• Sonuç bulunamadı

B. Sahih Olmayan Haberler

IX. ŞİA’NIN HADİS KAYNAKLARININ DAYANAKLARI (HADİS

RÂVÎLERİNE BAKIŞI)

Şia’nın hadis kaynakları derken kastettiğimiz; Rasûlullâh ve İmâmların söz ve sünnetleri ile bunlara ulaşma yollarıdır. Şia, Ehl-i Sünnet’ten ayrı olarak İmâmları, sünnetin rivayet edilmesi ve Kur’ân’ın anlaşılmasında temel kaynak olarak görmektedir. Bunun tabii sonucu olarak İmâmların sahih bilginin kaynağı olmaları yanı sıra, masum olmaları da gerekmektedir. Buna bağlı olarak Şîa’nın İmâmların ilmi konusunda ki görüşü, İmâmların masumiyeti inancıyla da paralellik arzetmektedir. İmâmlar Hz. Peygamber’in ilmini naklettikleri için yanılmaları, yanlış bir bilgi sebebiyle hatalı fetva vermeleri veya daha sonra fark ederek hatalarından dönmek gibi hallerden uzaktırlar. Bu sebeple Şiî âlimler İmâmlardan nakledilen ihtilaflı fetvaları takiyye, Şiîlere olan rahmet, kişiye göre özel cevap olmak gibi değişik şekillerde yorumlamaktadırlar. Bu konuyu daha önce İhtilâfu’l-Hadîs ve Çözüm Yolları başlığı altında işlemiştik. Ehl-i Sünnet ile Şia arasında Kur’ân ile Sünnet’in ilk kaynaklar olması açısından herhangi bir tartışma teoride olmamakla beraber Şiîlerin Kur’ân yorumu ve Sünnet’i sahih bir yolla elde etme metotları Ehl-i Sünnet ile farklılık arzetmektedir. Şiî anlayışa göre Kur’ân’ı en iyi anlayanlar Hz. Peygamber’in hakiki varisleri olarak İmâmlardır. Bu sebeple İmâmların sözlerine muhalif olarak Kur’ân yorumlanamaz. İmâmların sözlerini rivayet

ğaybubeti ve onun on ikinci imam olduğu hakkında nakledilen naslar babı (35. Bab) başlığı altında ilk rivayet olarak vermektedir. Sadûk’un senedi şöyledir: Bize Muhammed b. el-Hasan b. Ahmed b. el-Velîd tahdis etti dedi ki bize Muhammed b. el-Hasan es-Seffâr; Ya’kûb b. Yezîd yoluyla Eyyûb b. Nûh’un şöyle dediğini rivayet etti. Ancak Sadûk’un rivayetinde kâim için çocuk yerine racül/adam ifadesi geçmektedir. Herhalde Küleynî ile Sadûk arasında geçen zaman içerisinde gaib olan kaimden hala çocuk diye bahsetmek uygun görülmemiş olsa gerektir!

edenler de onların Şiî olan ashabı olduğuna göre ilmin kaynağı onların rivayet ettikleri sözlerdir. Bu anlayış tabî olarak sahabeye karşı olumsuz bir bakış açısı geliştirmiş ve onların Hz. Peygamber’den rivayet ettikleri hadislere güvensizlik oluşturmuştur.

Şîa’nın Hadis Râvîsi Olarak Sahabeye Bakışı

Hz. Peygamber’in arkadaşı anlamına gelen sahabî’nin tanımı konusunda birçok değişik görüş ileri sürülmüş, sahabi kimdir sorusuna değişik cevaplar verilmiştir. Sahabi hakkında yapılan tanımlardan bir kısmı geneli kapsayıcı tanımlar değildir. Çünkü sahabiyi tanımlarken bazılarındaki gibi Hz. Peygamber’i gözle görmek şart koşulursa, âmâ sahabiler kapsam dışı kalacaktır. Buluğ çağından sonra görmek şart koşulursa, Hz. Peygamber’in torunları kapsam dışı kalacaktır. Uzun süre Peygamberle birlikte olmak şart koşulursa Veda Haccı’nda bulunan ve daha birçok sahabi kapsam dışı kalacaktır.

