• Sonuç bulunamadı

MUÂMELÂT KONULARINDA DELÎLÜ’L-HITÂB

1. ALTIN ve GÜMÜŞÜN NĐSABI AŞAN KISIMLARI

Fakihler altın ve gümüşün nisaplarını aştıkları zaman, aşan miktarın zekâtı hakkında ihtilaf etmişlerdir. Đmam Mâlik (179/795), Đmam Şâfiî (204/819), Đmam Ebû Yûsuf (182/798), Đmam Muhammed (189/805), Ahmed b. Hanbel’in (241/855) de içinde bulunduğu çoğunluğa göre, ağırlığı ikiyüz dirhemi aşan bir gümüş külçesinin hepsi zekâta tâbidir, yani nasıl nisabın kırkta biri çıkarılıyorsa, nisaptan artan miktarın da kırkta birini vermek gerekir demişlerdir.

Đmam Ebû Hanîfe (150/767), Đmam Züfer (158/775) ve Hanefî fakihlerinden bir kısmının oluşturduğu diğer bir gruba göre ise, iki yüz dirhemden fazla olan miktar iki yüz kırk dirheme ulaşmadıkça zekât düşmez. Ne zaman ki iki yüz kırk dirheme ulaşırsa, o kırk dirheme de bir dirhem zekât düşer demişlerdir. Bundan da bu iki nisâbın arasının zekâttan muaf olduğu anlaşılır.

Bu ihtilafın sebebi, bir taraftan Hasan b. Đmâre’nin rivâyet etmiş olduğu hadisin sıhhati noktasında ihtilaf etmeleri, bir taraftan da delîlü’l-hıtâb’ın bu hadis ile çelişmesi

ve ayrıca altın ile gümüşün hayvanlarla ekinlerin her ikisine de kıyas edilebilmeleridir. Hasan b. Đmâre’nin Ebu Đshak’tan, Ebu Đshak’ın Dümre’den, Dümre’nin Hz. Ali’den ve Hz. Ali’nin de Hz. Peygamber’den (s.a.v.) rivâyet ettiği bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

َ|َWَfَŠ اBُ_Eَ>َK ِ’PِWV<Hاَو ِkْPَyْHا ْOَR ُتْBَqَR ْfَW ٍ|َžEِQَو َOPِ]ْTِ_ SِK َ­ْPَHَو EًMَهْرِد EًMَهْرِد َOPِ]َ^ْرَأ ikُآ ْOِQ ِ|َWi<Hا

|TMm E>PqK ،لB~Hا E>PFR لB~d [vN ©@ gهرد SvžEQ SK ­PHو َgِهاَرَد ُ|َTْMَm Eَ>PِqَK ِOْPَvَžEِQ ْ{َ›َFَ^ اَذِ¤َK ٌءْSَ@ أ kآ SKو ، gهرد EMهرد OP]^رأ kآ SqK داز EMK ، gهارد °F‘_ [vN gهرد ارEudد Od<ª]Hا [FR fd}_ <P‹E‹د |]^ر

gهردو ،رEudد ¬I‹ Od<ªRو |]^رأ kآ SKو ،رEudد OP]^رأ kآ SqK ،ارEudد OP]^رأ “At ve köleleri zekâttan muaf kıldım. Fakat gümüşten kırkta bir veriniz. Her iki yüz dirhem gümüşte beş dirhem ve her yirmi dinarda yarım dinar zekât vardır. Đki yüz dirheme de -ne zaman ki üzerinden bir yıl geçerse- beş dirhem zekât düşer ve iki yüzden fazla olanda da, her kırk dirhemde bir dirhem ve yirmi dinardan fazla olan altında da -kırk dinara ulaşana kadar- her dört dinarda bir dirhem ve kırk dinara ulaşınca her kırk dinarda bir dinar ve her yirmi dört dinarda da bir dinar ile bir dirhem düşer.”338

Bu hadis ile çelişen delîlü’l-hıtâb’a gelince, ٌ|َWَfَŠ (|W<Hا OQ) قاَوَأ ِ|َTْMَm َنوُد EَMPِK َ­ْPَH “Rikâ’nın beş ukiyyeden aşağısında zekât yoktur”339 hadisinin mefhûmu muhâlifidir. Çünkü bu hadisten, bu miktardan fazla olan kısmın ister az olsun ister çok olsun zekâta tâbi olduğu anlaşılmaktadır.

