• Sonuç bulunamadı

Muhalefete, Üniversitelere ve Basına Yönelik Baskılar

3. NİSAN 1960 ÖĞRENCİ OLAYLARI

3.1. Öğrenci Olaylarının Nedenleri

3.1.1. Muhalefete, Üniversitelere ve Basına Yönelik Baskılar

Baskılar

DP iktidara geldikten sonra muhalefete yönelik çeşitli baskıcı politikalar uygulamaya koymuştur. DP’nin CHP’ye yönelik hırçın politikaları ilk olarak 1951’de uzun müddet iktidarı elinde bulunduran CHP’nin, iktidarda bulunmaktan kaynaklanan nüfuz ve otoritesini kendi varlığını güçlendirme ve mali kudretini arttırma yolunda kullandığı ve bu durumun kamu vicdanını rahatsız ettiği gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) halkevlerini ve halkodalarını devletleştiren bir yasayı kabul etmesi ile başlamış; ardından 1953’te CHP’nin bütün malvarlığı haksız iktisap olarak değerlendirilerek hazineye geçirilmiştir. 1954’te ise Köy Enstitüleri klasik ilköğretmen okullarına dönüştürülmüştür.226

Muhalefet liderlerinin gezileri sırasında da çeşitli kişisel müdahaleler gerçekleşmiştir. 30 Nisan 1959’da İnönü’nün Ege gezisi sırasında Kurtuluş Savaşı’nda karargâhı olarak kullandığı evi ziyaret etme talebi, Vali tarafından engellenmek istenmiş; Vali’nin isteğini yerine getirmeyen Emniyet Müdürü ve Jandarma Komutanı görevden alınmışlardır. Ertesi gün DP’li partizanların saldırısına uğrayan İnönü, başına isabet eden bir taşla yaralanmış; İzmir’de CHP’nin bütün etkinlikleri engellenmiş; geziden geri dönüşü sırasında İstanbul Topkapı’da İnönü’nün arabasının önü taşlı sopalı kişilerce kesilerek; çevresi sarılmıştır. Askerin müdahalesiyle İnönü olay yerinden uzaklaştırılabilmiştir. Bu olayların basında yazılması ise yasaklanmıştır.227 İnönü’nün gezileri sırasında uğradığı saldırı ve hakaretler DP

iktidarının artık varlık şartlarını yitirdiği ve iktidarda geçecek her gününün yeni felaketlere sebep olabileceği yolunda genç kurmayların, subayların kanaatlerini

226 Sina Akşin, “Siyasal Tarih (1950-1960)”, Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye 1908-1980, Yayın

Yönetmeni Sina Akşin, Cem Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 215-216; Hasan Ersel; Ahmet Kuyaş; Ahmet Oktay; Mete Tunçay, Cumhuriyet Ansiklopedisi 1941-1960, Cilt 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 186.

kuvvetlendirmiş; aydınlar arasında ve basında ise DP iktidarına karşı son ümitleri ortadan kaldırmıştır. Ayrıca sağduyulu vatandaş kitleleri de tarihi bir şahsiyete, bir eski devlet başkanına ve mecliste muhalefet reisi olarak yer alan yaşlı bir politikacıya karşı yapılan bu sokak saldırılarını hoş görmemişlerdir.228

Muhalefetin Meclis içindeki sesini ve etkinliğini azaltmak amacıyla, Meclis İç Tüzüğü’nde değişikliklere gidilmiş; soru önergeleri için soru-yanıt süresi haftada bir saate indirilmiş; ayrıca soruya yanıt verip vermemek ilgili bakanın takdirine bırakılmıştır. Yapılan değişiklikler ile milletvekili dokunulmazlığının sınırları daraltılmış; kürsüdeki konuşmaları nedeniyle milletvekillerine oturumdan çıkarmadan başlayarak maaş kesimine varan cezalar verilmesi öngörülmüştür. Ayrıca beğenilmeyen, edebe aykırı sayılan sözlerin genel kurul kararıyla tutanaklardan çıkartılabileceği hükme bağlanmıştır.229

