• Sonuç bulunamadı

derecede iyi reçeıelendirilmiş ve bir Mısır pimmidi gibi olağanüstü bir

2. MODERNLICIN iLK DALGALARI

Halk muhayyilesinde mollaların değersiz kişiler olduğuna dair yaygın bir kanaat vardır. Eksikliklerini sayıp döken, kusurlarını açığa vuran, alaya alan, horlayan ve hakaret eden mecazi terimler çoktur. Yüzyıl başındaki yeni Farsi edebiyatının tam da bu olumsuz çehreyi alaya ala­

rak doğmuş olması anlamlıdır. Sonunda dükkancılığa dönen bütün meslekler gibi mollalar da mesleki biçimsizleşme yoluyla neredeyse doğuştan denebilecek kusurlar edindiler: doğrunun bir tek onların elle­

rinde olduğu konusundaki güvenleri, bu kendini beğenmişlikten gelen bir küstahlık ve patavatsızlık sınırlarında dolaşan başeğmez bir dikka­

falılık. Birçok istisnanın olduğuna kuşku yoktur. Büyük tinsel nitelik­

leri olan istisnai insanlarla tanışma olanağı bulmuşumdur. Aralarında bazılarından çok şey öğrendiğim gibi, açıklıkları ve birçok yöndeki hoşgörüleri karşısında şaşırdığım bile olmuştur. Ama onlarda bile bir tür katılık gözlemleniyordu. Samimi olarak açık tavırlarının yanında,

TANRI STRATEJlSI UZMANLARI 179

öteki'nin reddi. duruyordu; hoşgörüsüz kalmalarını, iç güvenliklerini sarsabilecek bütün düşüncelere karşı çıkmalarını imanları dayatıyormuş gibi. Bu hatlara bir de, aşırı temkinlilik ve insanoğlu karşısında açık bir güvensizlik ekleniyordu. Uzun bir geçmişten miras kalan bir alışkanlık olan gizleme

(takıyye)

onların ikinci mizacı olmuştu. Açık­

sözlüluklcrinin sınırları vardı ve yakınlıkla dolu olduğunda bile sami­

miyetleri hiçbir zaman varlığın derin bölgelerinden gelmiyordu. Kendi içlerinde bir yerde, baştan çıkarıcı biçimlerin cilasının altında bütün yakınlaşma girişimleri karşısında erişilmez kalıyorlardı.

Yüzyıl başında anaya-;a hareketiyle, ülkeye modernliğin ilk dalgaları yayıldığında, mollaların söylemi çok radikal oldu, çünkü kafalarında açık bir şekilde tasavvur edemedikleri tehdit.kar fikirlerle ilk kez karşı karşıya kalıyorlardı. Olabilecek herşeyden sonra varkalmaya ve ne pa­

hasına olursa olsun hasımlıkta su yüzünde kalmaya alışkın oldukları için, itibarlarını kullanmayı ve değişim talep edenlerin tarafına geçmeye çalışarak yeni dur.uma uymayı bildiler - çok önemli istisna­

lar olmuştur, bu konuya döneceğiz. Bununla birlikte, başlarına gelen tek darbe modem çağın meydan okuması değildi. Ülke tarihinde uzun bir geçmişi olan daha geleneksel bir meydan okuma bundan da evvel gelmişti. İlahiyatçılar, zamanlarının bir bakıma serbest düşünürleri o­

lan mutasavvıflarla daima çatışmak durumunda kalmışlardı. Mutasav­

vıflar, Gclenek'in bağrında kalmakla birlikte, din hakkında daha koz­

mik bir görüşe sahiptiler. Yüzyıllar boyunca Yasa bilginleriyle Tanrı delileri ara<;ındaki gizli, kimi zaman da açık mücadeleler Fars edebi­

yaunda destan niteliği kazanmışur. Bu mücadeleleri anıştıran anlatı ve kitaplar çoktur, bu sırada canını kaybeden şehitlerin listesi de kabarık­

tır. İki farklı tutumu birbirine eklemleyen bu mücadde birçok düzeye yansıyacak güçteydi: kah sevgi düzeyinde, aklın temkinliliğine karşı ilahi deliliği; kah etik düzeyde, mutasavvıf hovardanın rezaletler yara­

tan kötü davranışlarına karşı vaizin iyi şöhretini; kimi zaman da dinsel düzeyde, sofuların katı zahıriliğine karşı bilgelerin sınamalı yolunu çıkarıyordu.

