• Sonuç bulunamadı

ŞİA’DA İHTİLÂFU’L-HADîS PROBLEMİ VE ÇÖZÜM YOLLARI

B. Sahih Olmayan Haberler

VIII. ŞİA’DA İHTİLÂFU’L-HADîS PROBLEMİ VE ÇÖZÜM YOLLARI

Şiî kaynaklarda geçen ve İmâmlara nisbet edilen sözler arasında görülen ihtilaflar meselesi Şiî ulemayı meşgul eden en önemli konulardandır. Bu tür haberlerin değerlendirilmesinde Şiî ulema farklı görüşler benimsemişler, Ahbârî ekole mensup olanlar haberleri savunurken Usûlî ekole mensup olanlar haber-i vâhid oldukları gerekçesiyle bu haberlerin bir kısmını reddetmeye meyillidirler. Ahbârî ekolün mensuplarından Şeyh Sadûk rivayetler arasında ihtilaf olması durumunda çeşitli sebeplere binaen bu rivayetlerin hepsinin de kabul edilebilir olacağı görüşündedir. O bu görüşüne bazı keffâret cezalarında birden fazla seçenek sunulmasını delil getirmektedir: Haberlerin dış görünüşü bakımından birbirinden ayrı oluşları, muhtelif sebepler yüzündendir. Söz gelişi, zıhar' ın keffâreti için bir köle azâd edilmesi, iki ay aral ıksız oruç tutmak, altmış fakirin doyurulması buyrulmuştur.122

Şimdi bunların hepsi de doğrudur. Oruç, köle bulamayan; fakiri doyurmak da oruca güç yetiremeyen için

Şayet denirse ki, Sizin çoğunuza göre küfür üzere ölenin öncesinde iman (üzere) bulunması caiz değildir. Deriz ki, evet öyledir. Ancak bu nikâhlamanın Allâh Peygambere gelecekte olacak şeyi haber vermesinden önce meydana gelmiş olması mümkündür. Biz bu bildirme durumunun önce mi sonra mı olduğunu bilemeyiz. (Resâil, I, 291). Görüldüğü gibi Murtazâ burada yaygın Şiî inanışı olan meseleleri rivayetlere dayandırmamakta, kabul ve reddetmesi gereken meseleleri sahih kabul ettiği ahbara bağlı olarak değerlendirmemekte ve Ahbârîler’in ahbarı koyduğu yere aklı koymak suretiyle değerlendirmelerde bulunmaktadır.

121 Murtazâ, Resâil, I, 7-96. Faydasına binaen bu bölümleri ve ana başlıklar zikredebiliriz: 1. Fasıl: Şeri hükümleri delillerinden hareketle bilmenin yolu (s. 7), Peygamber’in hitabını bilmenin yolu (s. 10), İcmanın hüccet oluşunun isbatı (s. 11) (Aynı başlıkla 205. Sayfada da bilgi bulunmaktadır), İmamın (as.) icmaya dâhil olması (s. 14), Hakkında delil bulunmayan her meselede icmanın delil olduğu (s.16), İmamın (as.) sözünün icmaya dâhil olduğunun nasıl bilineceği (s. 18)/ 2. Fasıl: Haber-i Vahid’in hüccet olup olmadığına dair söz (s. 21) , İmamiyye’nin musannefatında haberi vahid olan rivayetler bulunduğu (iddiasının) cevabı (s. 25)/ 3. Fasıl: Peygamber’in haber-i vahide itimad ettiği (iddaası) ve bunun cevabı (s. 30), Bir diğer açıdan Peygamber’in haber-i vahidle amel etme şekilleri ve bunun cevabı (s. 33 ), Haberi Vahidlerle amel etmenin bilinmesinin keyfiyeti (s. 35)/ 4. Fasıl: Büyük âlimlerin (a’râf-ı müteşerri’a) haber-i vahide itimad etmesi ve bunun cevabı (s.37)/ 5. Fasıl: Kelamcıların haber-i vahide itimad etmesi ve bunun cevabı (s. 46), Haber-i Vahid kesin bilgi (sükûn-ı itmi’nân) gerektirmez (s. 50)/ 6. Fasıl: Haber-i Vahidle ilim hâsıl olup ortaya çıkması ve bunun cevabı (s. 53 )/ 7. Fasıl: Akıllı (ukelâ) kimselerin haberi vahide itimadı ve bunun cevabı (s. 57 )/ 8. Fasıl: Luğat ehlinin haber-i vahide itimadı ve bunun cevabı (s. 67 )/ 9. Fasıl: Haber-i Vahidin lutf (-i ilâhi) yoluyla ispat edilmesi Luğat ehlinin haber-i vahide itimadı ve bunun cevabı (s. 74 ), Şer’i konularda yol gösteren kimselerin ismet sahibi olmalarının gerekli olmadığı (s. 86)/ 10. Fasıl: Peygamber’in emirlere (yöneticilere) ve görevlilere haber-i vahidle icra-i hüküm yaptığına delalet (eden iddaalar) ve bunun cevabı (s. 90)

