rın geçici bir parantez olduğu izlenimine kapılınır. B unların düşüncele-
3. CEHALETiN KUTSANMASI
Bu kırılmalar, sömürgccilik-karşıu söylemler kılıfı altında, ya da daha cazip gelen kimlik talepleri mazeretiyle görünmez kılındığında, ger
çekliğin bir bölümü maskelenmiş olmaz mı? Bu kırılmaların nedeni de, paradigmaların altüst oluşundan ve toplumsal manzaranın ani dönü
şümünden doğan "indirgenemez ayrılıklar" değil midir? Bütün teknik bilgiler, yabancı bir bağlamdan gelmeleri, dolayısıyla da ülkenin kül
türüyle bağdaşmaz olmaları nedeniyle, bir saldırıyla, buna bağlı olarak da sömürgeci bir hareketle eş tutulabilirler. Burada önemli olan, içe ka-68. a . g . e . , s.24.
BA TIULAŞMA VE lSLAMlLEŞME 97
panarak bu dış katkıya kayıtsız kalınıp kalınamadığıdır. Madem ki bu olanaksız görünüyor, öyleyse neden bir bürokratın zorunlu olarak sö
mürgeli bir yerli olduğu söylenerek kestirip aulıyor? Tekno-ekonomik çemberin dışında kalınabilinir mi? Her tür kalkınma iradesine sın çevi
rerek ve modernliğin i'.ararlı etkilerinden vebadan kaçar gibi kaçarak mı yapacağız bunu? Her tür değersel
[<Uio/ogiqueJ
renkten bağımsız ve özgür olguların üzerine neden Maniheist iyiler-kötüler görüşü yaman
maktadır'? Böylelikle ne olmaktadır? Ahlaksal olmayan bir sorun
ah
laksa//aştırı/maktadtr.
Ama ahlaksallaşurırken değerler öylesine yer değiştinnektcdir ki bilen kişi, yani teknokrat, emperyalizmin hesabına çalışuğı bahanesiyle "yerli" sömürgeliye dönüştürülmekte, olayın dı
şında kalan kişi, yani toplumdışı kalmış varlık -dünyanın lanetlisi
iyiye dönüştürülmektedir. Teknokrat (yani işlev)
şeyıanlaşttrılmakıa,
cahilse
kuısanmakıadır.
Acı gerçeklerin burukluğunu hazmedebilmek için, değerlerin tersyüz edilmesi ve bilgiyle suçluluk duygusunun bir
leştirilmesinden ibaret ol� bu tavır en si��i işlemlerden biridir ve so
nuçları da çok ağırdır. Çünkü bunun aksi nesnellik gerektirir, olgulara katlanan bir başlangıç, sabırlı bir eğitim, hatta iyilerle kötüler karşı
sında belirli bir yükseklik gerektirir. Ama bu, nasıl yapılabilecektir?
Ne yazık ki tarih mahkemesinde suçlular 7..aten mahkum edilmişlerdir.
Bir örnek. Zehirini bir şam
ar
oğlanına boşaltmak öylesine karşı konulmazdır bir itkidir ki Paris'te sürgünde olan İranlı bir romancı ne ya
pacağını bilemeyip ı1iasporanın kendisine saldırır. İyiler-kötüler görü
şünü ne pahasına olursa olsun bir yerlere yamama derdiyle, nefretini bizzat sürgünlere karşı kusmuş ve zekice, sürgünlerin iki cins insanı temsil ettikleri sonucuna varmıştır: sığınmacılar
(avare)
ve göçmenler(muhacir).
Sığınmacılar,barzakh
(ara dünya, çile yeri) sakinleridir; teozofi kökenli bu terimle yazar, halk muhayyilesinde yorumlandığı ha
liyle gurbeti ve mekan-dışılığı ifade etmektedir. Birisinin
barzakh
durumunda olduğu söylendiğinde, tıkanmış olduğu kastedilmektedir: ne i
lerleyebilmekte, ne de gerileyebilmektcdir bu kişi.
