• Sonuç bulunamadı

Neşe, zevk, keyif, moral [ESTY/76]

Belgede Klasik Türk şiirinde gönül (sayfa 101-111)

Değişimi ve Gelişim

C. Sözlüklerde Gönül (Dil, Kalp, Hatır ve Gönül Anlamını Veren Diğer Kelimeler)

25. Neşe, zevk, keyif, moral [ESTY/76]

26. Es. T. Kön/gön’den könğnül-gönğül/gönül… Kök anlamı: gönle bağlantılı olan, gönün altında saklı kalan, gönün içinde olan. Anlam genişlemesiyle: gönül, yürek, sezgi gücü, kavrayış yeri, kişinin soyut evrenini oluşturan duygu varlıklarının bütünü… [TDES/289] Kokonov’a göre köke- ~ kökü- ~ kök- fiilinin kö- kökünden gelir. Bu fiilin Türk diyalektlerinde köküz (>göğüs), kükürök, kükrek, kükrak gibi birtakım türevleri geçer. Türkçe kö-ŋ-lek ~ gö- ŋ-ül türevlerinde de kö- kökü göze çarpar. (TDEKS/162)

Çalışmamız için taradığımız sözlüklere göre aşağıda gönlün bulunduğu kalıp ifadeler, diğer Türk lehçelerindeki kullanımları (Azerbaycan Türkçesi vb.), Derleme Sözlüğü’ne göre ağızlardaki değişik telaffuzları ve gönül kelimesinden türetilmiş kelimelerle ilgili maddeler sunulmuştur. Devamında, gönül ve gönül kelimesinden türemiş olan bu tarz kelimelerin kullanıldığı atasözü, deyim ve darbı meseller verilmiştir.

45 “Köngül: Kalp, gönül; akıl. Buradan hareketle ‘zeki bir adam’ a köngüllüg er denir. Şu atasözünde

de geçer, közden yırâsa köngülden yeme yırâr: Eğer âşıklar birbirlerinden uzaksa ve birbirlerini

göremiyorsa, aşkları da gönülden uzaklaşır, biter- gözden ırak olan, gönülden de ırak olur. Könglüng neteg: Zihin huzurun nasıl? Daha geniş bilgi için bk. (Mahmûd el-Kâşgarî, 2007:323-

dilli ve gönüllü: Yeniçeriler yerine kullanılan asker. [TELEX/1599]

ganüllenmek: [DS/C.III/2156+→ gönüllenmek. (Bahçeli,Bor-Niğde.)]

göğn: Gönül. “Bakalım göğnü var mı?” [DS/C.III/2131+Kırşehir ve köyleri.]

göngüllenmek: [göñül-le-n-mek] (göñüllenmek). Gücenmek. [{OsT. dönşl. f. (ür)}+ÖTS/C.2/1749]

göngüllü: [göñül-lü] (göñüllü). Cesur. [{OsT. sf.} ÖTS/C.2/1749 (1)] Cana yakın; hatırlı; şerefli. [ÖTS/C.2/1749 (2)] Kibirli. [ÖTS/C.2/1749 (3)] Bön. [ÖTS/C.2/1749 (4)]

göngülsüzirek, -ği: [göñülsüz-i-rek]. İstemeye istemeye. [{OsT. zf.} ÖTS/C.2/1749] gönğül: bk. Gönül. [{Azerî -is.} TL/C.4/195+iki şair, iki örnek.]

göngül: [eT. köñ-ül لكوك ] (göñül) is. → gönül. [ÖTS/C.2/1749]

göngülmek: [eT. kön-mek > göñ-ül-mek] könilmek. [{OsT. dönşl. f. (-ür)} ÖTS/C.2/1749]

gönlinde: Zihninde, hiç açığa vurmadan. “Reng-rez gönlinde eyitdi: Kim-bile bunı bir kimse bâzîye verübdurur.”(a.e. v. 16a.) [örnek: TETTL/C.2/173]

gönlünce: İstediği gibi, arzusuna uygun şekilde (arzusunca). “Ama resimli reklâm filmleri çizmeye ayrılmış saatlerinden pek azı, ona gönlünce çalışmak için kalıyor.”- Y.Z. Ortaç. [MBTS/C.1/1091, KT/389, YTL/232, TETTL/C.2/173, ÖrTS/C.2/1029 \\ örnek: {zf.} TDK/777, OTS/C.1/921, TELEX/1598, RKO/894, TSP/762, TLO/C.2/4088]

gönül: Gönül. [{Azerî -is.} TL/C.4/195+bir şair, bir örnek.]

