• Sonuç bulunamadı

C. DELĐL OLMA KEYFĐYETĐ

1. HÜCCET OLDUĞUNU KABUL EDENLER

Usulcüler ve Fakihler arasında bir vasıfla ya da bir isimle kayıtlı olan hükmün o vasfın ya da ismin bulunmadığı hususlarda da hükmün bulunup bulunmadığında ihtilaf vardır.

Mefhûmu muhâlefetin hüccet olduğunu kabul edenler, nasslarda var olan her bir kaydın mutlaka bir maksat gözetilerek konmuş olduğunu, şayet bunun zıddı düşünülürse o zaman bu kayıtların boş ve anlamsız yere zikredildiği kabul edilmiş olur ki; abesle iştigal etmek anlamına gelecek olan böyle bir duruma, bırakın Allah ve Rasulü’nün sözlerinde, aklı başında olan, dili bilen ve doğru düzgün konuşan sıradan bir insanın sözlerinde bile rastlanamayacağını belirtmişlerdir.167

Đmam Mâlik (179/795), Đmam Şâfiî (204/819) ve bu iki imamın tâbiilerinden çoğu, Ahmed b. Hanbel (241/855) ve Eş’arî (324/936), fukahâ ve kelamcılardan bir grup, Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm (224/838) ve dilcilerden bir topluluk delîlü’l-hıtâbı hüccet olarak kabul etmektedirler.168 Bunlar görüşlerinin doğruluğunu desteklemek için şu delilleri getirirler:

165 Ebû’l-Hüseyn el-Basrî, el-Mu’temed, I/148; Gazzâlî, el-Mustasfâ, II/204; Âmidî, el-Đhkâm, III/90;

Koca, “Mefhûm”, DĐA. XXVIII/352.

166 Gazzâlî, el-Mustasfâ, II/204; Şevkânî, Đrşâdu’l-Fuhûl, s. 601.

167 Koca, “Mefhum”, DĐA. XXVIII/352.

168 Gazzâlî, el-Mustasfâ, II/191; Âmidî, el-Đhkâm, III/70; Vefâ, Delâletü’l-Hıtâbi’ş-Şer’î Ale’l-Hükm, s.

1- Allah (c.c.) اBُuVPَ‘َvَK ٍ¤َ‘َuِ^ ٌ’ِrEَK ْgُآَءEَ ْنِإ “…Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın…”169 buyurmuştur. Bu âyet mantûkuyla “fâsık” bir kimsenin getirdiği haberin araştırılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu âyet delîlü’l- hıtâbıyla da fâsığın zıddı olan “âdil” bir kimsenin getirdiği haberin araştırılmasına gerek olmadığına delâlet etmektedir.170

2- Hz. Peygamber (s.a.v.) ةEآز gu›Hا |MžEr SK “Sâime koyunlarda zekât vardır”171 buyurmuştur. Bu hadis mantûkuyla yılın yarıdan çoğunu meralarda otlayarak geçiren ve saîmelik vasfını kazanmış olan koyunlarda zekâtın vâcib olduğuna delâlet ederken; mefhûmu muhâlifiyle de sâimelik vasfını taşımayan ve yemle beslenen koyunlarda zekâtın olmadığına delâlet etmektedir.172

3- Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: َنBُ^Bُ¦ْ~َMَH ٍ§ِ¥َQْBَd ْgِ>i^َر ْOَR ْgُ>V‹ِإ EVFَآ “Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O’nu görmekten) mahrum kalmışlardır.”173 Bu âyet mantûkuyla kâfirlerin kıyamette Allah’ı (c.c.) göremeyeceklerine delâlet etmektedir. Mefhûmu muhâlifiyle de mü’minlerin ahirette Allah’ı (c.c.) göreceklerine delâlet etmektedir.174

4- Rasulullah (s.a.v.) ُGَcْ<ِRَو ُGَvَ^Bُ‡ُR jkِ~ُd gF¨ ِfِاَBْHا jSَH “Varlıklı/zengin kimsenin borcunu geciktirmesi zulümdür, cezalandırılması ve hapsedilmesi helal olur”175 buyurmuştur. Dilcilerin imamlarından Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm (224/838), bu hadisin mantûkuyla zengin olan kimselerin borçlarını geciktirmelerinden dolayı cezalandırılmaları ve hapsedilmelerinin câiz olduğuna; mefhûmu muhâlifiyle de fakir olan kimsenin borcunu geciktirmesinden dolayı cezalandırılması ya da hapsedilmesinin helal olmadığına delâlet ettiğini söylemiştir.176

169 Hucurât, 49/6.

170 Gazzâlî, el-Mustasfâ, II/192.

171 el-Müsned, V/76; Nesâî, “ Tefsîru’l-Fer’i Ve’l Atîra”, 7/41, no: 4226 (ة[آز yerine عjh lafzı

kullanılmıştır).