122

konulmuştur.123

Buna ilaveten Şeyh Sadûk'a göre takıyye için varid olan haberler de vardır.124

Hatta Şeyh Sadûk bu konuyu savunurken Kur’ân’da da bu tür ihtilaflar olduğunu öne sürmektedir: “Söz gelişi Yüce Allâh şöyle buyurur: "...Bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları, ayetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de onları unuturuz.”125

Ve yine Yüce Allâh şöyle buyurur: " ...Allâh'ı unuttular, bu yüzden Allâh da onları unuttu”126

ve bunlardan sonra şöyle buyurur: "...Rabbin unutkan değildir…”127

.”128

Ahbârî ekole mensup olanların yaptığı yorumlar ve ileri sürdükleri gerekçeleri zikreden Cemal Sofuoğlu değerlendirmesini şu şekilde yapmaktadır: “Bütün bu ifadelerden Şîa’nın hadis anlayışına, mezhep anlayışının hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Şîa’nın büyük hadis bilgini Şeyh Tûsî’nin, “birbirine müteârız haberlerin râvîleri gaye ve adalet bakımından birbirine denk olursa, bu tür hadislerden Ehl-i Sünnet’in görüşüne (âmme) en uzak olan ile amel edilir, onların görüşüne uygun olan ile amel terk olunur (Uddetü’l-Usûl, 1/376)” sözü bu görüşümüzü teyid eden açık bir delildir.”129

Şiî ulemanın İhtilafu’l-Hadis konusunda kitaplarında İmâmlardan nakledilen bazı rivayetlere dayanarak ortaya koyduğu ve asırlar boyu iyice kökleşmiş bir kaide var ki sünni-Şiî uyuşmazlığında en etkin sebeplerden birisidir. Bu kaide “âmmeye (ehl-i sünnete) aykırı olan doğrudur” şeklinde formülize edilebilir.

İhtilafu’l-Hadis konusunda Şiî ulema bir takım sebepler saymakta ve çözüm yolları göstermektedir. Biz Şiî kaynaklarda geçen rivayetlerden ve değerlendirmelerden haraketle bu kaideleri şu şekilde sıralayabiliriz:

1- İmâm hayatta ise ona gidip soruncaya kadar hadislerden birisi tercih edilir daha sonra İmâmın işaret ettiği ile amel edilir.130

İlk dönem için geçerli olabilecek bu kaideyi uygulamaya bu gün için bir yol bulunmamaktadır. İmâm hayatta değilse İhtilaf Kur’ân’a arz edilir, Kur’ân’a uyan alınır, uymayan terkedilir131

123

Şeyh Sadûk, Risâletü’l-İ’tikâdi’l-İmâmiyye, 140 124 Şeyh Sadûk, Risaletü’l-İtikadi’l-İmamiyye, 141 125 A’râf Sûresi, 51

126 Tevbe Sûresi, 67 127 Meryem Sûresi, 64 128

Şeyh Sadûk, Risâletü’l-İ’tikâdi’l-İmâmiyye, 148

129 Sofuoğlu, M. Cemal, Şia-i İmamiye’nin Hadis Anlayışı, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Senpozyumu, 283

130 Muhammed Emîn el-Esterâbâdî, el-Fevâidu’l-Medeniyye, 380, 381 131

2-Peygamber’in sünnetine arz edilir, onun emrine uyan alınır nehyettiğinden kaçınılır132 3-Şîa arasında meşhur olan alınır şaz ve nadir olan terk edilir