“Sahabî tarifleri yapanlar içerisinde kapsamı en geniş tutanlar hadis âlimleridir. İbn Hacer el-Askânî sahabiyi “Hz. Peygambere hayatta iken erişip Müslüman olan ve Müslüman olarak ölen kimse” şeklinde tarif etmiştir.158

Daha sonra cumhurun görüşü olarak benimsenen bu tarif ışığında muhaddislerin sahabe anlayışı şöylece özetlenebilir: Sahabi olmak için Resûl-i Ekrem’i uyanık iken bir an bile görmek yeterlidir. Kendisiyle uzun zaman beraber olmak, yolculuk etmek veya gazaya gitmek ya da kendisinden hadis rivayet etmek şart değildir. Rasûlullâh ile görüşüp sohbet eden bir sahabinin Müslüman olarak ölmesi de şarttır. Hz. Peygamberi rüyada görmekle de sahabi olunmaz.”159

Sahabe konusunda Ehl-i Sünnet ile Şia’nın esas tartışma noktası Rasûlullâh ile beraber bulunma süresi ve sahabenin adaleti meselesidir. Kur’ân-ı Kerim sahabenin genelini tezkiye eder ve onlardan insanların iyiliği için ortaya çıkartılmış hayırlı bir ümmet160

, vasat (dengeli, adaletli) bir ümmet161, Allâh’ın onlardan (Muhacir ve Ensar’dan) onların da Allâh’tan razı olduğu kimseler162

ve daha başka faziletleri olan

158

İbn Hacer, el-İsâbe, I, 8; Efendioğlu, Mehmet, “Sahabe”, DİA, XXXV, 491, İstanbul 2008 159 Bkz. Efendioğlu, Mehmet, “Sahabe”, DİA, XXXV, 491’den özetle.

160 Âl-i İmrân, 110 161 Bakara Sûresi, 143 162

kimseler olarak bahseder.163 Buna ilaveten Kur’ân’da bahsedilen münafık kimseler Muhâcir ve Ensâr’ın samimi Müslüman olanlarından olmayıp, menfaatları gereği ashabın arasına karışmış ancak amelleri onlar gibi olmayan kimselerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de ashab arasında bazı münafıklar olduğundan, Araplar arasında bazı irtidat edenlerden ve bazı günahlara (fısk) bulaşanlardan da bahsedilmektedir. Ancak burada bahsettiğimiz sahabe; Rasûlullâh aleyhisselâm’dan hadis rivayet eden, istikamet üzere oldukları hakkında ümmetin (Şia, kısmen Hâriciler ve Mu’tezile hariç) icmâı bulunan sahabîlerdir. Ayrıca her ne kadar bu sahabenin adaleti konusunda ümmet arasında görüş birliği bulunmaktaysa da bunun anlamı sahabenin günahtan korunmuş, hata yapmayan ve yanılmayan kimseler oldukları değildir. Bahse konu olan sahabe Rasûlullâh üzerine bilerek yalan isnadında bulunmamış, bilerek ve önemsemeyerek büyük günahları işlememiş ve dinine kasten ihanet etmemiş kimselerdir. Onların adaleti de bu noktada sübut bulmaktadır. Babanzâde Ahmet Nâim Efendi’nin ifadesiyle “fitnelere karışmış, karışmamış sahabe Radiyllâhu anhum’ün kâffesi mu’temedun bih olanların yani ehl-i sünnet ve cemâat eimmesinin icmâı ile adillerdir.” “Fitenden i’tizal etmiş olanlara hiçbir diyecek yok ise de, fitnelere iştirak etmiş olanları da Ehl-i Sünnet –hüsn-i zanna binâen- udûl sayarlar ve bu zevat-ı kiramın kendi mesmu’larını, ma’lumlarını bile bile tağyir ve tahrif edebileceklerini zihinlerine uğratmazlar.”164

“Kur’ân ve Sünnet’teki bu zikredilen naslara dayanan muhaddisler ve Ehl-i Sünnet âlimleri sahabenin tamamını adil kabul etmiş, naklettikleri hadislerin araştırılmadan kabul edilmesi gerektiği görüşüne varmışlardır. Bu görüş dört mezhep İmâmı yanı sıra muhaddislerin tamamının dâhil olduğu cumhurun görüşüdür. İbn Abdülberr en-Nemerî, İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî, Gazzâlî, Seyfeddîn el-Âmidî, İbnu’s-Salâh, Muvaffakuddin İbn Kudâme, Zeynuddin el-Irâkî, İbn Hacer el-Askalânî ve Şevkânî sahabenin hepsinin adil olduğu konusunda ümmetin icmâı bulunduğunu söylemiştir.”165

“Ancak Ehl-i Sünnet dışındaki bazı fırkalar ve bazı kişiler bu konuda farklı görüş belirtmektedir. Bu fırka ve şahıslardan bir kısmı, Şia, Hariciler ve Mu’tezile’nin bazı mensupları sahabenin çoğunu fasık saymıştır. Adalet konusunda sahabe ile

163 Bkz. Fetih Sûresi, 18, 29; Enfâl Sûresi, 64; Haşr Sûresi, 8-10; Hadîd Sûresi, 10; Enbiyâ Sûresi, 101; A’râf Sûresi, 157;

164 Bkz. Babanzade Ahmed Naim, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, I, 19-20 165

başkaları arasında bir fark bulunmadığını iddia ederek cerh ve ta’dîl kurallarının onlara da uygulanması gerektiğini söyleyenler de vardır.”166

Şîa sahabenin adaleti konusunda Ehl-i Sünnet’ten farklı bir düşünceye sahiptir. Bazı sahabilerin ki Hz. Ebû Bekir ve Ömer’de dâhil olmak üzere münafık olduğunu söyleyen ve onların isimleri geçince lanet okuyan aşırılar ve aşırılıklar bir kenara konacak olsa bile167, Şiî kaynaklarda Ehl-i Sünnet’e yapılan eleştirilerde üzerinde en çok durulan konulardan birisi de sahabenin adaletidir. Bazı Şiî müellifler kendilerinin on iki İmâmı masum olarak gördüklerini oysa Ehl-i Sünnet’in bütün sahabeyi âdil kabul ederek ismet kalkanını kendilerinden daha geniş bir zümre için caiz gördüğünü dahi söylemektedirler. Şiî kökenli Ahmet el-Kâtip, hadis kaynaklarının çürük olduğunu tesbit edip Şiî inancını terk ettiğini söylemesine rağmen168

kitabında en uzun konu olarak sahabenin adaletini işlemekte ve sünni bakış açısını eleştirmektedir.169

Şiî kökenli âlimlerin sahabî tanımı konusunda yapacağımız bazı alıntılar Şia’nın konu hakkındaki bakışına daha net ışık tutacaktır:

“Abdullâh el-Mâmekânî sahabenin adaletinden söz ederken şu ifadeye yer vermektedir: “Kişinin sahabi olması onun adaletini isbat etmediği gibi, Biat-ı Rıdvân’da bulunmuş olması da onun âdil olduğunu göstermez. Ehl-i Sünnet bu Rıdvân ayetiyle170

, bütün sahabilerin âdil olduğu kanaatine varmıştır. Akıl zaruri olarak Allâh’ın razı olduğu kimselerin adline hükmeder. Allâh’ın razı olduğu kimseler elbette cennetlik olacaklardır; fasık insan cennetlik olamaz.171

Biat-ı Rıdvan’dan bahseden ayeti ve “Muhammed ancak bir peygamberdir, ondan önce de peygamberler geçmiştir. O ölür ya da öldürülürse vaz mı geçeceksiniz?”172

âyetini vahyeden de Allâh’tır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra bazı sahabilerin irtidat ettiklerini biliyoruz. Gadir günü Ali’ye biat ettikleri halde, Hz. Peygamber’in ölümünden sonra bu biatlerine uymamışlar, irtidat etmişlerdir. İrtidat etmeyen ancak birkaç sahabi vardır.”173

166 Efendioğlu, Mehmet, “Sahabe”, DİA, XXXV, 495, İstanbul 2008 167

Bu konuda Mehmet Salih Arı tarafından doktora tezi olarak hazırlanan “İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife”, (Düşün Yayıncılık, İstanbul 2011) isimli çalışma bize pekçok bilgi sunmaktadır. 168 Bkz. el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 109

169 Bkz. el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 147-295 arası. 170 Fetih Sûresi, 18

171

Şia’nın inanç konularında Mu’tezile ile birçok paralelliği olduğu göz önünde bulundurulursa bu ifade daha iyi anlaşılır.