DP’nin muhalefet üzerindeki baskısı özellikle 1958 yılı ve sonrasında daha da artmış; Menderes 6 Eylül 1958’de Balıkesir’de, muhalefeti Irak’taki devrimin benzerini yapmak istemekle suçlayıp darağaçlarını hatırlatmış230; 21 Eylül’de İzmir’de

ise Charles De Gaulle düzenini örnek almak istediğini gösteren sözler söyleyerek; devlet görevlilerine baskı yapılması durumunda demokrasiye paydos deneceğini231 şu

sözlerle belirtmiştir:

“[…] Valiyi, Kaymakamı, Savcıyı tehdit ediyorlar. Kendilerine hatırlatayım. Bir daha Valiye, Kaymakama, Savcıya şunu bunu yapacağız derlerse, Demokrasiye paydos! Ben de, iktidar şimdi elimdeyken, yaparım, ederim. Çünkü milletimizi, memleketimizi, bunların şerrinden muhafaza etmek vazifemizdir[…]232

Menderes’in bu sözleri hem muhalefet hem de ordu tarafından hoş karşılanmamış; İnönü, demokrasiye paydos etmeye Menderes’in gücünün

228 Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., s. 283. 229 Şerafettin Turan, a.g.e., s. 115.

230 Irak’taki 1958 devrimi, halk desteğini arkasına alan askeri müdahaleyi kendi iktidarlarına

potansiyel bir tehdit olarak görmeye başlayan DP liderlerini derinden etkilemiş; zihinlerinde gerçek bir devrim fobisi yaratmıştır. DP muhalefete mutlaka hükümeti devirmeye hazırlanıyor şeklinde bakmıştır (Feroz Ahmad, a.g.e., s. 74).

231 Sina Akşin, a.g.e., s. 220.

yetmeyeceğini belirterek; böyle bir şeye teşebbüs etmeleri halinde memleketin başlarına yıkılıp; zindanlara gireceklerini söylemiştir.233 Şevket Süreyya Aydemir ise

Menderes’in bu sözlerini yeni bir rejim arayışı olarak değerlendirmekte; bu rejimin De Gaulle’ün Fransa’da gerçekleştirdiği güdümlü demokrasi olduğunu belirtmekte ve bu düşüncesini Menderes’in şu konuşmasıyla desteklemektedir:234

“[…] Biz öylesine bir demokrasi, öylesine bir hürriyet istiyoruz ki, bulup tatbik etmek mecburiyetindeyiz ki, bu rejimde hürriyetin bütün esasları mahfuz bulunacak ve rejimin temelini teşkil eden bir devlet nizamını muhtevi bulunacaktır[…] Fransa’da bir hürriyet suiistimali olmuştu. Fransa halkı hürriyete gitmek istiyordu. Fransa’nın referandumla kabul ettiği yeni anayasa, eski anayasalardan, yüzlerce fersah uzaklaşmış, bambaşka bir ruh içinde yazılmıştır[…]235

Muhalefet partilerinin yanı sıra, DP iktidarda bulunduğu süre zarfında basın üzerinde de baskıcı politikalar uygulamıştır. DP hükümeti tarafından 1954 yılında Basın Kanunu değiştirilip; yazıları, devletin siyasi ve mali itibarını sarsan ya da vatandaşların özel yaşamlarına tecavüz eden gazetecilerin cezalandırılması hükmü konularak, basından gelen eleştirilere karşı ağır cezalar getiren bir yasa çıkartılmış; mahkemeye çıkarılan gazeteciler iddialarını ispat etmek hakkından da yoksun bırakılmışlardır.236 DP iktidarınca yapılan bu değişikliklerle, muhalif gazeteciler