4-Râvîleri daha doğru ve güvenilir olan alınır diğeri terk edilir133

5-Muarız hadislerin sıhhat yönünden eşit olmaları durumunda âmmenin (ehl-i sünnetin) görüşüne aykırı olan alınır, âmmenin görüşüne uygun olan terk edilir

6-İhtiyata (azimete) uygun olan alınır aykırı olan terk edilir

7-Rivayetler arasındaki çelişki birinin helal dediğine diğerinin haram demesi şeklinde büyük bir çelişki ise ve yukarıda sayılan maddeler ile halli mümkün değilse ihtiyaten her ikisi de terk edilir.

8-İmâmlar soruyu soranın durumuna göre değişik cevaplar vermektedirler. Bu değişik cevaplar Rasûlullâh’ın farklı kişilere farklı cevaplar vermesi gibidir.134

Takiyye babında veya Şiîlerin hayatını kolaylaştırmak için söylenen muhalif hadislerin her ikisiyle de (İmâmlara ait sözlerle) kâim (Mehdi) çıkıncaya kadar amel etmek caizdir. Kâim çıktığında o sünnete uygun olanı bırakır diğerini kaldırır.135

Şiî kaynaklı rivayetlerde bu konuda aktarılan haberlerde “âmme” kelimesi yanı sıra, “onlar”, “kavm”, “düşmanlarımız” kelimeleri de kullanılmaktadır.136

Âmmeye muhalefet etme ve doğrunun âmmeye muhalif olan görüş olması konusunda nakledilen haberler sadece bir İmâmdan gelmemekte değişik rivayetlerde, “Muhammed Bakır”, “Cafer-i Sâdık”, “İmâm Rızâ”, “Sâlih bir kul” isimleri de ayrı ayrı geçmektedir.

Yukarıda saydığımız kaideleri çıkardığımız ve aralarında tezat ta bulunan rivayetlerin bazılarını burada nakletmek istiyoruz:

“Ali b. İbrahim, babası, İbn Ebî Necrân, Âsım b. Humeyd, Mansûr b. Hâzim’den (şöyle dediğini rivayet etmiştir): Ebû Abdillah’a dedim ki: Bana ne oluyor da ben sana

132Şeyh Sadûk, Uyûnu Ahbâri’r-Rızâ, II, 20,45. Şeyh Sadûk bu rivayetin senadinde bulunan Muhammed b. Abdillah el-Mesmeî hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: Şeyhimiz Muhammed b. el-Hasan b. Ahmed b. el-Velid’in onun hakkındaki görüşü kötü idi (seyyiu’r-ra’y). Ben bu hadisi bu kitapta tahric ettim çünkü bu hadis Kitabu’r-Rahme’de vardı. Bunu ben kendisine okudum inkâr etmedi (çirkin görmedi) ve bana rivayet etti. (Kitabu’r-Rahme, Sa’d bi Abdillah’a ait olup, Şeyh Sadûk’un kaynaklarındandır. Bkz. Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh, müellifin mukaddimesi, I, 6)

133

Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh, III, 394-395, no: 3235 134 Bkz. Küleynî, el-Kâfî, I, 65/3

135 Bkz. el-Esterâbâdî, el-Fevâidu’l-Medeniyye, 105. Ayrıca bkz. 96-97; 109. Bu son iki madde aslında birbirine zıt olmakla birlikte verilmesinin sebebi her iki görüşe de dayanak bulmanın mümkün olmasıdır. 136

bir soru soruyorum, bana bir cevap veriyorsun; daha sonra sana başka birisi geliyor (ve soruyor da) aynı meselede ona farklı bir cevap veriyorsun? Dedi ki: Biz insanların kimine ziyade kimine noksan (ifadelerle) cevap veririz. Dedim ki: Bana Rasûlullâh’ın ashabından haber ver, onlar Muhammed aleyhisselam üzerine (onun hadisleri hakkında) doğru mu söylediler yalan mı? Dedi ki: Bilakis doğru söylediler. Dedim ki: O zaman onlara ne oluyor da ihtilaf ettiler? Dedi ki: Bilmez misin ki bir adam Rasûlullâh’a gelir ve bir soru sorardı da ona bir cevap verirdi, daha sonra (başkasına) önceki cevabı nesheden (başka) bir cevap verirdi. Bu sebeple hadislerin bir kısmı diğer bir kısmını neshetmiştir.”137

