadır. (Murteza Bedir, “ez-Ziyâdât”, DİA, XXXXIV, s. 483-84.)

olacağını belirtmekle yetinmiştir.88 Bu ihtisarın sebebinin bu açıklamanın elzem olmayıp

bir önceki hüküm düşünüldüğünde öngörülebilir nitelikte oluşundan kaynaklandığını düşünüyoruz. Zira mahzar ile sicil arasındaki fark, sicilin hâkim hükmüne daha çok delalet etmesi; hâkim mektubu ile sicil arasındaki fark da aynı şekilde hâkim mektubunun hâkimin hükmüne delâletinin sicile nispetle daha fazla olmasıdır.

2- Faslın ilk başlığına geçmeden önce Fetâvâ Reşîdi’d-dîn’den Farsça yapılan bir şahitlikteki mülkiyet nispetinin hâkim tarafından kabul edileceği, hâkimin bu sözün mülkiyete delalet ettiğini duyması halinde hüküm vermeye hakkı olduğu aktarılmıştır.

Câmi‘u’l-Fusûleyn’de bu kısım biraz daha uzun ele alınarak bu şahitlerin, hâkimin

kendilerinden açıklama istemesi halinde yalnızca mülkiyeti davacıya nispet edip, davalının dava konusu şeyi elinde haksız yere bulundurduğuna dair bir ifade kullanmamasının nasıl bir hükme yol açacağının alimler arasında ihtilaflı olduğu belirtilmiştir. Reşîdi’d-dîn’e göre böyle bir durumda davacı eğer mülkiyet talep ediyorsa lehine hükmedilir, eğer malın kendisine teslimini istiyorsa bunun için şahitlerin davalının malı haksız yere elinde bulundurduğunu ifade etmesi gerekmektedir. Aynı şekilde davalının elini çekmesi gerektiğini söylemelerinin şart koşulup koşulmayacağının da ihtilaflı olduğunu ifade eden müellif, bunun şart olmadığını düşündüğünü belirtmiştir.89

Nişancızâde’nin bu alıntıyı devam ettirmemesinin sebebinin Reşîdi’d-dîn’in, bu meselede mülkiyet iddiasıyla dava konusu olan şeyi teslim talebini ayırdığı hükme katılmaması olabileceğini düşünmekteyiz.

Onuncu Fasıl

1- “İfa, İkale ve İbra Davalarında Defi” başlığında ez-Zahîretü’l-Burhâniyye’de90

davacının semen iddiasında bulunması, davalının önce alım satımı reddedip davacı buna dair delil getirdikten sonra semeni ödediğini/borcunu îfâ ettiğini söylemesi durumu ele alınmış ve çelişki sebebiyle bu îfâ iddiasının kabul edilmeyeceği aktarılmıştır. Uddetu’l-

88 Nişancızâde, NA, vr. 47a.

89 Nişancızâde, NA, vr. 47a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 74a, 74b.

90 İbn Mâze’nin eserlerinden biridir. El-Muhît’in özeti niteliğindedir. (Mustafa Uzunpostalcı,“Burhaneddîn

Müftin eserinde ise satıcının önce alım satımı reddedip daha sonra müşteri delil getirince

ikâle yapıldığını iddia etmesi durumunda bu defi’nin kabul edileceği ifade edilmiş, ikâle değil de semenin îfâsını veya ibrâ edildiğini iddia etmesi durumunda defi’nin kabulünün müteahhirin nezdinde ihtilaflı olduğu aktarılmıştır.91 Görüldüğü üzere ez-Zahîre müellifi

îfâ iddiasını çelişki nedeniyle kabul edilemez görürken, Uddetu’l-Müftîn’in müellifi ise konunun tartışmalı olduğunu belirtmiştir. Nişancızâde bu iki eserdeki görüşleri aktarmakla yetinirken, Şeyh Bedreddin ise her iki meselede hasmın delilinin dinlenmesi gerektiğini -İmam Züfer’in görüşünün aksine- ve davalının satışı inkâr etmesinin davacıyı yalanlamak manasına geldiğini dolayısıyla yok hükmünde olduğunu belirterek kanaatini dile getirmiştir.92

2- “Nesepte ve Verasette Çelişki” başlığında el-Câmi fi’l-Fetâvâ93 eserine göre hasmın, ölenin dedesinin, davacının beyyine getirdiği kişiden farklı biri olduğunu ispatlaması durumunda birinci için bir hüküm verilmemişse çelişki sebebiyle hiçbir hüküm verilmeyeceği aktarılmıştır. Eğer birinci için hüküm verilmişse ikinci için de hüküm verilmez. Şeyh Bedreddin bu meseleye bir yorumda bulunmuştur. Ona göre hasmın nesep konusunda ileri sürdüğü şeyden önce başka bir hâkimin hükmüne dair davacı belge getirirse birinci hükmün önceliği dolayısıyla ikinci hüküm iptal edilir.94

Nişancızâde, muhtemel ki Şeyh Bedreddin’in bu yorumuna hâkim tutanağının önceliğinin daha önceki fasıllarda da işlendiği üzere bariz oluşundan dolayı yer vermemiştir.

3- Onuncu fasılda “Îfâ, İkâle ve İbrâ Davalarında Defi” başlığında ez-Zahîre ve

Uddetu’l-Müftîn eserleri arasındaki satıcının önce alım satımı reddedip daha sonra ikâle

iddiasında bulunduğunu söylemesinin çelişki olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusundaki ihtilafta Şeyh Bedreddin’in değerlendirmesine yer vermemiştir.95

91 Nişancızâde, NA, vr. 58b; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 87b, 88a. 92 Şeyh Bedreddin, CF, vr. 88a.

93 Es-Seyyid el-İmâm Nâsıreddîn eş-Şehîd Muhammed b. Muhammed’e (ö.556/1161) aittir. Câmiu’l-

Fetâvâ olarak da bilinir. (Şahıs ve Kitaplar Sözlüğü, “es-Seyyid el-İmâm Nasıreddîn”, s. 1193.)

94 Nişancızâde, NA, vr. 52a; Şeyh Bedreddin, CF, vr. 94a. 95 Nişancızâde, NA, vr. 58b.