Geniş anlamıyla mutasavvıf, tarihsel olarak dinsel görüşle tamamen bütünleşip, zahiri karşılığı olan ilahiyatçıyla birlikte aynı olayın iki yüzünü oluştururken, söylemlerini radikal olarak farklı bir dünyadan alan entelektüeller için durum böyle olmamıştır. Modernlikten doğan

180 YARALI BİLİNÇ

bu yeni grup, başka bir zihinsel gezegenden gelen güçlü bir rakipti;

farklı düşünüyor, başka değerlere inanıyor ve ülke kültürünün öncülle­

riyle orıak

ölçüsü ol

m

a

y

an bir usavurum biçimi kullanıyordu. Bu yeni

grup, bir bakıma, Sufi tarikatların parçalanmaı;ı yüzünden uzun zaman­

dır

sahneden çekilen mutasavvıfların yerine geçiyordu.

Bu arada mutasavvıtlarla entelektüellerin dünyaları arasında radikal kopmalar yaşanmıştı. Mutasavvıf, baş döndürücü paradokslarına rağ­

men hfila Gelenek içinde kalırken, entelektüel, Gelenek'e karşı çıkmak­

tan başka bir şey yapamazdı. Entelektüelin varlık nedeni bütün kurulu değerlere karşı çıkıyordu; söyleminin içerdiği yeni unsurların, lrani­

İ.slami dünyanın metafizik temelleriyle şecere düzeyinde bir yakınlığı yoktu. Söylemlerinde çoğu 1.aman cüretkar olan, dinin temel ilkelerine aykırı olan ve dine saldıran acaip kavramlar bulunuyordu; bu kavramlar alışılmış kalıpları altüst edip, Tanrı'nın tam olarak yok olmasa da, en azından yüksek bir rol oynamadığı bir dünya kuruyorlardı. İlk kez eleş­

tiriden söz ediliyordu, yani yüzyıllardan beri kökleşmiş değişmez dog­

maların ve göreneklerin sorgulama konusu edilmesinden. Mutlakiyet­

çiliğin 1.ararları eleştirilmeye başlanıyor, hükümranın otokratik yetki­

lerini sınırlayan ve keyfi uygulamalara karşı kullan koruyan bir anaya­

sa talep ediliyordu. İnsan haklarına gitgide artan bir ilgi gösteriliyordu.

Ülkenin genel hukuksal-siyasal durumunda benzeri olmayan bir öznel­

lik unsuru getiriliyordu.

Azerbaycan kökenli bir Kafkas olan (Türkçe ve FarsÇa yazar) ve yaz­

dığı sayısız tiyatro piyesi nedeniyle "Doğu'nun Moliere'i" diye ad­

landırılan Mirza Fethi Ali Akhundzade

(1812-78)

gibi rcformist bir dü­

şünür daha o zamandan önayak oluyordu. "Devrim", "filozof', "libe­

ral", düşünür" gibi anahtar terimler hakkındaki tanımlarında modern­

liğin yeni parndigması açık olarak ortaya çıkıyordu. Bu tanımlarda, ik­

tidardaki ikiz merciler olan monarşi ve dine aykırı laik değerler beliri­

yordu. "Devrim," diyordu, "halkın hükümrana artık tahammül edeme­

diği o özel durumdur. Hükümrana karşı ayal<lanır, onu başından atar ve kendi hesabına yasa yapmaya başlar. Dinsel inançların saçmalığını da farkeder. Ulema'ya başkaldırır ve rasyonalist filozoflarla uyum içinde kendine yeni bir öğreti kurar."3° Filozof, rasyonel bilimleri

benimse-30. Maktubat·e Mirza Fath 'Alf AkhCuı.dzadeh, yayımlayan Sobhdam, Paris, 1984, s. 9-15.