gönülce: Arzu ve iradete muvafık olarak, beğenildiği ve istenildiği tarzda. “Gönülce gitmek; gönülce yapmak. [{Garp-is. (mec.)} TL/C.4/194+bir örnek.]

gönülcüğüm: Gönlüm <göŋül + küçültme eki, tevazu şekli, krş. Elceğizim. “Göŋülcüğüm şöyle olmak diler. Yok deme! (Ferec v. 51b) [örnek: TETTL/C.2/174]

gönüldaş: 1. Aynı duyguları taşıyanlardan her biri; can dostu; yakın dost; ahbap. “Yiğitler terkilerine kadınlarını, gönüldaşlarını almışlar.” - Ahmet H. Müfütüoğlu. [{is.} ÖTS/C.2/1751 \\ {is.} TDK/778, örnek: MBTS/C.1/1091, YTS/98] Birbiriyle aynı düşüncede ve histe olan. [TELEX/1598 (1)] Yakın dost, içten dost < gönül+- daş. [TETTL/C.2/174] 2. Bir göğüsten meme emişen iki çocuk. [{is.} OTSP/519 (1)] 3. Akran, arkadaş, sevgili. [{is.} OTSP/519 (2)]

gönülden: Candan, içten, yürekten. “gönülden sevmek.” [MBTS/C.1/1089] Kalben, arzu ile, isteyerek. “Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan/Her dalın bir yay ki zümrüt okundan/Müjdeler fısıldar Ergenekon’dan/Bu sese gönülden hayran gibisin.”- H. F. Ozansoy. [KT/389, örnek: ÖrTS/C.2/1028+içten gelerek. \\ YTL/232+candan]

gönüldeş: Aynı duyguları paylaşanlardan her biri, can dostu. [{is.} ÖrTS/C.2/1030 \\ {eAT, is.} ÖTS/C.2/1751, OTS/C.1/921] Ahbap, yakın dost. [{göñüldeş}+ TS/C.III/1766, TSP/763]

gönül dolabı: Bir çeşit çiçek. “Bağçenizdeki gönüldolabından bir budak bize verebilir misiniz?” [DS/C.III/2155+İnegöl-Bursa.]

gönül kurdu: İpek böceği. [{is. zool.} OTSP/519]

gönüllemek: 1. Gönlünü almak. [{ağız} ÖTS/C.2/1751 (1) \\ DS/C.III/2155 (1)+Yassıören, Senirkent-Isparta; Sarayköy ve köyleri-Denizli; Gaziantep; Koyulhisar-Sivas; Yapıntı, Mut-İçel; Fethiye ve köyleri-Muğla, TSP/763 (2)]

Gönlünü almak, memnun etmek. <gönül + -le- “Atan ol altundan götürü bildügince yükledürdi Mısra iledürdi. Kullukcıları dahı gönülleridi.” (Ferec v. 56b). [örnek: TETTL/C.2/174] 2. Ağırlamak. [ÖTS/C.2/1751 (2), DS/C.III/2155 (2)+Sarayköy ve köyleri-Denizli; Tokat-Eskişehir;Zana ve çevresi-Amasya; Gaziantep, TSP/763 (3)] 3. Gönülden geçirmek; düşünmek. [ÖTS/C.2/1751 (3), DS/C.III/2155 (3)+Pelitköy, Burhaniye-Balıkesir, TSP/763 (1)+tasarlamak, düşünmek.]

