• Sonuç bulunamadı

B. Sahih Olmayan Haberler

I. BÖLÜM

2.3. KAYNAKLARI

2.3.2. Nehcü’l-Belâğa’da Zikredilen Kitap İsimleri

Nehcü’l-Belâğa’nın kaynakları dendiği zaman akla ilk gelen Radî’nin zikrettiği kaynaklardır. Bunun yanı sıra Radî’nin zikretmediği ancak verdiği metinler ile aynı olan ondan önce yazılmış kaynaklar da Nehcü’l-Belâğa’nın kaynakları arasında sayılmalıdır. Ancak Radî nadir yerler hariç râvî veya kitap adı zikretmemektedir. “Mesâdiru Nehci’l- Belâğa ve Esânîduhu” de bunun sebepleri olarak müellif Abduzzehra el-Hüseynî el- Hatîb şu gerekçeleri saymaktadır:

Kaynaklarda geçen rivayetlerle Radî’nin Nehcü’l-Belâğa’da verdiği metinler arasında biraz farklılık olabilir. Bu bazen ibare fazlalığı bazen noksanlığı şeklinde veya kelime değişikliği şeklinde olabilir. Bazen de aşağıda sayacağımız sebeplerden ötürü rivayetin bir bölümü düşmüş olabilir:

1-Şerif Radî zamanında var olan kütüphane ve kitapların fitneler ve benzeri sıkıntılar gibi çeşitli sebeplerle bu gün için yok olması877

875 Bkz. Ğazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, II, 311 (Kitâbu’l-Emri bi’l-Ma’rûf ve’n-Nehyi ani’l-Münker) 876 el-Hatîb, el-Mesâdir, IV, 303

877 el-Hatîb, A.g.e, I, 26. el-Hatîb bu konuyu anlatırken şöyle demektedir: “Şiîlerin kitapları ve kütüphaneleri bu hal üzere olmaya (yani yakılıp yıkılmaya ve baskılara maruz kalmaya) tâ Osmanlılar zamanına kadar devam etti. Şayet onların Irak’ı Safevilerin elinden geri aldıklarında yaptıklarından başka bir şey yapılmamış olsaydı bile bu durum söylediğimizin şahidi olarak yeterdi.” Bkz. I, 26

Onların “Yenâbîu’l-Mevedde” isimli kitabın birinci baskısını yakmaları ve ikinci baskısını tahrif etmeleri konusunda yaptıkları unutulmuş (gizli) değildir. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu devrinde Bağdat’ta merhum imam Kâşifu’l-Ğitâ’nın “ed-Dîn ve’l-İslâm” isimli kitabının birinci baskısını yaktılar.

2-Radî kitabının dîbâcesinde şöyle demektedir: (Hz. Ali’nin) sözlerini aktaran rivayetler çok değişiklik arzetmektedir. (Bu sebeple) bazen bir rivayetten bir söz alınmış ancak sonradan ondan daha güzel ifadelerden oluşan veya fazlalığı bulunan başka bir rivayet bulunduğunda, o söz tekrar edilmiştir.

3-Şerif Radî Nehcü’l-Belâğa’yı fıkıh kaynağı veya ahkâmın toplandığı bir eser olsun diye yazmamıştır. Bilakis eserini halka Hz. Ali’nin sözlerinin edebi içerikli olanlarının bir kısmını arzetmek için yazmıştır. Bu nedenle Radî’nin senetleri ve az bir miktar dışında kaynakları zikretmediğini görürsün. Radî seçilen metinlerde konu bütünlüğü ve uyumuna özen göstermemiştir.878

Bazen çeşitli amaçlara binaen uzunca bir hutbe vermekte, bazen de az bir kısmını alıp çok kısmını terk ederek vermektedir. Eserde

Cezzar Ahmet Paşa’nın Cebel-i Âmil’i işgal ettiğinde yaptıklarını zaman asla unutmaz. O şehir ve köylerde âlimlerin kitaplarının yakılmasını serbest bıraktı. Hatta öyle ki (Efrân Ağa!) yedi gün boyunca Âmillilerin kitaplarını yaktı. (Şuhedâu’l-Fazîle, s. 263’den naklen)

