• Sonuç bulunamadı

B. Sahih Olmayan Haberler

X. ŞİA’NIN TEMEL HADİS KAYNAKLARI

Hadis dendiği zaman Şiî anlayışta Rasûlullâh ile birlikte masum kabul edilen bütün İmâmların söz ve fiillerinin de kastedildiği daha önceki bölümde geçmişti. İmâmlar içerisinde kendisinden en fazla söz ve fetva rivayet edilenler İmâm Cafer-i Sadık ve onun babası Muhammed Bâkır’dır. Şiî külliyat içerisindeki haberlerin çoğu bu iki İmâmdan rivayet edilmektedir. Bunun yanı sıra İmâm Mûsâ Kâzım, İmâm Rızâ, İmâm Hasan el-Askerî gibi diğer İmâmlardan da rivayetler bulunmaktadır. Şiî anlayışta İmâmlar “taklit edilmeleri caiz olan müçtehitler konumunda olmayıp Allâh’ın Elçisi’nin “size iki şey bırakıyorum: Allâh’ın kitabı ve neslim” övgüsüne mazhar olmaları bakımından tâbî olunması gereken mercilerdir.”231

Şia’nın muasır âlimlerinden Horasani, Şîa’nın neden Ehl-i Beyt hadisleri ile amel ettiğini şöyle açıklamaktadır: “… İmâmların ilmine gelince, o da Hz. Peygamber’e ulaşan silsile içinde yer alan dedelerinden nakledilmiştir. Şia’nın görüşüne göre bu silsile ya da senet zincirinde aksaklık olması söz konusu değildir. Çünkü H. 250. yıla kadar İmâmlar Şîa’nın arasında bulunuyorlardı. Onların civarında bulunan taraftarları hadisleri yazdıklarında kendilerine arz ederek sağlamının çürüğünden ayrılmasını sağlıyorlardı.232

Ayrıca bu büyük İmâmlar Şîa içinde bulunan yalancı râvîlerin

229 el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 40 230

Subhânî, Durûsu Mûceze, 48 231 el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 96

232 Horasânî’nin bu değerlendirmesini şu şekilde itiraz mümkündür: Bazı imamlar babalarını küçük yaşta kaybetmişlerdir. Dolayısıyla babalarından ilim almaları mümkün değildir. Ayrıca imamlar üzerinden daha onların hayatında yalanlar uydurulmaya başlanmış ve bu duruma karşı onlar cemaatlerini uyarmışlar ve işittikleri sözün Kur’ân’a göre değerlendirilmesini istemişlerdir. Ancak Şiî âlimler bu tür eleştirilere İmamların ilimlerinin vehbî olduğu ve babaları (İmamlar) dışında birisi tarafından öğretilmesinin mümkün olmadığı şeklinde cevaplar vermektedirler. Bu sebeple kendisi bebek iken babasının öldüğü söylenen on ikinci İmam’ı bu ithamlardan kurtarmak için onun bir günde bir ay hatta bir yıl büyüdüğü, melekler tarafından götürüldüğü eğitildiği vb. hurafeler üretmişlerdir.

isimlerini vermiş ve bunlardan beri olduklarını ilan etmişlerdir. Hadis nakleden Şîa’nın bu uydurmacı ve yalancılardan sakınmaları için böyle yapmışlardır.”233

İmâmların ilmi konusunda Sünnî cepheden bir itiraz gelmemekle birlikte asıl sorun onlar adına uydurulan rivayetlerdir. Bu tür rivayetler genellikle ğaybûbet-i suğrâ döneminde ortaya çıkmıştır. Şiî inanışta ortaya çıkıp kendilerini zâlim iktidarların elinden kurtaracak ve Şia’yı hâkim güç yapacak diye beklenen Mehdi İmâm normal bir insan ömrü içerisinde ortaya çıkmayınca bu durum Şiî toplumda hayal kırıklığı oluşturmuş ve mezhebden ayrılmalara sebebiyet vermiştir. O dönemde meydana gelen mezhebi terk etme gibi olaylar Şiî ulemayı çare aramaya itmiş ve bu durum bu günkü Şiî hadis mirasının oluşmasında en etkili faktörlerden birisi olmuştur diyebiliriz. Nitekim Şiî kökenli araştırmacı Ahmet el-Kâtip önceleri oldukça katı Şiî fikirlere sahip olduğunu itiraf etmesine rağmen zamanla bu fikir ve inançlarının nasıl değiştiğini şu şekilde ifade etmektedir:

“Bir dönem, on iki İmâm ve ilâhi İmâmet konusunda aktarılan rivayetler üzerinde bir tenkit çalışması yapma imkânım olmuştu. Konuyla ilgili yaklaşık yüz kadar rivayeti, târihsel bilgiler ve Şiî Rical ilmi verileri ışığında gözden geçirdiğimde hemen hepsinin zayıf veya uydurma olduğunu görmüştüm. O kadar rivayet içinde sahih olan tek bir rivayet yoktu! Bu da beni İmâm Cafer’e nispet edilen Caferî fıkhını kabul edip on iki İmâmcı imâmîyye teorisini reddetmeye itmişti. Halen kayıp olan ve Şîa tarafından beklenen on ikinci İmâm Muhammed b. El-Hasan el-Askerî konusu da buna dâhildi. Çünkü onun ne doğumu, ne varlığı, ne de Hicrî üçüncü yüzyıldan beri yaşamasına dair ciddi bir delil bulabilmiştim.”234

Şiî ulama tarafından zaman zaman bu tür rivayetlerin temizlenmesi için bazı çalışmalar yapılmışsa da bunlar genellikle mevcut kitapların özetinin çıkartılması ve şüpheli görülen rivayetlere derlenen kitaplarda yer verilmemesi şeklinde olmuştur. Şiî ulemâ usül kitaplarında uydurma hadislerle ilgili bir kaynak göstermek gerektiğinde Sünnî ulemâ tarafından yazılan kitaplara atıf yapmaktadır. Yani Şiî hadis külliyatında bulunan uydurma rivayetleri toplayan kitaplar yazılamamıştır. Şiî ulemâ Sünnî kaynaklardaki hadis metinlerini tenkit etmek gerektiğinde hissettiği serbestliği kendi kaynaklardaki rivayetleri tenkit etmek için de hissedebilmelidir. Sünnî hadis usulü

233 Bkz. el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 100-101; Ayetullâh Vâizzâde Horasânî, el-Hadîsu İnde’ş-Şîati’l- İmâmiyye, Milletlerarası Târihte ve günümüzde Şiîlik Sempozyumu, 301-302

234

kaidelerinin hemen hemen kopyası olarak değerlendirebileceğimiz Şiî hadis usulü bu türlü tenkitleri yapabilecek bir altyapıyı Siî âlimlere sunmaktadır. “Şîa kanadında Ricâl ve Dirâyet ilimlerinde yaşanan gelişmeye, Ehl-i Beyt mirasındaki hurafeler ile Kur’ân’ın tahrif edildiği efsanesi gibi asılsız teorilerin temizlenmesine karşın hadislerin büyük bölümü hala süzülmemiş vaziyettedir. Ya da hadis kritiği henüz oldukça dar bir alanla sınırlı bulunmaktadır. Bu çalışmalar, Şîa’nın düşünce haritasının yeniden yapılandırılması sürecinde başarılı olamamıştır. Ehli Beyt’in ilâhi İmâmet, masumluk ve Hz. Ali’nin nas ile tayini ve halen beklenmekte olan kayıp on ikinci Mehdi İmâm başlıkları daha fazla eleştiri ve ayıklama gerektiren konuları oluşturmaktadır… Müslümanlar arasında gerçek bir birlik kurulabilmesi için, Ehli Beyt İmâmlarının Hz. Peygamber’in sünneti açısından ek ve tamamlayıcı bir kaynak oluşturup oluşturmadığı hususunun dikkatle incelenip teyid edilmesi gerekmektedir. Ehli Beyt İmâmları gerçekten de görüşlerinden farklı içtihatta bulunulması caiz olmayan kaynaklar mı yoksa Hz. Peygamber’in sünnetini ve hadislerini nakleden güvenilir râvîler midir? Bizzat Ehli Beyt kanalından gelen bazı rivayetler bunu desteklemekte, hatta (İmâmların) başkalarını bağlayıcı olmayan hususi görüşlere sahip müçtehitler olduklarını bildirmektedir.”235

