• Sonuç bulunamadı

4. Türk Dünyasında İskender Konulu Anlatmalar

4.1. Anadolu Sahası Türk Edebiyatı

İskender'le ilgili anlatmalar, Türk dünyasının farklı bölgelerinde olduğu gibi çok yaygın olmamakla birlikte Anadolu sahasında da mevcuttur. İskender'in âb-ı hayatı aramaya gidişi ve bu yolculukta Hızır'la (ve bazen İlyas'la) arkadaşlığı hakkında anlatılan efsane bu metinlerden biridir. Elazığ'da derlenen aşağıdaki metin, âb-ı hayat yanında İskender'in ölümü ve cenazesini de konu alır. Ölümsüzlük suyuyla ilgili efsane Hızır, Lokmân Hekim ve İskender için Muğla'da da anlatılmaktadır (Önal, 2005: 109). İskender'in boynuzlarının olduğuna dair inanışın oldukça yaygın olduğu daha önce ifade edilmişti. Eberhard ve Boratav tarafından hazırlanan Typen Türkischer Volksmarchen

99

(Türk Halk Masallarının Tipleri) adlı katalogda 242 numarada kayıtlı aşağıdaki metinde İskender adı geçmez, ancak boynuz meselesi bu hâliyle doğrudan İskender için de anlatılmaktadır. Aynı anlatma Balıkesir'de "Padişahın Boynuzları Var" (Kumartaşlıoğlu, 2006: 328-9), Isparta/Sütçüler'de "Padişahta Boynuz Var" (Demirbaş, 2006: 300-1) ve Niğde'de "Boynuzlu Hint Padişahı" (Bakırcı, 2000: 360-1) adlarıyla benzer şekilde derlenmiştir. Yine İskender adı geçmemekle birlikte Saim Sakaoğlu'nun Gümüşhane ve

Bayburt Masalları adlı eserine alınan ve aşağıda metni verilen masal da Anadolu sahasında İskender'le ilgili derlenen anlatmalardan biridir. Bu masal Azerbaycan sahasında "Kuşdili Bilen İskender" adıyla anlatılmaktadır.

4.1.1. Hızır-İlyas ve İskender

Hızır karada, İlyas ise denizde muhafızdır. Bu ikisi, İskender-i Zülkarneyn zamanında yaşamışlardır. Allah İskender'e 14 senelik bir mühlet verir. O, bu müddet içinde şarkı, garbı gezer. İki tane boynuzu vardır. Dünyanın her tarafını gezdiği için kendisine Zülkarneyn derler. Hızır ile İlyas onun arkadaşıdır, beraber gezerler. İskender bunlara bir gün, "Gidelim, sizinle denizden âb-ı hayat suyunu bulalım." der. Bunların üçü yola düşerler. Denizin üzerinde batmayan bir taş vardır, taşın üzerinde denize girerler. Denizin üzerinde bir zaman giderler. Yol ikiye ayrılmaktadır. Karanlık, zulmet... İskender, "Ben bu yoldan gideyim, siz de bundan gidin." der. İlyas'la Hızır, İskender'den ayrılırlar. Epey gittikten sonra, abdest alıp namaz kılarlar. Ellerinde bir fanus, fanusun içinde de hareketsiz duran bir balık vardır. Bu balığı yiyecek olurlar. Ellerindeki fanus kırılınca balık dirilip geri denize girer. Fanusun içindeki suyu Hızır'la İlyas içerler. Bu içtikleri âb-ı hayat suyudur. İskender ise yolda yürürken gaipten bir ses işitir: "Ne o İskender? Sen dünyayı fethettin, daha doymadın mı? Sağlıkla memleketine kavuşmayasın!". İskender, "Eyvah, ben bu dünyada ölüm olduğunu bilsem bu kadar zahmeti çeker miydim?" der. Geri dönüp Hızır ve İlyas'la buluşur. Hızır'la İlyas âb-ı hayat suyunu bulduklarını söyleyince, "Bana nasip olmadı." der.

Bir müddet sonra İskender ölür. Hızır'la İlyas ise ölmezliğe erişirler. İskender'in memleketi Konya'dır. Ölmeden evvel askerlerine şöyle der: "Benim cenazemi Konya'ya böyle götürürseniz anam kızar. Ne kadar hoca varsa gelsin, cenazemin etrafında tekbir getirsin. Ne kadar hazinem varsa cenazemin önüne getirin. Ne kadar askerim varsa benim cenazemi takip etsin. Elimi de tabuttan dışarı salın; böyle gidip gelsin, sallansın.