172 Âl-i İmrân, 149

173 Bkz. Sofuoğlu, M. Cemal, “Şia-i İmâmiyye’nin Hadîs Anlayışı”, Milletlerarası Târihte ve Günümüzde Şiîlik Sempozyumu, 260,263

Şîa’ya göre, “bütün sahabiler âdildir” demek, sahabilerle alakalı, Kur’ân-ı Hakîm ve Nebiyy-i Ekrem’den gelen mütevatir hadislere aykırıdır. Çünkü aralarında münafık, kalpleri hasta, her duyduğuna inananlar da vardır…

“Ehl-i Sünnet, usül ve furu’da mezheplerini sahabe ve tabiinin sözlerine dayandırmış, bu sebeple bütün sahabeyi tenzih etmiştir… Ehl-i Sünnet’in bunu (bütün sahabe âdildir) söylemekten başka çaresi de yoktur. Aksi halde mezheplerinin çöküşü kaçınılmazdır. Mezheplerini korumak için böyle bir temel oluşturmuşlardır.”174

Şia’nın bu bakış açısı mezhep kaygısından kaynaklanmaktadır. Çünkü Peygamber’in sözleri ve sünneti onun sağlığında tam olarak kayda geçirilmediğine göre, bunu öğrenmenin tek yolu sahabenin şahitliği ve rivayetleridir. Ayrıca bu sorunlu bakış Şiî kaynaklardan Küleynî’de geçen bir rivayete de terstir: “Ali b. İbrahim+babası+İbn Ebî Necrân+Âsım b. Humeyd+Mansûr b. Hâzim’den (şöyle dediğini rivayet etmiştir):

“Ebû Abdillah’a (İmâm Câfer-i Sâdık’a) dedim ki: Bana ne oluyor da sana bir soru soruyorum, bana bir cevap veriyorsun; daha sonra sana başka birisi geliyor (ve soruyor da) aynı meselede ona farklı bir cevap veriyorsun? Dedi ki: Biz insanların kimine ziyade kimine noksan (ifadelerle) cevap veririz. Dedim ki: Bana Rasûlullâh’ın ashabından haber ver, onlar Muhammed aleyhisselam üzerine doğru mu söylediler yalan mı? Dedi ki: Bilakis doğru söylediler. Dedim ki: O zaman onlara ne oluyor da ihtilaf ettiler? Dedi ki: Bilmez misin ki bir adam Rasûlullâh’a gelir ve bir soru sorardı da ona bir cevap verirdi, daha sonra (başkasına) önceki cevabı nesheden (başka) bir cevap verirdi. Bu sebeple hadislerin bir kısmı diğer bir kısmını neshetmiştir.”175

Görüldüğü gibi burada Cafer-i Sadık, ashabın Hz. Peygamber hakkında doğru söylediğini belirtmesine rağmen Şia’nın sadece Selmân-ı Fârisî, Ebû Zer el-Ğıfarî, Mikdâd b. Esved ve Ammâr b. Yâsir gibi belirli sahabileri güvenilir kabul etmesini anlamak kolay değildir.176

Şia Hz. Ali’nin hilafetini desteklemeyen, fitne olaylarında karşı tarafta yer alan veya Hz. Ali’nin saflarına katılıp karşı tarafa kılıç çekmeyen sahabilerin adaletini kabul etmemektedir. Çünkü sahabiler bahsedilen konular sebebiyle Hz. Peygamber

174 Bkz. Ünalan, Abdullah, Şîada Hadis Usûlü, 135-136; Sübhani, Usûl, 112-113

175 Küleynî, el-Kâfî, I, 65/3. Küleyni bu rivayeti İhtilafu’l-hadis babı başlığı altında verdiği on rivayet içerisinde zikretmektedir 62-68