Şiî âlimler kendi içlerinde bu anlayış değişikliğini yapabilir ve İmâmları müctehid âlimler seviyesinde görmeyi başarabilirse, onlardan rivayet edilen metinleri değerlendiriken daha objektif değerlendirmeler yapmaları mümkün olabilecektir. Bu da Ehl-i Sünnet-Şia ihtilafının ortadan kalkması ve Müslümanların birliğine hizmet uğrunda önemli bir adım olacaktır. “Bu türden köklü ve teknik bir operasyon, Şîa açısından sünnet kavramını, Allâh Rasulünden gelen sahih rivayetlerle sınırlamaya ve Ehli Beyt İmâmlarının Peygamberliğin uzantısı olma konumundan çıkarılmasına yetecektir. Böylelikle (İmâmların) sözleri, reddi ve tartışılması mümkün olmayan “Peygamber Hadisleri” ile aynı düzeyde görülmeyecek, aksine içtihat eden diğer mezhep İmâmları ile aynı konumda görülmeleri söz konusu olacaktır.”236

Nitekim bu türden bir yaklaşımı ortaya koymaya çalışan Şiî âlim Horasânî şöyle demektedir: “Hadis konusunda Şîa’nın elinde kullanımda bulunan birçok kitap ve ansiklopedik eser mevcuttur. Ancak bunların en sahihleri dört büyük kitaptır. Söz konusu dört kitabın diğerlerinden çok önce yazılmış ve itibar görmüş kitaplar olmasına

235 el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 108 236

rağmen onlara dahi Sünnilerdekine benzer biçimde “sahih kitaplar” denilmemiştir. Çünkü bu dört kitapta bile sahih, zayıf, çürük veya kavi hadisler mevcuttur. Sahih olan ile sahih olmayanı birbirinden ayırt etmek için var olan kıstas ve emarelere göre bunlar arasında ayrışımda bulunmak için geniş bir alan mevcuttur. Örneğin bir hadisin zahiri Kur’ân’da tahrifat olduğuna ilişkin bir anlam içerdiğinde eğer te’vili mümkün ise te’vil edilir. Aksi halde merdud yani reddedilmesi gereken bir rivayet olur. Mu’tezile dâhil Ehli Sünnet’te kabul gören uygulamaya uygun olarak Kur’ân’a, kesin sünnete ya da mutlak akli gerçeklere aykırı olan hiçbir hadis ile amel edilmez.”237

“Allâme el- Hıllî’den nakledildiğine göre kendisi, masum İmâma kadar güvenilir ve âdil imâmiyye mensupları tarafından rivayet edilmiş sahih hadis olabileceği ihtimalini uzak görmektedir. Her hâlukârda Allâme el-Hıllî, “ed-Durru ve’l-Mercân” adını verdiği yeni bir kitap te’lif ederek dört temel hadis kaynağındaki sahih ve hasen hadisleri seçip bir araya getirmiştir. Son olarak Şeyh Muhammed Bakır el-Behbûdî, el-Kâfî hadislerinin yaklaşık üçte birini seçerek Zübdetü’l-Kâfî adında yeni bir hadis derlemesi kaleme almıştır.”238

“Şiî kaynaklarda İmâmları ziyaret, İmâmların kabri başında okunacak dualar ve İmâmların ilmi gibi konularda normal bir mantıkla kabul edilmesi mümkün olmayan bazı rivayetler vardır. Bu rivayetler genellikle sonradan şekillenen Şiî inanışı desteklemek için ortaya çıkmış ve Sünnî kaynaklarda bulunmayan rivayetlerdir. Özellikle Şiî on iki İmâmcılık (isnaaşeriyye) fırkasının hadis kaynaklarında bu türden rivayetlere bolca rastlanmaktadır. “Hicri Dördüncü yüzyılda doğan on iki İmâmcılık fırkasının onlarca Şiî fırkasından sadece biri olduğunu gözardı etmemek gerekir. Bu fırkaların hemen hepsi görüşlerini destekleyecek nitelikte hadisler uydurarak bunları Ehli Beyt’e nispet etmek yoluna gitmişlerdir. Nitekim hadis uydurma ve tezviratta bulunmakla suçlanan “Şiî cemaatinin tanınmış şeyhlerinden birçoğunun rivayetlerini araştırdığımızda güvenilmez ve hüccet olarak görülemez olduklarını görürüz. Bu yüzden söz konusu dua ve ziyaret rivayetlerinin arkasında olan bu şeyhleri dikkatle incelememiz gerekir.”239