“Zurâre b. A’yun’dan merfu olarak Allâme (Hıllî) şöyle rivayet etmiştir; İmâm Bakır’a sordum dedim ki; Sana feda olayım! Sizden birbirine muarız iki haber veya hadis geldiğinde hangisi ile amel edeyim? Dedi ki: Ey Zurâre arkadaşların arasında meşhur olanı al, nadir ve şaz olanı bırak. Dedim ki, Efendim şayet her ikisi de sizden gelen meşhur rivayetler ise ne yapayım? Dedi ki, en doğru bulduğun ve sana göre en güvenilir olduğunu düşündüğüne uy. Şayet her ikisi de doğru, makbul ve güvenilir ise o zaman hangisine uyayım? Dedi ki, onlardan âmmenin mezhebine uygun olana bak ve onu terk et, onlara aykırı olana uy. Çünkü hak onlara aykırı olandadır. Dedim ki, bazen her ikisi de onların görüşüne muvafık veya muhalif olabilmektedir, o durumda nasıl yapayım? Dedi ki, dinini koruyana uy, ihtiyatlı davranmaya aykırı olanı terk et. Dedim ki, şayet her ikiside ihtiyatlı davranmaya uygun veya her ikisi de ihtiyatli davranmaya aykırı olursa o zaman nasıl yapayım? Dedi ki, o zaman birisini seç diğerini terk et.

Bir rivayette de onun şöyle dediği varid olmuştur; o zaman birisini tercih et İmâmınla karşılaştığında da doğrusunu ondan sor. 138

İmâm Rızâ’dan”… Allâh’a ve Rasulüne götürün… Bunlardan hiç birisinde cevabınızı bulamaz iseniz onun ilmini bizden sorun, biz bu konuda görüş belirtmekte daha ehiliz. Bu konuda kendi görüşünüze göre bir şey söylemeyiniz. Bu konuda size gereken geri durup tevekkufta bulunmaktır. Siz bizden bir açıklama size ulaşıncaya kadar araştırmaya ve öğrenmeye devam edersiniz.139

137 Küleynî, el-Kâfî, I, 65/3. Görüldüğü üzere bu rivayette İmam Cafer farklı cevapların sebebi olarak takiyye veya rahmet ya da adamlarını korumak gibi bir sebepten bahsetmemektedir.

138 el-Esterâbâdî, el-Fevâidu’l-Medeniyye, 380, 381 139

“Dâvûd b. el-Husayn, Ömer b. Hanzala yoluyla Ebû Abdillah (Cafer-i Sâdık)’tan rivayet etmiştir, İki kişi hakkında âdil olduklarına dair ittifak edilse ve bir meselede her ikisinin de hakemliğine müracaat edilse, her ikisi de ayrı hükümler verse ve hadislerimiz konusunda ihtilâf etseler hangisinin hükmüne uymamız gerekir? Dedi ki, hadis konusunda en âdil, en fakih ve en doğru olanına, en çok vera sahibi olanına uyun. Dedim ki, her ikisi de ashabımız nezdinde âdil ve makbul (razı olunmuş) kimseler iseler ve aralarında da birinin diğerine üstünlüğü yoksa ne yapalim? Dedi ki, hüküm verdikleri konuda bizim hükmümüz olan delillerden senin ashabın nezdinde görüş birliği olan alınır, şaz olan meşhur olmayan terk edilir. Üzerinde görüş birliği olan şüphesiz ki bizim hükmümüzdür. Bu iş üç ihtimal taşır; Doğruluğu kesin olana uyulur, yanlışlığı kesin olandan kaçınılır ve çelişkili (müşkil) olanın hükmü de Allâh’a götürülür.140

Rasûlullâh (sav) şöyle buyurmuştur: Bir kısım helaller bellidir, bir kısım haramlar da bellidir. Bunların arasında şüpheli olanlar vardır. Her kim şüpheli şeyleri terk ederse haramlardan kurtulur. Her kim de şüpheli şeyleri iltizam ederse haramları irtikab eder ve bilmediği bir şekilde helak olur gider.