176

zamanındaki konumlarını değiştirmişler ve irtidat etmişlerdir. Şia’nın sahabî tanımı ve sahabiler hakkındaki görüşlerinden anladığımıza göre Rasûlullâh’a olan biatlarını bozmayan ve irtidat etmeyen sahabiler şunlardır: Peygamber’in sağlığında ölenler, ilk üç halifeye gönüllü olarak biat etmeyenler, Hz. Ali’ye biat eden ve savaşlarda onun yanında yer alanlar. Ancak Şîa’nın adaletini kabul ettiği sahabilerin de bu şartları taşıdığı söylenemez. Çünkü Şîa’nın kabul ettiği sahabilerin ilk üç halifeye biat ettikleri hatta Selaman-ı Fârisi’nin Hz. Ömer döneminde valilik görevi aldığı malumdur. Bunun da ötesinde Hz. Ali ilk üç halifeye biat etmiştir. Bütün bunların takiyye ve maslahat gereği olduğunu söyleyerek geçiştirmek çelişkiden başka bir şey değildir.

Şîa’nın Hadis Râvîsi Olarak İmâmlara Bakışı

Şia’ya göre İmâmların ilmi müteselsilen Rasûlullâh’tan ve Allâh’tan alınmadır. İmâmlar yeryüzünün en bilgili olanlarıdır. Bilgilerinin kaynağı babadan oğula intikal eden bir ilimdir. İmâmların bildiklerinde yanılmaları, yanlış bir bilgiye sahip olmaları veya verdikleri fetvalarda yanılmış olmaları mümkün değildir. İnsanların her zaman için masum kimselere ihtiyacı vardır ve bu görev Rasûlullâh’tan sonra İmâmlara tevdi olunmuştur. Yeryüzü bir masumun varlığından asla hali olmaz.177

İmâmet inancı, İmâmın yani devlet reisinin Peygamberler gibi masum olmasıdır.178

“Ancak İmâm Cefer bazı fakihlerin re’yleri ile ilgilenmiş, bazı meselelerde onların görüşlerini beğenip almıştır. Ebû Hanife’nin naklettiğine göre Cafer es-Sâdık, Abdullâh b. Ömer’den rivayette bulunmuştur. Adı geçen Hz. Abdullâh, İmâmi olmadığı gibi, mutlak anlamda Şia’dan bile değildir.”179

Şia içerisinde her ne kadar ğulat fırkalarıyla sınırlı tutulsa da İmâmlar hakkında tefvîz180

inancına sahip olanlar da vardır. İmâmların dışında birisinin onlardan daha âlim olması veya İmâmlara ilim öğretmesi asla caiz değildir.181

Şiilere göre İmâm tıpkı

177 Bkz. Küleynî, el-Kâfî, I, 168 178

Özek, Ali, “İmamiye-İsnâaşeriye Şîası ve Tefsîr Anlayışı”, Milletlerarası Târihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, 216

179 Bkz. Koçkuzu, Ali Osmân, Rivayet İlimlerinde Haber-i Vâhitlerin İtikat ve Teşri Yönlerinden Değeri, 221

180 Tefvîz: Allah’ın Hz. Peygamber ve Hz. Ali’yi yarattıktan sonra yaratma işine son verdiğine inananlardır. Bunlara göre, dünyada herşeyi düzenleyen bu ikisidir. Onlar yaratır, onlar rızık verir ve onlar mahveder. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Sadûk, Risâletü’l-İ’tikâdi’l-İmâmiyye, Şiî- İmâmiyye’nin İnanç Esasları, Trc. Fığlalı, Ethem Ruhi, 141; Müfîd, Tashîhu’l-İ’tikâdi’l-İmâmiyye, 131 181 Bkz. Murtazâ, Resâil, I, 104-105. Şerif Murtazâ Rasûlullâh’ın okuma yazma bilip bilmediğine dair bir soruya cevap verirken şöyle demektedir: Rasûlullâh’ın okuma yazmayı bilmesi de bilmemesi de caizdir.

peygamberler gibi vahiy alır182

, bir peygamberde bulunan hak ve yetkilerin hepsine sahiptir. İmâm ve devlet reisi ile ilgili bulunan bu inancın sonucu olarak Şîa İmâmın insanüstü bir şahıs olduğuna, yaptıklarının tamamen doğru olduğuna, emir ve yasaklarının tıpkı dinin emir ve yasakları gibi kabul edilmesi gereğine inanır.183

