• Sonuç bulunamadı

2.4. DAVİD RİCARDO

2.4.3. Emek-Değer Teorisi

“Yeryüzündeki tüm ürünler, emeğin, makinelerin ve sermayenin bir arada kullanılması ile elde edilen her şey, toplumu meydana getiren üç sınıf arasında bölüşülür; bu üç sınıf, toprak sahibi, toprağın ekilip biçilmesinde gereken mal mevcudunun, bir başka deyişle sermayenin sahibi ve son olarak emekleriyle toprağı işleyen işçiler olarak adlandırılır.

“Bununla birlikte, yeryüzündeki toplam ürünlerin bölüşümünden, bu sınıfların her birinin rant, kâr ve ücret adı altında aldıkları payların oranları da, toplumun gelmiş olduğu aşamaya göre, epey farklı olacaktır; toprağın gerçek verimi, üretimde sermayenin ve emeğin yoğunluk derecesi, beceri, ustalık ve ekimde kullanılan araç-gereçler gelirin dağılımında belirleyicidir. Söz konusu gelir dağılımını düzenleyen yasaların saptanması ise, Siyasal İktisat’ın en temel sorunudur.”

Yukarıdaki alıntı, Ricardo’nun, “Siyasal İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri”

başlıklı eserinin önsözünden yapılmıştır (s. 5). Bu kısa pasaj, Ricardo’nun; eserinin ağırlık merkezini özetlemesi açısından önemlidir.

Malların, başka mallar ve emek tarafından üretildiği ve alınıp satılabildiği bir sistemde, çözülmesi gereken ilk problem malların değişim oranlarının; bir başka deyişle değerlerinin saptanması olmaktadır. Çünkü değişim değerleri belirlenmeksizin, sermaye birikimi ve bölüşüm gibi sorunların incelenebilmesi mümkün değildir. Bu sorunun büyüklüğünü ise hala çözülememiş olmasından anlamak mümkündür.

58

Adam Smith, altın-gümüş fiyatlarının piyasadaki arz-talep koşulların değişmesi sonucunda dalgalanmalara tabi olduğu gerekçesiyle malların değerinin, harcanan mutlak emekle veya aynı emeğin piyasada satın alabileceği zahire miktarıyla ölçülmesi gerektiğini öne sürmüştü. Oysa Ricardo, zahire fiyatları ve (Malthusçu nüfus-ücret yaklaşımından dolayı) işçiye yapılan ödemelerin de, altın ve gümüş fiyatlarının tabi olduğu arz-talep dalgalanmalarına tabi olduğunu; bu nedenle de değerin saptanmasında bir ölçüt olarak kullanılamayacaklarını ileri sürer.

Ricardo’ya göre bir malın değeri, o malı üretmek için harcanan göreli emek miktarı tarafından belirlenir; Emekçiye ödenen ücretin çokluğu ya da azlığının ya da zahire fiyatlarının, malın değerinin belirlenmesinde herhangi bir belirleyiciliği yoktur. Yine Ricardo’ya göre, hiçbir işe yaramayan veya bireylere hiçbir bakımdan doyum sağlamayan bir mal, ne kadar kıt olursa olsun; elde edilmesi için gereken emek miktarı ne kadar çok olursa olsun, değişim değerinden yoksun olur (Ricardo, 1817: 7-15). Yani kıt bir malın aynı zamanda alıcısına bir fayda (gıda giyim vs.) veya tatmin (altın, elmas vs.) sağlaması de gerekmektedir; ancak faydalılık, değişim faaliyeti için bir kriter olmaktan uzaktır. Su veya hava örneğinde olduğu gibi faydalılık, değişim değerinin mutlak ölçütü olamamaktadır. Dolayısıyla malların gerçek değerlerinin kaynağı, elde edilmeleri için gereken nispi emek ile birikmiş emek olarak tanımlanan sermaye miktarı ve kârdan oluşan üretim maliyetidir (Ricardo, 1817: 314). Bunlara faydalı ve az bulunur olma kriteri eklendiğinde ise değişim değeri elde edilir.

Ricardo’nun emek-değer teorisine göre, bir ekonomide nüfus artınca gıda talebi de artar; bu da gıda fiyatlarının yükselmesine neden olur ve aynı zamanda yeni kaynak arayışlarını tetikler. Böylece sadece verimli topraklarda yapılmakta olan tahıl üretimi, rant getirisi daha az olan, verimi düşük topraklara, oradan da hiç rant getirisi sağlamayacak ölçüde verimsiz olan topraklara doğru genişler (Ricardo, 1817: 40).