100

Anam beni bu vaziyette görürse ağlar. O zaman size bir şey demez.". Anası haber alır ki İskender ölmüş. İki ordu asker ile bir dağın başına çıkar, bekler. Bakar ki İskender'in ordusu geliyor. Vaziyeti görür ve tebessüm eder. Askerler anasına, "Kumandanım, niye gülüyorsun?" diye sorarlar. Anası, "Siz görüyor musunuz, benim oğlum ne demek istiyor?" der. Onlar ne demek istediğini sorunca şöyle cevap verir: "İskender diyor ki: Ana! Dünyada eğer ölüm parayla olsaydı, bak ne kadar hazinem vardı, hepsini verir ölmezdim. Eğer hocalar, âlimler, şeyhler bu işi önleselerdi, bak ne kadar şeyhim, hocam vardı. Ben yine ölmezdim. Eğer kuvvete gelse bak ne kadar askerim vardı, yine ölmezdim. Elini de tabuttan çıkarmış, bu dünya böyle gelir, böyle geçer diye sallıyor." (Görkem, 1987: 215-7).

4.1.2. Boynuzlu Padişah

Padişahlardan birinin iki boynuzu vardır. Kimsenin görmemesi için kafasını örtmektedir. Her tıraştan sonra berberleri boynuzlu olduğunu kimseye söylemesinler diye öldürtür. Memleketteki son berber gelir, boynuzları kimseye söylemeyeceğine dair söz verir. Ancak berberin vücudu şişer. Buna sebep padişahın boynuzlu olduğunu ifade etmemesidir. Berber gidip bu sırrı bir kuyuya bağırır. Kuyu zamanla suyla dolar ve etrafta sazlıklar büyümeye başlar. Oradan geçen yolcular sazdan kaval yaparlar. Bu kavallar padişahın boynuzlarının olduğunu anlatan şarkılar söyler. Bu olaydan ötürü berber zanlı olarak görülür. Çünkü verdiği sözü tutmamıştır. Ancak berber her şeyi padişahın huzurunda açıklar ve affedilir (Eberhard ve Boratav, 1953).

4.1.3. Kuşdili Bilen Şehzade

Zamanın birinde bir padişah vardır. Eşi ölünce padişah yeniden evlenir. Evvelki eşinden 7-8 yaşlarında bir oğlu vardır. Bir gün padişah ailesiyle beraber sarayın bahçesinde, ağaçların altında âlem yapmaktadır. Bu sırada ağaca konan kuşlar ötmeye başlarlar. Kadın, padişaha, "Ah padişahım, kuşdili bileceksin de bu kuşların birbirlerine ne dediklerini anlayacaksın, kim bilir ne diyorlar." der. Padişahın ilk eşinden olan oğlu da yanlarındadır. Babasına, "Ben o kuşların ne dediğini anlıyorum." der. Babası söylemesini isteyince, "Haset edersiniz, o yüzden söylemem." der. Babası ve analığı ısrar edince kuşların ne konuştuklarını anlatır: "Öyle bir zaman gelecek, oğlunuz Osman padişah olacak; biriniz eline su dökeceksiniz, biriniz de peşkir tutacaksınız. Anası su dökecek, babası peşkir. Kuşlar bunu diyor.". Bunu duyar duymaz analığın içine bir

101

hasetlik düşer, "Bak bak padişahım, bak bu bok ne fikirler kuruyor. Demek zaman gelecek, bu bizi hizmetçi edecek. Ya bu oğlan gidecek ya beni boşayacaksın!" diye çıkışır. Padişah yaşlı, karısı gençtir. Ayrıca padişah karısına âşıktır. Padişah ne etsin, oğlunu cellada teslim edemez. Bir sandık yaptırır, içini su geçmeyecek şekilde hazırlatır. Oğlanı bunun içine koyup denize bırakır. Dalga bunu vura vura bir kıyıya çıkarır. Fakir bir motorcu bakar ki dalgalar bir sandık getiriyor. Yanındakilere, "Uşaklar, bu sandıktaki can ise benim, para ise sizin." der. Sandığı sudan çekip alırlar, bakarlar ki içinde 7-8 yaşlarında bir çocuk var. Motorcunun da zürriyeti yok, buna çok sevinir. Çocuğu alıp evine götürür, karısına gösterir, "Dünyalığımızı buldum, bu çocuğu evlat edinelim." der. Öyle yaparlar, besleyip büyütürler.

