• Sonuç bulunamadı

Nebi Harun (son hali)

Şerefname'ye göre Eğil isminin bir kaynağı, fethi zor olan bu kaleye burayı fetheden Asaf bin Behriya'nın Eğil demesiyle ilgilidir.

Anlatılanlara göre, Hz. Süleyman'ın yakını (kâtibi, veziri) olan Nebi Harun-

u Asefi, bir orduyla gelerek Asurlular'dan Eğil Kalesi'ni almak istemiş. Çok yüksek ve

sarp olduğundan dolayı kaleyi ele geçirememiş. Üçüncü kuşatmada, kaleye “eğil” diye bağırmış, kale eğilmiş ve fethedilmiş. Bu ziyaret yerine bölge halkı, Çarşamba günleri gitmekte, hasta olanlar ve daha başka dileği olanlar adak adamaktadırlar.(1)

Eğil ilçesi Hz.Süleyman ve Teyze oğlu Asaf bin Behriya

Asaf bin Behriya ,Hz Süleymanın veziri olup Eğil'i fetheden kişi olduğuna göre Süleyman peygamber Diyarbakır'a ve Eğil'e geldi mi?

Diyarbakır'ın eski isimlerinden birisi Amid'dir. Bu ismin kaynağı nereden geliyor. Amid ismi Asur kralı Adad Niari'nin kılıcında işlenmiş olarak görülmüştür. Burada Amid kralı ifadesi var. Yani bu kılıç Hz. Davud'un kılıcımı ..Zira Hz. Davud demir döven peygamberdi . Hadad niari demir döven demektir. Amid (Diyarbakır) ismi Hz. Davud'un kılıcında mı yazılıydı.

Cambridge instute of Archaeology'de .Asur 'un ilk dönemlerinde İsrailoğulları kontrolünde olduğu ifadeleri var.

İkinci.Asur döneminde .Süleyman'. (AS). Davud (AS) ve Asurlular kardeşçe bir dönemi yaşıyor.

Asurluların Davud ve Süleyman (AS) zamanında onların kontrolünde olduğunu, yani bunların aynı zamanda Asur kralı olduğunu anlıyoruz.

I. Salman. asar da Hz. Süleyman mı.?

Amed ve çevresi Asur hükümdarı 1.Salmanasar zamanında ve M.Ö.1260 yıllarında tamamıyla Asur hakimiyetine girdi. Bu ilk Asur egemenliği yetmiş yıl kadar sürdü. (34)

Süleyman peygamber mi Diyarbakırı fethetti.? Eğilde teyze oğlu Asaf bin Behriyanın yatması tevafukmu.

Yani Diyarbakırı fetheden Süleyman peygamber mi ?

Hz. Süleyman

Adad NirariI'nin oğlu Salman eser I ile Kral Süleyman arasındaki

benzerliklerde oldukça fazladır. “eser” kral manasına gelir. Dolayısıyla 'Kral

Salman' manasındadır. Eser kelimesiyle asur kelimesinin aynı kökten olduğu da

unutulmamalıdır. Semitik dillerde sesli harflerin yazılmadığı, Arapça, Akatça ve İbranicenin semitik dil olduğu göz önüne alınırsa; Arapçadaki Süleyman, Asurcadaki Salman, İbranicedeki Solomon isimlerinin aynı kökten türemiş kelimeler olduğu görülür. Kuran Arapçasında “vav” ve “ye” harfleri uzatma harfi olarak da kullanıldığını bilirsek 3 dilde de yazılım “slmn” şeklinde olur ve büyük ihtimalle bu 3 kişi aynı kişidir (Adad ile Davud isimlerinde de kullanılabilir: dd şeklinde). Ayrıca

Kral Süleyman'da Kral Salman gibi geniş bir krallık kurmuştur. Babaları olan

krallarda birbiriyle uyumludur.

Günümüz Tevrat'ına göre düşünürseniz Kral Süleyman'ın krallığı Filistin'de küçük bir krallıktır. Kuran'da ise, o zamana kadar kimsenin görmediği kadar büyük ve zengin bir krallıktır. (33)

Hz. Davut

Aynı şekilde, Asur Kralı Adad Ninari I ile Kral Davud arasındaki benzerliklerde göz ardı edilmekte. Adad veya diğer bir okunuş tarzıyla Hadad, şimşek tanrısının ismidir deniliyor ve Asurlar'da bu tanrıya ait tapınağın bulunmadığı da ekleniyor.