Artık Nehcü’l-Belâğa’nın kaynaklarının başına asırlardır musallat olan bu olaylar ve sıkıntılardan sonra birisi çıkıp hala Nehcü’l-Belâğa’nın satır satır bütün kaynaklarına ulaşmayı arzular ve rağbet eder mi? Hayır bu asla mümkün değildir. Bkz. el-Hatîb, A.g.e, I, 26. el-Hatîb’in bu iddialarına karşılık olarak Sayın Dalkıran’ın makalesinden bir bölüm aktarmak yerinde olacaktır:

“Kemal Paşa-zâde şu hususlara da dikkat çeker: Şah İsmail ve tabileri "Benim yüzümden iki grup helâk oldu: Beni aşırı sevenler ve bana bugzedenler" haberinden câhil ve gafillerdir. Şah İsmail, Tebriz'e girerek sırf intikam için kırk elli bin Akkoyunlu'yu katletmiş, Hasan Han'la Mirza Ahmed'in kabri hariç diger emirleri ve sultanları mezarlarından çıkartıp cesetlerini yakmış, düsmanlarını büyük ve küçük demeden öldürmüş, ölü ve dirisi ile yakıp külünü göğe savurmuş ve insanların kalplerine büyük korku salmıştır. Tebriz'den sonra Irak'a giden Şah İsmâil, Kazvin, Isfahan, Kum, Kâsan, Rey, Hemedan, Semnan ve Damgan'ı aldı ve Ehl-i Sünnet'e mensup bulunanları katletti. Akkoyunlulardan otuz bin kişi ile karşısına çıkan Mirza Murad'ı da maglup edip, yirmiden fazla Türkmen Beyinin boynunu vurarak, Fars vilâyetlerine girer. Bura halkına da her türlü eziyeti yaptı, Irak ve Acem'den beter eder. Sultan Murad'ın boşalttığı Bagdat'a girdi. Râfizî olduğu bilinenlerle, durumları meçhul olanlar kurtulurlarken, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'dan olanlar azap girdabında boğulurlar (İbn-i Kemâl, Tevârîh-i Âl-i Osman, IX. Defter, vr.2447, vr. 123b-125b.). Kemal Paşa-zâde, burada Şah İsmâil ve tâbilerinin yaptıklarını Moğolların yaptıkları ile mukayese eder ve bunların yaptıklarının Moğolların yaptıklarından daha kötü olduğu kanaatına varır. Ona göre Moğollar, sırf dirilere zulmetmişlerken, Râfizîlerin zulümleri ise ölüleri de içine almıştır. Bundan sonra Şah İsmâil, Seybek Han'ı da Merv yakınlarında yenip, onu da iskence ile öldürtür. Buradan Herat'a geçerler ve daha önce ifade edildigi gibi, Allame Taftazânî'nin nebîresi (torunu) olan Seyhülislâmı talebeleri ile katlederler. Kemal Paşa-zâde, konuyu söyle tamamlar: "Şah İsmâil'in yaptıgı zulüm ve iskence Hind'de, Sind'de, Hata ve Hatan'da velvele bıraktı. Arap'ta ve Acem'de yakında ve uzakta onunla savaşmaya kâdir kimse kalmadı. Her nerede kim varsa, bu gaddar onu yendi."( İbn-i Kemâl, a.g.e., vr.2447, vr. 123b-125b.). Bkz. Dalkıran, Sayın, İran Safevî Devleti’nin Kuruluşuna Şiî İnançların Etkisi ve Osmanlı’nın İran’a Bakışı, s.72-73Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, yıl 2002, sayı 18, s. 55-102.

878 Kanaatimizce bu cümle tartışılabilir. Aynı konudaki hutbe ve mektupların aynı başlıklar altında toplanmadığı doğrudur. Ancak eserde en fazla yekûn tutan konular ile Şiî inanışı arasında bir bağlantı olduğu açıktır. Mesela ilk hutbeler her ne kadar ayrı başlıklarda verilmişse de ortak özellikleri kaynaklarda Hz. Ali’nin halife olunca okuduğu ilk hutbeler veya muhalifleri biat etmeye çağırdığı ya da eleştirdiği hutbelerdir. İlk üç halife hakkında onları metheden sözler yanında mutlaka eleştiren veya karalayan sözlere de yer verilmektedir. Hz. Aişe, Talha, Zübeyir, Amr b. el-Âs ve benzeri Şiîler tarafından sevilmeyen ve tasvib edilmeyen sahabileri karalayan metinlere defaatle yer verilmektedir. Muâviye’nin haksız ve Müslümanlığında samimiyetsiz olduğu, onunla ve adamlarıyla savaşmanın dinin gereği olduğu konusunda çok fazla mektuba yer verilmektedir. Şiî itikadını destekleyen ve daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan konuları içeren hutbelere yer verilmesi vb. konular Şiî inanışın göz ardı edilmediğine açıkça işaret etmektedir.