Şiî kaynaklarla ilgili olarak karşımıza çıkan bir diğer sorun da bu ilk dönem Şiî kaynakları üzerinde tahrifat yapılmış olma endişesidir. Bu durum senet sistemini Ehl-i

237 el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 101 238 el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 107 239

Sünnet’te olduğu gibi çok fazla ciddiye almamaktan kaynaklanmaktadır. Şiî hadis anlayışında “an raculin min şiatina-bizim şiamızdan bir adamdan” şeklinde bir rivayet metodunun red gerekçesi sayılmaması, senet sistemini şaibeli hale getirmektedir. Bu şekilde önemsenmeyen senet sistemi kötü niyetli ve mezhep taassubu sahibi kimselerin uydurduğu rivayetlerin Şiiler arasında yayılmasına sebebiyet vermiştir. Şiiler arasında yaygın birçok kanaatin kaynağı bu türlü rivayetlerdir. Bunun üzerine Şiilik taassubuyla verilen fetvalar da eklenince ortaya ne Sünni ne de Şii hadis usulü açısından kabul edilmesi mümkün olmayan, müslümanlığa ve müslümanlara hizmet etmeyen olumsuz bir durum ortaya çıkmaktadır. Mesela “ilk devirde Şiî bilginleri ezana yapılan “eşhedu enne aliyyen veliyyullah/ eşhedu enne aliyyen ve evlâduhu’l-ma’sûmîne hucecullah” ilavesini reddederek bunun tefvize inanan aşırılar tarafından eklendiğini söylemişlerdir. Şeyh es-Sadûk Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh adlı eserinde bunu ifade etmektedir… Ancak Seyyid Muhsin el-Hâkim şöyle demektedir: “Bunu ezan ve kamette okumanın bir sakıncası yoktur… Bunların şeri bakımdan tercih edilmesi hatta vacip görülmesi mümkündür.”240

Bu, sonradan şekillenen Şiî inanışın, rivayetleri değerlendirirken Şia’nın âlimlerini ne şekilde etkilediği ve yönlendirdiğine dair çarpıcı bir örnektir.

Şia’nın sahabe hakkında olumsuz kanaat benimsemesi ve târihi olayları Sünnilerden çok farklı algılamasının ardında da aslında bu türlü rivayetlerin yattığını söylemek yanlış olmasa gerektir. Mesela “Şia içerisinde aşırılar ilk olayla (Hz. Fâtıma’nın miras meselesinde ki ihtilâfı sebebiyle Hz. Ebû Bekir’e darılmasıyla) ilgili aslı astarı olmayan birçok hutbe uydurmuşlardır. Sözde Hz. Fâtıma, bu hutbeleri Mescid-i Nebevi’de Hz. Ebû Bekir, Muhacirler ve Ensar aleyhinde irad etmiş, yaptıklarından dolayı onları kınamıştır. Birbiriyle çelişkili bu hutbelere ait bazı nüshalar bulunsa da, bunların hepsi hicri üçüncü, dördüncü ve beşinci asra ait meçhul kitaplardan, senetsiz, güvenilir râvî olmaksızın nakledilmiştir.”241

“Şîa, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer aleyhine türettikleri; Hz. Fâtıma’ya babasının mirasının verilmemesi, uygulanan şiddet, dövülmesi, kaburgasının kırılması, bebeğini düşürmesi gibi hurafe rivayetleri tevatür seviyesinde ve üzerinde ittifak edilen rivayetler olarak görmektedir.”242

240 el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 117; el-Hakîm, Müstemsiku’l-Urveti’l-Vüska, c.5, 545 (el-Kâtip’in dipnotu)