çeşitli mahkeme kararlarıyla uzun süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş; iktidar partisinin hükümet olarak istediği ölçüde yararlandığı radyo, diğer siyasi partilere kapatılmıştır. Bu çerçevede Adalet Bakanı Esat Budakoğlu CHP milletvekili İhsan Ada’nın soru önergesine verdiği yanıtta, 1954-1958 yılları arasında basın suçlusu sanığı olarak 1.161 kişi hakkında soruşturma ve kovuşturma açıldığını açıklamış; bunlardan 238’inin mahkûm olduğunu, yayın organlarından Ulus’un 54, Yeni Gün’ün 48, Akis’in 29, Demokrat İzmir’in 23, Son Havadis ve İzmir Sabah Postası’nın ise 14 kez kovuşturmaya uğradığını söylemiştir. 1959 yılında ise DP iktidarının basın

233 Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., s. 279.

234 Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı, s. 275. 235 Aynı yerde.

özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik girişimlerinin uç noktaya vardığı ve bu amaçla çıkarılan yasaların en sert biçimde uygulandığı bir yıl olmuştur.237

Muhalefet ve basın üzerinde kurulan baskılara ek olarak DP hükümetince devlet memurları üzerinde de baskı kurulmuştur. 1954 yılında gerçekleşen seçimlerden sonra hükümete altmış yaşını ya da yirmi beş hizmet yılını doldurmuş memurların görülen lüzum üzerine bakanlık emrine alınması ve emekliye sevk edilmesi yetkisi verilmiştir. Akademisyenler ve yargıçlar başta olmak üzere devlet görevlileri üzerinde baskı kurularak tasfiyeler yapılmış; böylelikle bürokrasinin yürütmeden bağımsızlığına son verilmiştir.238 Üniversite özerkliğini zedeleyen bu

yasa ile Milli Eğitim Bakanının istediği üniversite öğretim üyesini, üniversite senatosunun görüşünü almak şartıyla239 işinden atabilmesinin önü açılmıştır.240 Bu

çerçevede, yasaya dayanarak Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Bülent Nuri Esen’i241, Üniversite Senatosunun karşı çıkmasına

rağmen, emekliye ayırmıştır. Emekliye ayrılmadan önce Esen yaptığı açıklamalarda DP’nin giderek baskıcı bir tutum içine girdiğine dikkat çekmiş; mevcut rejimin adının demokrasi olamayacağını, ancak onun yozlaşmış biçimini ifade eden “kakokrasi” olabileceğini söylemiş; CHP’nin mallarına el konmasının Anayasa’ya aykırı olduğunu savunmuş ve kendisinin emekliye sevk edilmesine sebep olan yasaya karşı çıkmıştır. Esen’in emekli edilmesinden kısa bir süre sonra CHP ile ilişkileri olan Tahsin Bekir Balta ve Şevket Aziz Kansu üniversiteye siyaset soktukları gerekçesiyle emekli edilmişlerdir.242 1956 yılında ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Dekanı Turhan Feyzioğlu fakültenin açılış konuşmasında öğrencilere “Nabza göre şerbet veren sözde münevverlerden olmayın” demesi ve öğretim üyesi Mehmet Köymen’in Zafer Gazetesi’ne yolladığı “İdareci yetiştiren bir fakültenin başında bulunanlar tarafsız olmazlarsa, yetiştirdikleri öğrencilerin tarafsız olmaları nasıl beklenir” yazısına cevaben düşünce ve inançların bile ortaya atılamadığı bir kurum

237 Hasan Ersel vd., a.g.e., s. 249, 339, 356.

238 Feroz Ahmad, a.g.e., s. 66; Sina Akşin, a.g.e., s. 216-217.

239 Ancak bakanlık üniversite senatosunun görüşüne uymak zorunda değildir. 240 Cem Eroğul, a.g.e., s. 157.

241 Kamuoyunda oluşan yoğun tepkiler sonucu 4 Şubat 1955’te kendisine görevine dönme hakkı

tanınmıştır.

