tiği gibi, Hindu bilgeliğinin ülküsü, güçlenmiş bir benlik, otoriter bir üstbenliğe dayanan özerk bir özne gerektirmemektedir; aksine köken
deki kaynaşmaya, mutlu çocukluğun anısına doğru gidebilecek pasif bir benlik gerektirmektedir. Zaten Hintli erkek çocukların anneleriyle olan göbekten bağımlılık ilişkisi benliğin zayıllaması yönünde etki yapmaktadır. Beş yaşına gelinceye kadar çocuk okşanmakta, şımartıl
makta, aşırı korunmaktadır ve bütünüyle annesinin gözetimindedir.
Beş yaşından sonra çocuk ani ve sert bir memeden kesilme dönemi ya
şamakta ve nöbeti baba devralmaktadır. "Hindistan'da çocuk ile anne arasındaki (yani benlik ile şu arasındaki) farklılaşma yapısal olarak da
ha güçsüzdür ve Batı'dan daha geç devreye girer, bunun sonucu da şudur: İlk çocukluk çağındaki göbekten bağımlılığın kendine özgü ni
telikleri olan zihinsel süreçler, yetişkin Hintli'nin kişiliği üzerinde nis
peten daha önemli bir rol oynarlar."10 Kakar'ın Hintliler'in çocukluğu için söyledikleri Araplar'ın ya da lranlılar'ın çocukluğu için de geçerli
dir. Birincil olarak adlandırılan zihinsel süreçlerin baskınlığı, dille ifade 9. a.g .e . , s. 1 57.
10. a.g.e.
72 YARALI
BlLlNÇ
edilen ikincil kavramsal süreçlere nazaran özdeşleşme ilişkilerinin daha büyük bir önem kazanmalarına yol açar. Bundan dolayı da bizde, durak
lamalarla, sessizliklerle ve aralarla iletişim kunnaya yönelik bir eğilim vardır; sihirli ve animist düşünce biçimleri yönünde de doğal bir eği
lim vardır; bunun sonucunda, dışarıdan gelen modem fikirlerin kafalara yerleşmesi ile, hala mitosların ve simgelerin "animist" dilini konuşan bir çağdan, ruhsal olarak evvelki bir çağdan gelen ve yeni fikirler için yetersiz olan bir içerik aynı anda karşı karşıya gelmektedir.
2. TARiHSEL GECiKMENiN ARKEOLOJiSi
Aynı sorunu, bu sefer Michel Foucault'nun
Les moıs et /es choses
[Sözcükler ve Şeyler] adlı çalışmasında ortaya çıkardığı insan bilimleri arkeolojisinin ışığında ele almak belki de yararlı olacaktır. Foucault' nun yöntemi insan bilimlerinin doğuşunda gizli kalmış kavramsal ar
ka-planın ortaya koyulma<;ına dayanmaktadır; "fikirlerin ortaya çıkabil
mesi için, bilimlerin oluşması için, deneylerin felsefelere yansıması i
çin, ra<>yonalitelerin belki yeniden çözülüp dağılmadan önce biçim bul
ması için hangi düşünsel pozitivite unsuru ve hangi tarihsel
a priori
zemini gerektiğini" 1 1 bilmek. Böylelikle söz konusu olan şey, farklı düşünce dönemlerindeki tarihsel
a priori
'leri keşfetmek, "epistemo!ojik alanları"nı aydınlatmak, episıeme'leri, yani farklı düşünce dönemlerinin olabilmesini mümkün kılan bilinçdışı ve anonim şekilleri açığa vurmaklır. Buradan çıkan da, insan bilimlerinin tarihi değil, arkeolojisi fikri olacaktır. Bu fikir Rönesans'tan beri Batı düşünce tarihini vurgu
layan episıeme'deki süreksizlikleri gözler önüne çıkaracaktır.
Foucault Bau düşünce tarihinde üç büyük süreksizlik tespit eder.