gönüllenme: {is.} Gücenme; darılma; gönüllenmek işi. [ÖTS/C.2/1751 \\ TDK/778]

gönüllenmek: 1. Bir davranış veya sözünden dolayı birine gücenmek; darılmak; alınmak; kırılmak. [ÖTS/C.2/1751(1) \\ {nsz.} TDK/778 (1), OTS/C.1/921, YTS/98, MBTS/C.1/1091, {f. Halk dili.} ÖrTS/C.2/1030, TETTL/C.2/174+<gönül+-len-, TS/C.III/1770, DS/C.III/2155+küsmek, Yassıören,Senirkent-Isparta; Çal-Denizli; Bergama-İzmir; Balıkesir; Tokat-Eskişehir; İskilip-Çorum; Çarşamba-Samsun vd., TSP/763] 2. Kibirlenmek. [{ağız} ÖTS/C.2/1751(2), DS/C.III/2156 (2)+nazlanmak, Alacahöyük-Çorum.] 3. Nazlanmak. [{ağız} ÖTS/C.2/1751(3)] 4. Ağırlanmak. “Düğün aşıyla, dost gönüllenmez.”-Atasözü. [{nsz.} örnek: TDK/779 (2)]

gönüllü: 1. Zor bir işi kendisine hiçbir baskı olmadan kendi içinden geldiği için üstlenen veya yapan. [{ağız} ÖTS/C.2/1751 (1)] Kendi istek ve kararı ile bir işi yapmayı kabul eden; ağır veya tehlikeli bir işi yapmayı, hiçbir yükümü yokken, gönül hoşluğuyla üstüne alan: Gönüllü asker. “Yabancı dil bildiği için de Kore’ye gönüllü olarak göndermeye kalkmışlardı”- Ç. Altan. [OTS/C.1/921 (1) \\ örnek: {sf.} TDK/779 (1), MBTS/C.1/1091(2), {sf. ve is.} ÖrTS/C.2/1030 (1), TSP/763 (1), TLO/C.2/4088] Herhangi bir tasarruf sahibi. [TELEX/1598 (1)] Bir suçu, kusuru (üzerine) almak için hazır olmak, kendini ileri sürmek. [TELEX/1599 (2)] Kendi hâhiş ve arzusuyla bir iş gören, mecbur ve muztar olmayan. “Gülser gönüllü çıktı: Ben giderim baba, dedi.” (K. Bilbaşar 1944 s.15) [RKO/895 (1) \\ KT/389 (1), örnek: TETTL/C.2/174 (2), {sf.} OTSP/519 (1)] Herhangi bir işe çağrılmadan gelen, ya da yapan. [DS/C.III/2156 (2)+Zana ve çevresi-Amasya.] 2. Bir şeyi çok aşırı isteyen; istekli. “Henüz nizamiye ve gönüllü taburların neferleri dağılmamıştı.”-Ö.

Seyfettin. [ÖTS/C.2/1751 (2) \\ örnek: TDK/779 (2), MBTS/C.1/1091 (1), OTS/C.1/921 (2), ÖrTS/C.2/1030 (2)+pek arzulu, TSP/763 (2)] 3. (Kişi için) değerli. “Duldur amma gızdan gönüllüdür. [{ağız} ÖTS/C.2/1751 (3), örnek: DS/C.III/2155 (3)+…kimse, Bor-Niğde, TSP/763 (5)] 4. Her şeyi beğenmeyen; zor beğenir; müşkülpesent. [{ağız} ÖTS/C.2/1751 (4) \\ DS/C.III/2156 (1)+Zana ve çevresi- Amasya, TSP/763 (4)] 5. Cesur. [{eAT} ÖTS/C.2/1751(5), YTS/98 (1), TS/C.III/1770 (1)] 6. Cana yakın; hatırlı; şerefli; muteber. [{eAT} ÖTS/C.2/1751 (6), TS/C.III/1770 (2)+gönüle yakın. \\ YTS/98 (2)] 7. Kibirli (Müte’azzım). “Yıldırım Hânı ol kafese koydı, bir deveye yükletdi gitdi. Yıldırım Hân gâyet gönüllü idi ve tîz nefes idi.” (Oruc b. Âdil 1343/1925 s.34-36.) [{eAT} ÖTS/C.2/1751(7), KT/389 (3), örnek: TETTL/C.2/174 (1), YTS/98 (3), {halk dili} ÖrTS/C.2/1030 (3)+kendine büyük ve üstün gören, {sf.} OTSP/519 (3), {göñül} TS/C.III/1770 (3)] 8. Sersem; bön; ahmak. [{eAT} ÖTS/C.2/1751 (8) \\ YTS/98 (4)] 9. (Gönül vermiş olan) Seven kimse veya sevilen kimse. “Bu gencin gönüllüsü imiş.” [{is.} ÖTS/C.2/1751 (9) örnek: MBTS/C.1/1091 (5) \\ {is.} TDK/779 (3)+sevgili, … gönüllüsü …isteklisi, OTS/C.1/921 (3), TSP/763 (3)] Sevgili. [{halk dili} ÖrTS/C.2/1030 (4), TSP/763 (3)] Âşık, mübtelâ. [RKO/894 (3)] 10. {As.} Bir yükümlülüğü olmadığı hâlde savaşmak üzere orduya katılan asker. (Kendi isteğiyle orduya katılmış asker) “Kanije’den damlayacak kanı akşamın/Ben gönüllü neferiyken Hasan Paşa’nın”- B.K. Çağlar. [ÖTS/C.2/1751 (10), örnek: MBTS/C.1/1091 (3), TSP/763 (6)] Kura efradından olmadığı veya kurası isabet etmediği hâlde kendi arzusuyla asker yazılan: “Gönüllü asker”. [KT/389 (2) \\ {sf.} OTSP/519] Kendi arzusuyla iş gören; kendi arzusuyla asker yazılan; i. Böyle yazılmış asker. [YTL/232] Ordu veya donanmaya gönüllü. [TELEX/1599 (3)] Özellikle bir ölüm kalım savaşında askerlik çağına gelmemiş gençlerle bu görevi eskiden yapmış ihtiyarların herhangi bir zorlama olmaksızın kendiliklerinden koşup hizmet almaları. [OTS/C.1/921 (4)] Kendi arzusuyla askere yazılıp muharebeye giden. [RKO/895 (2)] Osmanlı İmparatorluğunun bazı önemli eyalet ve büyük şehirlerinde yeniçeri yerine ve onların teşkilatına uygun olarak ulufe ile kullanılan muvazzaf asker. Eşanl. Yerlikulu. “Gönüllülerin ulûfeleri yeniçeriden üstündü. Bunlara yerli kulu da denirdi. Gönüllülük gedikti, yani belli ve değişmez sayıda idi.”- Mithat Sertoğlu. [OTS/C.1/921 (5) \\ örnek: MBTS/C.1/1091 (4)] Gönüllü asker. [LO/163] Gönlü olan, rıza ve muvafakat eden; kanunen mecbur

olmadığı halde askerlik yapan, mütavvı. “Gönüllü asker; gönüllü taburu; gönüllü yazmak ve yazılmak.” [{Garp-is.} TL/C.4/194-195+iki şair, iki örnek, “Gönüllüyan”- Farisî kaidesine göre cem’i, ki galattır, bir örnek.] Gönlün arzusuna muvafık; müferrah, dilküşa; güzel. [{Kazan-is. (+gönğüllü)}+TL/C.4/195+kıyasî.] gönüllü ağası: Gönüllü teşkilâtının başındaki âmir. ( Gönüllü ağaları, Kapıkule ocaklarının bulunduğu devrede üstün başarı gösterdikleri zaman yeniçeri teşkilâtına alınırlardı. Bu işleme tashihi bedirgâh denirdi.) [{teşk. tar.} OTS/C.1/921 \\ TSP/763, MBTS/C.1/1091] Yeniçeri ocağının mevcudiyeti zamanında yeniçerilikle, Tanzimat’tan sonra da kurulan askerî teşkilâtla alâkaları olmadığı halde muharebeye gönüllü olarak katılanların başlarına verilen addır. Yeniçerilik devam ettiği müddetçe gönüllülerden kahramanlık gösterenler “tashih bedergâh” suretiyle yeniçeriliğe alınırlardı. Tanzimat’tan sonra açılan muharebelere katılan gönüllülerden, askerî tâlim ve terbiye görmemiş olmalarıyla beraber bir takımının sergüzeşt peşinde koşmaları yüzünden, bölük veya tabur gibi ayrı bir teşekkül suretinde kendilerinden istifade olunmadığı için bu gibiler sonradan askerî kıtalara mal edilmişlerdi. [{As.} OTDTS/C.1/675]

gönüllüce: Biraz gönlü olmuş hâlde. [{zf.} ÖTS/C.2/1751 \\ TDK/779 (1), TDK/779 (2), TSP/763] Az istekli. [ÖrTS/C.2/1030]

gönüllü gediği: Ölmüş olan bir yeniçerinin askerlik çağındaki çocuklarının Yeniçeri ocağına alınması için faydalandıkları kanun. (Bunlar savaşa katılarak orduda tashihi bedirgâh suretiyle yeniçeri ocağının ulufe defterine yazılırlar ve gerçek yeniçeri olurlardı.) [{teşk. tar.} OTS/C.1/921] Yeniçerilikten bölüğe geçerek ölenlerin askerlik çağına gelmiş olan oğullarına hizmetle kayrılma hakkını verme yerinde kullanılır bir tâbirdir. Bunlar muharebeye gidip orduda “tashih bedergâh” suretiyle yeniçeri ulûfe defterine kaydedilirler ve bu suretle hakiki yeniçeri olurlardı. [{As.} OTDTS/C.1/675]

gönüllü yeniçeri: Şehir ve kasabalardaki gönüllülerin yeniçeri olmak isteyenlerin arasında yeniçeri adayı. [OTS/C.1/921] Muharebe zamanında harbe iştirak eden veya

kale muhafaza hizmetinde bulunanlar hakkında kullanılır bir tâbirdir. Kalelerde büyüklük ve küçüklüklerine göre yeniçeri, topçu, cebeci gibi kapukulu efradı arasında nöbetle hizmet eden muhafızlardan başka kule muhafız kumandanı olan dizdarların maiyetinde yerli kulu, beşli azap, farisan veya atlı ulûfeci muhafız askerî sınıflar arasında gönüllü yeniçeriler de vardı. Bu gönüllü yeniçeriler kalenin bulunduğu şehir ve kasaba halkından idiler. Bunlar yeniçerilerin imtiyazlarından ve yeniçerilik şerefinden istifade etmek üzere maaşsız olarak alınan bir zümre idi. Bu gibiler bulundukları yerin yeniçeri serdarının defterinde kayıtlı idiler. Harb zamanında gençler turnacılar vasıtasıyla serdarın kumandası altında bütün teçhizatlarıyla mensup oldukları ortaya iltihak etmek suretiyle muharebeye gidip orduda “tashih bedergâh” tâbiriyle yeniçeri ulûfe defterine maaşlı olarak kaydedilirler ve hakiki yeniçeri olurlardı. Yaşlıları da kalede muhafızlık yaparlardı. Yeniçeri ağasının arzı ve padişahın iradesiyle ocağa alınan bu sınıf, ocağın bozulmasında ve yeniçerilerin serkeşane hareketlerinde mühim âmil olmuştur. [{-ler (As.)} OTDTS/C.1/675]

gönüllük, -ğü: Düğün arasında iki tarafın birbirine gönderdiği giyecek armağanı. [{ağız, is.} ÖTS/C.2/1751, DS/C.III/2156+Bor-Niğde.]

gönüllülük, -ğü: {is.} Gönüllü olma hâli. [ÖTS/C.2/1751, TDK/779+ → alçak gönüllülük, ayran gönüllülük, MBTS/C.1/1091, OTS/C.1/921, ÖrTS/C.2/1030, {Kazan -is.} TL/C.4/195+bir şair, bir örnek, TSP/763]

gönülsemek: İçten gelerek istemek. [{ağız. gçsz. f.} ÖTS/C.2/1751(1), DS/C.III/2156 (1)+→gönülsümek. (Yukarıseyit-Çal-Denizli.] İmrenmek. [{ağız, gçsz. f.} ÖTS/C.2/1751 (2), DS/C.III/2156 (2)+Boyabat-Sinop.]

gönülsümek: 1. İçten gelerek istemek. [{ağız, gçsz. f.} ÖTS/C.2/1751] 2. Gönülden istemek. [DS/C.III/2156+Çığrı, Dinar-Afyon; İskilip-Çorum; Ankara; Mut ve köyleri-İçel.]

gönülsüz: 1. Gönlü olmayan, isteksiz, istemeyerek. “Gönülsüz namaz ağmaz.”- Atasözü [{sf.} örnek: TDK/779 (1) \\ {sf.} ÖTS/C.2/1752 (2), MBTS/C.1/1091 (1)+arzusuz, KT/389+arzusuz, kerhen, TETTL/C.2/174 (2), OTS/C.1/921 (1)+gönülsüz davranmak, OTS/C.1/921 (2)+gönlü olmadan yapılan, ÖTS/C.2/1752 (1)+içinden gelmeden, {sf. ve zf.} ÖrTS/C.2/1030 (1), TSP/763, TLO/C.2/4088] Gönlü olmadan, istemeyerek. [{zf.} TDK/779 (2) \\ {sf.} OTSP/519 (2)+arzusuz, kerhen.] Şevksiz, isteksiz vasfında mütevazı. [LO/163] Soğumak, isteksiz. (Disinclined, unwilling.) [TELEX/1598 (1)] Arzu, heves ve iradetten hâli olan; istemiyerek, arzusuna rağmen; mütevazı, kibirsiz; munis. [{Garp-is.} TL/C.4/195] 2. Alçak gönüllü; kibirsiz (mütevazı). “Döğene elsiz gerek söğene dilsiz gerek/Derviş gönülsüz gerek sen derviş olamazsın”- Yunus Emre. [ÖTS/C.2/1752 (3), örnek: MBTS/C.1/1091 (2), KT/389, ÖrTS/C.2/1030 (2) \\ OTS/C.1/921 (3), RKO/895, YTL/232+h. İstemeyerek, kerhen, {sf.} OTSP/519 (1), {Ø} ŞHDAD/C.II/204/17] Mütevazı, alçakgönüllü. [TELEX/1598 (3)] Kibirli olmayan, dargın durmayan. “Hareketleri, yüz çizgileri, karşısındakine –dost-düşman- kat’iyen cesaretsizlik vermezdi. Yumuşak başlı, gerçekten gönülsüz mü gönülsüzdü.” (Şahap Sıtkı 1958 s.15) [örnek: TETTL/C.2/174 (1)] 3. Kolayca suç, kusur almaz. [TELEX/1598 (2)]

gönülsüzce: {zf.} İsteksiz bir biçimde istemeyerek. “Dizginleri tartıyor, kamçısı ile gönülsüzce vuruyor.”- M. Ş. Esendal [örnek: TDK/779 \\ ÖTS/C.2/1752, MBTS/C.1/1091, ÖrTS/C.2/1030, TSP/763]

gönülsüzirek: İstemeye istemeye. [{eAT, zf.} ÖTS/C.2/1751, YTS/98, {göñülsüzirek} TS/C.III/1771]

gönülsüzlendirmek: Hüzün ve keder vermek. [{Kazan -is. mec.} TL/C.4/195+bir şair, bir örnek.]

gönülsüzlenişü: Hüzün, keder, elem. [{Kazan -is. mec.} TL/C.4/195]

gönülsüzlenmek: Mahzun ve mükedder olmak. [{Kazan -is. mec.} TL/C.4/195+bir şair, bir örnek.]

gönülsüzlük, -ğü: 1. Bir işi istemeyerek yapma; isteksizlik. [{is.} ÖTS/C.2/1752 (1), TDK/7779, {is.} ÖrTS/C.2/1030 (1) \\ OTS/C.1/921+bir şey yapmak için gönlü olmayış, TLO/C.2/4088, KT/389+ arzusuzluk, kerhen iş görme, TELEX/1598 (1)] 2. Gönülsüz olma durumu. [ÖTS/C.2/1752 (2), MBTS/C.1/1091, TSP/764] 3. Alçakgönüllülük (gönül alçaklığı); kibirsizlik. [ÖTS/C.2/1752 (3) KT/389 (1), {halk dili} ÖrTS/C.2/1030 (2) \\ OTS/C.1/921] Alçakgönüllülük, tevazu. [TELEX/1598 (3)] Vicdani rıza ve iradet; tevazu, mahviyet; ülfet, istinas. [{Garp-is.} TL/C.4/195] 4. Bir kusuru, suçu üstüne almak için isteksiz olmak. [TELEX/1598 (2)]

göpçümek: Gönülden istemek. [DS/C.III/2156→gönülsümek. (Bor-Niğde.)]

göynü: [DS/C.III/2172+→göğnü. (İğneciler, Mudurnu-Bolu; Sinop; Asarağaç, Çarşamba-Samsun; Aybastı, Sarıca, Gölköy- Ordu; Görele-Giresun.]

könglemek: Anımsamak, dalmak, düşünmek. [{Uyg.} TDES/290]

köngül: 1. [köñ-ül] (köñül) {eT} is. Gönül; kalp; yürek; duygular; vicdan. [{eAT. (aynı)} ÖTS/C.3/2784 (1), {Kâş.} TDES/289+anlayış.] 2. Fikir; tefekkür, anlayış. [ÖTS/C.3/2784 (2), {Uyg.} TDES/289] 3. İstek; arzu, ülkü; dilek. [ÖTS/C. 3/2784 (3), {Uyg.} TDES/289]

köngüldeş: [köñ-ül > köñül-deş] (köñüldeş). Gönül arkadaşı. [{eT. is.} ÖTS/C.3/2784, {Kâş.} TDES/289]

köngülgermek: [köñ-ül > köñül-ger-mek] (köñül-germek). Kalbe taşımak; düşünmek; mülahaza etmek; tefekkür etmek. [{eT. gçl. f. (-ür)} ÖTS/C.3/2784] köngülkermek: [köñ-ül > köñül-ger-mek] (köñül-kermek).→ köngülgermek. Düşünmek, derin düşünceye dalmak, tasarlamak. [{eT. gçl. f. (-ür)} ÖTS/C.3/2784, {Uyg.} TDES/289]

köngüllendi: er işga köngüllendi: Adam işi yapmaya karar verdi. Aynı zamanda çocukların bir şeyi anlamasını anlatmak için de bu sözcük kullanılır. Köngüllenür, köngüllenmek. [DLT/324]

köngüllenmek: 1. [köñ-ül > köñül-lēmek > köñülle-n-mek] (köñüllenmek). Gönüllenmek. [{eT. dönşl. f. (-ür)} ÖTS/C.3/2784 (1), {Kâş} TDES/289+istemek, dilemek, düşünmek, anlamak.] 2. (Çocuk için) düşünmek ve anlamak. [ÖTS/C.3/2784 (2)] 3. Arzu etmek. [ÖTS/C.3/2784 (3)]

köngüllüg: 1. [köñ-ül > köñül-lüg] (köñüllüg). Akıllı; ferasetli; müdrik. [{eT. sf.} ÖTS/C.3/2785 (1), {Uyg.} TDES/290+uslu, anlayışlı, sevilen, gönüle yakın.] 2. Gönle yakın; sevilen; gönüllü. [ÖTS/C.3/2785 (2), {Kâş.} TDES/289]

köngülsüz: 1. [köñ-ül > köñül-süz] (köñülsüz). Gönülsüz. [{eT. sf.} ÖTS/C.3/2784 (1)] 2. Akılsız; idraksiz. [ÖTS/C.3/2784 (2) \\ {Uyg.} TDES/290+ussuz, anlayışsız, anlamsız, boş. 3. Manasız; anlamsız. [ÖTS/C.3/2785 (3)]

könğül: Kalb, yürek, gönül; mecazen- emel, heves, arzu; zevk, haz, neşat,cüret, cesaret. [{Çağatay -is.} TL/C.4/217]

könğülcek: Mütevazı, sakin, kendi halinde. [{Çağatay} TL/C.4/218]

könğüllük: Gönüllü; gönlü ve arzu ve iradeti olan; âşık, dildade. “-Eğerçi şehir ili menge könğüllük idi veli Şibani Hannınınğ korkunçıdın hiç kişi bu hayalni kıla almas idi…”-Babürname. [örnek: {Çağatay} TL/C.4/218+kıyasî]

könğültaş, könültaş: Dost, yâr; refik,arkadaş; süt kardeş. bk. ات ش taş, اد ش daş. [{Çağatay- sf. is.} TL/C.4/218+bir şair, bir örnek.]

könül: Gönül. [{Uygur- is.} TL/C.4/218] [köñ-ül] (köñül). Kalp. [{et. is.} ÖTS/C.3/2785]

1.1. Sözlüklere Göre Atasözleri, Deyimler ve Darbı Mesellerde

(Durûb-ı Emsâl) Gönül

Belgede Klasik Türk şiirinde gönül (sayfa 101-111)