Altın ve gümüşün hayvanlarla ekinlerin her ikisine de kıyas edilebilmelerine gelince; eğer bunlar hayvanlara kıyas edilirlerse bunlarda iki nisap arasının zekâttan muaf olması gerekir. Zira hayvanlarda iki nisâp arasının zekâttan muaf olduğu naslarla bildirilmiştir. Ekinlerde ise iki nisâp arasının zekâta tâbi olduğunda icma’ edilmiştir. Bunun için altın ve gümüşü hayvanlara kıyas edenler, iki nisap arasında zekâtın olmadığını; ekinlere kıyas edenler ise, iki nisâp arasında zekât olduğunu söylerler.340

338 Ebû Dâvûd, “Zekât”, 3/4, no: 1574.

339 Buhârî, “Zekât”, 24/4; Nesaî, “Zekât”, V/18, no: 2474.

2. MEYVELĐ HURMA AĞACININ SATIŞI

Meyveli ağaçların satışı esnasında ağaçta bulunan meyvelerin kime ait olacağı ve bu meyvelerin ne zaman satılmış olacağı konusunda fukahâ arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır.

Fukâhanın çoğunluğuna göre, eğer satış hurmaların aşılanmasından önce yapılmışsa meyveler alıcıya, aşılanmadan sonra yapılmış ve alıcı da meyvelerin kendisine ait olmasını şart koşmamışsa meyveler satıcıya aittir.

Abdullah b. Ömer’den (r.a.) rivâyet olunan bir hadisi şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ُعEَvْ‘ُMْHا َطِ<َvْªَd ْنَأ aِإ ِzِžEَ‘ْFِH Eَهُ<َMَ³َK ْتَ<i^ُأ ْfَW Äْyَ‹ َعEَ^ ْOَQ “Her kim meyveleri aşılandıktan sonra hurma ağaçlarını satarsa, alıcı meyvelerin kendisine ait olmasını şart koşmadıkça ağaçtaki hurmalar satıcıya aittir.”341 Bu hadiste Hz. Peygamber’in (s.a.v.) aşılandıktan sonra satılan ağaçtaki hurmaların satıcıya ait olduğuna hükmetmesinden, delîlü’l-hıtâb yoluyla aşılanmadan önce satılan ağaçlardaki hurmaların, meyvelerin kendisine ait olmasını şart koşmasa bile alıcıya ait olduğu anlaşılmaktadır.

Hanefîler, “hurmalar, ağaçlar satılırken aşılanmış olsun ya da olmasın satıcıya aittir” derlerken bu hükme delîlü’l-hıtâb yoluyla değil, evleviyet yolu ile çıkarsamada bulunarak varmışlardır. Yani hurmalar aşılandıktan sonra satıldığı zaman satıcıya âit olunca, aşılanmadan önce satıldığı zaman satıcıya âit olması evleviyetle lazım gelir. Ayrıca Hanefîler, hurmanın çiçeğinden çıkmasını canlıların doğumuna benzeterek, nasıl bir kimse çocuklu bir câriyeyi sattığı zaman, alıcı çocuğun kendisine ait olmasını şart koşmadıkça, çocuk satıcıya ait oluyorsa, hurmada da aynı durum söz konusudur demişlerdir.

Đbn Ebî Leylâ (148/765) ise hurmalar aşılanmış olsun ya da olmasın ağaç satıldığı zaman ağaç ile beraber satılmış olur. Alıcı meyvelerin kendisine ait olmasını ister şart koşsun ister şart koşmasın, meyveler alıcıya aittir diyerek yukarda ki hadisi kıyasla reddetme yoluna gitmiştir. Böyle bir kıyasa gitmesinin sebebi ise, meyveyi de ağaçtan bir parça olarak kabul etmesinden kaynaklanmaktadır.