Şeyh Sadûk İmâmların ilmi ve kaynağı konusunda Şia’nın inancını şu şekilde ifade etmektedir: “Allâh'ın rahmeti üzerine olsun Şeyh (Ebû Câfer) der ki: “Bizim, selam üzerlerine olsun İmâmlardan gelen sahih haberler hakkındaki inancımız şudur: Bunlar, anlamları bakımından Allâh'ın Kitabı'na muvafık olup, muhalif değillerdir. Çünkü onlar, Allâh Teâlâ’dan vahiy yoluyla elde edilmişlerdir. Şayet onlar, Allâh’tan başka birisinden alınmış olsalardı (Kur’ân’a) aykırı olurlardı.”184

“Ancak Şia, İmâmların ilmi konusunda pek çok hurafe ve asılsız bilgiyi kitaplarına sokuşturmuştur. Gerçi Şia’nın büyük âlimlerinden bazıları bu rivayetleri bir yere kadar temizlemeye ve düzeltmeye çalışmışlarsa da tamamen ortadan kaldırmaları mümkün olmamıştır. Mesela İmâm Cafere nispet edilen cifr ilmi böyle bir hurafeden ibarettir.

Bir rivayete göre, Cafer-i Sâdık’ın öğrencileri, cifr ilmini dinlemek için onun yanına gitmişler ve bu konuda sohbet etmişlerdir. Ebu’l-Hattâb’ın ve ondan sonra Mufaddal b. Ömer, Sedîr es-Sayrâfî ve Ebân b. Tağleb gibi Şiilerin, Kur’ân’daki bazı ayetlerin batınî manalarına dayanan ve geleceğe ilişkin olayları keşfettiği öne sürülen

Bu konuda kesin olarak bir şey söylenemez. Biz böyle dedik çünkü yazmayı bilmek Rasûlullâh ve İmam için mutlaka olması gereken şeylerden birisi değildir. Biz Rasûlullâh ve İmam hakkında şunu kesin olarak söylemekteyiz; Onların her ikisi de Allâh’ı ve O’nun ahvâlu sıfâtını, O’nun hakkında caiz olan ve olmayan şeyleri, bütün dini konuları ve şer’î hükümleri bilirler. İmam bu ilimleri hıfzeder ve başkalarına soru sormaya hacet kalmayacak şekilde insanlara takdim ederler. Nitekim muhaliflerimiz de (bizim inancımız hakkında) böyle söylemektedirler. Ancak bunun dışındaki sanat ve meslekleri Rasûlullâhın veya imamın bilmesi gerekmez. Yazı yazmak, dokumacılık veya boyamacılık gibi bir sanattır. Nasıl ki (nebi veya imam için) sanat çeşitlerini bilmek gerekmezse, yazmayı bilmek de böyledir. Bkz. Resâil, I, 105

182 Şia’ya göre İmamların Peygamberden farkı, kendisine bilgiyi getiren meleği görmemeleridir. Bu konuda Küleynî’nin, ashabımızdan bir grup diye başlayan bir senetle Zurâre’den rivayet ettiği bir haber şöyledir: İmam Ebû Cafer’e “… O (İsmâîl) rasul, nebi idi” (Meryem Sûresi, 54) ayeti hakkında sordum: Rasul ve nebiden kastedilen nedir? Nebi rüyasında görür, ses işitir ancak uyanık olarak meleği görmez. Rasul ise ses işitir, rüyasında görür ve meleği uyanık olarak da görür. Dedim ki: İmamın menzilesi (durumu) nedir? Şöyle dedi: Ses işitir, (rüyada) görmez, meleği uyanık olarak da görmez. Sonra şu ayeti okudu: “Biz senden önce bir rasul, bir nebi ve bir muhaddes göndermedik ki…” Hac, 52. (el-Kâfî’yi tahkik eden Ali Ekber el-Ğaffârî dipnotta ayetin metninde bulunmayan “ve bir muhaddes” ilavesiyle okumanın, Ehl-i Beyt’in kıraatinde var olan bir okuyuş şekli olduğunu ifade etmektedir.) Bkz. Küleynî, el-Kâfî, I, 176. Aynı yerde benzer başka rivayetler de bulunmaktadır.