241 Bkz. el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 237 242

Şiî âlimler Hz. Ömer ve Hz. Osmân’dan bahsederlerken bazen onların adını zikretmeyi bile zül saymakta ve zamirle işaret etmektedirler. Nitekim bazı konularda kendinden öncekilere nisbeten daha mutedil sayılabilecek Şeyh Sadûk bile Hz. Ömer’in adını bir rivayette tersinden “Rumeu/ ععمر” şeklinde vermektedir.243

Oysa ilk Şiîler arasında bu gün için görülmeyen Ömer, Osmân hatta Yezîd gibi isimlere rastlanabilmektedir (buna Asl sahibi Şiî râvîler de dâhildir). “Hz. Fâtıma’nın evinin yakılması konusunda bize ulaşan ilk rivayet, İbrahim es-Sekafî’ye (283/896) aittir. Onun “Ahbaru’s-Sakife ev el-Ğârât/Sakîfe olayları veya saldırılar” isimli eserinde naklattiği rivayeti Şerif Murtazâ “eş-Şâfî fi’l-İmâme” kitabında nakletmektedir. Ancak ikisi arasında geçen yüz yıllık dönem için, senet zinciri kurulmaksızın geçmiş olmaktadır. Şeyh Müfîd’in “el-Emâlî” de (s. 38) naklettiği de muhtemelen bu rivayettir. Şiî Mercii Ali es-Sistani: “el-Ğârât kitabında zikredilen rivayete güvenilemez. Çünkü bu rivayet (abdest konusunda), imâmîyyenin bilinen tarzdaki abdest tarifiyle ilgili mütevatir ve sahih rivayetlerle çelişmektedir. Şeyh Müfîd’in el-Emalî’de aynı senetle naklettiği rivayetin içeriği ise el-Ğarat’ın rivayetinden farklıdır. Nitekim el-Müstedrek ale’l-Vesail kitabının yazarı muhakkik en-Nûrî, el-Ğârât kitabında geçen rivayetin metin olarak avam tarafından tahrif edildiğini kabul etmiştir. Bu da zaten senedi olmayan söz konusu kitabın tahrifat ve oynamalara maruz kaldığını göstermektedir.”244

İbn Şehrâşub (588/1192) Hz. Fatma’nın Muhsin’i düşürmesine yol açan darbeyi Kunfuz’a (Hz. Ömer’in kölesi) nispet etmiştir.245

Bu, İbn Kuteybe’nin (276/889) el- Maarif adlı kitabından nakledilmiş olup sahih değildir. Çünkü elimizde bulunan tahkikli nüshada şöyle yazılıdır: “Muhsin b. Ali’ye gelince küçükken vefat etti.” Buradan anlaşılan çirkin emelleri olan bir el, İbn Kuteybe’nin “el-Maarif” adlı eserini tahrif etmeye yeltenmiştir. İbn Kuteybe’ye nispet edilen el-İmâme kitabı da aynı şekilde kirli bir el tarafından oynanmış ve içerisine ilaveler yapılmış veya ona ait olmadığı halde ona nispet edilmiştir.246

“Bu târihçi, müfessir ve yazarlar, sahih ve kopuksuz bir senet zinciri olmaksızın rivayette bulundukları, nakillerini yüzlerini hiç görmedikleri ve kendilerinden asırlarca önce ölmüş müelliflere dayandırdıkları için rivayetlerini Haber-i Vâhid derecesinde bile kabul etmek mümkün değildir. Hal böyle iken Seyyid

243 Bkz. Sadûk, Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh, III, 423, no: 3430 244

Bkz. el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 266-267 245 el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 274

246 el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 274. Bu kitabın İbn Kuteybe’ye ait olmadığı ve bunun gerekçeleri hakkında bkz. Ebû Ubeyde İbn Meşhûr b Hasen Âl-i Selmân, Kütübün Hazzera minha’l-Ulemâ’, II, 298- 301

Muhammed eş-Şahrûdî onlardan gıpta ile söz etmekte ve “bu rivayetler, mütevatirin de üstündedir” diyebilmektedir.247

Bu “tevatür” kavramını kötüye kullanmak ve propaganda amaçlı olarak istismar etmekten başka bir şey değildir.”248

Usûlü Erba’a Mie (Dörtyüz Asl)

