• Sonuç bulunamadı

(Beyan olunmuþ olan 12 Pîran ve 12 tarikat, Ýslam âlemi içinde devam etmektedir. Tarikat olarak 12'ye bölünmüþ ise de, hepsi birden kelimei þehadet ve kelimei tevhid öncülüðünde, bir bilim olarak hareket etmektedir.

Yapabildiðimiz kadarýyla, hepsini bu Seyri Süluk'te bir araya getirdik.

Okuyan ve dinleyen çalýþýr, gayret ederse, her tarikatýn manasý bu Seyri Süluk'ten anlaþýlabilir.)

Giriþ

Seyri süluk, bir müridin (murad edenin) ya da talibin (talep edenin) Hak'ka yolculuðudur. Bu yolculuðu yapmakta olan kiþiye sâlik (yolcu) denir.

Böyle bir yolculuk yapmak isteyen kiþi için, yolu bilen bir rehber þarttýr. Bu nedenle yapýlmasý gereken ilk þey, kâmil bir mürþid (irþad eden, aydýnlatan kiþi) bulmaktýr. Rehbersiz yola çýkmak, geceleyin tek baþýna, ýþýksýz olarak bilinmeyen bir daða týrmanmak gibidir. Kiþi gittiði yeri görmez, bastýðý yeri bilmez. Nerede bir yýlanýn onu sokacaðý, nerede bir yýrtýcý hayvanýn pençesine düþeceði belli deðildir. Hiç ummadýðý yerde önünde bir uçurum açýlýverir. Bu þekilde yola çýkanlarýn, bir tehlikeye uðramadan sað salim hedeflerine varabilmeleri imkânsýz gibidir. Buna karþýlýk kâmil mürþid, daða týrmanýp dönmüþ, yolu gidip gelmiþtir. Yolun hatalarýný ve tehlikelerini görmüþ, anlamýþtýr. Rehberlik ettiði müridini, o yollardan kolaylýkla geçirir, daðýn zirvesine kazasýz eriþtirir.

"Bu zamanda böyle bir kimse nerede bulunur?" denecek olursa, onlarýn ender de olsa her devirde var olduklarý, bir gerçektir. Gerçi bu iþin sahtekârý, taklitçisi pek çoktur. "Her mürþide gönül verme, yolunu sarpa uðratýr." Fakat Hak mürþidler de yok deðildir.

'Abdal' ve Akýl Çeþitleri

Tasavvufta tekili 'abdâl', çoðulu 'büdelâ' olan bir deyim vardýr. Allah dostlarý için bazý yer ve þartlarda kullanýlan bu deyimin iki anlamý vardýr. Birinci anlamý, 'tebdil' kökünden gelir. Yani 'abdâl' diye anýlan kimseler, tebdil olmuþ, dönüþmüþ, bir deðiþim ve baþkalaþýma uðramýþ kimselerdir.

Bunun ne tür bir deðiþim olduðunu anlamak için, kelimenin ikinci, daha derin anlamýna bakmak gerekir. Bu da 'bedel'den gelir. Bu kiþiler, Allah ve Allah'ýn Resûlü yolunda her þeylerini vermiþ kimselerdir. Bu yolda kendinden geçen, her þeyini terk

eden kimselere, Allah ve Allah'ýn Resûlü bedel olur. Bu demektir ki, böyle insanlar, Allah'ýn ahlakýyla ahlaklanmýþlar, Muhammedi bir arýnmýþlýða, Muhammedi bir ruha ve Muhammedi bir kiþiliðe sahip olmuþlardýr.

Halk dilinde çok kullanýlan 'aptal' ve 'budala' deyimleri, bu kelimelerden türer.

Fakat halk arasýndaki bu kullanýþ tarzý, kelimelerin esas anlamlarýndan çok farklýdýr.

Bunun sebebini de, tasavvuftaki akýl çeþitlerine bakmakla anlayabiliriz.

Aptallýk ya da Akýllýlýk Ne Demektir?

Tasavvufta akýl, dört sýnýfa ayrýlmýþtýr. Aklý maaþ (ya da aklý maiþet), aklý maad, aklý selim (ruhani akýl) ve aklý kül (sultani akýl).

Aklý maaþ, yani 'geçim aklý', yeme içmeyle, para kazanmayla, eðlenmeyle, kýsacasý bu dünya ve onun iþleriyle ilgilenen, bunun dýþýnda da pek fazla bir þeye ilgi duymayan akýldýr. Buna, nefsin emrindeki akýl da diyebiliriz. Bu aklýn tüm uðraþý, hesabý, ilgisi, nefsi rahat ettirmek, bu dünyada nefsin keyfini getirmek üzerinedir.

Aklý maad (ahiret aklý) ise bir þeyler duymuþ, iþitmiþtir. Ölümden sonraki hayattan, sevap ve günahtan, cennet ve cehennemden haberi vardýr. Bu nedenle onun da uðraþý büyük ölçüde, ahiretini saðlamaya yoðunlaþmýþtýr. Cennete girebilmek, cehenneme düþmemek için, Allah'ýn emirlerini yerine getirmeye, günahlarýndan mümkün mertebe kaçýnmaya çalýþýr.

Aklý maaþtan bir derece üstün olmakla birlikte, aklý maad da en üstün akýl sayýlmaz. Çünkü aklý maaþ nasýl nefsi dünyada rahat ettirme çabasýndan kaynaklanýyorsa, aklý maad da onu, ahirette rahat ettirmek arzusundan yola çýkar.

Bunda da gene bir çýkar, bir menfaat kaygýsý vardýr. Kendisini cehenneme sokacaklarýný bildiði için kötü davranýþlardan kaçýnýr; kendisini cennete sokacaklarýný ümit ettiði için de iyi davranýþlarda bulunur. Sonuçta bu, Allah'la bir nevi ticarettir, bir alýþveriþ iliþkisidir.

Bundan sonra aklý selim gelir. Aklý selim sahipleri, karþýlýðýnda bir þey bekledik-leri, bir þey istedikleri için deðil, cezadan mükafata, ödüle kaçtýklarý için deðil; fakat bir þeyi yaptýklarý vakit, sýrf doðru olanýn bu olduðunu bildikleri için, Allah'ýn emrinin bu olduðunu bildikleri için, sýrf onu hoþnut ve memnun etmek için o þeyi yaparlar. Onlar bir iyiliði cennete girmek kaygýsýyla yapmazlar, bir kötülükten de kendilerini cehenneme sokmasýndan korktuklarý için kaçýnmazlar. Kuþkusuz bu, daha yüksek bir ahlak anlayýþýnýn sergileniþidir. Fakat bu anlayýþ, pek az kimsede bulunur.

Aklý selim sahibi kiþiler, çok çalýþýp çaba sarf ederlerse, sultani akla eriþebilirler.

Bu akýl, en üstün akýldýr. Olaylarý yüzeysel görünüþlerine göre deðil, en derin anlamlarý-na, etki ve sonuçlarýna göre deðerlendirir. Kur'aný Kerim'de (Kehf, 18:65-82) anlatýlan,

Hz. Musa ile buluþan Hýzýr Aleyhisselâm'ýn sergilediði akýl, bu çeþit bir akýldýr. Hz.

Musa'ya tamamen anlamsýz, hatta birer cinayet gibi görünen Hýzýr Aleyhisselâm'ýn davranýþlarý, aslýnda olaylarýn özüne vâkýf olan bir kavrayýþtan ileri geliyordu.

Artýk, tasavvuf dilindeki 'abdâl' ile, halk dilindeki 'aptal' sözcükleri arasýndaki iliþkiyi ele alabiliriz. Aklý sultani seviyesine gelmiþ kiþilerin davranýþlarý, daha aþaðý akýl düzeylerinde bulunan kimseler tarafýndan anlaþýlamayabilir. Hatta o seviyelerdeki akýllar için, tamamen ters, hatta saçma görünebilir. Hz. Musa ile Hýzýr'ýn karþýlaþmasý, buna güzel bir örnektir. Kaldý ki, Hz. Musa koskoca bir peygamberdi. Ferdi, bireyi deðil, umumun, genelin yararýný düþünen aklý sultani'nin iþleri, aklý maaþ'a bundan da daha anlamsýz, 'aptalca' görünebilir. Böylece 'abdâl' sözcüðünün, zaman içinde nasýl 'aptal'a dönüþmüþ olduðunu anlamak mümkün olmaktadýr. Ancak ikisini birbirine karýþtýrmamak gerekir.

Manevi Okullar

Her þeyin öðrenilmesi için bir okul vardýr. Ýlk ve orta öðretimden sonra doktor olmak isteyen týp fakültesine, avukat olmak isteyen hukuk fakültesine, mühendis olmak isteyen de teknik üniversiteye gider.

Ne var ki bizim eðitim sistemimiz, insanlarý sadece maddi açýdan yetiþtiren bir sistemdir. Ýçinde bulunduðumuz dünyada yaþamak için gerekli temel bilgileri verir, insanlarý birer meslek sahibi yapar. Fakat onlarýn iç ihtiyaçlarýna cevap vermez, onlarýn ruhsal/manevi açýdan geliþmelerini saðlamaz. Din konusunda verilen eðitim bile, daha çok dýþ kural ve hükümlerle ilgilidir. Esasen bu, bizdeki eðitim sistemine özgü bir eksiklik deðildir; dünyanýn her tarafýnda durum böyledir.

Fakat madem ki insanlar, yalnýz dýþ dünyada yaþamamaktadýrlar; madem ki, hepsinin paylaþtýðý bir dýþ dünyanýn yaný sýra, hepsinin de ayrý ayrý birer iç dünyasý vardýr; ve madem ki bu iç dünyanýn eðitimi, yalnýz mümkün deðil, fakat son derece gereklidir; o halde bu eðitimi saðlamak için birtakým manevi okullar olacaktýr. Ve vardýr. Eðer olmasalardý, insanlardaki bu ihtiyacý karþýlamadaki boþluðu doldurmak üzere, gene ortaya çýkmalarý gerekecekti.

Bunlar, "Muhammediyet Üniversitesi"nin okullarýdýr. Her biri ayrý bir yol (tarik) izler. Fakat sonuçta hepsi birleþirler. Onlar adeta, bir "görünmeyen üniversite"nin çeþitli hazýrlýk aþamalarýndaki eðitim birimleridir. Kim ki ahlaki, manevi ve ruhsal olgunluða, kemale eriþir, bu okullarda o yükselir.

Bu okullarýn, diðer okullar gibi resmi olmayýþýnýn önemli bir sebebi vardýr. Burada kurumlaþma, hedeflenen amaca ters sonuçlar doðurur. Resmi üniversite, büyük ölçüde

bir þekil ve kalýp iþidir. Burada amaçlanan ise, bunun tam tersidir. Biçimden öze, dýþ görünüþten iç anlama varmaktýr. Manevi eðitim ve ilerleme, bürokrasi ile, kýrtasiye ile olabilecek bir þey deðildir. Fakat insanlar arasýnda teþkilat kurma, örgütlenme eðilimi o kadar güçlüdür ki, bu kadar esnek ve gevþek yapýya sahip olan bu okullarýn bile, kemikleþtiklerinin ve vermeleri gereken eðitim çeþidini daha zor verebilir hale geldiklerinin tarihte örneklerini görüyoruz.

Ýþte mürþid, bir manevi okul öðretmenidir. Çok serbest bir anlamda, Muham-mediyet Üniversitesi'nin bir öðretim görevlisidir.

Kâmil Mürþidinin Özellikleri

Kâmil mürþidin pek çok ayýrt edici niteliði olmakla birlikte, en önemlileri þunlardýr:

1. Allah'ýn farzlarýný ve Resûlünün sünnetlerini, tam ve eksiksiz olarak yerine getirir.

2. Huzuruna vardýðýnýzda bütün gamýnýz, kederiniz geçer, içinizde bir ferahlýk ve muhabbet uyanýr.

3. Huzurundan ayrýlmayý istemezsiniz. Bir inci tanesi gibi söylediði her sözden, þevkiniz ve muhabbetiniz artar.

4. Büyük küçük, genç ihtiyar, ziyaretine gelen herkes, hatta devlet reisi bile olsa, elini öpmeye ve hayýr duasýný almaya kendilerini mecbur hissederler.

Ýþte bu nitelikleri kendisinde toplayan bir zatýn bütün hareketleri, davranýþlarý, tutumu, Resûlullah'ýn yaþayýþýna uygundur. Bu iþaretler riyasýz, gösteriþsiz olarak hangi zâtta bulunursa, ona hemen tam bir teslimle teslim olmak gerekir. Mürid, böyle bir mürþidin elinde, "ölü yýkayýcýnýn elinde ölü gibi" olmalý, her emrine uymalý, hatta dövse de, sövse de nimet bilmelidir.

Esasen kâmil mürþid, bütün insanlar için þefkatli ve merhametlidir. Özellikle Allah'ý isteyen ve sevenler, kendisini, ana babalarýndan daha þefkatli, daha merhametli bulurlar. Huzuruna gelen sâliklere, önce din ilmini öðretir. Onlarýn müþküllerini, güçlüklerini ehli sünnet vel cemaat mezhebine uygun olarak çözer. Þüphelerini giderir, inançlarýný düzeltir ve kuvvetlendirir. Sonra temizlik ve namaz iþlerinin tamamýný öðretir.

Tevekkül, teslim, sabýr, tefviz ve rýzayý anlatýr, bunlarý benimseyip uygulamalarýný tavsiye eder.

Kâmil mürþidin bir vasfý da ayýplarý örtmektir. Kimsenin ayýp, kusur ve hatasýný baþkasýna söylemez, gizler. Katiyen kimseye kýzmaz ve hiç kimseye en ufak bir kýrýcý laf söylemez. Öfkesi ve kýrýcýlýðý, ancak Allah için olur.

Bu kâmil, yiyip içmede, uyumada, konuþmada ve halkla temasta daima orta yolu seçer. Bütün âdet ve ibadetlerinde, "Her iþin ortasý hayýrlýdýr, iyidir" kuralýný uy-gular. Ýfrat ve tefritten, yani çok fazla ile çok azdan kaçýnýr, ikisinin ortasýnda yürür.

Bu ortalama hareket þekli, yalnýz veliler mertebesine eren kâmil ve olgun insan-lara özgüdür. Nitekim Peygamber Efendimiz de "Ilýmlý hareket þekli, hal ve hareketlerin en güzeli, güzel huylarýn en beðenilenidir," buyurmuþtur. Hiç þüphe yok ki bu ortalama hâl ile vasýflanmýþ kâmil, baþkasýný irþad edip öðüt vermeye en layýk kiþidir.

Yetenekli Müridin Özellikleri

Seyri sülukte, mürþidin olduðu kadar müridin de birtakým nitelikler taþýmasý gereklidir. Nasýl ki sýradan bir yolculuðu bile her insan her zaman yapamazsa, burada da durum böyledir.

Kabiliyetli sâlikin temel niteliði þudur: O, kendi nefsine düþmandýr. Ona açlýk, susuzluk, uykusuzluk ve az konuþmakla eziyet ve iþkence eder. Çeþitli zorluklara katlanarak nefsine uymamakta dayanýklýlýk gösterir, onu kuvvetli eliyle kavrayýp yener ve üstün gelir.

Yetenekli müridin bütün arzu ve isteði, kendi nefsini bütün kötü, yerilmiþ vasýflardan temizlemektir. Çünkü nefsinin, kendisinin en büyük düþmaný ve en tehlikeli manevi hastalýklarýn kaynaðý olduðunu bilir. Bu yüzden de nefsinin etkilerinden kurtulmaya son derece çalýþýr, çaba harcar.

Müridde bu özellik neden gereklidir? Çünkü mürid, içinde bulunduðu nefs mertebesinden razý ve memnun olursa, daha ileri bir mertebeye geçmek, yani sülukun devamý için ortada sebep kalmaz.

Eðer bir kimse kendisini incitirse, yetenekli mürid ona sövüp saymaz. Kusur ve kabahati kendi nefsinde bulur ve der ki, "Eðer nefsim kötü olmasaydý, Cenabý Hak bana bu kullarýný musallat etmezdi, sataþtýrmazdý." Eðer kendisini mürþidine þikayet ederlerse, mürþidine onlarýn deðil, kendisinin kabahatli ve haksýz olduðunu söyler."

Ýþte nefsini yenen, onu avucuna alabilen ve her kusuru kendi nefsinde gören böyle bir sâlik, kabiliyetlidir ve bu yola girmeye layýktýr. Eðer bazen kendisinde birtakým kusur ve kabahatler görülürse, bunlar, onun bu Hak yola girmesine engel deðildir, mazur görülürler. Çünkü kendinde kötü bir hareket gördüðü zaman, buna razý olmayýp nefsini kýnar. Kimseye fena ve aðýr söz söylemez. Her kusuru nefsinden bilip hiçbir þekilde ona hak vermez. Kendisine üstünlük tanýmaz.

Fakat eðer sâlik, nefsinden razý olup ona karþý mücahededen (savaþmaktan) âciz kalýrsa; gerektiði zaman aç, susuz ve uykusuz kalmak suretiyle nefsini yenemezse;

eðer kusur ve hatayý, kendisini dövüp sövenlerde bulursa; onlara kýrýlýp düþman kesilir, öç almaya kalkýþýrsa; nefsine yan çýkar, onun rahat ve huzuru için çalýþýrsa, bu mürid, sâlik olmaya yetenekli deðildir ve veliler yolunun kokusunu bile alamaz.

Allah'a yakýn olanlar yolunun esasý, nefsinden razý olmayýp ona düþman olmaktýr.

Onunla mücahede edip, müþahede edenler (görenler) topluluðuna katýlmaktýr. Eðer sâlik, mânevi binasýný bu temel üzerine kurmazsa, binasý temelsiz olur ve çabuk yýkýlýr.

Çünkü düþmaný olmayan, dostunu bulamaz.

Genel Kurallar

Hak yolculuðunda öðrenilmesi gereken bilgiler ve uygulanacak yollar, pek çok ve çeþitlidir. Biz burada sadece, bazý genel kurallar üzerinde duracak ve kendimize örnek olarak Nakþýbendi yolunu seçeceðiz.

Denmiþtir ki: "Diðer yollarýn sonu, Nakþýbendi yolunun baþlangýcýdýr." Bu yol, Allah'a yakýn olmanýn en kýsa yoludur.

Peygamber Efendimiz, Hz. Ebubekir'e gizlice öðrettiði ilimlerin en üstünü, en deðerlisi olan huzur ve irfan (bilgelik) ilmini, cahil halktan gizlemiþ, hatta halifelerden bile saklý tutmuþtur. Bu yolun üç esasý vardýr: Az yemek, az uyumak, az konuþmak.

Az yemek az uyumaya, az uyumak az konuþmaya, az konuþmak da Allah'ý her an kalpte zikretmeye yardýmcý ve kuvvet vericidir. Demek ki iþin temeli, az yemektir.

Az yemenin önem taþýdýðý ikinci bir cihet daha vardýr. Karnýn doymasý kibiri, kibir de öfkeyi besler. Þu halde az yemek, bu ikisinin frenlenmesine de yardýmcý olur.

Aslýnda bu yola girenler için yeme, içme, uyuma ve konuþmada, orta dereceye uymalarý yeterlidir. Bunun için üç þart vardýr:

1. Dünyaya ait fikir, tasavvur ve hatýralarý akýldan çýkartmak.

2. Allah'ý bir an olsun gönülden çýkartmamak, daima zikretmek, anmak.

3. Daima murakabede bulunmak (Allah'ý düþünmek).

Bu yolun manevi þartý, bir gönülde onun sevgisinin ve özleminin uyanmýþ olmasýdýr. Bir gönül ki onda bu dert, bir arzu olarak uyanmýþtýr, bunu büyük bir nimet saymak ve gece gündüz, bu nimetin artýþýna çalýþmak lâzýmdýr.

Kalple yapýlan zikir (Allah'ý anma), kulu Allah'a yaklaþtýran en kýsa yol ve be-lalardan uzaklaþtýran ve koruyan, akýl almaz vahdet (birlik) âleminin anahtarýdýr. Bu yola girenlerin kazancý, daimi olarak Cenabý Hak'kýn huzurunda bulunmaktýr. O huzur, kalpte yerleþir ve müþahede adýný alýr. Huzur temkin bulunca, yani deðiþmez ve

sürekli hale gelince, maksada ulaþýlmýþ demektir. Her an Allah bilinir, O'nunla olunur ve O'ndan bir an olsun gaflette bulunulmaz.

Bu amaca ulaþmak için, Nakþýbendi'nin üç yolu vardýr.

Birinci Yol

"Lâ ilâhe illallah" zikridir. Zikreden, kalp huzuru içinde bu kelimeyi tevhidi tekrar eder. Nakþi'de zikir sesli (cehri) deðil, sessiz (hafi) ve kalpten yapýlýr. "Lâ ilâhe" olumsuzlamasýný (nefyini) söylerken bütün eþyayý ve varlýklarý yokluk ve hiçlik gözüyle görür. "Ýllallah" olumlu (ispat) sözünü söylerken de Cenabý Hak'kýn ezeli ve ebedi varlýðýný düþünür. Bu hoþ kelimeyi söylediðinde dil, damaðýn üst kýsmýna, geriye doðru bükülerek yapýþtýrýlýr, sâlik nefesini içeri çekerek makul sürelerle tutar ve var kuvvetiyle öyle zikir yapar ki, onun eseri bütün organlara yayýlýr. Mürid çalýþtýðý her iþte, onu anmaktan bir an olsun geri kalmaz. Hatta konuþurken, yemek yerken ve uyurken bile, bu tekrarda zayýflama ve gevþeme olmaz. Bu halin zayýfladýðýný hissettiði vakit tekrar dikkatini toplayarak yoðunlaþýr ve sonuçta zikir yerleþir, oturur.

Ýkinci Yol

Ýkinci yol, "Allah" zikridir. Zikreden, kalbiyle Allah'a yönelir ve Allah ismi celilini tekrarlar. Bunu söylediði zaman, Cenabý Hak'ký evrenin bütün zerrelerinde bilip düþünmelidir. Bu hal içinde o kadar zikir yapmasý gerekir ki, kendinden geçsin ve öyle bir mertebeye gelsin ki bu hal, onun kalbinde daim olsun, kalbinin bir sýfatý olarak yerleþsin, kalbin içi o ýþýk ile dolup büyük bir lezzet duysun.

Gönlün hâlleri ne ise, gene gönülde kalmalýdýr. Ona açýlan sýrlarý halka söylememeli ve þeriat yolundan (Ýslam kurallarýndan) dýþarý çýkmamalýdýr.

Eðer zikreden her an Allah'ý düþünmekten boþ kalmazsa, uyurken bile Allah'ý zikreder ve ondan uzak durmazsa, onun uykusu da uyanýklýðý gibi Hak'kýn huzuru olur, fakirlik ve yokluk bahtiyarlýðýný çabuk bulur. Müridin yeteneðine ve Allah'ýn lütuf ve inayetine baðlý olarak bu süre bir an da olabilir, bir ömür boyu da sürebilir.

Üçüncü Yol

Üçüncü yol, rabýta, yani kalbin baðlanýþ yoludur. Mürid, kalbini tam bir teslimiyetle kâmil bir mürþide baðlamalýdýr. Kâmil mürþidin güzel, hoþ sohbeti, ilâhi sohbete kavuþma sonucunu verir. O sohbet bereketiyle müridin kalbine mana ýþýðý akar. Bu manaya bir eksiklik gelirse, mürid tekrar mürþidin sohbetine baþvurmalýdýr.

Ta ki o mürþitten ayrýlsa bile onun suretini hayalinde tutabilsin ve kalbine gelen her hatýrayý atýp, yalnýz onun hayali ve hatýralarý kalsýn.

Bundan daha yakýn bir yol olmaz. O mürþidin nurlu yüzü, belki iki kaþýnýn arasý, onun hatýrýndan bir an bile gitmezse, otururken, kalkarken, yemek yerken ondan bir an bile gaflette bulunmazsa, daima zihninde yaþatýrsa –ki bu halin devamý mürid için epey zahmetli olur– bunun sonunda mürid, öyle bir mertebeye erer ki, kâmil mürþidin sureti kalbinde kökleþir ve her an zahmetsizce tahayyül edebilir.

Ancak edep terk edilirse, bu feyz yolu müritte bozulabilir. Bu baðlantý yolunu düzeltmek de zor olur. Bu zamanda böyle aziz ve yüksek bir mürþidin sohbetini bulmak, büyük bir þans ve nimettir.

Onbir Ýlke

Nakþi yolunun 'onbir kelime'sini de burada kýsaca belirtmeden geçemeyeceðiz.

Bunlardan ilk sekizi Abdülhâlýk Gucduvani Hz. tarafýndan konmuþ, son üçü de Þahý Nakþýbend Hz. tarafýndan eklenmiþtir.

1. Anmak, zikir (yâd kerd). Temelde, kelimeyi tevhidi "hapsi dem" (nefesi hapsetmek) suretiyle zikretmektir. Belli sayýda her zikir süresince nefesi tutmak, dikkatin daðýlmasýný ve aklýn baþka taraflara gitmesini önler.

2. Kýsýtlama (bâz geþt). Nefes hapsiyle zikir sýrasýnda, bir nefes tutmadaki zikir sayýsý sona erip nefes verilirken, "Allah'ým, gayem sensin ve arzum da senin rýzandýr" (Ýlâhi, ente maksudi ve rýzaike matlubi) duasýný okumaktýr. Bu, düþüncelerin daðýlmasýný önler, zâkir (zikreden) kalbine vehim, kuruntu ve hatýralarýn girmesinden kurtulur.

3. Uyanýklýk (nigâh deþt). Akla hücum eden çeþitli düþüncelerle savaþýp onlarý savuþturmak. Kalbini ve dikkatini Allah'tan ayýrmamak. Bu yolda baþarý çok güçtür, çok mücahede etmek gerekir. Nefes kontrolü, bu konuda en önemli yardýmcýdýr.

4. Hatýrlamak (yâd deþt). Daima Hak'tan haberdar olmak. Allah'tan baþka her þeyi aklýndan ve kalbinden çýkarýp, dikkatini O'nun üzerinde yoðunlaþtýrmak (konsantrasyon).

5. Nefes gözetimi (hoþ der dem). Sâlikin her nefesi bilinçli ve uyanýk olarak alýp vermesi. Nefesleri murakabe edip, onlarýn girip çýkmasýna vâkýf olmasý. Þehabeddin Sühreverdi Hz., "Nefesine sahip olmayan nefsine sahip olamaz, nefsine sahip olmayanlar da helak olanlardýr," demiþtir.

6. Vatana sefer (sefer der vatan). Ýnsanýn Hak'ka yaptýðý manevi yolculuk, yani süluk. Kiþinin kötü, çirkin vasýflarýndan, iyi güzel ahlaka sefer etmesi.

7. Attýðý adýma dikkat (nazar ber kadem). Sâlikin bakýþlarýnýn daima ayaklarý üzerinde olmasý. Eðer rastgele etrafýna bakarsa, dikkati daðýlýr, gördükleri kalbine nakþolur ve tefrika çýkar. Ayrýca mecazi anlamda daima nereye gittiðini bilmeli, bakýþlarý yolculuðun hedefinden þaþmamalýdýr.

8. Topluluk içinde yalnýzlýk (halvet der encümen). Dýþý halk ile, içi Hak ile olmak. Baþkalarýnýn yanýndayken bile, sanki halvetteymiþ gibi, dikkatini manevi halinin korunmasýna toplamak.

9. Zaman duruþu (vukufu zamani). Sâlikin arada sýrada durup, geçirdiði zamanýn muhasebesini yapmasý, kendisini hesaba çekmesi. Ýyi halleri için þükür, kötüleri için tövbe etmesi.

10. Sayý duruþu (vukufu adedî). Kalp zikri sýrasýnda, her nefesteki zikir sayýsýnýn tamamlandýðýna dikkat etmek. Bu, birden baþlar, yavaþ yavaþ 21'e kadar arttýrýlýr. Örneðin nefes alýnýr, üç defa "Lâ ilâhe illallah" denir ve nefes býrakýlýr.

21'e varýldýðý halde sonuç hasýl olmamýþsa, iþe baþtan baþlamak gerekebilir.

11. Kalp duruþu (vukufu kalbi). Kalp üzerinde "Allah" adýnýn yazýlý olduðunu tahayyül etmek; aklýn, bu görüntüyü daima yerinde tutacak þekilde eðitilmesi.

11. Kalp duruþu (vukufu kalbi). Kalp üzerinde "Allah" adýnýn yazýlý olduðunu tahayyül etmek; aklýn, bu görüntüyü daima yerinde tutacak þekilde eðitilmesi.