çeşitli yerlerde düzensiz olarak verilmiş bölümler ve karışık şekilde verilmiş hikmetli sözler bulunmaktadır. Çünkü Radî kitabının başında zikrettiği gibi güzel ve hikmetli nükteleri bir araya getirmeyi gaye olarak belirlemiş, konu bütünlüğünü ve ifadeler arasında irtibat olmasını hedef olarak belirlememiştir.

4-Radî bazen bir sözün kendi amacına uygun olan kısmını almakta ve kitabının bölümlerinde bir araya toplamaktadır. Bu durum kitapta sayılamayacak kadar çoktur. 5-Müelliflerin çoğu bu sözlerden kendi mezhebine ve itikadına uygun olanı nakletmektedirler.

6-Râvîlerin çoğu sözleri lafız olarak değil mana olarak nakletmektedirler. Bu nedenle râvîler bazen bir kelimeyi mürâdifiyle değiştirmekte veya ibareyi benzer bir mana ile nakletmektedirler. Bu durum sadece Hz. Ali’nin sözleri için söz konusu değildir bilakis Hz. Peygamber’in hadisleri için de geçerlidir.879

Sahabiler Hz. Peygamberle olan sohbetleri ve onun arkasında çokça namaz kılmalarına rağmen namaz konusunda aralarında ihtilâf etmişlerdir… Bu nedenle şayet râvîler manada ittifak etmişlerse bir hutbe veya sözün lafzında ihtilâf etmelerinin bir zararı yoktur.880

Mesâdir’de tespit edilen Şerif Radî’nin Nehcü’l-Belâğa’da zikrettiği râvî ve kitap isimleri881 şunlardır:

1.el-Beyân ve’t-Tebyîn, Câhız: Şerif Radî 32’inci hutbe882 hakkında Câhız’ın (255/868) adını ve hutbenin kaynağı hakkında söylediği sözü nakletmektedir.

Câhız, el-İkdu’l-Ferid’de Muâviye’ye nisbet edilen bu hutbeyi Hz. Ali’ye nisbet etmektedir. Bu hutbenin kaynakları hakkında tahric bölümünde bulabildiğimiz bilgiler

879

el-Hatîb, A.g.e, I, 27 880 el-Hatîb, A.g.e, I, 28

881 Her ne kadar Radî zikretmemiş olsa da Nehcü’l-Belâğa üzerine yapılan inceleme ve tahriclerde sıkça karşılaşılan kaynakların bir kısmı şunlardır: Vâkıdî (207/822)’nin eserleri; Ebu’l-Fazl Nasr b. Muzahim el-Minkari (212/827)'nin Kitabu Vak’ati Sıffin’i; Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm’ın (224/838) Ğarîbu’l- Hadîs’i; Ebû Osmân Amr b. el-Câhız (255/868)'ın el-Beyan ve't-Tebyin'i; Ebû İshak İbrahim Muhammed b. Said es-Sekafî (283/896)'nin el-Ğârât'ı; Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezid el-Muberred (285/898)'in el-Kamil'i; Ahmed b. Ebi’l-Ya'kûbî (292/904)'nin Târîh'i; Muhammed b. Cerir et-Taberî (310/922)'nin Târihu'l-Umem ve'l- Mulûk'u; el-Küleyni (329/940)'nin el-Kâfî’si; Ebu’l-Hasan Ali b. Huseyin b. Ali el- Mes’ûdî (346/957)'nin Murûcu'z-Zeheb ve Meâdinu'l-Cevher'i; İbn Kuteybe’nin (276/889) Târihu'l- Hulefâ, el-İmâme ve's-Siyâse ve Uyûnu’l-Ahbâr isimli eserleri; Ebû Ca’fer Muhammed b. Ali b. Huseyin b. Babeveyh el-Kummi eş-Şeyh Sadûk (381/991)'un eserleri; Şeyh Müfîd (413/1022)'in eserleri… 882

verilmiştir. Ayrıca Câhız Hz. Ali’nin yüz sözünü toplamış ve övgüyle bahsetmiştir. Câhız’ın adı Nehcü’l-Belâğa’da başka yerlerde zikredilmemekle birlikte sözlerin bazıları onun kitabından alınmadır. Bu durum Câhız’ın Nehcü’l-Belâğa ile anılması için yeterli sebeptir. Câhız’ın rivayet ilimlerinde güvenilir birisi olup olmadığı hakkında bazı bilgileri aktarmaya çalışacağız:

Şerif Murtazâ “Emâlî”883

sinde Câhız’dan bahsetmektedir. Emâlî’de Câhız’ın aleyhinde çok fazla ayrıntıya girmeden ilmi konularda ve söz sanatında usta birisi olduğuna işaret edilmektedir: “Müberred şöyle demiştir: İlim öğrenme konusunda şu üç kişiden daha hırslı olanı görmedim; Câhız, Feth b. Hakan ve İsmail b. İshak el-Kâdî. Câhız hangi kitap olursa olsun eline geçirdiği bir kitabı başından sonuna okurdu.”884

Emâlî’nin dipnotunda Câhız hakkında şu bilgi verilmektedir: “Ebû Amr’dan şöyle rivayet edilmiştir; Ebu’l-Abbas Ahmed b. Yahya’nın meclisinde Câhız’ın adı geçti bunun üzerine dedi ki: “ondan bahsetmeyi bırakın çünkü o sika birisi değildir.” Ezherî de şöyle demiştir; Câhız sika kimselerden onlara ait olmayan sözleri rivayet etmiştir. Câhız’a güçlü bir dil, açık bir konuşma kabiliyeti ve geniş bir ilim verilmişir. Ancak şu kadar var ki ilim ve marifet ehli kimseler onu zemmetmiş ve sahibu sıdk (sözleri doğru/sadakat sahibi) olmadığını söylemişlerdir.”885

Şiî rical kitaplarında bazı Şiî âlim ve râvîlerin hayatı anlatılırken “Câhız ondan rivayette bulunmuştur” denilmektedir. Buradan anlaşılan Câhız dönemindeki Şiî ulema ile iyi geçinmiş en azından onlardan bazı sözleri aktarmakta bir beis görmemiştir. Câhız’ın Mu’tezilî olması ve rivayet ehlinden olmaması gibi etkenler senedleri nazar-ı itibara almadan metinler üzerinde çok rahat konuşmasını kolaylaştırmıştır. Bu sebeple o el-İkdu’l-Ferid’de Muâviye’nin hutbesi olarak geçen bir metni886 Radî’nin dediğine göre; “Bunu Muâviye söylemiş olamaz muhtemelen Ali söylemiştir. Çünkü Muâviye dünyayı zemmeden ve zühdü tavsiye eden bir konuşma yapmaz” mantığıyla Hz. Ali’ye nisbet etmiştir. Ancak ilgili hutbe tahric bölümünde incelenmekle beraber Câhız’ın söylediği söz Radî’nin yorumladığı gibi değilir. Câhız hutbeyi Hz. Ali’ye nisbet etmemekte sadece Hz. Ali’nin sözlerine benzediğini söylemektedir.

883 Murtazâ, Emâlî, I, 138-139 884 Murtazâ, Emâlî, I, 138

885 Murtazâ, Emâlî, I, 139. Kitabı tahkik eden Muhammed Bedruddîn el-Halebî’nin dipnotu. 886

Şiî kaynaklarda adı sıkça geçenlerden İbn Kuteybe (276/889) öğrencisi olmasına rağmen Câhız hakkında olumsuz şeyler söylemektedir:

“Onun bazen Osmân taraftarlarını rafizilere karşı müdafaa ettiğini, bazen de Zeydiyye’yi Osmân taraftarlarına ve Ehl-i Sünnet’e karşı müdafa ettiğini görürsün. Bazen Ali’yi üstün tutar, bazen de aşağı düşürür.

Rasûlullâh şöyle dedi der ve hemen ardından el-Cemmaz şöyle dedi veya İsmail b. Ğazvan şöyle dedi diyerek (bu adamların sözlerini Rasûlullâh’ın sözleriyle yan yana) zikreder ve buna benzer fahiş şeyler zikreder. Hâlbuki Rasûlullâh, el-Cemmaz ve İsmail b. Ğazvan’ın isimlerinin bulunduğu bir kitapta zikredilmekten münezzehtir. Nerede kaldı ki aynı sahifede veya bu isimlerden bir iki satır sonra zikredilsin.