172 Âmidî, el-Đhkâm, III/70; Vefâ, a.g.e., 17. 173 Mutafifîn, 83/15.

174 Gazzâlî, el-Mustasfâ, II/192. 175 Buhârî, “Đstikrâd”, 43/12.

176 Bkz. Cessâs, el-Fusûl, I/306; Bâkıllânî, et-Takrîb ve’l-Đrşâd, III/339; Ebû’l-Hüseyn el-Basrî, el-

Mu’temed, I/160; Cüveynî, el-Burhân, I/302; Gazzâlî, el-Mustasfâ, II/194; Âmidî, el-Đhkâm, III/70; Vefâ, a.g.e., s, 17.

5- Bir hadisi şerifte ise Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: َ©ِFَvْMَd ْنَأ ْOِQ ُGَH ٌ<ْPَm اً<ْ]ِ@ َ©ِFَvْMَd ْنَwَH Eً~ْPَW ْgُآِfَNَأ ُفْBَ “Sizden birinizin midesini/karnını kusmukla doldurması şiirle doldurmasından hayırlıdır.”177 Rasulullah (s.a.v.) bu sözüyle insanlarla alay eden, onlara söven ya da Rasulullah’ı (s.a.v.) hicveden şiirleri kastetmiştir. Eğer şiirin yerilmesinden maksad, istihzâ içerikli şiirler olsaydı, o zaman bunun çoklukla ya da karın/mide dolusuyla kayıtlanmasının bir anlamı olmazdı; çünkü mide dolusundan az olan da çok olan da aynıdır. Bununla delil getirilme şeklinden, karın dolusu olanın zemm ile kayıtlanmasından, karın dolusu olmayanın hükmünün buna muhâlif olduğu anlaşılmaktadır.178

6- Katâde’nin rivâyet ettiğine göre, Allah (c.c.) ﻢﻬﹶﻟ ﺮﻔﻐﺘﺴﺗ ﹾﻥﹺﺇ ﻢﻬﹶﻟ ﺮﻔﻐﺘﺴﺗ ﺎﹶﻟ ﻭﹶﺃ ﻢﻬﹶﻟ ﺮﻔﻐﺘﺳﺍ ﻢﻬﹶﻟ ﻪﱠﻠﻟﺍ ﺮﻔﻐﻳ ﻦﹶﻠﹶﻓ ﹰﺓﺮﻣ ﲔﻌﺒﺳ “Onlar için ister af dile ister af dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecektir”179 âyetini inzal buyurduğu zaman; Hz. Peygamber (s.a.v.) “Rabbim beni muhayyer bıraktı Allah’a yemin ederim ki muhakkak yetmişten fazla (istiğfar) yapacağım ”180 buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) yetmişten fazla olan istiğfarın hükmünün farklı olacağını düşündü.181 Cessâs burada ki yetmiş sayısının zikredilmesinden - Allah (c.c.) daha iyi bilir- murad istiğfar sayısının yetmişten fazla olmasının onlara hiçbir fayda sağlamayacağını ifade etmek içindir. Ancak burada murad bizzat sayının kendisinin zikredilmesi değildir.182 Allah Rasulü’nün “elbette yetmişten fazla yapacağım” demesi nasıl câiz olur. Allah Rasûlü’nün bunu söylemesi câiz değildir. Çünkü O, Allah’ın (c.c.) insanlara neyi câiz kılıp neyi câiz kılmadığını en iyi bilendir.183

Cessâs sözünü şöyle diyerek sürdürür, biz herhangi bir vasıf, şart, adet gibi bir kayıtla tâlik edilmiş olan hükmün, bu kayıtların bulunmadığı durumlarda hükmün de farklı olacağı görüşünü reddediyoruz. Bu konuda yetmiş lafzının zikredilmesi kesretten

177 Müslim, “Şiir”, 41/1, no: 8.

178 Bkz. Cessâs, el-Fusûl, I/305–306; Bâkıllânî, et-Takrîb ve’l-Đrşâd, III/339–340; Ebû’l-Hüseyn el-Basrî,

el-Mu’temed, I/160; Cüveynî, el-Burhân, I/302–303; Gazzâlî, el-Mustasfâ, II/195; Âmidî, el-Đhkâm, III/70.

179 Tevbe, 9/80.

180 Buhârî, “Tefsîr”, 65/9.

181 Bkz. Bâkıllânî, et-Takrîb ve’l-Đrşâd, III/340; Bâcî, el-Đhkâm, s. 450; Cüveynî, el-Burhân, I/304;

Gazzâlî, el-Menhûl, s. 211–212; Âmidî, el-Đhkâm, III/70.