Şia Asl kavramı ile masum kabul ettiği İmâmların sözlerinin yazıldığı bir takım kitapları kastetmektedir. Bu kitaplar İmâmların talebeleri tarafından yazılmış veya bizzat onlardan rivayet edilmiş kitaplardır. Şia’ya göre Hz. Peygamber sözlerinin yazılmasını hiçbir zaman yasaklamamış, bu sebeple başta Hz. Ali olmak üzere İbn Abbâs gibi bazı sahabiler Asr-ı Saâdet’te hadis yazmışlar, Şiîler de daha Hulefâ-yi Râşidîn devrinden itibaren hadisleri tedvin etmeye başlamışlardır. Hasan es-Sadr’ın iddiasına göre Hz. Ali’den on birinci İmâm Hasan b. Ali el-Askerî’ye (260/874) kadar Şia tarfından hadis konusunda 6600’den fazla eser kaleme alınmakla beraber (Hasan es- Sadr, eş-Şi’a ve fünunü’l-islam, s. 36) bunlardan bir başka kitaptan faydalanılmadan doğrudan mâsum İmâmlardan duyularak yazıldığı kabul edilen 400 kitabın (el-usûlü’l- erbaa mie) her biri “Asl” sayılmakta, ancak bu Asl’lardan altmış veya yetmiş kadarının müellifi zikredilebilmektedir.”249

Burada zikredilen 6600 sayısının abartılı bir rakam olduğu aşikârdır. Hatta Asl’ların sayısının Müfîd ve benzeri ilk Şiî âlimler tarafından 400 olarak telaffuz edilmesinin dayanağı da ortaya konulmuş değildir. İmâm Cafer’in ashabının 3000 den fazla olarak kabul edilmesi bu ihtimali dillendirenlerin dayanağı olabilir “(ancak) bütün rical ve hadis kitaplarında bulunan râvîleri saydığımızda bu sayı üç bine ulaşmamaktadır.”250

247 el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiilik, 275 (a.g.y. de internet adresi verilmektedir) 248

el-Kâtip, Ahmet, Sünnîlik-Şiîlik, 275

249 Bkz. Kandemir, M. Yaşar, “Hadis”, DİA, XV, 39, İstanbul 1997

250 Hâfızyân el-Bâbilî, Resâil fî Dirâyeti’l-Hadis, II, 567. “Ashab-ı Hadis ondan rivayet eden sikatın isimlerini görüş ve sözlerde farklılık olmakla birlikte dört bin adam olarak cemetmişlerdir”( Müfîd, el- İrşâd, 270-271). Şehrâşub’un “Menâkıb”’ta (Bkz. Menâkibu İbn Şehrâşûb, III, 249), el-Fettâl’ın “Ravdatu’l-Vâizîn”’de, Tabersî’nin “İ’lâmu’l-Verâ”’da (İ’lâmu’l-Verâ, I, 535) verdiği sayı da buna yakındır (Subhânî, Ca’fer, Durûsu Muceze fî ilmi’r-ricâl ve’d-dirâye, 45). Abdu’l-Hüseyin eş-Şibesterî, el-Fâik fî ruvâti ve ashâbi’l-İmam es-Sâdık isimli üç ciltlik eserinde bu râvîlerin isimlerini vermektedir ki onun verdiği listeye göre toplam râvî sayısı 3759’dur (Bkz. Abdu’l-Hüeseyin eş-Şibesterî, el-Fâik fî ruvâti ve ashâbi’l-İmam es-Sâdık, I-III). Ayrıca Tûsî, Ricâl’inde Cafer-i Sadık’ın ashabını zikredereken 3223 râvî adı vermektedir (Bkz. Tûsî, Ricâl, 153-328 arası (no: 1697-4921). Burada ismi zikredilenlerden bazılarının Şiî-İmâmî olmadığı, bazılarının da ğulat fırkalarına mensup olduğu ve Şia’nın hadis kabul şartlarını taşımadıkları dikkate alınırsa bu sayı dahada aşağı inecektir.