Dedim ki, Sizden gelen her iki haber de meşhur ve râvîleri sika kimseler olursa durum nasıl olur? Dedi ki, bakılır hangisinin hükmü Kur’ân’a ve sünnete uygun ve âmmeye de muhalif ise onun hükmü alınır.

Dedim ki, sana kurban olayım şayet iki haber bulursak birisi âmmenin görüşüne muvafık diğeri ise muhalif bu durumda hangisi alınır? Dedi ki, âmmeye muhalif olan alınır çünkü doğru (reşâd) âmmeye muhalif olandadır.

Dedim ki, sana kurban olayım, şayet her iki haber de onların görüşüne muvafık olursa durum nasıl olur? Dedi ki, onların âlim (hükkâm) ve kadılarının hangisine meyyal olduğuna bakılır ve o terk edilip diğeri alınır.

Dedim ki, onların âlim ve kadıları nezdinde her iki haber de aynı derecede olursa o zaman durum nasıl olur? Dedi ki, Şayet öyle olursa kendi İmâmınla karşılaşıp hükmü ona soruncaya kadar birisini tercih et. Muhakkak ki şüpheli durumlarda tevakkuf etmek helak edici şeylere yaklaşmaktan daha hayırlıdır.141

140 Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh, III,394, no: 3235; Benzer rivayetler için bkz. Küleynî, el-Kâfî, I, 67 141

“…İmâm Rızâ’ya dedim ki bazen bilmemiz gerekli olan bir mesele ortaya çıkıyor ve bulunduğum yerde sizin dostlarınızdan sorabileceğim birisi bulunmuyor. Bu durumda ne yapayım? Dedi ki o beldenin fakihine git ve meseleni ona sor. Sana bir fetva verirse onun tersini yap. Çünkü hak bundadır.142

Esterabâdî bu rivayeti kadınlara sorup tersini yapmaya benzeterek şu yorumu yapmaktadır: “Derim ki, Allâh’ın muhakkik Şiî taifesine lütfettiği nimetlerden birisi de şudur; O bizim için külli bir kaide olsun diye şeytan ile âmmenin uleması arasında bir dostluk kurmuştur ki şeytan onları nazari her meselede haktan saptırır. (Yani âmmenin ulemasının her meselede yanılması bize ilâhi bir ikramdır ki onların tersini söyleyerek doğruyu bulmuş oluruz). Bu meselenin benzeri kadınlar hakkında varid olan şu hadistir, “ Onlara (kadınlara) danışın ve tersini yapın.143144

Burada Esterebâdî’nin dilinden ifade edilen ve Şia nezdinde kabul gören bu görüşün ne dinle ne de akılla bağdaştırılması mümkün değildir.

Küleynî Babu’ş-Şirk bölümünde Cafer-i Sâdık’tan şöyle rivayet ediyor: İnsanlar bizi bilmek, meselelerini bize sormak ve bize teslim (olup itaat etmek) ile emrolundular. Sonra dedi ki: İnsanlar oruç tutsalar, namaz kılsalar ve Allâh’tan başka ilâh olmadığına şehâdet etseler ancak meselelerinin halli için bize gelip sormamayı nefislerinde kabullenseler, bu sebeple müşrik olurlar.145

Ata b. Es-Saib, Ali b. Hüseyin’den şöyle dediğini nakletmektedir: “Zâlim İmâmlar zamanında onların hükümleriyle amel edin kendinizi belli etmeyin öldürülürsünüz. Bizim hükümlerimizle amel ederseniz sizin için daha hayırlıdır.”146

Ahmed b. Âiz, Ebû Hadîce Sâlim b. Mükram el-Cemmâl yoluyla Cafer-i Sâdık’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sizi zulüm ehli kimseler hakemliğinde birbirinizi muhakeme etmekten sakındırırım. Bizim hükümlerimizden bir şeyler bilen bir adamı arştırın ve onu aranızda hakem tayin edin. Ben o adamı size kadı tayin ettim onun hakemliğine müracaat edin.147