(Câhız) bir kitap yazar, orada Hristiyanların Müslümanlara karşı olan delillerini zikreder887 , sıra Hristiyanların hatalarını saymaya gelince, delil getirmekten vazgeçer. Böyle yapmakla o sanki Hristiyanlara, onların bilmedikleri (Müslümanların aleyhine olan) şeyleri göstermek ve imanı zayıf olan Müslümanları şüpheye düşürmek ister gibidir.

Câhız’ın kitaplarında gülünç ve abes şeyler yazdığını ve bununla, gençlerin ve nebiz içenlerin gönüllerini çekmek istediğini, onları kendisine meylettirmek istediğini görürsün.

Hadislerle öyle alay eder ki, bütün ilim ehli bunun alay olduğunu anlar. Mesela balığın ciğeri888, şeytanın boynuzu889

, Hacer-i Esved’in beyaz olduğu, onu müşriklerin kararttığı890, bu takdirde Müslümanların, Müslüman olunca onu beyazlatmalarının

gerektiği gibi şeyleri; içinde rıdâ’ (süt emme) ile ilgili ayetleri ihtiva eden ve Hz. Aişe’nin sedirinin altında bulunan bir sahifeyi koyunun yemesini zikreder.

887

İbn Kuteybe, Te’vîlu Muhtelifi’l-Hadîs/Hadis Müdâfaası, Trc. Hayri Kırbaşoğlu, s. 82

888 Bkz. Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiyâ, 1 (IV, 132 no: 3329); Tefsîru’l-Kur’ân, 8 (VI, 19 no: 4480); Rikâk, 51 (VIII, 113 no: 6545). Cennette mü’minlere ilk ikram edilecek yiyeceğin balığın midesinin sarkan kısmı olduğuyla ilgili bir hadis.

889 Fitnenin doğudan zuhur edeceğini ifade eden bir hadis olup birçok kaynakta geçmektedir. Bkz. Buhârî, Bedu’l-Halk, 11 (IV, 133 no: 3279); Müslim, Fiten, 16 (IV, 2228 no: 2905) Ahmed b Hanbel, Müsned, VIII, 307 (no: 4679)

890 Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 14 (no: 2795); Ziyâuddîn el-Makdisî, el-Ehâdîsu’l-Muhtâre, X, 261 (no: 275); İbn Huzeyme, es-Sahih, IV, 219 (no: 2733); Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, XI, 453 (no: 12285). Bu hadisin senedi muhakkikler tarafından genellikle zayıf olarak değerlendirilmektedir.

Yine karga ve horozun içki başına oturmaları, hüdhüd kuşunun, anasının cenazesini başında taşıması, kurbağanın tesbih etmesi, güvercinin boynundaki gerdanlık ve buna benzer şeyler hakkındaki Ehl-i Kitab’ın sözlerini zikreder.

Bütün bu anlattıklarımızla birlikte o, üstelik bu ümmetin en yalancısı ve en çok hadis uyduranı ve batıla en çok yardım edenidir.

Kim sözünün de amelinden sayıldığını bilirse, az ve sadece faydalı şeyler konuşur.891

Her kim te’lif ettiklerinden ve yazdıklarından mesul olduğunu bilirse, bir şeyi ve onun tam tersini yapmaz ve batıl olduğuna inandığı şeyleri yerleştirmek için bütün gücünü sarfetmez. Bu hususta er-Riyâşî şu şiiri söylemiştir: “Kıyamet günü görmekle sevinecek olduğundan başkasını yazma.”892

Şerîf Radî dünyayı zemmeden bir hutbeyi893

Hz. Ali’ye nisbeten verirken şöyle demektedir: "Bazı cahiller bu hutbeyi Muâviye'ye isnat etmişlerdir. Ama hiç şüphesiz bu hutbe Hz. Ali'nindir. Altın nerede, kum nerede, tatlı su nerede, acı su nerede? Bunun en büyük delili de edebiyatçı, eleştirmen ve basiret sahibi Amr b. Bahr'ul-Câhız'in "el- Beyân ve't-Tebyîn” isimli kitabında söylediği sözdür. Câhız bu hutbeyi Muâviye'ye isnat edenleri zikretmiş ve sonra da şöyle demiştir:

“Bu hutbe İmâm Ali'nin sözüne ve halkı kısımlara ayırış metoduna daha çok benzemektedir, insanları taksim usulü, içinde bulundukları sıkıntı ve zillet, sakınma ve korkuyu haber vermesi, Ali’nin sözü olmasına daha uygundur. Muâviye’nin konuşmalarında zahidlerin ve abidlerin yolunu izlediğini ne zaman gördük?"894

Câhız’ı eleştirenlerden birisi de Şîa’nın büyük âlimlerinden Şeyh Müfîd’dir. Müfîd kendisinden zaman zaman alıntılar yapmakla beraber Câhız hakkında olumsuz düşünceye sahiptir. O, el-Cemel isimli kitabında “Câhız’ın Ali Hakkındaki Görüşü” başlığı altında özetle şunları söylemektedir:

“Câhız Emiru’l-Mü’minin’in Osmân’ın katlinden sonra bir takım büyük sıkıntılara maruz kaldığını iddia etmiştir.895

Şöyle ki; her kim Ali’ye karşı harp etmişse

891

İbn Kuteybe, Hadis Müdâfaası, s. 83 892 İbn Kuteybe, Hadis Müdâfaası, s. 84 893 32. hutbe (el-Hatîb, el-Mesâdir, I, 413-416) 894 32 hutbe (el-Hatîb, el-Mesâdir, I, 416) 895

davasına Ali’nin Osmân’ın katlinden sorumlu olduğu yönünde hüccet getirmiştir. Görünen durum (işin zahiri) bunu düşündürmektedir. Çünkü Osmân’ın evini muhasara edenler Ali’yi Osmân ile aralarında elçi yapmışlardır. İsyancılar Ali’nin sözünü dinliyorlar ve ona itaat ediyorlardı. Sonra Ali Osmân’a yardım etmekten uzak durdu, ondan sonra hilafet işini üstlendi, onu öldürmek için muharibinden yardım istedi. Böylece halk onun Osmân’ı öldürdüğünden şüphe etmedi. Bunların ayrı ayrı her biri şüphe doğururken hepsi birden nasıl olmasın… Daha sonra bu adam (Câhız’ı kastediyorum) şöyle demiştir: “Ali’nin Osmân hakkındaki sözleri ihtilâf ve tenakuz (onun iddiasına göre) içermektedir. Çünkü o Basra ve Şam (halkının) kendisine karşı ellerini çekmesi için (Osmân’ın) kanından teberride bulunmaya, adamlarının salahı ve onların desteğiyle zafere ulaşmak için Osmân’ın kanını ona izafe etmeye ihtiyacı vardı.” Durum Câhız’ın iddia ettiği gibi değildir. Câhız iddiasınca Emiru’l-Mü’minin Ali’nin durumunu dînu yakîni ve takvası olmayan, dünyasını imar etmek için dilediğini yapan,896

aklına geleni söyleyen, ahirette bu yaptıklarının cezasına aldırış etmeyen ehl-i dünyanın durumu gibi değerlendirmiştir.897

Câhız Emiru’l-Mü’minin’e olan nasb-ı adavetine rağmen bunu (32’inci hutbeyi) el-Beyan ve’t-Tebyin kitabında zikretmiştir.”898

Netice olarak Câhız ve eserleri bir hadis kaynağı olmadığı gibi onun rivayet ilimleri konusunda bir muhaddis mantığıyla düşünmediği ortadadır.

2. el-Makamât, Ebû Ca’fer el-İskâfî (240/854).899 Radî 54’üncü mektubu ondan rivayet etmekte ve kaynak olarak kitap ismi de vermektedir. Bu bilgi onun çok nadir sadece birkaç kez verdiği bir kaynak bilgisidir. Radî hutbenin başında şöyle demektedir:

“Talha ve Zübeyir’e “İmrân b. el-Husayn el-Huzâî ile gönderdiği bir mektup. Bu mektubu Ebû Cafer İskafî Kitâbu’l-Makâmât’da Mü’minlerin Emiri’nin mankıbelerini anlatırken zikretmiştir.”900

Bu zat Bağdat mutezililerinden olup mihne olaylarında parmağı olabileceği de söylenmiştir. Mehmet Ümit “mihne” konusunu işlediği makalesinde buna değinmektedir:

896 Müfîd, el-Cemel, 109

897 Müfîd, el-Cemel, 110 898 Müfîd, el-Cemel, 62 899

Ebû Ca’fer Muhammed b. Abdullâh el-İskâfî (249/854), Mu’tezile kelamcılarından ve onların imamlarından birisidir. Kendisine İskâfîye fırkası nisbet olunur. Bağdatlı olmakla birlikte aslen Semerkant’lıdır. İbnu’n-Nedîm’in dediğine göre Mu’tasım’ın gerçekten önemsediği birisidir. Bkz. Ziriklî, el-A’lâm, VI, 221

900

“Bu isimlere, Bağdat Mu’tezilesi mensuplarından Ebû Ca’fer Muhammed b. Abdillah el-İskâfî (240/854) de ilave edilebilir. Her ne kadar onun doğrudan halku’l- Kur’ân anlayışını yaymak için faaliyette bulunduğuna dair bir kayıt yoksa da Halife Mu’tasım’la iyi ilişkiler içinde olması, onun tarafından benimsemiş olduğu anlayışı yaymakla görevlendirilmesi ve Kur’ân’ın mahlûk olduğunun ispatına dair ve Kur’ân’ın mahlûk olduğunu kabul etmeyenlere karşı eserler yazdığının kaydedilmesi (İbnu’n- Nedîm, Fihrist, s. 213) bunun muhtemel olduğunu düşündürür.”901

Ebû Cafer İskâfî Şiî olmamakla beraber İbn Ebi’l-Hadîd’in söylediğine göre Hz. Ali’nin tafdili konusunu ısrarla savunan ve Muâviye’yi açıkça hadis uydurmakla itham edenlerdendir.902

3. “ Rabia ve Yemenliler arasında yazdığı bir anlaşma. Hişâm b. el-Kelbî’nin903 hattından nakledilmiştir. Radî 74’üncü mektubun904

ondan nakledildiğini söylemekle yetinmektedir. Hz. Ali bu anlaşmayı Rabia ve Yemenliler arasında yapmıştır.

Ebu’l-Münzir Hişam b. Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî (146/763), Hz. Ali’nin sözlerini ve hutbelerini toplayanlardandır.905

Kendisi eyyamı arabı ve haberlerini iyi bilen bir âlimdi.906

Hutabu Ali isimli kitabında 150 adet çeşitli konulardaki sözleri derlemiştir. Neseb, ahbar ve siyer âlimidir ve Kûfe’de yaşamıştır. Babası Muhammed b. es-Sâib’den ilim aldı ki bu zat907 İmâm Bakır ve İmâm Cafer’in ashabındandı. Kûfe’nin tefsir, ahbar ve eyyâm-ı nâs haberlerini bilen âlimlerindendi. Kendisi tefsir ve neseb âlimi sayılırdı, 146/763-764 yılında öldü. Geride sadece Kur’ân tefsiriyle alakalı bir kitap bırakmıştır. Hişâm’ın dedesi es-Sâib, iki kardeşi Ubeyd, Abdurrahman ve babaları

901 Bkz. Mehmet Ümit, Mihne Sürecinde Hanefîler, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/1, IX, sayı:17

902

İbn Ebi’l-Hadîd şöyle demektedir: “Şeyhimiz Ebû Cafer el-İskâfî şöyle demiştir: (ki muvâlât-ı Ali konusunda mütehakkik ve onun tafdili (sahabenin en faziletlisi olduğu) konusunda mübalağada bulunanlardandı. Her ne kadar tafdil ashabımızdan Bağdatlı olanlar arasında genel ve şâyi’ bir söz idiyse de Ebû Cafer bunu en çok hararetli telaffuz eden ve samimi olarak inanandı) Muâviye, Hz. Ali hakkında çirkin, karalayıcı ve ondan uzak durmayı gerektiren bazı haberlerin önüne sahabe ve tabiinden bazılarının adını koymuş, bunu yapanların rağbet edeceği menfaatlar sağlamıştır. Onlar da onu memnun edecek şeyler uydurmuşlardır. Bu kimselerden bazıları şunlardır; Ebû Hureyre, Amr b. el-Âs, Muğîre b. Şu’be, tabiinden Urve b. ez-Zübeyr.” (Bkz. Şerhu Nehci’l-Belâğa, IV, 63)

903 Ebu’l-Münzir Hişam b. Muhammed b. Sâib b. Bişr el-Kelbî el-Kûfî (204/819), neseb âlimi ve târihçidir. Doğum ve ölüm yeri Kûfe’dir. 150 den fazla eser bırakmışsa da bunların çoğu günümüze