Sığınmacılar, göçmenlerle aynı acılan çeken kayıp avarelerdir, ama hiç seçim yapamazlar. Göçmen ise seçim yapabilir: kuzeye, güneye, sağa ya da sola gidebilir. Herhangi bir iz ya da işaret noktasında sığı
nak arayabilir. Göçmen umudunu hiç kaybetmez, bütün dünya onun a
hın gibidir, "gurbetin tatlı atmosferinde sessiz sessiz otlar". Mutlu
an-98 YARALI BlL1NÇ
lar
geçirir, elinden geldiğince b:ıŞının çaresine bakar ve canı çok tatlıdır. Çaresizlik derecesinde iyimserdir, sakal ve bıyıkları çoktan kırlaş
mış olsa bile. Göçmen dalga geçer, patlayana kadar güler, zevkine güvenir, renklerin, parıltıların ustasıdır ve metabolizma dengesini ko
ruyabilmek için bir sürü vitamin yutar. Müzeleri seve seve dolaşır, si
nemaya gider, parklarda uzun gezintiler yapar, zarif giyinir ve kravat takar. Göçmen, kanlı canlı bedenleri, m ükellef ziyafetleri sever; görü
nümlere bağlanır ve hayaller besler.
Sığınmacı, belkemiğinin kırılmış olduğunu bilir. Nerede ağırlanırsa oraya sığınır. Seçim hakkı yoktur. O, yı
p
ranmıştır, kovulmuştur, dışlanmışların ortasında dışlanmış biridir, berbat hayatına hfila umutsuzca yapışmasına kendisi de hep şaşar. Vatanını sever, ama kendi hissesine düşenin "aşıklar melteminin huzuru"ndan ziyade "fırtınalar burgacı" ol
duğunu bilir. Umudu yoktur. Yakında çürüyeceğini, bedenini kangre
nin kemirdiğini bilir. Kendi ölümünün acımasız tanığıdır.
Göçmen de, sığınmacı da
barzakh
sakinleridir, ama ilki hayali şatolar kurarken, ikincisi şatoların yıkılışını kendi gözleriyle izler. Onun düşüncesini kamçılayan ve gerekli kılan şey kendi kimliğinin bilinci
dir. Sığınmacı süratli ve endişe verici bir ritimle değişir ve başkı;Llaşı
ma uğrar. Bu değişim, bir açılmadan ziyade, önüne geçilmez bir'
Şe
kilde ölüme götüren sürekli bir çökme halidir.
Sığınmacı herşeydcn korkar: Emniyet Müdürlüğü'nden, sığınmacılar bürosundan, yolunu şaşmnışlar sığınağından. Kendi gölgesinden korkar.
Gururu ve özsevgisi de dahil herşeyi kaybetmekten korkar. En ufak şey
den pirelenir: bir berduşun gülümsemesi, bir sebze saucısının suç ortağı bakışı. Öldükten sonra cesedinin başkalarının başına kalmasından çekinir.
Böylelikle iki tip insanımız, iki sürgün tipimiz vardır: asli olan ve asli olmayan. Bu iki varoluş örneğinde, kültürlü olan, tatlı dilli olan, başka bir deyişle "uygarlaşmış" olan kişi asli olmayandır, oysa yolunu şaşırmış, acılı ve başına buyruk olan, cahil, "canlı cenaze", intihar ve ber-duşluk namzeti olan aslidir. Ya sonuç? Bütün ülkelerin sığınmacı
ları birleşin! Sefaletinize gömüldükçe dış etkilere kapanırsınız, daha asli olursunuz. Ötekiler göçmendir: yani sahte görünümler hesabına çalışan dümencilerdif>9.
69. Gholam Hosseyn-e Sa' edi ( 1935-1985), "Degargisi wa rahayi-ye aviirehii", Alefba, II, Paris, 1 983, ss . 1 -5.
BATILILAŞMA VE 1SLAM1LEŞME 99 B urada da, yazarın dokunaklı tonuna rağmen aynı kutuplaşmayı bu
luruz. Bu sefer yerli sömürgeliler -devrimin yardımıyla- (göç edilen ülke nazarında) iç göçmenlere dönüşmüşlerdir, dünyanın laneti ileriyse dış avareler haline gelmişlerdir - kapitalizmin çürümüş başkentlerinde yoksulluk çeken lüks berduşlar. Avarelik, yoksulluk, mahrumların ve baldırıçıplakların cehaleri, başlı başına değerler haline gelirler; ama bu, bunların yoksun ve mağdur olmalarından öcürü değil, kurban olmala
rından ve böyle kalmak isremelerinden ötürüdür. İnsani durumunu iyi
leştirmek yasaktır! Özellikle de bilmek yasaktır! Bilen kişi kendini denk alsın, çünkü yalan imparatorluğunu ele geçinniş demektir.