182 Cessâs, el-Fusûl, I/290. 183 Cessâs, el-Fusûl, I/309.

kinâyedir. Mesela Allah (c.c.) ِOْPَvَžEِQ اBُ‘ِFْ›َd َنوُ<ِ^EَŠ َنوُ<ْªِR ْgُtْuِQ ْOُtَd ْنِإ “…Sizden sabreden yirmi kişi onlardan ikiyüz kişiye galip gelir…”184 buyurmuştur. Bu sayının altında da üstünde de hüküm aynıdır. Bu, vârid olan lafızdan anlaşılmaktadır.185

7- Đbn Abbas (r.a.) ölen kimsenin kız çocuğuyla beraber kız kardeşi varsa o zaman kız kardeşin mirastan pay alamayacağı hükmüne ulaşmıştır. Bu hükme şu âyeti kerîmeden istidlal yaparak ulaşmıştır: َكَ<َ_ EَQ ُ¬ْIِ‹ Eَ>َFَK ٌ{ْmُأ ُGَHَو ٌfَHَو ُGَH َ­ْPَH ََFَه ٌؤُ<ْQا ِنِإ “…Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kız kardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur…”186 bu âyeti kerîmeden kız kardeşin mirastan hisse alması erkek çocuğun yokluğuyla mümkündür. Ancak ölenin kızının bulunması onun mirastan pay almasını engellemiştir. Çünkü kız da çocuktur. Đbn Abbas (r.a.) Arapların en fasihlerinden biri ve Tercümânü’l-Kur’an idi.187 Hiçbir kimse de onun bu âyetle yapmış olduğu istidlâli inkar etmemiştir.188

8- Sahâbe, iksâl/meni gelmeyen cimâda guslün gerekli olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişler. Ebû Musa el- Eş’arî’ye (r.a.) göre, ِءEَMْHا ْOِQ ُءEَMْHا “Su (gusül) sudan (meninin gelmesinden)dır”189 hadisinden hareketle iksâlde gusül vacib değildir. Sahabe Ebû Musa el-Eşarî’yi Hz. Âişe’ye (r.a.) göndermiş, o da durumu Hz. Âişe’ye (r.a.) arz edince, Hz. Âişe (r.a.) ُkْTُ›ْHا َœََو ِنEَ‹EَvِyْHا [َ‡َvْHا اَذِإ “Sünnet yerleri birleşince gusül vâcib olur”190 hadisini zikrederek Hz. Peygamber’le (s.a.v.) böyle yaptıkları zaman guslettiklerini söylemiştir. Sahâbe yukarı da geçen Hz. Âişe (r.a.) hadisinin, ِءEَMْHا ْOِQ ُءEَMْHا “Su (gusül) sudan (meninin gelmesinden)dır”191 hadisini nesh ettiğinde ittifak etmişlerdir.192 Şâyet “Su (gusül) sudan (meninin gelmesinden)dır” ifadesi meni gelmeden guslün gerekmeyeceğine delil olmasaydı, o zaman Hz. Âişe’nin (r.a.) rivâyet etmiş olduğu hadis tarafından nesh edilmezdi.

184 Enfâl, 8/65.

185 Cessâs, el-Fusûl, I/311. 186 Nisâ, 4/176.

187 Bkz. Bâkıllânî, et-Takrîb ve’l-Đrşâd, III/340; Şîrâzî, Şerhu’l-Lüma’, I/430; Gazzâlî; el-Mustasfâ,

II/198; Âmidî, el-Đhkâm, III/72.

188 Şîrâzî, Şerhu’l-Lüma’, I/430. 189 Đbn Mâce, “Tahâret”, I/110.

190 Đbn Mâce, “Tahâret”, I/111; Tirmizî, “Tahâret”, 1/80, no: 108–109.

191 Đbn Mâce, “Tahâret”, I/110.

192 Bkz. Bâkıllânî, et-Takrîb ve’l-Đrşâd, III/341; Şîrâzî, Şerhu’l-Lüma’, I/431; Ebû’l-Hüseyn el-Basrî, el-

Mu’temed, I/159; Bâcî, el-Đhkâm, s. 451; Cüveynî, el-Burhân, I/305–306; Gazzâlî, el-Mustasfâ, II/196; a.mlf. el-Menhûl, s. 212–213; Âmidî, el-Đhkâm, III/72–73.