Ebu’l-Fadl Hâfızyân el-Bâbilî Şia’nın rivayetlerinin aslı/temeli hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Şunu bil ki bizim (Şia’nın) haberlerimizin az bir miktarı hariç tamamı on iki İmâmımıza dayanır. Bizim eski hadisçilerimiz, İmâmlardan kendilerine ulaşan haberleri dört yüz kitapta toplamışlardır. Bu kitaplar dört yüz Asl diye isimlendirilir ki bunlar Mevlamız es-Sâdık251

veya es-Sâdıkeyn252 zamanında derlenmişlerdir.253

Revâşih’te254 şöyle demektedir: Dört yüz Asl, Ebû Abdillah’ın ricalinden olan hatta ondan rivayet olunan meclislerde bulunan veya bizzat dinleyenlerin musannefatıdır. Dört yüz Asl’ın ricali Şeyh Müfîd’in İrşad’ında dediği gibi âmme (Şiî olmayan) ve hâssadan (Şia’dan) kimselerdir. Bunlar (İmâm Cafer’in ashabı) tahminen dört bin kişi olup, kitap ve musannefatları çoktur. Ancak işin itibar edilen kısmı ve sözün dönüp dolaştığı nokta Usûl adı verilen bu dört yüz Asl’dır.”255

İmâmiyye’nin kadim fakih ve muhaddisleri “Usûl” lafzını Ehl-i Beyt hadislerini rivayet edenlerin kitaplarından oluşan bir grup için kullanmışlardır.256

Asl’ın kitabın bir bölümü olduğunu söyleyenler de vardır.257

Muhakkik Hıllî bu dört yüz sayısının sadece İmâm Cafer es-Sâdık’ın sorulara verdiği cevaplardan derlenenler olduğunu açıklamıştır.258 “Şöyle denilmektedir: Ashâb-ı Usûl’ün âdeti şuydu: Onlar (İmâmlardan) birisinden hadis dinlediklerinde gecikmeden hemen onu Usûl’lerinde yazmaya sa’yederlerdi.”259

Bu konuda karşımıza çıkan bir diğer problem de bahsedilen Asl’ları yazan kimselerin ne kadar güvenilir olduklarıdır. Çünkü kim oldukları meçhul olan üç yüz civarında Asl sahibi vardır. İmâm Câfer’in ashabından Şiî olmadıkları bilinenler olduğu gibi zayıf olanlar hatta ğulat fırkalarına mensup olanlar da vardır. “Meclisi’nin Vecîze’sinde zikrettiği(ne göre) o (İmâm Cafer’in ashabından) Betâinî’yi açıkça zayıf olarak niteledikten sonra hakkında söylenenlere nispeten onun üç sebeple (hem) sika, (hem de) muallel birisi olduğunu (söylemektedir). O şöyle demiştir: İbn Ebi Hamza el- Betâinî zayıftır. Sika olduğu da söylenmiştir. Çünkü Şeyh (Tûsî) Udde’de onun hakkında şöyle demiştir: Tâife(-i Şia) onun haberleriyle amel etmiştir.”260

Hatta Tûsî Udde’de daha başka kimselerin ismini de vermekte ve aslında İmâmiyye fırkasına

251

Hâfızyân el-Bâbilî, Resâil fî Dirâyeti’l-Hadîs, II, 567 252 Cafer-i Sâdık ve İmam Kazım

253 Hâfızyân el-Bâbilî,, A.g.e, II, 568

254 er-Revâşihu’s-Semâviyye, 98 (Hâfızyân’ın dipnotu) 255 Hâfızyân el-Bâbilî, A.g.e, II, 567, 1 nolu dipnot 256

Ğurayfî, Kavâidu’l-Hadîs, Necef, trs., s. 98, 4 nolu dipnot. 257 Ünalan, Abdullah, Şia’da Hadis Usûlü, 65

258 el-Mu’teber, 5 (Hâfızyân’ın dipnotu)

259 Hâfızyân el-Bâbilî, Resâil, II, 567, 1 nolu dipnot 260

mensup olmadıkları halde taifenin onların haberleriyle amel ettiğini söylemektedir: “Bu söylediğimiz sebepten dolayı Tâife Abdullâh b. Bükeyr ve daha başka Fetahiyye mensuplarının, Semaa b. Muhrân, Ali b. Ebî Hamza (Betâinî)261

ve Osmân b. İsa gibi Vâkıfe mensuplarının, Benû Feddal, Benu Sumaa, Tatarlar262

ve daha başkalarının rivayet ettiği ve hilafına herhangi bir rivayet bulunmayan haberler ile amel