• Sonuç bulunamadı

NEO-KLASİK İKTİSAT KURAMINI ELEŞTİRİYE AÇIŞ

Marjinalizmin altın çağı 1900'lerde, Rus matematiksel-iktisatçı Vladimir Karpovich Dmitriev (1868–1913), dolaysız emek-dolaylı emek formülüyle, Ricardo'yu iki bilinmeyenli (fiyat ve kâr) bir problemin çözümü için tek denklem kurmakla suçlayan L. Walrasa karşı, Ricardo’nun emek-değer teorisinin geçerliliğini kanıtlamaya çalışmıştır. Dmitriev, reel ücretin bilindiği bir durumda, üretim sürecinin uzunluğu ve kullanılan emek birimlerinin, bir birim ücret malının üretimine giren miktarından, kârı saptamanın mümkün olduğunu; dolayısıyla, kârın bulunabilmesi için ücret malının fiyatının daha önce belirlenmiş olmasının şart olmadığını kanıtlamıştır (Dobb, 1970: 346-348).

Dmitriev, Ricardo'nun, maliyeti emekle açıklamasının, bir malda birikmiş emek miktarının, sermayenin üretildiği ilk çağa kadar geri gitmesi gerektiği anlamına gelmediğini belirmiştir. Bunun için, sermayede birikmiş dolaylı emek ile bir malın üretimine katılan dolaysız emek miktarının incelenmesi yeterlidir. Dmitriyev, Bir malın üretimine katılan dolaysız emek ve dolaylı emek miktarlarını, aşağıdaki denklemle göstermekteydi (Kazgan, 2000 [1969]: 153):

Denklemde, , cari teknolojik koşullarda, a malının üretiminde harcanan toplam emeği; , kullanılan dolaysız emeği; … , a malının üretiminde kullanılan

sermaye araçlarının katsayısını göstermektedir. … ise, bu sermayenin üretimine harcanan emek miktarıdır. Denklemdeki N ve m'ler, teknik katsayılardır. Sistemde,

121

bilinmeyenlerin sayısı denklem sayısına eşittir. Dolayısıyla, X'ler için, mevcut doğrusal denklem sistemi, tek bir çözüm verecek şekilde çözümlenebilir.

Üretim sürecine dahil olan herhangi bir girdi, süreç sonunda üretimde harcanan miktarından ve diğer mallardan bir artık, yaratmışsa, art-ürün ya da kâr haddi belirlidir ve fiyatlardan bağımsızdır. Dimitriev, analizini emek dışındaki diğer girdileri de kapsayacak biçimde genelleştirerek, üretim sürecinin sonunda oluşan kârın fiyattan bağımsız olacağını ve kârın sadece üretim koşullarıyla belirleneceğini göstermek istemiştir (Kazgan, 2000 [1969]: 154).

Böylece, Marx’ın da hareket noktası olan, bölüşüm teorisinin temel sorununa gelinmiş oluyordu: üretime katılan girdilerin, süreç sonunda, kendilerinden kullanılandan daha fazlasını, bir artı-ürünü yaratabilmesini sağlayan şey neydi? Dmitriev’in vardığı sonuçlar ondan yaklaşık yüz elli yıl önce Quesnay’ın (1759) vardığı sonuçlarla aynıydı. Dmitriev’in analizinin doğruluğu, yarım asır sonra Wassily Leontief’ın (1906-1999) geliştirdiği “girdi-çıktı analizi”nde kanıtlanmıştır. Buna göre bir mal hem üretim malı (girdi) hem de tüketim malıydı (çıktı) ki bu, aynı zamanda Klasik iktisadın çağdaş yorumcusu ve Neo-klasik yaklaşımın en büyük eleştirmenlerinden biri olarak kabul edilen Sraffa'nın çalışmalarında vardığı sonuçları da doğrulamış oluyordu (Sraffa, 2018 [1960]: 95-102; Kazgan, 2000 [1969]: 153-154).

Tam da bu noktada Sraffa'nın, Neo-klasik teorinin eleştirisine yaptığı en büyük katkı ortaya çıkmaktadır; malların mallarla ve emek tarafından üretildiği, üretim kesimleri arasında teknolojik bağımlılığın olduğu, çok-mallı bir üretim sisteminde bölüşümün, üretimin teknolojik özellikleriyle açıklanması mümkün değildir. Sraffa’nın bu önermesinin hedefinde Neo-klasik, marjinalist bölüşüm teorisinin olduğu gayet açıktır (Akyüz, 1980: 276). Neo-klasik analizin üretim fonksiyonundan marjinal verim, marjinal verimden de üretim faktörlerinin bölüşümden aldıkları paylar belirlenir. Sraffa'nın sisteminde ise farksızlık eğrisi analizleri, arz-talep kanunu, ölçek ekonomileri yasaları, farklı piyasa şekilleri gibi marjinal teorinin dayandığı analiz araçları yer

122

almadığından sermaye ile emek arasında, üretime katılan son birimin verimini esas alan bir yöntemle bölüştürmenin yapılabilmesi mümkün değildir.