Günler gelir geçer. O şehrin padişahının bahçesine üç karga tebelleş olur. Padişah nereye giderse kargalar da oraya gelir. "Ga ga gi ga ga gi" öter dururlar. Padişah saraya gider, gelirler; yatağına gider, gelirler. Padişah âciz kalır. Sonunda tellal çıkarır, bu kargaların dilinden kim anlarsa padişah onların dünyalığını verecek diye duyurur. Kayıkçı da bu haberi duyar. Akşam olunca duyduklarını karısına anlatır. Bu sırada çocuk da onları dinler, olanları öğrenir. Anasıyla babasına "Ben o kargaların dilinden anlarım. Sen git, padişaha söyle, ben yarın kargaların ne dediklerini padişaha söylerim." der. Kayıkçı saraya varır, padişaha durumu anlatır. Padişah hemen çocuğu getirmesini ister. Babası çocuğu getirir. Vezir vüzera, şehrin büyükleri herkes oradadır. Biraz sonra kargalar pencereye konarlar. İkisi döğüşmeye başlar, biri de seyreder. Padişah çocuğa, "Oğlum, ben bu kargaların sesinden âciz kaldım, bunların arzusu nedir?" diye sorar. Çocuk şöyle cevap verir: "Padişahım, döğüşenler karı koca, kenarda duran da bunların cücükleri. Bu cücük iki üç günlükken bu şehirde bir kıtlık olmuş. Bu sebepten ona yedirecek bir şey bulamamışlar. Tabii kendileri de aç. Dişi karga terk-i diyar edip bolluk bir yere gitmiş. Erkek karga cücüğü bırakıp bir yere gidememiş. Bulduğu az bir yiyecekle hem kendine hem de cücüğe bakmış. Kıtlık geçince dişi karga geri dönmüş. 'Bunun yumurtasını ben yumurtladım, üstünde ben yattım, cücüğü ben çıkarttım, cücük benimdir.' demiş. Erkek karga ise 'Evet sen yumurtladın, zahmeti sen çektin, ama ona ben baktım, cücük benimdir.' demiş. Padişahım, bunlar senin bir karar vermeni bekliyorlar. Sürekli senin başında ötüşüp kavga etmelerinin sebebi budur. Şimdi bu cücük erkeğin mi yoksa dişinin midir?". Padişah, "Dişi durup bakmamış ve gitmiş. Eğer

102

erkek bakmasaydı bu cücük ölürdü, bu sebepten cücük erkeğindir." demiş. Dişi karga çekilir, cücük erkeğe kalır. Padişah kayıkçının dünyalığını verir. Ama bakar ki çocuk çok kafalı, bunu yanına almak ister. Kayıkçıya, "Bu çocuğu bana vereceksin, ne istersen iste." der. Kayıkçının neyi yitecek, ağırlığınca para alıp çocuğu padişaha verir. Padişah çocuğu mektebe gönderir, tahsilini yaptırır.

Zaman geçer, padişah ölür. Bu padişah oğludur deyip çocuğu padişah yaparlar. Aradan birkaç sene geçince yeni padişah babasının memlektine gitmek ister, babasını görecek. Yola çıkar, baba evine ulaşır. Babası yaşlanmış, başka zürriyeti de olmamıştır. Haber gönderirler, filan memleketin padişahı geliyor diye. Oğlan gider, padişahın misafiri olur. Yerler içerler. Yemekten sonra babası genç padişahın eline su döker, anası da peşkir tutar. Bütün hizmeti babası görmektedir. Genç padişah babasına, "Senin zürriyetin yok mu?" diye sorar. O da hiç uşağı olmadığını söyler. Babasının kendisinden bahsetmemesi üzerine çocukluğunda başına gelenleri anlatır: "Bir tarihte sen annemle bahçede ağacın altında otururken kuşlar ağaçta ötüşüyordu. Ben size ne anlattıklarını söyleyince beni denize attınız. İşte ben o oğlunuzum. Beni bir motorcu aldı. Sonunda padişah oldum. Buraya geldim, elime su döktünüz, peşkir tuttunuz. Ben bunun aksini söylememiştim. Ama siz benim sözümü tersine çektiniz.". Yerler, içerler, muratlarına ererler (Sakaoğlu, 2002:459-62).