Đmam Ebû Hanîfe (150/767) ise, bu hükme varırken hadisi reddetme yoluna gitmemiş; ancak hadisin delîlü’l-hıtâb yoluyla anlaşılan mânâsına muhalefet etmiştir. Burada Đmam Ebû Hanîfe (150/767) ile Đmam Şâfiî (204/819), Đmam Mâlik (179/795) ve bu iki imamın görüşünü benimseyenlerin arasındaki ihtilafın sebebi, delîlü’l-hıtâb ile evleviyet mefhumları arasında bulunan çatışmadır. Evleviyet yolu ile anlaşılan mânâya fahve’l-hıtâb da denilmektedir. Fahve’l-hıtâb her ne kadar delîlü’l-hıtâb’dan delâlet bakımından daha kuvvetli ise de, burada zayıftır. Đbn Ebî Leylâ’nın diğer ulemaya muhalefet etmesinin sebebi de, kıyasın hadis ile çatışmasıdır. Đbn Rüşd bu sebebi zayıf bir sebep olarak görür.

Ulema, meyvenin satıcıya ait olmasını gerektiren sebebin, meyvenin bizzat aşılanması mı, yoksa aşılanmasa bile meyveyi aşılama zamanının gelmesi mi olduğu konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Meyvelerin bir kısmı aşılanıp da, diğer bir kısmı aşılanmadığı zaman, aşılanmayanlar aşılananların hükmüne tâbi olur mu, olmaz mı şeklindeki ihtilafın sebebi de budur.

Ulema, aşılanma zamanı geldiği halde aşılanmamış olan meyvelerin, satıldıkları zaman aşılanmış meyvelerin hükmüne tabi olduklarında müttefiktirler.342

3. ALTININ ALTINLA, GÜMÜŞÜN GÜMÜŞLE DEĞĐŞĐMĐ

Ulema, tartı bakımından eşit ve ayrıca peşin olmadıkları sürece, yani akid meclisinde “yeden bi yedin” teslim edilmedikleri takdirde altının altınla ve gümüşün de gümüşle satışının câiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Ancak Đbn Abbas ile Mekke fukahâsından ona tâbi olanlardan bazılarının, peşin olmak kaydıyla miktarları eşit olmasa da birbirleri mukâbilinde satılmalarını câiz gördükleri; fakat veresiye olarak birbirleri karşılığında satılmalarını câiz görmedikleri rivâyet olunmuştur. Zira Đbn Abbas’ın, Üsâme b. Zeyd tarîkiyle yapmış olduğu rivâyette Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: |َ¥PِTVuHا SِK aِإ Eً^ِر a “Ribâ, veresiyeden başka bir şeyde yoktur.”343 Bunun için Đbn Abbas (r.a.) bu hadisin zâhirinden yola çıkarak veresiye şeklinde yapılan alışverişin dışında başka bir şeyde ribâ yoktur hükmüne varmıştır. Cumhur ise, Đmam Mâlik’in Nâfi’ tarikiyle Ebû Said el-Hudrî’nin (r.a.) rivâyet etmiş olduğu hadiste Hz.

342 Đbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, II/257–258.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: [َFَR Eَ>َsْ]َ^ اBjqِªُ_ aَو ٍkْ³ِMِ^ EًFْ³ِQ aإ ِœَهV§HEِ^ َœَهV§Hا اBُ]Pِ‘َ_ a ِ^ EًFْ³ِQ aِإ ِقِرَBْHEِ^ َقِرَBْHا اBُ]Pِ‘َ_ aَو ٍÂْ]َ^