Sadru’ş-Şerîa (747/1346), Hanefîlerin, bir vasıfla kayıtlanmış olan hükmün, o vasfın bulunmadığı durumlarda hükmün de bulunmayacağı görüşünü reddederek; “Su sudandır” hadisinin mefhûmu muhâlifinden hareketle meni gelmediği zaman guslün gerekmediği görüşünü kabul etmediklerini, meni gelmese de guslün gerektiği görüşünde olduklarını ifade etmektedir.193

9- Ya’lâ b. Ümeyye’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Hz. Ömer’e (r.a.), bize ne oluyor ki biz güvenlik içindeyken de namazları kısaltıyoruz. Oysaki Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: ﺍﻭﺮﹶﻔﹶﻛ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﻢﹸﻜﻨﺘﹾﻔﻳ ﹾﻥﹶﺃ ﻢﺘﹾﻔﺧ ﹾﻥﹺﺇ ﺓﺎﹶﻠﺼﻟﺍ ﻦﻣ ﺍﻭﺮﺼﹾﻘﺗ ﹾﻥﹶﺃ ﺡﺎﻨﺟ ﻢﹸﻜﻴﹶﻠﻋ ﺲﻴﹶﻠﹶﻓ ﹺﺽﺭﹶﺄﹾﻟﺍ ﻲﻓ ﻢﺘﺑﺮﺿ ﺍﹶﺫﹺﺇَ

“Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.”194 Ya’lâ b. Ümeyye buradaki kasrın korku haliyle kayıtlandığını, korku hali yoksa kasrın da olmayacağı hükmünü anlıyor ve Hz. Ömer (r.a.) de bunu reddetmiyor. Bilakis ben de senin gibi şaştım da bunu Rasulullah’a (s.a.v.) sordum. O’da bunun hakkında ُGَvَWَfَŠ اBُFَ‘ْWEَK ْgُtْPَFَR Eَ>ِ^ ُGVFHا َقVfَIَ_ ٌ|َWَfَŠ “Bu, Allah’ın (c.c.) size sadakasıdır. O’nun sadakasını kabul ediniz” 195 buyurdu diyerek Ya’lâ b. Ümeyye’yi onaylıyor. Ya’la ve Ömer (r.a.) Arapların fasihlerindendir. Her ikisi de bu âyeti böyle anlamış ve Hz. Peygamber (s.a.v.) de o ikisini onaylamıştır.196 Bu da delîlü’l-hıtâbın hüccet olduğuna iki yönden delâlet eder: Birincisi Hz. Peygamber’in (s.a) onları onaylaması; ikincisi ise Ya’lâ b. Ümeyye’nin Hz. Ömer’e (r.a.) söylemiş olduğu sözdür. Her iki söz de delîlü’l-hıtâbın hüccet olduğunu gösterir.197 Eğer şartın olmadığı yerde hükmün de olmadığı şarttan anlaşılmamış olsaydı, o zaman onların taaccüb etmelerinin bir anlamı olmazdı.198

10- Đbn Abbas (r.a.), Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ِ|َ¥PِTVuHا SِK Eَ^i<Hا EَMV‹ِإ “Ribâ ancak veresiyede vardır”199 hadisinin mefhûmu muhâlifinden hareketle peşin olan alış

193 Sadru’ş-Şerîa, et-Tavdîh Şerhu’t-Tenkîh, s. 179. 194 Nisâ, 4/101.

195 Müslim, “Salâtü’l-Müsâfirîn”, 6/1, no: 4; Ebû Dâvud, “Salât”, 2/270, no: 1199.

196 Bkz. Bâkıllânî, et-Takrîb ve’l-Đrşâd, III/341; Şîrâzî, Şerhu’l-Lüma’, I/429; Ebû’l-Hüseyn el-Basrî, el-

Mu’temed, I/142; Bâcî, el-Đhkâm, s. 448–449; Cüveynî, el-Burhân, I/303–304; Gazzâlî, el-Mustasfâ, II/197; a.mlf. el-Menhûl, s. 211; Âmidî, el-Đhkâm, III/73.

197 Şîrâzî, Şerhu’l-Lüma’, I/429–430.

198 Ebû’l-Hüseyn el-Basrî, el-Mu’temed, I/142.

verişlerde fâizin olmayacağı sonucuna varmıştır ki; bu da hüküm bakımından veresiyenin hükmünden farklıdır.200

11- Bir Arap, vekiline “Benim için siyah bir köle al ” dese; bu sözden beyaz köle satın almasını istemediği anlaşılır. Ancak vekil beyaz bir köle satın alsa, o zaman onu temsil etmiş olmaz.201 Aynı şekilde bir kişi karısına “ Şu eve girersen boşsun” dese, o kadın o eve girmediği sürece talâkın da vâki olmayacağı anlaşılır.202

Delîlü’l-hıtâbı hüccet olarak kabul edenlerin delillerini verdikten sonra şimdi de delîlü’l-hıtâbın hüccet oluşunu reddedenlerin, bu görüşlerine delil olarak sunmuş oldukları gerekçeleri ortaya koymaya çalışacağız.