• Sonuç bulunamadı

3. Muhtâr b Ebî Ubeyd es-Sekafî’nin Tarih Sahnesine Çıkışı

1.3. Muhtâr’ın Kûfe’ye Dönüşü ve Şehri Ele Geçirmesi

1.3.5. Muhtâr’ın İkinci Kez Hapse Atılması

Muhtâr, 16 Ramazan 64/6 Hâziran 684’te Kûfe’ye gelmiştir. Tevvâbûn ise 24 Cemâziyelevvel 65’te Aynü’l-Verde’de kıyam etmiştir. İşte bu sekiz aydan fazla süren bir zaman diliminde Muhtâr Tevvâbûn’a katılmamıştır. Aksine zaferin kendi liderliğinde çıkacak bir ordu ya da siyasal oluşumla gelebileceği iddiasındadır. Propaganda sürecini hiç ara vermeden sürdüren Muhtâr, ilk başlarda umduğu sayıyı elde edememiştir. Kaynaklar taraftar sayısının 2.000 kişiye ulaştığını söylemektedir. Bu zaman diliminde Süleymân b. Surad’ın adamlarının sayısı 16.000’den 4.000’e düşmüştür. Süleymân b. Surad, en-Nuhayle’ye geldiğinde sayının 4000’e kadar düşmüş olması karşısında şaşkınlığını gizleyememiştir. Bu sayının Muhtâr tarafından düşürüldüğüne de inanmamıştır. Zira kendisine bey’at edenlerden sadece 2.000’i Muhtâr’la birliktedir. Geri kalan 10.000 kişi hakkında:

-Bunlar müslüman değiller midir? Neden Allah’ı ve verdikleri sözleri hatırlamıyorlar, diyerek tepki göstermiştir. Süleyman b. Surad üç gün daha beklemiş ve yaklaşık 1.000 kişinin daha katıldığına tanık olmuştur.272 Muhtâr’a katılanların hepsi Tevvâbûn’a katılmaya söz vermiş ya da en azından niyet etmiştir. Bu açıdan bakıldığında Tevvâbûn ordusunun başına gelenlerde hiç şüphesiz Muhtâr’ın payı olduğu inkâr edilmemelidir. Ancak Süleymân b. Surad’ın da beyan ettiği üzere halkın böyle bir tecrübenin yaşanmasına müsait bir yapıya sahip olmasının da etkisi vardır. Zira Muhtâr’ın Mehdî’ye çağrı planının hemen revaç bulmadığını söylenilebilir. Ancak eleştirilerini Tevvâbûn’un işleyişi ve yönetimine yönlendirmesi kafaları karıştırmaya yetmiştir. Yani “Mehdî” kavramının ilk başlarda revaç

272

Belâzurî, Ensâb, VI, 367; Taberî, V, 584; İbn A’sem, VI, 210; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, VI, 35; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 262. Gelder, Tevvâbûn’a söz verip de katılmayanlar hakkında “Onlar Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e yaptıkları gibi yine ihanet ettiler” demektedir. Bkz. Gelder, 33.

bulmaması mevcut kıyamın, salt Ehl-i Beyt’in intikam arzusu taşımadığına bir işarettir. Ayrıca günümüzdeki Şîa’nın Ehl-i Beyt kavramına yüklediği anlama, o yıllarda henüz ulaşılmadığını da göstermektedir.

Muhtâr, bu propaganda sürecinde Kûfe halkınca izlenmeye başlanmıştır. Gündem oluşturmayı başaran Muhtâr, her geçen gün taraftarlarının sayısını biraz daha arttırmıştır.273 Muhtâr’ın adamlarının sayısının çoğaldığı ancak üstünlüğün Süleymân b. Surad’da olduğu belirtilmektedir.274

Şehirde iki tane liderlik yarışı olmasına rağmen şehir yönetimi kendilerine dokunulmadığı sürece mevcut duruma karşı sessiz kalmayı tercih etmiştir. Süleymân b. Surad halktan aldığı sözlere güvenerek hareket ederken, Muhtâr her türlü riski alarak söylemlerindeki tehditleri o sırada hâlâ şehirde yaşamakta olan insanlardan bir kısmını da kapsayacak şekilde genişletmiştir. Muhtâr’ın yaptığı suçlamalardan Abdullah b. Zübeyr ve İbn Zübeyr’in Kûfe valisi Abdullah b. Yezîd ve diğer adamları da nasibini almıştır. Muhtâr, Hz. Hüseyin’in katline karışanların hâlâ şehirde yaşıyor olmalarına nasıl müsaade edildiğini sorgulamıştır. Şehir yönetimi kendilerine engel olmasa, onları öldürebileceklerini ima etmiş, ya da bu işi bizzat İbn Zübeyr ve İbn Zübeyr’in şehir yönetiminin yapmadığını söylemiştir.275 Valiye gelenler arasında her iki grubun da kendisi için tehdit oluşturduğunu söyleyenler de vardır.276

Vali, bir konuşmasında isim vermeden Hz. Hüseyin’in katline karışıp da hâlâ Kûfe’de yaşamaya devam edenlerin can güvenliğini tehlikeye atanlara bilfiil cevap verileceğinden bahsetmiştir. Süleymân b. Surad’ın kendi düşmanlarını şehir dışında aramış olmasına memnun kalmış, bununla birlikte kendileri için tehdit oluşturabilecek Ehl-i Beyt yanlıları olduğundan da endişe duymuştur.277 Abdullah b. Yezîd’in

273 Taberî, V, 606. 274 İbn Kesîr, VIII, 248. 275

Belâzurî, Ensâb, VI 381; İbn Miskeveyh, II, 112-113; Söylemez, Kûfe’nin Siyasi Tarihi, 180.

276

İbn Kesîr, VIII, 248.

277

Belâzurî, Ensâb, VI, 367; Taberî, V, 661-662; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 252; İbn Kesîr, VIII, 248- 249.

konuşmasında isim vermemesi, Muhtâr’ın propaganda sürecini tam bir gizlilikle yürütmesine bağlanmaktadır.278 Abdullah b. Yezîd, yaptığı konuşmalarda Ehl-i Beyt söylemi üzere hareket edenleri Ubeydullâh b. Ziyâd’a yönlendirmeye çalışmış, sükûneti sağlamaya çalışan bir dil kullanmıştır. Kûfe’de birbirleriyle çatışarak güçlerini harcamalarının İbn Ziyâd’ın hoşuna gideceğini ve Şam yönetimine karşı girişecekleri mücadelede kendilerini zayıf bırakacağını, asıl hedeflerine odaklanmaları gerektiğini söylemiştir. Kastettiği kimseler ise Hz. Hüseyin’in katline karışıp hâlâ şehirde bulunan ve bir kısmı şehir eşrâfından olanlardır. Vali her ne kadar çatışmadan uzak kalmaya çalışsa da harac amili İbrâhîm b. Muhammed b. Talha aynı duruşu sergileyememiştir. Hatta Ehl-i Beyt taraftarlığıyla bilinen el-Müseyyeb b. Necebe el-Fezârî ile aynı konu hakkında sözlü bir münakaşaya girmiştir. Muhammed b. Talha’nın: “Ey insanlar! Sakın bu hilebazın savaşa dair sözleri sizi aldatmasın. Allah’a yemin ederim ki herhangi biriniz, bize karşı çıkacak olursa onu muhakkak öldürürüz,” demesi üzerine bir tartışma başlamıştır.279

Muhtâr ve Tevvâbûn, görünüşte aynı uğurda mücadele eden ancak bir araya gelmeyen iki hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Aralarında bazı farklılıklar göze çarpar. Bunlardan bir tanesi de Süleymân b. Surad’ın Ubeydullâh b. Ziyâd’ı öncelemesidir. Zira Aynü’l-Verde’ye doğru yola çıkıldığında kendisine:

-Ömer b. Sa’d ve diğerleri gibi katiller Kûfe’de yaşıyorken, biz neden kalkıp Hz. Hüseyin’in katilleri ile savaşmak için Şam’a gidiyoruz, denildiğinde Süleymân:

-Hz. Hüseyin’i asıl öldüren Ubeydullâh b. Ziyâd’dır. İbn Ziyâd’ı öldürdükten sonra Kûfe’de yaşayan katillere sıra gelecek. Eğer önce Kûfe’ye yönelirsek, her biriniz ya babasını ya kardeşini ya kayın biraderini öldürecektir. Bu, birliğimizi bozar diye cevaplamıştır. Etrafındakiler de bu açıklamaya ikna olduklarını söylemiştir.280 Muhtâr ise Kûfe’deki sorumlulara karşı daha önce harekete geçilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

278

Hind Ğassân, 201.

279

Belâzurî, Ensâb, VI, 367-368; Taberî, V, 562-563, 580-581; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 252-253; İbn Kesîr, VIII, 248-249.

280

Süleymân b. Surad’ın herhangi bir hilâfet teorisi yoktur. Kıyamın gayesi, bir intikam arzusunun dile getirilmesinden ibarettir. Üstelik şekli itibariyle aynı intikamın alınmasını isteyenler tarafından da eleştirilmektedir. Muhtâr ise İbnü’l- Hanefiyye adı altında bir Ehl-i Beyt ideolojisi sunuyor; bununla ileride daha da kemikleşecek bir siyasal inanç sisteminin temellerini bilmeden atıyordu. Muhtâr, İbnü’l-Hanefiyye vezaretinde Irak yönetiminin haklılığını, Rasulullâh’la olan kan bağının ışığında ispatlamaya çalışıyordu.

Süleymân b. Surad ile Muhtâr hareketleri arasında zikrettiğimiz farklardan sonuncusu ise Muhtâr’ın, kıyâm planlamasını gözler önüne sermektedir. Tevvâbûn harp için çıktığında herhangi bir siyasal meşruiyeti yoktu. Adeta mahalle kavgasına gider gibi sözleşerek yola çıkmışlardı. İlk gün toplanan sayı, hesaplananın çok altında kalmıştı. Bu yüzden harbe çıkış geciktirilip adam toplanması için haberciler gönderilmişti. İhtiyaç anında işbirliği yapmak istemeleri halinde ittifak kurmak istediklerinde öne sürecekleri bir teklifleri ve tekliflerini garanti edebilecekleri dayanakları yoktu. Ordunun masraflarını karşılamak noktasında da bu eksiklik kendisini hissettirmişti. Rivayetlere ilk bakışta; vicdan azabıyla yola çıkan, kazanırlarsa düşmanlarını öldürmüş olacak, kaybederlerse de taşıdıkları vicdan azabından kurtulacak bir amaca sahip grup izlenimi uyandırmaktaydı. Muhtâr, Süleymân b. Surad hakkında: “Kendisini ve adamlarını öldürtmek istiyor,” derken bunu kastetmiş olmalıydı. Muhtâr’a göre, başarıya ulaşmasına engel gördüğü sorunlardan kurtulmak için önce Kûfe şehri ele geçirilmeliydi. Böylece planlar siyasal bir zemin ve resmî bir devlet gölgesinde kurgulanmalıydı.

Kûfe’de halk İbn Zübeyr’e bağlanmayı tercih etmiş ancak bunun neredeyse hiçbir avantajını görememişti. İbn Zübeyr’in, Kûfe’nin kendisine bağlanmasından sonra oraya atadığı iki görevli de Tevvâbûn’a karşı durmamıştı. Üstelik Ehl-i Beyt yanlılarıyla tek ortak noktaları Emevî yönetimine besledikleri düşmanlık olmasına rağmen uzaktan seyretmekle yetinmişlerdi. Sözde sayıları 20.000 olacak kadar büyüklükte bir oluşuma kayıtsız kalmışlardı. Dahası onlara kendileri için tehdit oluşturmamaları uyarısında bulunmuşlardı. İbrâhîm b. Muhammed ise daha ileri giden saldırgan bir tutum takınmıştı. Muhtâr Mekke yıllarında, Zübeyrî yönetimin

Kûfe’ye nasıl baktığını anlamış olmalıdır ki, Kûfe şehrini ve halkını bilen birisi ile yönetilebileceği ve Şam’la kıyaslandığında kendilerine daha sıcak gelen İbn Zübeyr’in de aslında Kûfe için doğru bir isim olmadığı kanaatine sahipti. İbrâhîm b. Muhammed, el-Müseyyeb b. Necebe el-Fezârî ile girdiği sözlü kavga, Tevvâbûn’a karşı düşmanlarını Şam’da aramalarına yönelik verdikleri ültimatom ve yerlerine gelecek Abdullah b. Mutî’in Hz. Osmân’ın şehir siyasetine dizdiği övgüler vb. hepsi Muhtâr’ı haklı çıkarmış ve onun elini güçlendirmişti. İbn Zübeyr’in şehirdeki nufuzu kırılmalı, bununla yetinilmeyip Ehl-i Beyt yanlılarının yönetimi ele geçirmesinden sonra Şâm’a karşı bir programa girişilmeliydi. Muhtâr’ın kişisel hırsları inkâr edilmemekle birlikte Tevvâbûn’a yönelttiği eleştiriler de geçiştirilemez nitelikteydi.

Saydığımız bu farklardan dolayı Süleymân b. Surad’ın önderliğindeki grup Aynü’l-Verde’de yola çıktığında Muhtâr ve adamları ona katılmamıştır. Bu tutumunda pek tabidir ki Muhtâr’ın kişisel hırsları rol oynamıştır. Ancak bu davranışına gerekçe olarak; insanları İbnü’l-Hanefiyye’nin önderliğinde meydana getirilecek bir yapılanmaya çağırdığını göstermiştir. Tevvâbûn’a yardım etmemiştir. Tevvâbûn’a katılanların ayrılmasıyla şehir boş ve savunmasız kalmış, vaadleri ve tehditkâr konuşmaları ile şehirdeki bazı kesimlere korku salan Muhtâr, açık bir tehlike olarak algılanmıştır. Tevvâbûn’a katılmayarak kimlerin ayrı safta kaldığı da netleşmiştir. Ayrıca şehirdeki dedikodular da bir ölçüde haklı çıkmış, eşrâftan bazıları korkmaya başlamıştır. Ömer b. Sa’d, Şebes b. Rib’î ve Yezîd b. Hâris b. Rüveym vali Abdullah b. Yezîd’in yanına gelip; Muhtâr’ın Süleymân b. Surad’dan daha tehlikeli olduğunu hatta Muhtâr’ın Tevvâbûn’un şehirden ayrıldıktan sonra Kûfe’yi ele geçirmek üzere bir saldırıya niyetli olduğunu ve derhal zindana atılması gerektiğini söylemişlerdir. Vali bu iddiaları yok saymayarak Muhtâr’ı tedbiren hapsetmeye karar vermiştir. Bu karar, evinden alınan Muhtâr’a sürpriz olmuştur. İbrâhîm b. Muhammed’in, vali Abdullah b. Yezîd’e onu yalın ayak yürüterek ve bağlanmış olarak teşhir maksatlı hapse götürmesi teklifi, vali tarafından reddedilmiştir. Vali buna gerekçe olarak Muhtâr’ın düşmanlığını açıkça ortaya koymamış olmasını göstermiştir. Açıkça gerekli deliller olmadan, dedikodular ve zan üzere Muhtâr’ı hapsettiğini söylemiştir. Bundan sonra İbrâhîm b. Muhammed, Muhtâr’a dönerek;

-Ey İbn Ebî Ubeyd! Senin fitne çıkarmak için halka yalanlar söylediğini duymadık mı sanıyorsun, demiş, Muhtâr ise bu ithamı kabul etmemiştir. Muhtâr hepse götürülmek üzere bineğe bindirildiğinde İbrâhîm’in onun bağlanması teklifine vali bir kez daha olumsuz cevap vermiştir.281 Vali, İbrâhîm b. Muhammed’e:

-Muhtâr, Abdullah b. Zübeyr’in yanında (Mekke savunmasında kendisine görev verilmiş) iken çok başarılı bir imtihan verdi. Biz ondan hayırdan başka bir şey görmemişken neden onu bağlayalım, demiştir.282 Muhtâr’ın suçlamaları ısrarla reddetmesi, onun, adamlarının davetlerini gizlilikle yürüttüğüne inanmasının bir ürünüdür.283

Eşrâfın valiye baskıları sonucu elle tutulur bir delil bulunamadan hapse götürülen Muhtâr, yaklaşık üç ay zindanda kalmıştır. O, Süleymân b. Surad’ın hurucundan sonra hapsedilmiştir. Nitekim İbnü’l-Esîr, Tevvâbûn’dan sağ kalanların şehre döndüklerinde Muhtâr’ı hapiste bulduklarını söylemiştir.284 5 Rebîulâhir 65/19 Kasım 684 tarihinde Aynü’l-Verde’ye doğru yola çıkmışlardır.285 Aynı yılın Rebîulâhir ayında İbn Ziyâd karşısında yenilen Tevvâbûn ordusundan geri kalanlar şehre bir ay içinde dönmüş olmalıdır. Muhtâr ile aralarında bir iletişim köprüsü kurulmuş, görüşmeler yapılmış, mektuplaşmalar gerçekleşmiş ve Muhtar hapiste iken bir kısmı bey’at etmiştir. Tüm bunlardan sonra Muhtâr, Abdullah b. Ömer’e gönderdiği mektupla hapisten çıkmıştır. Ne zaman çıktığına dair kaynaklarımızda bir tarihe rastlanılmamıştır. Şu kadarı var ki; Abdullah b. Zübeyr mevcut vali Abdullah b. Yezîd’i azledip yerine Abdullah b. Mutî’i atamış, İbn Mutî’in Kûfe’ye gelmesi ise

281

Belâzurî, Ensâb, VI, 380-381; Taberî, V, 580-581; İbn A’sem, VI, 217-218; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 269. İbrâhîm b. Muhammed’in birkaç kez göze çarpan Muhtâr’a karşı saldırgan tutumu vardır. Bu yaşananlardan yaklaşık altı ay sonra şehre vali olarak atanan Abdullâh b. Mutî’, İbn Zübeyr tarafından harac işine de bakmakla görevlendirilecek, görevinden azledilen İbrâhîm b. Muhammed Mekke’ye dönecekti. Ebû Mihnef İbrâhîm Mekke’deyken Kûfe harac gelirlerinin hesabının açık verdiğinin ortaya çıktığını, İbrâhîm b. Muhammed’in bu durumu İbn Zübeyr’e şehirde kargaşanın hakim olmasıyla açıkladığını, İbn Zübeyr’in ise bu duruma ses çıkarmadığını bildirir. Belâzurî, Ensâb, VI, 382; Taberî, VI, 10; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 291.

282

İbn A’sem, VI, 218.

283

Hind Ğassân, 202.

284

İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 290.

285

25 Ramazan 65/Hâziran 685 tarihine rastlamıştır. Bu tarihte Muhtâr’ın dışarıda olduğu anlaşılmaktadır.286 Dolayısıyla Muhtâr’ın hapiste kalma süresinin altı ayı geçmediği tahmin edilebilir. Tevvâbûn ordusunun şehirden ayrılmasından hemen sonra hapsedilmiş olsa dahi, Abdullah b. Mutî’in gelmesinden birkaç ay önce çıkmıştır. Çünkü ileride de değineceğimiz üzere İbn Mutî’e ilk verilen raporlarda Ehl-i Beyt yanlılarının yeni bir hareketliliğinin geçmesi, Muhtâr’ın dışarıda da bir süre kalarak taraftarlarını organize ettiğini göstermektedir. Ayrıca hapiste kendi taraftarlarınca çıkarılma girişimini, başka bir planı olduğunu söyleyerek reddetmesi, kısa bir süre sonra da Abdullah b. Ömer’in referansı ile çıkarılması, onun İbn Mutî’in şehre gelişinden birkaç ay önce çıktığını göstermektedir. Bu durumda Muhtâr’ın hapis hayatı en fazla 3-4 ay sürmüştür.