ٍ}ِEَuِ^ Eً‘ِžEَ¡ Eَ>ْuِQ اBُ]Pِ‘َ_ aَو ٍÂْ]َ^ [َFَR Eَ>َsْ]َ^ اBjqِªُ_ aَو ٍkْ³ِM “Altını altınla satmayınız, ancak bunlardan bazısını bazısına ziyade etmeyerek misli misline (miktarları eşit surette) satınız. Gümüşü de gümüşle satmayınız. Ancak bunlardan bazısını bazısına ziyade etmeyerek misli misline satınız. Bunlardan olmayan bir şeyi de olanı ile satmayınız”344 hadisine hükümlerini bina etmişler ve bu hadisi bu konuda rivâyet olunan hadislerin en sahîhi olarak nitelemişlerdir. Đbn Abbas’ın Zeyd b. Üsâme’den rivâyet etmiş olduğu yukarıdaki hadisi ise, bu konuda bir nass olarak kabul etmemişlerdir. Çünkü bu hadis iki farklı ifade şekliyle rivâyet olmuştur. Bunlardan birisine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), ِ|َ¥PِTVuHا SِK Eَ^i<Hا EَMV‹ِإ “Ribâ ancak veresiyede vardır”345 buyurmuştur. Çünkü bu ifadeden, birinin diğerinden fazla olarak satılmasında ribâ bulunmadığı delîlü’l-hıtâb yolu ile anlaşılmaktadır. Delîlü’l-hıtâb ise zayıf bir delil olduğundan nass ile çelişirse terk edilir. Đkinci rivâyete göre ise Hz. Peygamber (s.a.v.), |َ¥PِTVuHا SِK aِإ Eً^ِر a “Veresiyeden başka bir şeyde ribâ yoktur”346

buyurmuştur. Bu rivâyetin zâhirinden veresiye olmayan herhangi bir satışta ribânın söz konusu olmadığı anlaşıldığı için, bu rivâyet ilk rivâyetten daha kuvvetli ise de, bu ifadeyle Hz. Peygamber (s.a.v.), ribânın genellikle veresiyeden başka bir şeyde olmadığını kastetmiş olabilir. Bunun için bu ifade de nass olamaz. Bu ifade nass olmayıp diğer hadisler nass olunca, bu hadisi de onlarla te’lif edilebilecek bir biçimde yorumlamak gerekir.

Cumhura göre ister işlenmiş, ister külçe ve isterse süs olarak kullanılan altın altınla ve gümüş de gümüşle değiştirildiği zaman miktarlarının eşit olması gerekir. Çünkü bu konuya dair yukarıda geçen hadislerde bir istisna yoktur. Ancak Muâviye (r.a.), külçe halinde olan altın veya gümüşün, kendisinde işçilik bulunduğu için süs eşyası haline getirilen altın ve gümüşle değiştirildiği zaman birinin diğerinden çok olmasında bir sakınca bulunmadığı görüşündedirler. Çünkü Đmam Mâlik’e, bir kimse, külçe halindeki altın veya gümüşünü darphaneye götürüp darp ücretini verir ve darphaneden kendisinin külçe halindeki altın veya gümüşünün ağırlığı kadar dinar veya dirhem alıp geri dönerse bu câiz olur mu? şeklindeki bir soruya, “Eğer adamın arkadaşları yolcu oldukları için, bizzat altın veya gümüşün eritilip darphanede sikke

344 Buhârî, “Buyû”, 34/78; Müslim, “Musâkât”, 22/14, no: 1208.

345 Müslim, “Musâkât”, 22/18, no: 1214; Nesaî, VII/50, no: 4577.

haline getirilinceye kadar arkadaşlarının hareket edip onu yolda yalnız başına bırakmaları tehlikesi varsa, bunda bir sakınca olmadığını umarım” diye cevap vermiştir. Öğrencilerinden Đbnü’l-Kasım (191/806) da hocasının bu görüşünü benimsemiştir. Fakat Mâlikî mezhebinin fakihlerinden Đbn Vehb (197/812) ile Đsa b. Dinar (212/827) ve fukâhanın çoğunluğu Đmam Mâlik’in bu görüşüne katılmamışlardır. 347

D. YĐYECEK VE ĐÇECEKLER KONUSUNDA DELÎLÜ’L-