• Sonuç bulunamadı

Teknokratın kültür karşısında ikiyanlı bir konumu vardır. Hem çekil­

mekle hem de itilmektedir. Gördüğü bilimsel ve teknik eğitimin bir özelliği de -bilha'isa bu eğitimin gelenel<lcre bütünüyle zıt bir kutup­

ta kaldığı bizim ülkelerimizde- kültür karşısındaki tepkisinin, ya küçümseme ve dışlama, ya da pitoresk bir folklor düzeyine düşürül­

müş sözüm ona bir kültürün bütün yönlerine, en tuhaflarına bile ko­

şulsuz olarak dalkavukluk etmeye varan saf bir hayranlık olmasıdır.

Bütün geleneksel olaylara, en gözle görülür şekilde tehlikelilcre bile hayran olan ve övgüler düzen kimi teknokratları görmüyor muyuz?

Geçmişin seraplarının arayışında, çöl m istiğinden sarhoş olmuş, bir camide secdeye varıp bir diğerinde dua eden, folklorik işporta mallarını ayrım yapmadan kabul eden, nargile içen, afyon çeken, mısralar oku­

yan, her çeşit dolandırıcının baş döndürücü hünerleri karşısında kendin­

den geçen yorulmak bilmez hacıları görmüyor muyuz?

Zira teknokrat, meslektaşları olan entelektüelle ideolog gibi, tek­

biçimli bir varlık değil, biri sağa biri sola, biri öne biri arkaya, her biri kendi tarafına çeken parçalanmış arzulardan, dağılmış bilinç

parsel-'

166

YARALI

BİLİNÇ

!erinden, karşıt dilek quanta'larından yapılmış bir varlıktır. Entelektüel gibi teknokratta da eleştiri gücü eksiktir, ama o, şirketlerin

manage­

menı'ı

ve bürokrnsi sırlarının içine ister istemez sokulan, eninde so­

nunda profesyonel bir kişi olduğu için, gerçeklik duygusuna sahiptir ve çoğu zaman neden söz ettiğini bilir -meslek icabı-; yine de, bir tür kalkınma fikrinin önceden dayattığı modeller burada da teknokratı, yaşadığı ülkenin g�rçek kapasitelerine dayanmadığı için, bariz olarak yıkıldı yıkılacak bir durumda bırakırlar. .

Zira teknokrat da, tıpkı entelektüelle ideolog gibi, yamalamanın kurbanıdır. Kendisini çevreleyen ortamın durumuna

ancak

çok zor ola­

rak uyabilen kalkınma ve verimlilik modellerini yamamaya uğraşmak­

tadır. Rakamlara, istatistiklere ve niceliksel ölçütlere olan sevgisi, so­

mut performansları, onu apayrı bir varlık yaparlar: hem gerçek hem de gerçekdışı bir varlık. Gerçektir, çünkü ona mal edilebilen teknik icraat çoktur; ama gerçekdışıdır da, çünkü çoğu zaman etkileyici olan ve san­

ki sihirli bir değneğin etkisiyle acele içinde dikilmiş olan bütün bu eserleri, şeylerin yanından geçtikleri izlenimini, göz aldattıkları, ülkenin kişiliğini zedelemedikleri, şeylerin içsel oluşumlarında bile bir değişikliğe yol açmadıkları izlenimini vermektedirler. Böylesine fazla' mukavva dekorun cırtlak bolluğu tarafından hem dokunulan hem de esirgenen ülke, bir yerde, değişmeye alaycılıkla yüz buruşturmaktadır, bu yeni panoramaya karşı koymaya devam etmekte, hangi merciye olursa olsun her tür bağlılığı dışlamaktadır. Sanki, istenildiği kadar uzağa gidilsin, ne yapılırsa yapılsın, hangi yenilik getirilirse getiril­

sin, kaçınılmaz olarak hep aynı başlangıç noktasına dönülüyormuş gibi, yani hiçbir yer olmayan bir yere. Buradaki cansızlık yalnızca adetlere ve kültüre bağlı değildir, hiç değişmeyenin maddi olmayan do­

nukluğu içinde, gerçekötesi bir dünyanın hamuruna sokulmuş olarak

meıafizik'tir;

bu gerçekötesi dünya karşısında bütün gerçeklikler ve olaylar, bir varlıkları olduğu doğruysa, ancak gerçeklik benzeştirimleri ve olay taklitleri durumundadırlar.