Entelektüellerimizin sakat bir bakışları olduğunu söylediğimizde, şeylerin temsil edilişini aksatan bütün bu tıkanma ve yamama meka
nizmalarını kastediyoruz. Ve bunların eleştirel güçlerinin eksik oldu
ğunu söylememizse bir örtmecedir aslında, çünkü eleştirel güçleri hiç olmamıştır. Atadan kalma ağırlıklarımızın altını eşelemekten korkuyo
ruz, çünkü oralarda gömülüp gitınekten ve kimliğimizi kaybetmekten çekiniyoruz. Ruhumuzun labirentlerinde bize musallat olan haf salaya sığmaz geçmişte asılı olan ve nereden çıktığı bilinmeyen hayaletler gi
bi ortaya çıkan fikirlerle karşı karşıya bulunan bizler, bir de Promethe
us gibi dünyayı yeniden kurma görevine kendimizi adan11ş oluyoruz.
İdeolojik onarım ve yamalardan başka ne kalmaktadır? Bu eğilim ürettiğimiz her şeyde görünür: edebiyatta, sanatta ve Fikirler Cumhu
riyeti'nde. Kimse bunun elinden kaçamaz, Tanrı'nın monarşisini temsil ettiği kabul cdi��ll-���I"!!�. bile bunun içine saplanif:--"' --
-4 . /SLAMILEŞME
Günümüzdeki uygulanışıyla İslamileşme, türünde bütünüyle yeni bir olgudur. İslamileşme, bir bakıma, bir kültürel kimlik felsefesinin zı
vanadan çıktığında varabileceği en uç sınırdır; öteki'nin yadsınması gi
bi dizginlenemez bir kendini onaylama noktasıdır bu sınır. İslamileş
me aynı zamanda, toplumsal muhayyilede saklı duran bütün çarpıklık
ların güncelleştirilmesidir de. Atalar Geleneği'nin Kökeni'ne bir dönüş olması istenir, yani Selefler geleneğinin kökenine: Zorunlu olarak iha
net ve sapma olan her tür tarihten önceki zamanı yaşayan Selet1er.
Do-100 YARALI BILINÇ
layısıyla, modernliğin ve ona eşlik eden yıkıcı fikirlerin tersini savun
maya çalışır. İran'da iktidarı mollalar aldığından beri İslamileşme, mo
dem zamanlar tarihinde benzeri görülmemiş bir kitlesellik ölçüsünde
uygulanmaktadır.
Bu da bir tür yamadır, ama bilinçli Batılılaşma'nın ters yönünde işlem gören çok yönlü bir yamadır. İslamileşme, güncel haliyle kendisinden tarihsel olarak sonra gelen bir dünya zemini üzerine modernlik öncesi bir episıeme'nin içeriğini yamamak istemektedir - görüş ölçütlerine bilinçdışı bir şekilde modernliğin girdiği bu dün
yada, gerçekliğin bütün algılanışını mod�mlik koşullandırır. Bundan ötürü, bu
bilinçdışı Batılılaşma
sinsi bir şekilde etki etmekte ve İslami söylemi "tarihsela
priori"lerin süzgecinden geçirmektedir. "Tarihsela
priori"lerin içinde kaba Marksizm'in en yaygın durumda olmasından ötürü de Marksist kategoriler İslami söyleme, o farkında olmadan bulaş
maktadır.
Gizli bir Marksizm havada uçuşmakta, dini söylemin çatlaklarına nüfuz etmekte, ona bir nefes oksijen vermekte, "modernleştirmekte" ve eninde sonunda onu siyasal olarak satılabilir kılmaktadır. Devrim za
fere ulaştığında geçmiş "Tarih'in çöplüğü"ne atılır, emperyalizm "İsla
mileşir" ve "uluslararası küstahlık"a dönüşür, proleter sınıf statüsünü
/
kaybeder, mahrum hırpaniye dönüşür ve sonunda Mehdicilik de seküla
rize olur ve tarihsel determinizm haline gelir, Kahin'in Kıyameti ile Komiser'i garip bir şekilde birleştiren bir determinizm.