183 Özek, Ali, İmamiye-İsnâaşeriye Şîası ve Tefsîr Anlayışı, Milletlerarası Târihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, 216

184 Şeyh Sadûk, el-İ’tikâdât fî dîni’l-İmâmiyye, 117. Sadûk bu sözü söylerken Şiî kaynaklarda geçen ve birbiriyle çelişen rivayetleri hesaba katmamaktadır.

bir ilmi Câfer es-Sâdık’a atfetmeleri neticesinde cifr, İslâmî literatürde bir ilim dalı olarak telakki edilmeye başlanmıştır.185

“Cifr ilmini Ca’fer es-Sâdık’tan rivayet edenin Hârûn b. Sa’d el-‘İclî (145/763) olduğu nakledilmesine rağmen, Hârûn b. Sa’d el’İclî, Cafer es-Sâdık’a nispet edilen cifri tenkit edip bunun asılsız olduğunu iddia etmiştir.”186 “İmâm Cafer-i Sâdık’a ve diğer İmâmlara nispet edilen ilimler cifirle sınırlı kalmamıştır. Felek ilmi, yıldızname gibi kitaplar da ona nispet edilmiştir. Ancak onun bu ilimlerdeki bilgisi Ramazan Ayı’nın başlangıcını tespit edebilmek için öğrendikleriyle sınırlı olsa gerektir. Bu konuda İmâm Cafer’e nispet edilen ve “Ebu’l- Hattab’a verdiği iddia edilen eserin de, astrolog, zecr ve falda meşhur aynı zamanda yıldız bilgisi hocası olan Ebi Ma’şer el-Felekî diye bilinen Cafer b. Muhammed el-Belhî ismi ile karıştırılmış olduğu anlaşılmaktadır.187

Recez ilmi, söz sanatı ve azaların ihtilacı188

ile ilgili yazılmış eserler, Ca’fer b. Ebî Ma’şer’e aittir. Bir astroloji üstadı olan el-Belhî’nin bu alanla ilgili Medhal, Zeyc ve Uluf gibi meşhur eserlerinin yanı sıra tefsir ve ahkâm ile ilgili açıklamaları da mevcuttur.189

Bu bağlamda bahsi geçen eserler Ca’fer es-Sâdık’a yalan yere isnat edilmiştir.”190

“Ali b. Ebi Talib’e ve Cafer Sadık’a isnat edilen görüş, bilgi ve eserlerin çoğu, aslında ğulat fırkalarına ait olup Ali ve oğullarının bütün Müslümanlar nezdinde saygı gören kişilikleri istismar edilerek onlara izafe edilmiştir. Ca’fer es-Sâdık, Allâh’ın dinî ve dünyevi ilimleri insana verdiğini ve hiçbir şekilde insanın gaybı bilemeyeceğini ifade etmektedir. Cifr, çalışıp tahsil yapmakla elde edilemeyen, fakat Peygamber’in vasiyeti yoluyla Allâh katından verilen bir ilim çeşidine isim olmuştur. Cafer es-Sadık’ın yaşadığı dönem ve kendi ilmi dikkate alınırsa, bihassa kimya, fal ve cifr gibi konulara dair kitapların onun te’lifleri olması imkânsızdır.”191

Şia Peygamber’in masumiyeti konusunu da İmâmın masumiyeti ve yetki alanını destekleyecek şekilde anlama ve yorumlama cihetine gitmiştir. Çünkü İmâmın masumiyetine kadar uzanan bu meselede masumiyet ne kadar geniş tutulursa İmâmlara

185

Atalan, Mehmet, Şia’da Cifr İlminin Yeri, 119. ( Dini Araştırmalar, Mayıs-Ağustos 2006, Cilt: 9, s. 25, ss. 109-123)

186 Bkz. Te’vîlu Muhtelifu’l-Hadîs/Hadis Müdafaası, Trc. Hayri Kırbaşoğlu, 99-100; Atalan, Mehmet, A.g.m, 121

187 Atalan, Mehmet, A.g.m, 118 188

İbn Kesîr, İhtilâcu’l-A’zâ’ isimli kitabın İmam Cafer’e isnâd edildiğini ancak bunun yalan olduğunu ifade etmektedir. Bkz. el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 112

189 İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, XI, 102 190 Atalan, Mehmet, A.g.m, 118

191

dayandırılan Şiî hadis külliyatı ve fetvaları o kadar yetkinlik kazanmış olacaktır. Bu