Ü retimin temel direği olarak teknokrat, cansızlığı harekete geçirecek, kafaları zenginleştirecek ve hareketi başlatacak süreci cisim­

leştirir. Teknokratın en doğal işlevi olan kalkınma fikri buradan çık­

maktadır. Benzeri görülmemiş gerçeklik cephelerini yeraltından çıkarta­

bilmeli, varlık bölgelerini bütünüyle açığa vurmalı, yeni karşıtlıkların

TEKNOKRATLAR 167 geniş alanlarını bütünüyle üretebilmelidir. Entelektüel için yazı neyse, teknokrat için de kalkınma odur. Verimlilik ve işlev çizgiselliği gerek­

tiren kalkınma olmazsa teknokratın varoluş nedeni ortadan kalkar. O ancak şeylerin hareket ettiği, sanayi ve üretimin hep gündemde olduğu ülkelerde iş görebilir. Yeryüzündeki bütün ülkelerin şu veya bu yönde evrim göstermelerinden ötürü, hizmetinden vazgeçilemeyeceğini bilir.

Teknokrat, dindar veya ateist olabilir, şu veya bu ideolojiyi benimse­

yebilir, ama ne derse desin, ne yaparsa yapsın, eylemi geleneksel kül­

türe yine de zarar verir, en azından işlevinin yabancı doğası yüzünden.

Zira aksini iddia etse bile iliğine kadar "Batılılaşmış"tır. Bilgilerinin hemen hepsi, ister istemez temel direklerinden biri olduğu modernlik­

ten doğmuştur. " Yerli " entelektüel, özellikle de halis memleket ürünü olan entelektüel karşısındaki ikiyanlılığı buradan gelir. Biraz gönlünü hoş eder, bilgi edinmek için biraz merak eder, ama ender olarak gerçek bir ilgi gösterir. Tabii, Gelenek tarafından cezbedilip bütünüyle öteki tarafa geçmediyse ve getçeklikten kopup yüce özlemler yaşayan, ezeli başlangıçların şafağına doğru gerileyen bir tutkun haline gelmemişse.

Zira yaşadığımız sihirli yerlerde kimse bu türden raydan çıkmalara kar­

şı güvence altında değildir.

2. NOSTALJiNiN UMUTSUZLUCU

İşlevi içine aşın işlemişse ülkesinin kültürüyle arasına mesafe koyar.

Kültür hakkındaki fikri soyuttur, kibirlidir, tözeldir ve bu kültürü yansıtan halkın sefaletiyle belirgin bir ilişkisi yoktur. Ülkede halen varolan kültürü aşağılarken, ona miras kalan geçmiş çağların hazinele­

rini abartır. Geçmişin büyük eserleriyle, şiirle, sanatla, edebiyatla il­

gi lenir, ama ona göre ucuz bir karışıma indirgenmiş olan ülke kültürünün düşüş durumuna küçümsemeyle bakar. Geçmişin büyük eserlerinden gurur duymakla birlikte, durmadan şimdiki zamandan yakınır. Ardında yüzlerce yıllık ağır çözülme, sessizlik ve siyasal büyübozumu olduğunu bilir; modernliğin ortaya çıkışından beri kendi mirasının tarihin dışında kaldığını bilir; yaşadığı günde bile tortusuna kadar tükenmiş rezervlerden yararlanıldığını, cömert kaynakların hani­

dir kuruduğunu bilir; kendi kendinin hayaleti haline gelmiş bir dünyayı

168 YARALI BlLlNÇ

kemirerek bütün gerçek değişimlerin ve bilinçlenmelerin cesaretini kı­

r.m taa'isubun kökünü kazımanın herşeyden önce gerektiğini bilir.