142 Sadûk, Uyûnu Ahbâri’r-Rızâ, I, 275; Tûsî, et-Tehzîb, VI, 294; el-Esterâbâdî, A.g.e, 387; 143

Meclisî, Bihâru’l-Envâr, c. 103, 262 144 el-Esterâbâdî, A.g.e, 387

145 el-Esterâbâdî, el-Fevâidu’l-Medeniyye, 388; Küleynî, el-Kâfî, II, 398 146 Sadûk, Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh, III, 393, no: 3220

147

Süleyman b. Halid Cafer-i Sâdık’tan şöyle dediğini nakletmiştir: Hükümetin hakemliğini kabul etmekten sakının çünkü hükümet ancak âlim bir İmâmın hükmetmesiyle caiz olur. Müslümanlar içinde âdil kimse peygamber veya peygamberin vasîsi gibidir.148

Bu konuda Şiî kaynaklarda zikredilen daha birçok haber var ki burada daha fazlasını zikretmek konuyu haddinden fazla uzatacaktır.149

Şîa’nın İhtlafu’l-Hadis konusunu halletmek için kullandığı rivayetlerde; iki rivayetin muhalif olması durumunda Kur’ân’a uygun olan rivayetin esas alınması; rivayetlerin Kur’ân’a aykırı olmaması durumunda sünnete muvafık olanın alınması; sünnete muhalif olmamaları durumunda râvîsi daha adil ve sika olanın alınması makul kaidelerdir. Ancak bunun dışında söylenenlerde göze batan ciddi problemler vardır:

Şeyh Sadûk Hazreti Ali’nin Kadı Şüreyh’in kadılığını zımnen onayladığına delalet eden birden fazla rivayet aktarırken (Bkz. Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh, III,394,395, no: 3225, 3241, 3245), bir yerde de bunun tersi olarak yorumlanabilecek bir rivayete yer vermektedir. Uzunca bir rivayet olan bu habere göre Hazreti Ali Kadı Şureyh’in hakemliğine razı olmuş ve onun önünde muhakeme olmuştur.150

Aynı olay Ahmet el-Kâtip tarafından daha farklı bir metinle verilmektedir. Sadûk’un rivayetinde Talha’nın zırhını çalan adamla muhakeme olmaktan bahsederken el-Kâtib’in naklettiği olayda Hazreti Ali kendi zırhı için Kadı Şureyh huzurunda muhakeme olunmaktadır.151

Bu rivayetlerde Kadı Şüreyh’in Hz. Ali’den beyyine isteyip getirdiği iki kişiyi de yeterli görmemesi Ali’ye olan güvensizliğini göstermektedir. Hz. Ali’nin Nehcü’l- Belâğa’da, Talha ve Zübeyir hadisesinde hak bildiği konuda onlarla istişare etmeyeceğini söylemesine karşılık burada hem kadıya gitmesi hem de “kadı”nın hükmünü beğenmeyip emirle kendi hükmünü icra etmesi sorunlu bir tavırdır. Ayrıca Abdullâh b. Kufl et-Teymî ve Kadı Şureyh’in Hz. Ali’ye karşı olan tutumları İmâmların masumluğu ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Kadı Şüreyh Hz. Ömer döneminde göreve atanmış ve zikredilen hadise meydana geldiğinde hala kadı olarak kendisine müracaat edilmektedir. Şayet kendisi Hz. Ali’ye muhalif olup âmmeden addedilmekteyse Hz. Ali’nin onun hükmüne müracaat etmesi yukarıda bunu yasaklayan rivayetle

148 Sadûk, Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh, III,393, no: 3224 149 Bu rivayetler için bkz. el-Fevâid, 379-387 arası 150 Bkz. Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh, III, 423, no: 3430 151

çelişmektedir. Kadı Şureyh’in delil ve şahit istemesi gayet normaldir. Ama iki şahid olmasına rağmen devlet başkanının güvenilirliğini sorgulaması doğru bir tavır değildir. Daha doğru bir ifadeyle bu rivayetler ya sıhhat ya da anlama yönünden sorunludurlar.

İmâm Rızâ’nın meseleleri kime sorayım sorusuna verdiği cevap”… Beldenin fakihine git ve meseleni ona sor. Sana bir fetva verirse onun tersini yap. Çünkü hak bundadır”152

şeklinde verdiği cevap Kur’ân, sünnet ve akılla ne kadar bağdaşmaktadır? Acaba İmâmlar fetvalarını kendi beldelerindeki âmmeden addedilen âlimlerin söylediklerinin tersini söylerek mi vermişlerdir?