Klasik dönem öncesi
episıeme,
yani17.
yüzyılın yarısına kadar gözde olan Rönesans'ın episıeme'si; klasik çağı başlatan( 1 7.
yüzyılın ortalarına doğru) klasik
episıeme
ve 19. yüzyılın başında modernliğin eşiğine damgasını vuran modem
episteme.
Foucault, araştınnasını üç "deney alanı"na yöneltir: hayat, emek ve dil; yani insanın biyolojik, sos
yo-ekonomik ve kültürel boyutları. Derinliğine inildiğinde bilgi alan
larının geniş ölçüde eşbiçimli olduğu kanısındadır.
1 ! . Mi eh el Foucault, Les Mots el /es choses, GaUimard, Paris, 1 966, s. 1 3.
FlKRE "GEÇ KALMIŞ BlR BlLINÇ" 73 B ilginin tarihsel
a priori
'si gibi "epistemolojik platfonn" fikri de yeni değildir ve Foucault'dan önce ünlü temsilcileri olm uştur. Özellikle Fransız düşüncesinde ilk önce Gaston Bachelard'ın mirası vardır ki Bachelard'daki epistemolojik kesilme ya da kopma teması Foucault ve Althusscr için temel olm uştur. B undan daha az önemli olmayan bir diğer katkı da Rus kökenli Fransız filozofu Alexandre Koyre'den gel
miştir; Koyre tarihin değişik dönem lerindeki epistemolojik eklemlen
meleri araştırmışur: Örneğin Ortaçağ'ın kapalı dünyasından modem za
manların sonsuz evrenine geçiş. Ve nihayet yapısalcı ekolün etkisi ol
muştur. Bunları söylemekteki kastımız, Foucault'daki insan bil imleri arkeolojisiyle bütünleşmeden önce, Batı düşüncesinin farklı dönemle
riyle uyum arzeden bir "felsefi altyapı" fikrinin zaten ortada dolaştığını belirtmektir. Öte yandan, klasik episteme'nin bilgi biçimi olarak be
tim lenen temsil etme fikri Heidegger tarafından "dünya anlayışları" 12
(Welıhild)
üzerine yaptığı araştırmada dile getirilmiştir. Descartes'a göre varlığın, temsil etmenin nesnelliği, hakikatin de aynı temsilin ke
sinliği haline geldiği fikri ilk kez bu araştırmada görül müştür. Öte yandan bu temsil, modem zamanlar
episteme'si
gibi. bir arada varolan beş olguya dayanıyordu: bilim, teknik, estetik anlamda sanat, kültür ve tanrıların çekilmesi(Entgöıterung);
bu paralel olaylar hep birlikte dünyanın Görüntü(Bild)
halinde ortaya çıkışını açıklarlar, yani"olan'ın kendi bütünlüğü içindeki tablosu"nu 13 sergilerler.
Foucault'daki
episteme
fikri ile Amerikan bilim tarihçisi Thomas S. Kuhn'un ünlüBilimsel Devrimlerin Yapısı
adl ı kitabında geliştirdiği
paradigma
kavramı arasında da çarpıcı benzerlikler vardır. Modem zamanların ilk başlarından itibaren Bau ile yeryüzünün Batı dışında kalan diğer uygarlıklarını karşı karşıya getiren ontolojik uyumsuzluğu
(Bkz.
2. Bölüm) betimlemek için, özellikle Kuhn'daki paradigma kavramından esinlendim. Çünkü bence Kuhn'un paradigması, modernliğin şafağında Batılı insanın bilimsel bakışının geçirdiği değişikliği hay
ranlık uyandıracak derecede iyi açıklamaktadır. B ununla birlikte Fou
cault'nun episteme'leri Kuhn'un paradigmasından en az üç temel nokta
da ayrılırlar:
1 )
Yalnızca bilime gönderme yapmakla kalmayıpekono-12. Ma
n in Heidegger, "L'Epoque des conceptions du monde'',
Chemins qui ne menenı nulle parı'da, Gallimard, Paris, 1968, ss. 69-100.13. a . g . e . , s. 80.
74 YARALI