• Sonuç bulunamadı

Neo-klasik analizde üretimin üç temel faktörü olan, emek, toprak ve sermayeden; emek ve toprağın gerek kısa, gerekse uzun dönemdeki miktarları veri olarak alınmakta ve bu miktarların nasıl belirlendiği problemi araştırılmamaktadır. Ancak sermaye, fiziksel üretim araçlarını içermesi dolayısıyla, üretilmiş olan ve yeniden üretimi mümkün olan bir faktör olması nedeniyle, emek ve toprak faktöründen oldukça farklıdır.

Sermaye teorisi, üretim faktörlerinin üretim koşullarının incelenmesi, bu araçların miktarları, üretim fiyatları ve bu araçların üretiminden ve kullanımından elde edilecek getirinin saptanmasına yöneliktir. Bu açıdan bakıldığında problemin aslında bir yönüyle dinamik bir “sermaye birikimi” ve “büyüme” problemi olduğu (ya da olması gerektiği) görülecektir. Ne var ki, Jevons'ta başlayıp, Böhm-Bawerk’le birlikte, Avusturya sermaye teorisinde gelişen ve Wicksell'de en olgun şeklini alan bu yaklaşımda, sorunun bu yönü ele alınmamıştır. Neo-klasik sermaye teorisi, daha ziyade statik koşullarda, üretim faktörlerinin üretimi ve kullanımına ilişkin sorunları açıklamakla sınırlıdır (Kazgan, 2000 [1969]: 151).

Marx, artı-değerin, sömürüden doğduğunu ileri sürerken, Böhm-Bawerk, onu, sermayenin hak edilmiş ve kapitalizmin amaçlarıyla uyumlu bir getirisi olarak tanımlamıştır. Böhm-Bawerk, özünde, her sistemde geçerli evrensel ikisat kanunlarını aradığını ve bulduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla da faizi, sosyalist ekonomi sisteminde de yer verilmesi gereken bir gelir kategorisi olarak kabul edilmektedir (Böhm-Bawerk, 1930 [1899]: 22-23).

Böhm-Bawerk, Marx’a iddiayla karşı çıkıyordu. İlki, Nassau Senior’un geliştirdiği bekleme ya da sakınma argümanıdır. Bu kavram, kapitalistlerin bugün

106

tüketim yapmaktan vazgeçerek, tasarruflarını, üst-düzey sermaye ve üretim mallarına yatırmalarını ifade eder. Bu olay, aynı zamanda mal ve hizmetlerin çoğaltılması ve iyileştirilmesi çabasıdır. Faiz getirisi ve girişimci kârı, tüketiminden mahrum kalınan bu bekleyen faktörün getirisini ifade ettiğinden, kapitalistlerin ve girişimcilerin kayıplarının telâfisi olarak meşrulaştırılmaktadır. İşadamları, sermayedarlar, yatırımcılar ve toprak sahipleri, ödeme yapılması için beklemek zorundadır. Oysa belirli bir miktar emeği bir ücret karşılığında harcamaya razı olan işçiler, beklemek zorunda değildir (Böhm- Bawerk, 1930 [1899]: 81-84). Böhm-Bawerk’in değindiği bir başka önemli nokta; iş dünyasındaki kapitalist ve girişimciler risk almalarına karşın, işçiler herhangi bir risk almamaktadırlar (Skousen, 2003: 206-207). İşveren iflas edecek olsa dahi işçiler, en fazla son maaşlarını kaybedecek ve yeni bir iş aramak zorunda kalacaklar; başkada bir kayıp yaşamayacaklardır. Kapitalistler ve girişimciler ise toprak, emek ve sermayeyi birleştirerek piyasada rekabet edecek olan ürünleri, üretirler. Ne var ki kâr edip etmeyecekleri belirsizdir. Kısaca, işçilerin risk düzeyi, kapitalist-girişimcilerinkinden büyük oranda daha düşüktür. Ayrıca klasiklerin iddialarının aksine işçiler, geçimlik ücretin üzerinde çalışmakta ve birikim yapabilmektedir. Dolayısıyla ekonomik faaliyetler sonucu oluşan kâr ile faiz getirisi, doğal ve meşrudur.

Bawerk’e göre, kapitalizmin ayırt edici niteliği, özel mülkiyet, serbest bireysel girişim ve piyasa ekonomisi gibi niteliklere haiz, kurumsal yapıya sahip olması değil; sarmayeli, ya da dolambaçlı üretim biçimidir. Sermaye ise birikmiş emekten ibaret değil daha çok birikmiş doğal güçtür (s. 99) Böhm-Bawerk, teorisinde, sermayeyi iki açıdan yorumlamıştır: birincisi, ‘üretim aracı’ olarak sermaye; ikincisi, ‘faiz getirisi sağlayan kaynak’ olarak sermaye (Böhm-Bawerk, 1930 [1899]: 100-102).