Asurca sözlükte “hadadu” kelimesi 'kükreme', 'gürleme' manasındadır. Ayrıca Asurca, Arapça gibi semitik bir dildir ve Arapçadaki demir anlamına gelen

“hadid” kelimesiyle hadad kelimesi aynı köktendir. Adad Ninari I'in yaşadığı

yüzyıl ile demir çağının başladığı yüzyıl aynıdır. Adad Ninari I, Mitaniler'e karşı bağımsızlık savaşını devam ettirmiştir.

Mitanni hükümdarlarının lakabı Hani- Golbat'tır. Kuran'da Kral Davud ile ilgili ayetlere bakıldığında; 'gür sesli olduğu', 'demiri kolayca işlediği', bağımsızlık savaşında Calut'u öldürdüğü görülür. Asurluların Mitanilere karşı bu üstünlüğünün,

'demir silah' kullanımına bağlı olduğunu düşünüyorum. Arapçadaki Calut,

İbranicede Golyat'tır. İbranicede “c” harfi bulunmaz ve yerine “g” harfi kullanılır. Arapçadaki Mecüc'ün İbranicede Magog diye yazılması gibi. Golyat, Calut ve

Golbat kelimelerinin kök bakımından benzer olup, bu kişilerin aynı olması göz ardı

edilmemelidir. (33)

Buradaki kabrin Hz.Musa'nın kardeşi Hz.Harun'a ait olabileceği söylemi de vardır.

Hârûn (a.s.), Hz. Musa (a.s.)'ın yardımcısı olarak İsrâiloğullarına gönderilen bir peygamberdir. Vefat ettiğinde 123 yaşında olduğu Kitab-ı Mukaddes'te zikredilmektedir. Vefat ettiği zaman Hz. Musa (a.s.) tarafından “Hor Dağı”nın tepesine defnedilmiştir.

Hor Dağı”nın nerede olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, “Hor” kelimesinin Tevrat'ta, ilimizi de içine alan bölgenin ilk medeni ahalisi olan Hurri'ler için kullanıldığı bilinmektedir. Hz. Hârûn'un vefat ettiği dönemde İsrâiloğullarının arz-ı mev'ûda girmelerinin yasaklanmış olduğu, bu nedenle Hor Dağı'nın arz-ı mev'ûd dışında olması gerektiği, bu nedenle Eğil'de bulunan bu mezarın Hz. Musâ'nın veziri Hz. Hârun'a ait olabileceği düşünülebilir. Kaynaklarda bu mezar kaynaklarda Hârûn-ı Âsafî'ye nispet edilmektedir ki “Âsaf” kelimesi İslâm dünyasında vezir karşılığı olarak kullanılan bir terim olup Hz. Hârun (a.s.)'da Hz. Musa (a.s.)'ın veziri ve yardımcısı idi.

Hz. Musa ve Hz. Hârûn (a.s)'ın bölgemizde bir dönem bulunduklarını teyit eden bir bilgi de, şehrin fethinden sonra Ulu Camiye çevrilen mabedin Hz. Musa (a.s.) zamanında yapılmış olduğu konusundaki rivayetlerdir: “Müverrih-i Rûm ve ger ukalâ-ı dûrbîn-i zevî'l-mefhûm cümlesi müttefiklerdir ki bu ibâdetgâh-ı atîk tâ Hazreti Mûsâ aleyhisselâmın zamân-ı sa'âadetlerinde binâ olunmuştur”.

Hârûn-ı Âsafî (a.s.)'ın türbesi, Eğil İlçesi'nde, Nebi Harun Tepesi olarak bilinen tepenin üzerinde, Nebi Zülkifl Türbesi'nin yanındadır. Nebi Harun (a.s.)'ın kabrine, türbe müştemilatında bulunan mescid kısmından geçilmektedir.

Türbe, Vakıflar Genel Müdürlüğü veritabanında “Nebi (Peygamber) Harun Türbesi” adı ve 21.06.01/02 envanter numarası ile “Türkiye Kültür Mirasları” arasında kayıtlıdır. (1)

Bu üç muhterem zatın Eğil'de ne işi var, gibi bir soru gelebilir. Ancak Eğil'in geçmişte Asurluların önemli bir merkezi olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu sorunun cevabi kolaylıkla bulunabilir. M.Ö. 922 yılında Asurluların Kudüs'e saldırıp bölgedeki 10 Yahudi Krallığını (Kabilesini) dağıttığını Asur ve Yahudi yazılı kaynakları (Eski Ahit) kabul etmektedir. Bir ihtimal, bu zatlar Asurlular tarafından bu tarihlerde sürgün amacıyla Kudüs'ten alınıp Eğil'e getirilmişlerdir. İkinci bir ihtimal de, bu zatların Kudüs'ten hicret ederek gelip bu topraklara yerleştiğidir.