Ayrıca marjinalist mekanizmanın işleyebilmesi, denklemlerindeki değişkenlerden en az birinde mutlaka bir değişme olması şartına bağlıdır. Böyle bir değişim olmaksızın, marjinal yöntemin herhangi bir işlevi kalmamaktadır. Örneğin; tüketim miktarı bir birim artırılmadan marjinal fayda; girdi ya da üretim miktarı bir birim artırılmadan marjinal verim ve marjinal maliyet anlaşılamaz. Dolayısıyla, hiçbir değişmenin olmadığı, her dönem, kendini tekrar eden bir ekonomide, marjinal verimden veya marjinal maliyetten söz etmek mümkün değildir ve böyle bir ekonomiyle karşılaşılması halinde doğal olarak Neo-klasik teori bu ekonomide değer diye bir şeyin olmadığı ve bir bölüşmenin gerçekleşmediğini iddia etmek durumunda kalacaktır (Sraffa,1960: 51-52).

Oysa her ekonomide olduğu gibi burada da, mutlaka değeri belirleyen ve bölüşümü gerçekleştiren yasalar vardır. O halde, değer ve bölüşümün belirlenebilmesi için üretim faktörlerindeki ya da üretim ölçeğindeki değişmelere bağlı olmayan, evrensel ilkeler bulmak gerekmektedir. Marjinal teori, yukarıda açıklanan değişmelere bağımlı olması nedeniyle hiçbir değişmenin gerçekleşmediği bir ekonomik sistemi açıklamaktan aciz kalması nedeniyle bu nitelikte, evrensel bir teoriye denk gelemez.

Bir de, marjinalist yaklaşımın üretim sürecini, üretim faktörlerinden tüketim malına doğru tek yönlü bir sistemle açıklaması sorunu vardır ki; bu durum, her hangi bir faktör ya da faktörler tarafından üretilen bir malın başka bir mala dönüşemeyeceği varsayımıyla sonuçlanır. Oysa Klasik düşünürler Quesnay’ın (1759) Tableau

Économique'indan bu yana, üretim sürecini tek yönlü değil, döngüsel olarak kabul

edilmişlerdir (Sraffa,1960: 161). Aynı şekilde daha sonra Leontief’ın (1966) girdi-çıktı tablosunda da aynı malların, hem girdi hem de çıktı olduğu gösterilmiştir. Gerçekten de her hangi bir nihai mal, bir başka mal veya hizmetin üretiminde girdi olarak kullanılma potansiyeline her zaman sahiptir.

123

Bir diğer eleştiri ise, önceki bölümde detaylı olarak açıklanan Neo-klasik fiyat teorisinin, ürün fiyatlarının üretim maliyetinden bağımsız olduğu varsayımına yöneliktir. Oysa Sraffa'ya göre, malların üretimi yine mallarla gerçekleştiğinden, yani aynı mal hem girdi hem de çıktı olarak kabul edildiğinden, bir malın üretim faktörlerinin fiyatı, malın fiyatına; söz konusu malın fiyatı da, o malın üretiminde kullanılan faktörlerin fiyatına bağlı olmaktadır (Sraffa,1960: 77-79).

Aslında, Sraffa'nın Neo-klasik teoriye yönelttiği yukarıdaki eleştirilerinin bazıları, bu teorinin Marksist eleştirisinde, örneğin Dobb’da (1940) bulunabilmektedir (Akyüz, 1980: 277). Bilinçli, ideolojik görmezden gelme tutumu nedeniyle egemen iktisat öğretisinde hiç yer bulamamış olmasının yanı sıra; Marksist eleştirilerin analitik ve terminolojik niteliği de bu eleştirilerin tamamen etkisiz kalmasına neden olmuştur. Denilebilir ki Sraffa eleştirisinin başarısı, yerleşik teorinin genel çerçevesinin sınırları dışına çıkmamasında ve biraz da geliştirdiği sistemin analitik gücünde ve kullandığı terminoloji ile bir diyalog kurabilmesinde yatmaktadır.