haline gelen üniversitede özerklikten söz edilemeyeceğini belirtmesi üzerine, politika yaptığı gerekçesiyle Üniversite Senatosu’nun aksi yönde görüş bildirmesine rağmen Milli Eğitim Bakanlığı tarafından görevden alınmıştır. Bunun üzerine Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri derslere girmeyerek bakanlığı protesto etmiş ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a 221 imzalı bir telgraf çekerek dekanlarının geri dönmesini istemişlerdir. Protesto gösterileri sırasında 300 öğrenci gözaltına alınmış; olaylara tepki olarak öğretim elemanları Aydın Yalçın, Muammer Aksoy, Münci Kapani, Coşkun Kırca ve Şerif Mardin görevlerinden istifa 243 etmişlerdir. 244 1958 yılında ise İstanbul

Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Hüseyin Nail Kubalı, TBMM görüşmelerinin yayımlanmasında basına yeni sınırlandırmalar getiren TBMM İçtüzüğü değişikliklerini eleştiren demeciyle siyaset yaptığı gerekçesiyle, İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun siyaset yapılmadığı ve bakanlık emrine alınmasını gerektirecek bir neden bulunmadığı yönündeki kararına rağmen, bakanlık emrine alınmıştır.245 Üniversitelerde yaşanan bu görevden almalar Adalet Bakanlığı’nda da gözlemlenmiş; 1956 yılında bakanlık, içlerinde ikisi daire başkanı olan üç Yargıtay üyesinin bulunduğu 16 hakimi emekliye sevk etmiştir. Ardından Yargıtay Başkanı, Yargıtay Birinci ve İkinci Daire Başkanları, Cumhuriyet Başsavcısının içinde bulunduğu yedi kişi daha emekli edilmiştir.246 Bu kişilerle birlikte 1950-1956 yılları

arasında emekliye sevk edilen hakimlerin sayısı sekseni bulmuş; muhalefet de yargıç güvencesi sorununu sürekli gündeme taşımıştır.247

Adalet mekanizmasının bağımsızlığını ve üniversite özerkliğini zedeleyen bu yasayı, seçim yasası değişikliği izlemiş ve yapılan değişiklik ile bir siyasi partiye adaylık başvurusunda bulunup adaylığı reddedilen kişinin aynı seçim döneminde başka bir partiden aday olamayacağı belirtilmiş; böylece DP’nin reddettiği adayların muhalefete geçmesi engellenmiştir. Yine, memurların seçimlerde aday olabilmesi için görevlerinden altı ay önce istifa etmeleri gerektiği düzenlenmiş ve böylece iktidar

243 Bu istifalar üzerine Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’da görevinden istifa ederek CHP’ye katılmış;

1957’de CHP’den Kayseri Milletvekili olarak TBMM’ye girmiş; 1961 yılında ise Milli Eğitim Bakanı olmuştur.

244 Hasan Ersel vd., a.g.e., s. 294. 245 Hasan Ersel vd., a.g.e., s. 337.

246 Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., s. 251. 247 Şerafettin Turan, a.g.e., s. 99, 100.

partisinden aday olan bir memur, yeniden göreve alınacağını bilirken, muhalefet partisinden aday olan bir memurun seçimi kazanamadığı takdirde işsiz kalabileceğini düşünerek bundan çekineceği düşünülmüştür. Ayrıca seçim yasasında yapılan değişiklikle seçimde partilerin ortak liste çıkartarak güç birliği yapması engellenmiş; böylece 1957 seçimlerinde muhalefet partilerinin DP karşısında birleşerek güç birliği yapma olanağı ortadan kaldırılmıştır. Bu kanunla, ayrıca küçük partileri seçim dışı bırakmak amacıyla, partilerin bütün seçim bölgelerinde tam teşkilatla seçime katılabilecekleri düzenlenmiştir. Aynı gün çıkarılan bir başka yasa ile Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne oy veren Kırşehir ili ilçe yapılırken248; CHP’ye oy veren Malatya ili

ikiye bölünerek Adıyaman ili oluşturulmuştur. Ayrıca çıkarılan bir başka yasa ile hükümete, istediği zaman memurlara bir süre işten el çektirme ya da emekliye ayırma yetkisi verilmiş; emeklilik için belirli bir süre çalışmış olma koşulu kaldırılmış ve bu yasayla tüm bu işlemlere ilişkin yargı denetimi yolu da kapatılmıştır.249