Ulema yeni bir sosyo-politik söylemin tuzağına düşmüştür -
ki
bu söylem açık artırma ve öne doğru kaçıştan başka bir şey değildir.Yarışırcasına. Yeni söylem birçok düzeyde mücadele edebilmelidir:
kültürel, ekonomik ve toplumsal düzeylerde. Kültürel düzeyde ne pa
hasına olursa olsun İslamileşmek gerekir; bunu yaparken İslam, ya da İslami olduğu söylenen biçimler, kendilerinden önce varolan ve tarih
sel olarak onlardan "ileri" olan bir evreye götüren yapılann üzerine yer
li yersiz yamanmaya çalışılmaktadır. En boş görünümlerle sınırlanan ve abuk-sabukluğa yakın bir "gerçeküstü" dünya yaratan lslamileş
me'nin yaygarncı yüzeyselliği buradan gelmektedir. Kapalı bir sistemi ve Ortaçağ degerleri olan bir dindarlar dünyası, günümüzde ancak kitap
larda, beyin hücrelerinde ve kutsal şehirlerde vardır. Ülkenin metal.izik ekolojisi derinlemesine değişmiştir: İçeriyle dışarısı arasındaki eşbi
çimlilik artık yoktur. Mollaların zaman-dışı dünyası, şimdi en
gele-BATILILAŞMA VE ISLAMILEŞME 1 Ol
neksel kesimler de dahi l olmak üzere hayaun hiçbir kesimini affetme
yen bir yıkımın ortasında, batmakta olan bir sal gibi sürüklenmekte
dir. Bu yıkım herşeye el uzatmaktadır: görenekler. alışkanlıklar, üretim biçimleri, toplumsal ilişkiler ve dünyayı temsil etme biçimleri. Tarih
sel olarak birbirini tutmayan dünyalar yan yana dizilmiştir: yüksek teknolojinin yanında en ilkel davranışlar; harabe kalıntılarının, arsa
ların ortasında düşünce mabetleri; süpermarketler, dev mantarlar gibi biı.en gökdelenler. Bu
technicolor
dünya, bilgilere de bulaşmaktadır ve Ulema, kendisine rağmen Batıl ılaşmaktadır. Ulema'nın söyleminde, ancak modernlik bağlamında anlamlı olan tuhaf kavramlar ortaya çıkmaktadır. En militan olanlarında, toplumsal felsefelerin gecikmiş kav
ramsal kollarının izine rastlanmaktadır; bu kavram lar, militanların göndenneleri çerçevesinde, saçmalık, hatta dine küfreden sapmalar olur
lardı. Bütün bu biçimsizleşmiş fikirler, İslami kavramların kendi içle
rinde kararsızlaştığı bir yurtsuzlaşma atmosferini ele vermektedir. Ge
leneğin k ucağından yoksun kalmış yetimler gibi görünmektedirler.
Söylemin heyecan verici yönünün, ardındaki münasebetsizlikleri usta
lıkla maskelediği doğrudur, ama bunlar, çözümlemenin ısrarı karşısın
da kendilerini ele vennektedirler.
Örneğin, kadınlara miadı dolmuş töreler dayatılmaktadır; oysa bu kadınların çoğu (en azından haklarının bilincinde olanlar ki yeteri k,,adar kalabalıklar) bu töreleri kafalarında aşmışlardır, çünkü muhayyileleri, Peygamber'in kızı Kusursuz Fatma'dan
(Fatımatü'z Zehra)
esinlenen dinsel ülkülerden ziyade, son20-30
yılın feminist hareketlerinden gelen örneklerle doludur. Zihnen gelişmiş kadınlarda gözlemlenen ve ne
redeyse bilinçdışı olan ret buradan kaynaklanmaktadır ve bu kahraman
ca tutumda göıiilcn cesaret ve aşırı dayanıklılık şaşırtmaktadır. Bu ka
dınlar bir yandan iktidarın isteklerine geçici olarak katlanırken aldatma
caya başvurup hile yapmakta, en ufak bir gevşeme işareti aldıklarında eski alışkanlıklarına dönmekte, böylelikle de bir yalan ve aldalmaca dünyasında yaşamaktadırlar. Başörtüsü takmaya alışkın halk kadını bile -fanatiklqmiş kadınlardan söz etmiyorum- aslında tam anlamıyla dinsel olmayan bir işlemin söz konusu olduğunu vç bunun, asi kafa
ları hizaya sokmayı hedefleyen baskıcı bir iktidarı ve zorlama mckaniz
n:ıalarını açığa çıkardığını hissetmektedir. Ya da, (neden olmasın?) cep
hede işler kötü gittiğinde ya da savaş alanında büyük bir başarısızlığa
102
YARALI
BİLiNÇuğrandığında, bunu kadınların burnundan getirmenin ahlaksız bir biçimi olduğunu.
Buna bir de, güzel olan şeylere karşı tepeden bakan bir horgörü ek
lenmektedir. Hayatın kannaşık cazibesi, ya hayal gücünü uyandırabile
cek gözle görülür bütün çekici şeylerin kökünün kazınma'>ı, ya da gri ve karanlık renklerin kullanılmasında marazi bir ısrar gösterilmesiyle bir matem havasına girer. Çünkü estetik zevke ilişkin her türlü coşku, iktidarın gözünde cinsel açıdan kuşkulu bir hava yaymaktadır. Müzik, zarafet ve güzellik gibi şeylerin münasebetsizliği, muzırlığı, hatta giz
li bir sapıklığın aldatıcı yaldızlarını yaydığı düşünülür.