Üretimin verimli topraklarda gerçekleştiği ilk durumda, elde edilen tahılın değeri, bu tahılın üretiminde kullanılan sermaye, emek ve rant giderleri tarafından

59

belirlenmektedir. Bu durumda elde edilen gelirin bölüşümü de yine bu üç faktör arasında gerçekleşir (s. 42).

Üretimin verimsiz topraklarda gerçekleştiği ikinci durumda ise tahılın değeri, rant ödemesi söz konusu olmadığından, sadece sermaye ve emek tarafından belirlenmektedir. Verimsiz topraklara rant ödemesi yapılmadığından, rant geliri elde eden bir sınıf da mevcut almaz. Böylece bu üretim tipinde bölüşüm, sermaye ile emek arasında gerçekleşmiş olur (s. 44-45). Bundan sonra sermayenin ve emeğin tanımlanması ve bunlardan birinin ötekinin cinsinden ifade edilerek, denklemdeki bilinmeyenlerin sayısı düşürülmesi gereği ortaya çıkmıştır. Böylece sistem bir kademe daha basitleştirilmiş olacaktır.

Gerek Smith, gerek se Ricardo açısından sermayenin, aslında işçinin emeğinin verimini artırmaya yönelik alet ve makineler olduğunu belirtmekte fayda var. Sözgelimi: toprağın kazınması; ekinlerin biçilmesi, toplanması ve aktarılması gibi işler, elle yapılmak yerine, kürek, orak, tırmık, yaba gibi aletler kullanılarak yapıldığında, birkaç işçinin yapabileceği işi tek bir işçi yapabilecektir. Aynı şekilde bu işler, daha ileri aşamalarda ekme-biçme makineleri ile yapıldığında verim daha da artacaktır. İşte emeğin verimini artırmaya yönelik üretilen bu tip alet ve makineler sermayenin ta kendisidir. Burada yeni olan şey işçinin alet ve makinelerle donatılması, bir başka deyişle emeğin sermaye ile donatılmasından ibarettir.

Bu durumda sermayenin kaynağının ne olduğu; kim ya da ne tarafından üretildiği şeklinde bir soru ortaya çıkmaktadır. İkinci durumda verimsiz topraklarda üretim yapılması sonucu, rant faktörünün devre dışı kalmasıyla birlikte model, bir kademe daha basitleştirilmiş olmaktadır. Bu soyutlamanın getirdiği avantajı kullanan Ricardo, sermayeyi emek cinsinden ifade etmeye çalışmıştır. Zira bunda başarılı olabilirse, üretimin tamamen işgücü tarafından gerçekleştirildiği sonucuna ulaşılabilecekti.

60

“Emek, her şeyin ilk ve asıl satın alma bedeli olarak ödenmiş akçesi; her zaman,

her yerde her türlü malın değerinin kıyaslanabileceği tek ölçü birimi ve dünyadaki bütün zenginliklerin kaynağıdır.”

Sözleriyle tanımladığı ‘sermayenin de ilk kaynağı emektir” ilkesini benimsemiş ve bu bağlamda sermayeyi ‘dolaylı emek’ ya da ‘birikmiş emek’ olarak tanımlamıştır (Sraffa & Dobb, 1951: 410).

Ricardo’ya göre sermayeyi üreten de emek olduğuna göre, emeği doğrudan emek, sermayeyi ise “birikmiş emek” ya da “dolaylı emek” olarak tanımlamak mümkündür (Ricardo, 1817: 300). Bu açıklamadan sonra da, rant getirisi olmayan verimsiz topraklarda, tahıl üretiminin sadece emek (doğrudan emek + dolaylı emek) tarafından gerçekleştirdiği, sonucuna ulaşılacaktır. İşte Ricardo’nun modeline “Emek- değer" teorisi denmesinin nedeni, üretimi ve büyümeyi gerçekleştiren tüm faktörlerin tek bir kaynağa (emeğe) indirgenmiş olmasıdır. Emek-değer teorisinin dayandığı başlıca varsayımlar, aşağıda verilmiştir (Ricardo, 1817):

1. Ricardo modelinde ekonominin tamamını tek ve büyük bir çiftlik gibi ele alınmıştır.

2. Sermayenin emeğe oranı tüm üretim dallarında sabittir. Örneğin, her bir işçi için bir kürek gibi (s. 17).

3. Malthusyen nüfus yasası gereği “Ücretlerin tunç kanunu” geçerlidir; yani işçiler, uzun dönemde sabit ve asgari geçimlik ücrete tabidirler. Ücretler yükseldiğinde artan refah, işçilerin daha çok çocuk yapmasına neden olur, bu da işgücü arzının artmasına ve ücretlerin tekrar düşmesine neden olmaktadır (s. 60-67).