1959 yılına gelindiğinde tüm muhalif gruplar üzerinde hükümetin baskıcı tedbirleri daha da artmıştır. Meclis koridorlarında CHP’li ve DP’li vekiller birbirine girmiş; basın davaları artık sayılamayacak kadar çoğalmış; gazeteler tekzip yayımlamaktan haber yayımlayamaz hale gelmiş; her önemli olaya yayın yasağı konmaya başlanmıştır. İktisadi zorluklar muhalefette yer alanların sayısını arttırırken; iktidar bu durumda daha da hırçın söylemlere yönelmiştir. 1960’lara doğru ve 1960 yılı içinde ise CHP’ye yönelik çeşitli şiddet olayları meydana gelmiştir. 1959 yılı Eylül ayında Çanakkale’de; 1960 yılı Ocak ayında Konya’da; Nisan ayında Kayseri’de CHP’lilere karşı saldırılar gerçekleşmiş ve DP bu saldırılara sebep olanları koruyan söylemlerde bulunmuştur. Özellikle Kayseri olaylarından sonra DP artık CHP’yi kapatmaktan bahseder hale gelmiş ve Menderes’in İzmir’deki konuşmasında değindiği yeni tarz demokrasiyi kurmaya karar vermiştir.250

248 1957 seçimleri öncesi seçmenlerin desteğini almak amacıyla Kırşehir tekrar il haline getirilmiştir. 249 Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., s. 256; Hasan Ersel vd., a.g.e., s. 249, 311; Cem Eroğul, a.g.e., s.

154, 155.

Sonuç olarak Nisan 1960 tarihine gelindiğinde, DP’nin CHP’ye ve İsmet İnönü’ye bakışını özetlemek açısından, Tahkikat Komisyonunun kurulmasıyla ilgili DP Grup toplantısında konuşan Bahadır Dülger’in söyledikleri önem taşımaktadır:

“[…]İsmet Paşa ölür, ama leşi kalır ortada. Tefessüh etmiş leşi, zihniyeti kalır. Onu da bertaraf etmeye mecbursunuz. O halde tahkikat açalım[…] Fakat daha acil tedbir ne olur? Benim aklıma gelen şu: […] biz Halk Partisi’nin merkez muamelatını ve merkez faaliyetini bir tahkikat mevzuu yapabilir miyiz? Yılanı başından kavrıyoruz demektir. 251

Dülger’in bu konuşması DP grubunda alkışlarla karşılanmış; Tahkikat Komisyonunun kurulması ise 1960 öğrenci olaylarının fitilini ateşlemiştir.

3.1.2.

1958 İktisadi Bunalımı

DP’yi, belirtilen baskıcı politikalara iten başlıca etmenlerden biri iktisadi sıkıntılar olmuştur. Ülkede birçok mal bulunamaz olmuş, dükkanların önünde uzun kuyruklar oluşmuş ve karaborsa önemli bir sorun haline gelmiştir. Hükümet ortaya çıkan iktisadi sıkıntılara yeni zamlara gitmekten başka çözüm bulamamıştır.252