İçlerinde en milliyetçileri, Arnbistan'daki ilkel Bedeviler'in dini olan ve eski bir uygarlığı tarihte her 7..aman işgal euiği ayrıcalıklı konuma yeniden getinne yeteneği olmayan gerilemeci bir lslam'a karşı, kur­

tarıcı bir

lrancılığı

rahatlıkla ileri sürerler. Bunlar geçmiş nostaljisi du­

yanlardır. Düşlerini besleyen, onlar için bütün bahL<iızlıkların başlan­

gıcı olan Arap işgali öncesindeki büyük Fars imparatorluklarıdır. Ara­

larında kinik olanlar toplumdaki çağdışı-lıkları küçümseyip, topluma hükümran bir aşağılamayla balCsalar da, nostaljikler sürekli olarak geç­

mişteki imparatorlukların kalıntılarına iç geçirirler. Üstelik geçmiş karşısında duyulan bu pişmanlık ve şeylerin güncel durumuyla nasıl bağlantılanacağı bilinmeden müthiş gurur duyulan bir kültür karşısın­

daki bu fetişizm sadece bu sınıfa vergi bir şey değildir, birçok lnmlı' nın da ayırıcı özelliğidir.

Yüzyıldan da fazla bir zarrıan önce Gobineau dikkatimizi çekiyordu:

"Farsiler

[

...

]

çok eski bir ulustur ve belki de, kendilerinin de söyledikleri gibi, dünyada düzenli bir hükümete sahip olan ve yeryüzünde büyük bir halk olarak iş gören en eski ulustur. B ütün İran camiasının kafasında bu hakikat hep mevcuttur. Bunu bilen ve ifade edenler yalnızca eğitim görmüş sınıflar değildir; en alt tabakadaki in­

sanlar bununla oyalanır; seve seve bu konuya döner ve olağan sohbet­

lerinin baş konusu yaparlar. Herkesin paylaştığı fikirlerden birini ve manevi miraslarının önemli bir parçasını oluşturan sarsılmaz üstünlük duygusunun zemini de bumdadır. Fmnsızlar'ın (bilindiği kadarıyla) Av­

rupa'nın en eski monarşisini kurdukları ve bu yönleriyle Farsiler'e ben­

zediklerini söyleyerek bana kompliman yapanlar çok oldu. Muhatapla­

rımın düşüncesinde benimle ilgili olarak nezaket, kendileriyle ilgili o­

larak da büyük bir zafer vardı: zira, bana kendi halkımın Avrupa'nın di­

ğer halklarının üstünde olduğunu gösterirken, yine de bizi onlardan a­

yıran mesafenin ne kadar büyük olduğunu ima ediyorlardı. "27

Bu iddiada abartılı bir şey yoktur. Farsi, kendi hakkında çok güzel bir fikre sahiptir. H intli, vatanından,

Moıher

J

nd i a

'daki gibi şefkatle bahsederken, Japonlar Kamiler'in toprağından gururla bahsederken, Far­

si, kendini Kyros'ların ve Dareios'ların meşru mirasçısı olarak, do-27. Trois ans en Asie, Ed. A.M. Metailie, Paris, 1 980, s. 203.

TEKNOKRATLAR 169

layıslyla tüm komşularının üstünde addeder. Tarihsel cüreti, Büyük Hükümranlar'ı ve Muzaffer Hanedanlar'ı putlaştırması ve ezelden beri orada duran Büyük Halk'ın kendi hakkında yanmığı abartmalı görüntü bunun tanıklarıdır. Bu görüntü onun başka durumlarda mazoşist ol­

masını ve ona göre madalyanın diğer yanını oluşturan tüm kusurları