4. Emek homojen olmakla birlikte nitelikli birim emek, birim kaba emeğin katları şeklinde belirlenebilmektedir. Örneğin bir ustanın birim emeği üç niteliksiz işçinin emeğine ya da bir kuyumcunun bir günlük emeği bir işçinin dört günlük emeğine eşit sayılabilir. Böylece türdeş hale gelen emek, artık miktar olarak

61

hesaplanabildiğinden, malların içerdiği emek miktarı tespit edilebilir hele getirilerek mübadele değerleri belirlenebilmektedir (s. 15).

5. Verimsiz topraklara rant ödemesi yapılmadığından; bu tip topraklarda üretim, sadece sermaye ve emek tarafından gerçekleştirilir. Dolayısıyla toprak sahiplerinin üretimde ve bölüşümde etkileri yoktur (s. 47-50).

Ricardo, Malthus ve Say tarafından ifade edilen, nüfus artışının, ücretleri düşüreceği tezini kabul etmekle birlikte; ücret düşüşlerinin toprak sahibinin rant’ının yükselmesine neden olacağı tezine karşı çıkar. Ücretler düştüğünde ne rantın aldığı payın, ne de toplam hasılanın (reel) miktarı değişmez ancak bu toplamın bölüşümü kâr lehine değişir. Emeğin, bölüşümden aldığı pay düştükçe, çiftçinin kâr olarak alacağı pay daha da büyüyecek veya tersi olacaktır (s. 300). Bu bölüşüm çiftçi ile emekçiler arasında gerçekleşeceğinden toprak sahibinin durumunda her hangi bir değişime neden olmayacaktır.

Aynı şekilde toprak rantındaki değişmeler de sadece rant ile kârın toplam hasıladan aldıkları payları birbirinin aleyhine değiştirecek; ücretin aldığı payda her hangi bir değişiklik olmayacak; toprak sahibinin aldığı rant sıfır olsa dahi emekçinin bundan her hangi bir kazancı olmayacaktır (s. 300-301). Görüldüğü gibi her iki durumda da diğer faktörlerin payındaki azalma çiftçiye aktarılmaktadır. Rantın bölüşümden aldığı payın olası artışı ise, çok daha uzun bir sürecin sonunda gerçekleşir. Şöyle ki, kâr oranındaki her artış, sermaye birikimini artırır, sermayeyle birlikte yatırımların da artmasıyla, işgücü talebi ve dolayısıyla, emeğin ücreti artar; bunu nüfus artışı izler, toprağa olan talep artar ve bu nedenle rantın artması da kaçınılmaz olur (s. 301-302).

Ricardo’nun, modeli, sermaye birikimi ile bölüşümün karşılıklı ilişkileri üzerine kurulmuştur: kâr, sermaye birikiminin kaynağı durumundayken, sermaye birikimi ise bölüşülmesi dolayısıyla kârı belirlemektedir. Bu bakımdan, ilerde Marx'ın ortaya atacağı, kapitalist üretimin temel çelişkisi Ricardo'nun modelinde de kendini göstermektedir (Akyüz, 1980: 1).

62

Ricardo 1823'te henüz 51yaşındayken öldüğünde, yapıtında tespit ettiği mutlak değer ile nispi değer arasındaki fark ve değerin değişmez ölçüsü gibi sorunlara çözüm bulmaya çalışıyordu. Günümüzde neo-Ricardianlar olarak adlandırılan iktisatçılara ilham kaynağı olan taslak halindeki el yazmalarından oluşan söz konusu yarım kalmış çalışmaları Piero Sraffa ve Maurice H. Dobb’un editörlüğünde derlenip 1951-1973 yılları arasında 11 cilt olarak basımı yapılmıştır (Savran, 1997: 11; Kurz & Lager, 2010: 14-16).