Dış yardım çevreleri, başta Uluslararası Para Fonu (IMF) olmak üzere, 1954’ten sonra sürekli olarak, devalüasyon yapılması konusunda hükümete baskı yapmışlardır. Bu çerçevede, Türkiye’yi 1954-1958 yılları arasında ziyaret eden heyetler tarafından dış yardımların kesintisiz akması için gerekli şartlar olarak daha sonra “standart IMF reçetesi” olarak adlandırılan istikrar politikası önlemleri gündemde tutulmuştur. Fakat DP iktidarı devalüasyon, deflasyonist önlemler ve dış ticarette liberalleşmeye dayalı istikrar politikası yerine, II. Dünya Savaşı yıllarının hükümete ekonomiye karışma konusunda olağanüstü yetkiler veren Milli Korunma Kanununu yeniden yürürlüğe koyarak, fiyat ve piyasa kontrolleri izlemeyi ve bir yandan ithal ikameci yatırımların, öte yandan köylüye yönelik popülist politikaların sürüklediği genişleyici ve enflasyonist politikalarda ısrar etmiştir. Bu çerçevede, dolar cinsinden ithalatın 1953-1958 arasında yüzde 40’tan daha fazla düşmesi ve dış baskıların artması 4 Ağustos 1958’de doların TL karşısında 2.2 misli değerlenmesi

251 “Ölüm Cezalarının Gerekçesi”, Milliyet, 18 Eylül 1961, s. 3. 252 Cem Eroğul, a.g.e., s. 161, 208, 209.

sonucunu doğuran fiili bir devalüasyonun kabul edilmesini zorunlu kılmıştır. Alınan ekonomik istikrar önlemleri TL’nin devalüasyonunu, dışalıma yeniden serbesti getirilmesini, para sunumu ve bütçe harcamalarının kısıtlanmasını ve KİT üretimi ile hizmetlerinin fiyatının yükseltilmesini kapsamıştır. Bu önlemlerin karşılığı olarak ise Türkiye’nin dış borçlarını ödemesine kolaylıklar getirilmesi ve dış kredi sağlanması konusunda anlaşılmıştır.253 Bu çerçevede, hükümet çoklu kur rejimini genelleştirerek

TL’yi fiilen yüzde 68,9 oranında devalüe etmiş; ayrıca program kapsamında para basma kısıtlanırken banka kredileri de dondurulmuştur. Dış ekonomik ilişkilerde tıkanıklık aşılmış; o dönemde ödeme zamanı gelmiş olan 400 milyon dolarlık borcun ödemesi ertelenmiş ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütünden (OECD) 359 milyon dolarlık kredi sağlanırken; Cumhuriyet tarihinde ilk borç konsolidasyonu yürürlüğe girmiştir.254

Sonuç olarak, ekonomik istikrar önlemlerinin alınmasıyla birlikte Türkiye’nin dış borçları konsolide edilmiş, ödemeler dengesi açığı azalmış, enflasyon düşmüş ancak büyüme hızı gerilemiş ve iktisadi durgunluk baş göstermeye başlamıştır. Ekonomik daralmadan en çok etkilenen kesim dar gelirliler olmuş; çok sayıda küçük ve orta ölçekli şirketle birlikte yedi banka iflas etmiştir. Ekonomik alanda yaşanan bu sıkıntılar hükümetin muhalefet tarafından ağır bir şekilde eleştirilmesine sebep olmuştur.255 Bu çerçevede, Türkiye’de yaşanan büyük iktisadi krizlerin mutlaka

bir darbe ile sonuçlandığını belirten Nihat Falay, yaşanan bu ekonomik buhranın gerek öğrenci olaylarında gerekse 1960 ihtilalinde etkili olduğunu belirtmiştir.256

253 Korkut Boratav, “İktisat Tarihi (1908-1980), Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye 1908-1980, Yayın

Yönetmeni Sina Akşin, Cem Yayınevi, İstanbul: 2002, s. 349-350; Yakup Kepenek; Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, İstanbul: 2003, s. 121-122.

254 Osman Cenk Kanca, “1950-1960 Arası Türkiye’de Uygulanan Sosyo-Ekonomik Politikalar”,

Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 19, s. 47-63, 2012, s. 58, 59.

255 Ahmet Fazıl Özsoylu, Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişim, Karahan Kitabevi, Adana: 2011, s. 91;

Yasin Çoban, Türkiye Ekonomisi, İkinci Sayfa, İstanbul: 2010, s. 64.

256 Nihat Falay, 31 Mayıs 2016 tarihinde saat 13:00-15:00 arasında İstanbul Karaköy’de