İkinci ihtimale göre, bu olayla M.Ö. 597-586 yılları arasında meydana gelmiştir. Yazılı tarihi kayıtlara göre Kuzey-Mezopotamya ve civar toprakların

egemenliği konusunda Asurlularla Babilliler arasında sürekli bir rekabet olmuştur. Eski Ahit (Tevrat)teki anlatımlara göre Babil kralı I. Nebukadnezar M.Ö. 587 yılında Kudüs'e saldırarak Kudüs'ü ve Yahudilerce Kutsal kabul edilen Kudüs'teki Süleyman Tapınağını yakıp yıkmış ve Kudüs'ü yerle bir etmiş, Kudüs halkını (Yahudi halkı) alıp Babil'e sürgüne götürmüştür. Bu zatların bu olaylar esnasında Kudüs'ten hicret ederek gelip Eğil'de Asurlulara sığınmış olması mümkündür. Zira bu tarihlerde Babillelir ile Asurlular arasında bir rekabet ve düşmanlığın bulunduğunu tarihler yazmaktadır. Bu zatların Eğil'e gelmelerinde bu ikinci ihtimal daha kuvvetlidir. En Azından Harun-i Asefi bakımından bu ikinci ihtimal daha kuvvetlidir. Zira bu zatın mezarı üzerindeki kitabede zatın Hz. Süleyman'ın katibi olduğu yazılmaktadır. Süleyman'ın tapınağı I. Nebukadnezar tarafından yıktırıldığına göre bu zatın hicret edip Eğil'de Asurlulara sığınması daha mantıkidir. (13)

Nebi Hallak Aleyhiselam hazretleri

Salnameye göre Eğil kasabasında Nebi-i müşarun –ileyhin bir güne evkaf-ı şerifesi yoktur . Kabir, Eğil ilçe girişinde, bir meşe ağacının yanındadır.

Nebi Harut Aleyhisselam

Salnameye göre Eğil kasabasında Haciyan mahallesinde nehir kenarında medfundur. Nebi-i müşarun-ileyhin bir güne evkaf-ı şerifesi yoktur. (1) Su altında kaldı. Diyarbakır salnamelerine baktığımızda

Eğilde Nebi Harut isimli bir peygamberden bahsetmektedir. (Diyarbakır salnameleri. cilt:4/208)

Eğildeki Harun-u Asefi (AS) Hz. Süleyman zamanında yaşamıştır. Harut ve Marut olayı da Hz. Süleyman zamanıyla ilgilidir. Hz. Süleyman cinleri hizmet ettirmiştir.

Muhsine Helimoğlu Yavuz'un Diyarbakır efseneleri isimli kitabında cinlerle ilgili oldukça fazla hikaye yer almaktadır. Eğille ilgili olanları da gözönüne

aldığımızda Hz. Süleyman, Hz. Harut, cinler, Harun-u Asefi konuları bir tevafuk durum arzetmektedir.

Sahabe ve tabiinden önemli kimseler Harut ve Marut'un melek olmayıp insan olduğunu ifade eder (Taberi,Tefsir,I,458-59)

Bu iki şahıs sihirle uğraşarak,onun olumsuz yanlarından insanları korumaya çalışmışlardır. (38)

Eğilde ismi geçen Nebi Harut'un bahsedilen kişilerle ilgili olup olmadığını bilmiyoruz.

Yunus (AS)

Yûnus (a.s)'ın Ya'kub (a.s)'ın torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber veriliştir:

"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik" (en- Nisâ, 4/163).

Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman (a.s)'da Yunus (a.s) ile aynı soydan, Yakub (a.s)'ın torunlarındandırlar. Yûnus (a.s)'ın nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kur'ân'da şöyle geçmektedir:"Ve onu yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik" (es-Saffat, 37/147).O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir. Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı. Bu beldenin insanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler. Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara, küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve birbirine inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez- Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire, t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, (42).

Yûnus (a.s)'ın adı, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber,