• Sonuç bulunamadı

3. Türk Edebiyatında İskender Hikâyesi/İskendernâmeler

3.2. İskender Hikâyesi İçeren Mesneviler

3.2.5. Nâlî Mehmed'in Tuhfetü'l-emsâl'i

Nâlî'nin (öl. 1675) asıl adı Mehmed'dir. "Mehmed bin Osman", "Osmanoğlı" ve "Konevî" olarak da anılmıştır. Nâlî'nin eserleri şunlardır: Tuhfetü'l-emsâl, Divan,

Miftâh-ı Heft Kân ve Menâsik-i Hac. Ahlak kitapları arasında adı geçen Tuhfetü'l-emsâl, Nizâmî'nin Mahzenü'l-esrâr'ından hareketle oluşan nazireler silsilesine bağlı olarak yazılmıştır. 1929 beyitten müteşekkildir. Eserin 23 beyit tutan "Hâtime-i Kitâb" kısmı fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün, geri kalanı ise müfte'ilün müfte'ilün fâ'ilün vezniyledir.

Tuhfetü'l-emsâl, 471 beyitlik girişten sonra farklı konuların ele alındığı 5 ana bölümden oluşur. Eserin üçüncü bölümü, İnsan gönlüne zaman zaman gelip giden üzüntü ve

sevincin sebebi nedir? sorusuna cevap aranan "Hikâyet-i İskender-i Zülkarneyn ü Câlinûs" adlı hikâye ile heva ve heves peşinde koşan bir adamın "Temsil"i ve

74

"Münâcât"tan oluşur.7 Hikâyenin yer aldığı 132 beyitlik bölüm (1032-1163. beyitler) özetle şöyledir:

Devr-i zaman hazinesinin sahibi, her kim yüksek bir mertebeye erişse onun kalbini tecrübe eder; kimde mal mülk hırsı varsa ondan uzaklaşır, kendisinde bu hırs olmayanlara ise hazinesinin kapılarını sonuna kadar açar. Kapı kapı dolaşarak nihayet İskender'in kapısına gelir ve onun nazarında toprakla altının eşit olduğunu görünce zenginlik ve kudreti emrine verir. Bundan sonra bütün kara ve denizlerde ne varsa İskender'in hükmü altına girer. Buna karşılık İskender de âdil bir padişah olur ve devleti günden güne büyür, adı cihanı kaplar. İskender adamlarını daima zamanın en bilgili kişileri arasından seçer, ilim ve hikmet sahibi kişileri korur. İskender bir gün bilginleri toplayarak "Kalbe neden bazen sevinç, bazen de gam ve kasvet gelir?" sorusunu cevaplamalarını ister. Ancak aldığı cevaplar onu tatmin etmez. İçlerinden biri bu soruyu ancak hikmet sahibi, her türlü dünya bağından kendini arındırmış, bütün ilimlere vâkıf Câlinûs'un cevaplayabileceğini söyler. İskender hemen bir mektup yazar ve çeşitli hediyelerle birlikte bir elçiyle Câlinûs'a gönderir, onu yanına davet eder. Elçi Câlinûs'u fakr u zaruret içinde görünce küçümser ve "Müjde sana, şahımız büyük bir lütufla beni ayağına göndererek seni davetle şereflendirdi. Name ve pek çok hediye ile ödüllendirdi." der. Hakim hediyelerden yana bakmaz, mektubu okur ve şöyle der: "İskender'e bizden selam ve dua götür. Olmayacak şeyi bizden istemesin. Eğer bir kişi bir kapıya dayanırsa artık kapı kapı dolaşmak ona yaraşmaz. Her kim dünya (fena) kapısından medet umarsa sonsuzluk kapısını kapamış olur. Kim de fakirliği tercih ederse sultanın emrine girmez, fermanına tâbi olmaz." Elçi gelip durumu İskender'e söyler. İskender, bizzat hakimin yanına gitmekten başka çare olmadığını düşünür ve yola çıkar. Hakimin şehrine varınca herkes gelip ayağına yüz sürer. Birkaç gün Câlinûs'un da yanına gelmesini bekler ancak ümitleri boşa çıkar. Bunun üzerine el ayak çekilince Câlinûs'un evine gider. Hakim, küçük ve harap bir hanede, yastığı kara bir taş, yatağı toprak yatmaktadır. İskender içeri girince saygıyla selam verir, Câlinûs selamı alır fakat ayağa kalkmaz. Bu tavır İskender'in gururuna dokunur. Hakim durumun farkına varır ve "Bunca yol zahmetine katlanarak bize gelmenize sebep nedir? Eğer maksat bizi görmekse gönül aynasındaki bu

7 İslam Ansiklopedisi'nde (MEB) İskender'in hayatının bir kısmını konu alan eserler için Nâlî'nin bu eseri örnek verilir (Gökyay, 1997: 1089) fakat isim yanlış olarak "Nevâlî" şeklinde geçer.

75

keder neden?" diye sorar. İskender onu mahcup etmek kastıyla, "Sana mektup gönderdim gelmedin, şehrine geldim hoş geldin deme zahmetinde bulunmadın, hanene geldim karşılamak için ayağa bile kalkmadın. Sülûk ehlinin âdeti böyle midir, bir padişah böyle mi karşılanır?" der. Câlinûs o zaman şöyle cevap verir: "Benim gece ve gündüz evimin işlerini yapan iki hizmetçim var. Akıl eli onları esir ettiği için önceleri ziyadesiyle serkeş idiler. Fakat her biri fesatçılıktan, nefislerinin peşinde koşmaktan vazgeçip doğru yolu buldular. Buna rağmen ben yine de onların adlarını bir kere olsun ağzıma almadım. Çünkü onların adları şehvet ve hırs ile birlikte anılmıştı. Sen ey padişah! İşte o benim kullarıma köle olacak bir mertebede bulunuyorsun. Kölesine değer vermeyen bir kişi, kölesinin kölesine itibar eder, onu hesaba katar mı? Akıllı olan insan öyle bir şah önünde ayakta durmalı ki onun saltanatı ve mülkü geçici değil, daimî olsun. Bencileyin sen de âciz, eksikli bir kulsun. Âciz bir kulun önünde ayağa kalkmak yakışık alır mı?" Bu sözler İskender'i derinden etkiler. Câlinûs'un gerçek bir marifet ummanı, kendisinin ise bir damladan ibaret olduğunu anlar. Yere kapanarak "Yeter, beni daha fazla utandırma, ben haddimi bilemedim, ayağına kim yüz sürerse onun bahtı açıktır." der ve özür diler. İskender bir taraftan da yanındaki hakimlerin bilemediği soruyu sormak istemektedir. Bunu anlayan Câlinûs, daha İskender ağzını açmadan söze girer: "Ey himmeti yüce padişah! Gece gündüz insan gönlünü meşgul eden, bazen sevinç bazen de keder olarak ortaya çıkan hâllerin kaynağı hırs ve şehvettir. Her birinin başlangıcı tatlı, sonu acıdır. Sen sakın böyle olma ve kalbini bunların vesvesesiyle doldurma. Akıllı olan kişi bunlara kendi benliğinde hayat hakkı tanımaz. Defalarca zarar gördükten sonra pişman olmak fayda vermez." Câlinûs'un sözleri sona erince İskender, nasihat cevherini canı gibi saklayarak geri döner (Nâlî, 1999: 9-44).