TANRI STRATEJ1S1 UZMANLARI 181 m iş, nedensellik yasalarını tanıyan, mucizelere, vahye ve simyaya

anık

inanmayan kişidir. Kötü ruhların, meleklerin, cinlerin varlığını hepten reddeder ve bu tür zırvalara kendini kapuran herkesi sersemlikle suçlar. Liberal, dinin tehditlerine kulak asmaz, algıyı aşan ya da doğa çevresinin dışında kalan konularla hiç ilgilenmez. Düşünür, çokyönlü, sağduyu ve muhayyile gücüyle dolu bir filozoftur ve siyasetle toplum üzerine yazılarında h iç taraf tutmadan, yani her tür bağlanma ve saldırganlıktan uzak kalarak, tam bir nesnellik içinde insanların kusur­

larını ve meziyetlerini açıklar.31

Kısaca'iı, Batı'nın siyasal ve toplumsal felsefelerinden esinlenen ye­

ni ve kuşkulu bir ağız ülkeyi istila ediyordu. Benzeri hiç görülmemiş bu kavramların saldırganl ığı ilahi düzenin savunucularını ancak ürkü­

türdü; üstelik, Osmanlı İmparatorluğu ve Mısır'la karşılaştırıldığında İran'ın modernlik konusunda gözle görülür bir gecikmesi vardı.

Moderlik yanlısı fikirlerin etkisine gelince, İran gerideydi. Ancak, yankılar uyandıran bir yenilgiyle ve İran'ın Aras nehri kuzeyindeki İranlılaşmış toprakların büyük bir bölümünü kaybetmesine yol açan aşağılayıcı bir anlaşmayla

(1 828)

biten İran-Rusya savaşı sırasında Batı'nın askeri üstünlüğünü gerçek anlamıyla gördü. B ir halkın kaderi­

ni yapan ve etkileri hiç giderilemeyip acılı birçok anı yüzünden yarası kolektif hafızada hep canlı kalan tarihi yenilgiler vardır. Farsiler'in çok sık bahsetıikleri "Kafkasya'daki on yedi şehir"in kaybedilmesi, tamiri imkansız bir kaybın acı tadını hala korumaktadır. Öte yandan Şiilik bi­

lincinde yer etmiş dinsel kurumların nispeten sağlam yapısı ve Şiili­

ğin batıni niteliği, ülkeyi Batı'dan gelen devrimci fikirlerin sızmasına karşı koruyan "direniş alanları" yaratmıştır.

Modernizm aslında laiklerin eseri olmuştur. Mollaların buna girişmeleri çok sonradandır. Modernliğin bazı fikirlerini ele geçirip bunları kendi dünya görüşlerine uyarlamaya çalıştılar. Bugünkülerden büyük olasılıkla daha esnek, hatta daha açık olan anayasa hareketindeki mollalar usta strateji uzmanları olduklarını göstermişlerdir. Modernli­

kle düşüp kalkarken, modernliğin, direnilmesi gereksiz olan kaçınıl­

maz bir zorunluluğun artçısı gibi ortaya çıktığı bir dönemin ihtiyaçla­

rına kaptırıyorlardı kendilerini. İranlı araştırmacı

Hamid

İnayet, doğ­

makta olan milliyetçiliğin, ruhban sınıfının yemi nli düşmanı olan 3 1 . a.g.e.

182 YARALI BILlNÇ

Kasravi'nin ( 1 890-1946)32 görüşlerinden esinlenen ruhban-karşıtı bir ortam yüzünden bu sınıfın rolünü azımsadığını belirtir. 1 8. ve 1 9.

yüzyıl U lema'sından kendilerini sakınmaları ne kadar haklıysa, 1