İslam'a özgü bir nitelik midir söz konusu olan? Öyle olduğunu dü
şünmüyorum; hem de İslam'ın lüksü her zaman kınamasına ve bazı i
lahiyatçıların müzikle resmi mahkum etmelerine rağmen. Ortodoks bir düşünür olan Ebu Hamid El Gazali
(1058- 1 1 1 1), ki
hem İranlı'dır hem de filozoflara karşı acıma'iız olduğu kabul edilir70, şarkı ve müziği dıştalamamıştır.
Livre de l'Audition eı de l'Exıase
(Dinleyiciliğin ve Vecdin Kitabı) adlı eserinde bu cins uygulamaların yanında dahi olduğunu gösterir. Ona göre dinleyicinin yaşadığı vecd peygamberlerin vahiy es
nasında yaşadıklarına bcnzer71• İlahiyatçımız, müziği mahkum etmedi
ği gibi, Kur'an'la vecde ulaşmanın, şiirle vecdden daha zor olduğunu da belirtir. Buna karşılık, İbni Teymiyye
( 1 263-1 328)
gibi kurallara kayıtsız şarL'iız uyan gelenekçi bir ilahiyatçı, İslam Devrimi'nin yönetici
lerine daha yakındır; çünkü bu uzlaşmaz ilahiyatçıya göre sufilerin se
ması, "müşrikliğe" (Tann'ya eş koşma) ve "küfre" (ihanete) yol açan bir bidattır (yenilik) ki bunun sonu da sarhoşluktur
(sekr).72
Kısacası, İslam'ın kesin olarak mahkum edemeyeceği herşey mah
kum edilmektedir. Ama yine de, İslam Devrimi'nin çağdaş tavrı bu açı
dan başka şeyleri de açığa vurmaktadır. Güzel olan şeylerin aşağılan
ması, duygulara az çok hitap eden şeylerin saplantılı bir şekilde redde
dilişi bence, yepyeni bir tavrı ele vermektedir. Bu tavrın yol açtığı şey, geleneksel İslami cemaatlerin biraz katı olan sofuluğundan ziyade,
to-70. livre de /'autodestruction des philosophes (Türkçe'de: Filozofların Tutarsızlık
/arı, Çev: Bekir Karlığa, Çağrı Yay.).
7 1 . Jean·Robcrt \1ichol, "L'lslam el le monde: al-Ghazall el Ibn Taymiyya iı pro
pos de la musique (sama')" Figures de la
fi
niıude'de, Bibliotheque philosophiquc de Louvain no. 32, Louvain-la-Neuve, 1988.72. a .g . e . •
BATILn...AŞMA VE ISLAMILEŞME 103
taliter rejimlerin yadsıyıcı çirkinliğidir. Alışılmışın dışında bir iktidar isteği, hayaun hamurunu döktükleri -ve İslami olduğu varsayılan
kalıbı kırabilecek her girişimi mat etme yolundaki azgın.istek bu nev
rotik reddin içinde bulunmaktadır. Tam da bu "modem" ve totaliter ta
raf, çirkinliği başlı başına bir kategoriye dönüştürmektedir, öyle ki çir
kinlik bu rejimde neredeyse ontolojik bir asalet kazanmaktadır.
Comelius Ca'itoriadis aslında yanılmamıştır; sosyalist rejimlerdeki çirkinliği incelerken şöyle der: "Neredeyse sınırsız zulüm ve .adaletsiz
lik içinde yaşayan insan toplumları olduğunu önceden biliyorduk. Hiç
bir güzellik üretmeyen bir insan toplumuysa henüz görülmemişti. Po
zitif çirkinlikten başka bir şey üreuneyen bir toplum henüz görülme
mişti. Bürokratik Rusya sayesinde bunu da gördük."73 Ve bu çirkinliği rejimin doğasının bütününde aramak gerekir. Özgürlük yokluğu, bas
kı, güdümcülük türünden açıklamalar yetersiz savlardır. Tarihte sanatçı her zaman "sipariş üze�ine" ve zorunlu bir üslupta çalışmıştır. Ama buna kendi de inanmıştır. "Resmi Rus 'sanatı'nın boşluğu, sersemliği ve gösterişçiliği, aşağıdaki iki önermede bulunan karşıtlıkları en yalın haliyle ve karşı çıkılmaz bir şekilde gösterir: sanatçının