Üretim aracı olarak sermaye, toprak ve emekten ayrı bir üretim girdisi değil; bunlar tarafından daha sonra kullanılmak üzere yaratılan bir araçtır. Asli üretim araçları toprak ve emek olmakla birlikte, sermayeli (ya da dolaylı-dolambaçlı) üretim, aynı miktar toprak ve emekle, daha fazla ürün üretir; ayrıca, sadece toprak ve emekle üretilemeyen malların da üretilmesine olanak tanır.

107

“Faiz kaynağı olarak sermaye” ile ilgili, psikolojik ve teknik kökenli üç neden sayılabilir (Böhm-Bawerk, 1930 [1899]: 103-105):

1. İnsanlar, gelecekteki gelir ve ihtiyaç durumlarıyla ilgili genellikle iyimser olma eğiliminde olduklarından, bugünkü malları, faiz ödeme pahasına gelecektekilere tercih ederler.

2. Hayatta olup olmayacakları belirsiz olduğundan, bugünkü malları, gelecekteki mallara tercih ederler.

3. Bugünün üretim araçları, geleceğin aynı miktar araçlarına oranla, ihtiyaçların tatmini açısından, daha üstündürler; dolayısıyla da, marjinal faydaları ve değerleri daha büyüktür.

Neo-klasik sermaye teorisinin belirleyici iki temel unsurdan söz edilebilir. Bunlardan biri; sermayenin iki boyutlu, bütüncül bir değişken olarak ele alınmış olmasıdır. Değişkenin birinci boyutu, üretim araçlarının üretilmesi için gerekli olan emek miktarı, diğer ise emek kullanımının yayıldığı dönemin uzunluğu ya da kısaca zamandır. Bunun sonucu olarak, sermayenin bütüncül olarak ifade edilmesinde kullanılan ölçü birimi, bu iki boyuttan türetilen ücret maliyetidir (Akyüz, 1980: 152- 153). İkinci temel unsur, tasarruf etmenin, bir başka deyişle sermaye birikiminin, alternatif maliyeti olarak belirlenen şeyin, tüketiminden vazgeçilen malların miktarının olmasıdır. Burada, bireylerin öznel, zamanlar-arası tercihleri, bugünün ve geleceğin tüketimine verdikleri göreli önem ön plana çıkmakta ve bu, sermaye arzının belirleyici temel unsuru olmaktadır.

Böylece, üretim araçlarının verimliliği ve maliyeti gibi problemlerin, sadece bu araçların üretim koşullarına değil, aynı zamanda bireylerin tercihlerinin belirleyicisi olan tüketim mallarının da üretim koşullarına bağlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede Neo-klasik sermaye teorisinin, birbirine bağlı üç temel sorundan meydana geldiği söylenebilir (Akyüz, 1980: 153-154):

108

1. Üretim araçlarının, üretim koşullarının belirlenmesi ve bu araçların bütüncül bir sermaye kavramına dönüştürülmesi,

2. Üretim araçlarının ya da bu araçların bütüncül bir ifadesi olarak sermayenin üretimdeki rolü, başka bir deyişle, sermayenin verimlilik üzerindeki etkisi, 3. Sermaye arzının belirlenmesi gibi bir sorunun ortaya çıkıyor olması; bireyler

zamanlar-arası tercihlerini belirlerken, tüketimlerin elde edecekleri getiriyi sermaye arzının sağladığı, üretimdeki verimlilik artışından kaynaklanan getiri oranı ile kıyasladığından, bir faiz-kâr teorisinin oluşmasına neden olmaktadır. Menger, Böhm-Bawerk ve Wieser gibi Avusturyalı iktisatçılar, ekonomik büyümede, sermaye/faiz oranlarının rolüne ilişkin önemli önermelerde bulunmuşlardır. Maddi olarak gelişmek isteyen bir toplumda bireyler; “dolambaçlı” üretim süreçlerinde daha fazla tasarruf ve yatırım yaparak, teknolojiyi geliştirerek, işçilerin nitelik ve verimlerini artırarak; malların ve hizmetlerin üretim sürecini geliştirmek için işbirliği içinde çalışmalıdır. Ancak bu koşullar altında ekonomik gelişme sürecinde faiz oranları etkili olmaya başlar. İnsanlar daha fazla tasarruf ve dolayısıyla daha fazla yatırım yapacak olurlarsa, faiz oranları azalacak, bu da ekonomik gelişmenin anahtarı rolüne sahip, daha çok yatırım ve teknolojiyi teşvik edecektir. Fakat bu tasarruflar, devlet tarafından suni yollarla yaratılmamalı, gerçek olmalıdır (Skousen, 2003: 260).