İmâmlardan rivayet edilen fetvaların muhalif olmasının hikmeti ne olabilir? Şayet bu durum râvîden kaynaklanan bir kusursa o zaman bu rivayetlerin senet ve râvî yönünden bir tenkide tabi tutulmaları gerekmez mi? Muhalif rivayetlerin her ikisi de sahih kabul ediliyorsa -ki öyledir- o zaman İmâmlar, ilimleri değiştikçe fetvalarını da değiştiriyor olamazlar mı? Şia Kur’ân’da sahabeyi metheden ve müjdeleyen birçok ayete rağmen Rasûlullâh’tan sonra sahabenin irtidat ettiğini ve dinini dünya karşılığında sattığını söylerken, İmâmların etrafındaki kimseleri sorgulama kapsamına almaması çelişki değil midir? Kaldı ki İmâmların etrafında bulunan bazı kimselerin sonradan irtidat ettiği ve İmâmlar tarafından lanetlendiği Şiî kaynaklarda geçmektedir. Buna ilaveten Şia bu adamların rivayetlerini kaynaklarında zikretmekte ve “doğru itikad üzere oldukları dönemde rivayet etmişlerdir” varsayımıyla makbul olarak görmektedir. Bu durum büyük bir çelişki ve tutarsızlık değil midir?

Şayet takiyye gereği İmâmların birbirine muhalif fetva vermeleri mümkünse ve Mehdi çıkana kadar her iki fetva ile de amel olunması caiz ise o takdirde âmmeye muhalif olanın alınmasının anlamı nedir? Âmmenin bütün görüşleri yanlış ise o zaman Şiî kaynaklarda geçen rivayet ve fetvalardan âmmenin rivayet ve fetvalarına uygun olanların durumu nedir? Bu durum Şiî kaynaklar açısından bir çelişki değil midir?

İmâmların bazı râvîleri âmmeden kimselerdir. Bu kimselerin naklettiği rivayet ve fetvalar temel Şiî kaynaklarda (Asl’larda ve Küleynî’nin Kâfî’sinde de) geçmektedir. Şayet hak âmmeye muhalefet etmekte ise, kendi temel kaynağını âmmeden olan kimselere dayandırmak ve hakkı onlarda aramak bir çelişki değil midir? ...

152 el-Esterâbâdî, el-Fevâidu’l-Medeniyye, 387; Uyûnu Ahbâri’r-Rızâ, I, 275; et-Tehzîb, VI, 294 (el- Fevâid’in dipnotu)

Rivayetlerdeki ihtilâf sebebiyle hangisi ile amel edelim sorularına İmâmların: “genelin (ammenin) hükmüne aykırı olan ile Zira doğruluk ondadır”153

şeklindeki rivayetler Müslümanlar arasındaki ayrılığı derinleştirmekten başka bir işe hizmet etmemektedir. Bu rivayetlerin yalan olduğu açıktır.154

Bu konuda Seyyid Musa el-Musevi şöyle demektedir: “İmâm’a isnat edilen bu uydurma rivayetlerin sebebi, İmâm’ın yaşadığı devirde avam/havas diye bir olgunun bulunmamasıydı. Onun yaşadığı çağda, halkın umumu ve seçkinleri diye bir ayırım yoktu. O yıllarda Müslümanlar tek bir ümmet olup kitap ve sünnet onların ortak paydaları idi. Ne avam ne havas diye bir ayırım vardı. Avam/Havas da, hicri dördüncü asra dayanan sonraki kavramlar arasındadır. İmâm Sâdık’a bütün bu rivayetlerin uydurulup isnat edildiği asır da aynı asırdır. Dikkat çekici olan, İmâm Sâdık ile aynı asırda yaşayan Abbasi halifelerinin, hatta onbirinci İmâma kadar yaşayan halifelerin hiçbirisi o dönemde bilinen dört mezhepten birine bağlanmamışlardır. Dolayısıyla İmâm Caferi Sâdık ve onun soyundan gelen evlatları, fıkhi bakımdan takiyye yapmak