• Sonuç bulunamadı

larda büyük yetenek sahibi olmak hafifletici deği l ağırlaştırıcı neden

lere girir. "Garcia Marquez gibi bir yazarı, Küba rejimi karşısında aldığı tavra neyin ittiğini anlamıyorum. Zira onun katılımı ideolojik dayanışmayı aşmaktadır, çoğu zaman dalkavukluk ve dinsel yobazlık biçimlerini göze almaktadır.

"20

1 8. a .g . e . 1 9. a . g . e . , s. 52.

20. a . g . e . , s. 53.

ENTELEKTüELLER 153 Penılu yazarla birlikte ben de, eski rejime muhalif olup, sonra yeni rejime karşı da tavır alan bazı revaçta entelektüellerimizin yurtdışına çıkar çıkmaz, daha da hoşgörüsüz başka bir rehberin kollarına neden atıldıklarını anlamıyorum. Başka bir deyişle, ismini hak eden bir ente­

lektüel iıa'iıl olur da, Halkın Mücahitleri gibi, işleyişi en sapkın tari­

katlara benzeyen, karizmatik şefle karısının mistik evliliklerinin hem tarihsel bir olay hem de ideolojik bir devrim gibi kutlandığı bir siya<;af hareketin dava'>ıyla birleşebilir? Akıl ha<>talıklarını tedavi eden, ruhsal kökenli bedensel bozuklukları hafifleten ve yeri geldiğinde beyin yıka­

mada güçlü bir yardımcı gibi etki eden, tedaviye yönelik bir ideolojidir bu.

Saygın olmaya çalışan entelektüellerin geçerli bir açıklama göstermeden, lideri, Peygamber'in sesi haline gelmiş, liderin evliliği, kurucu bir kut<>al-evlilik eylemi haline gelmiş, yetkileri (Ortaçağ hükümdarları gibi) cin çarpmışları veya cüzzamlıları iyileştiren kera­

metli bir karizma haline gelmiş olan bir harekete bağlanmaları, başlı başına vahim bir patolojik vakadır. Bu olgu nasıl açıklanabilir? Bu en­

telektüelleri oportünistler, sahtekarlar ya da ikbal avcıları olarak nitele­

mek bizi fazla uzağa götürmez. Belki kimileri gerçekten öyledirler. A­

ma kimileri de hakikaten samimidirler ve ruhlarındaki tüm temiz coş­

kuyla inanırlar. Dert de burada başlamaktadır. Böylesi bir sahtekarlığa nasıl inanılabilir? Derin bir kırılmadan doğan o acılı gerçeklik dışında neyle açıklanabilir? Bu kırılma farklı biçimler almaktadır: bakıştaki yarı-felçlilik biçimi, davr.ınışlardaki şizofreni biçimi ve nihayet, don­

muş tavırları taklit eden arkaizm ile ilerlemeci fikirlerin sahte­

modemliği arasındaki ayrılma biçimi. En azından şaşırtıcı olan bu ka­

tılımda, şiddetin olduğu haliyle p

u t

laş

r

ı

lmas

ı yatmaktadır belki

de.

Kuş beyinli militanların gözüpekliklcri, fedakarlıkları , intiharı andıran tavırları bu entelektüelleri baştan çıkarmaktadır; hareketle seve seve öz­

deşleşmekte ve yaratıcılıklarının iğdiş edilmesinin ödünlemesini, şehit olma iradeleri ve erkeksi bütünlükleriyle her tür eleştirel, hatta pratik incelemenin dışında kalıp kendinde değer haline gelen aşırılıkçı süper­

kahramanlara yapılan bir geçişimde bulmaktadırlar. Vargas Llosa'nın sözünü ettiği yarı-felçliliği yaratan da çok sayıdaki bu karşıtlıklardır.

Bunun yetenekle bir ilgisi yoktur. Hem büyük bir yazar olunup hem de tutarsız olunabilir.

154 YARALI BİLiNÇ

B u konuda Octavio Paz, Latin Amerika'nın zihinsel olarak

ikinci el­

den

yaşadığını belirttikten sonra şunu ekliyor:

" 1 8.

yüzyıldan beri müziğe ayak uyduramaz olduk, kimi zaman da, 'modemist' dönemde olduğu gibi, günün modası olan tek ayak üstünde dönüşlerin peşine takılmayı denedik ... Uyum sağlamadaki yeteneksizliğimiz, dosdoğru söylenirse, eşi olmayan eserler üretti. İstisnai niteliğini hak eden eser­

ler. Düşünce, siyaset, kamu ahlakı ve topl

u

msal yaşam alanlarında ise aksine, ayrıksılığımızın zararlı olduğu onaya çıku."2ı Buna karşılık, düşünce alanında müziğe ayak uydurmak gerekir, olaylara uyum sağla­

mak, tarihin hareketleriyle birlikte evrim göstermek gerekir, yoksa

yan/arruısına

uyumsuzluk çarpıklıklar üretir, giderek

de yarı-felçli bir

bakışa ve sahte bir bilince yol açar. B u sahte bilinç, dünyayı kendine özgü kavrnmsal çerçeveye göre yeniden yorumlar: sabit bir fikir haline getirilerek tözleştirilmiş ideolojinin, şeylerin öbür yüzüne ayak direr hale geldiği tıkanmış bir alan olarak süreyi uzaysallaşunr. Bir harekete ya da herhangi bir şefin kişiliğinin putlaşunlmasına dinsel bir şekilde katılan entelektüelin tavrı bence psikolojik olarak da, ruhsal olgun­

laşmamışlığı ele verir: yalnızlık ve kendini sorgulama riskinden çeki­

nen

az-gelişmiş

bir benliğin bütünleşme ihtiyacı, bir sığınağın emni­

yetli kozasına kapanı vcrir. Bu sığınak, aile olmadığında Kabile olabi­

lir; bu da olmazsa Parti veya Tarikat olabilir. Bu sığınağa rahat rahat kapanıldığında, olgulara hiçbir şekilde tekabül eınıeyip ma<>keler haline -ama gözyaşı ve pişmanlık olmadan, hatta belli bir bilinçsiz huzurla birinin yerine bir diğeri konabilen maskeler haline- gelen fikirler dışarıya doğru yansıtılır; çünkü tüm bu maskelerin ardında annesinden ayrılmaktan korkan titrek bir çocuk saklanmaktadır her zaman. B undan dolayıdır ki karşıtlıklardan pek çekinilmez. İnsan sığınak.tayken, kim­

senin önünde kendini haklı çıkarma ihtiyacı duymaz. Marksizm'le bağ­

lar koptuğunda seve seve ABD'ye ya da A vrupa'ya sığınılır, yani o ka­

dar ne

fr

et edilen kapitalizmin kötülük yuvasına; Gelenek' in deniz kızla­

rıyla sarhoş olup Berkeley ya da Harvard'a girilir, ama Kum ya da Ne­

cefteki ilahiyat okullarına gidildiği çok enderdir. Ama ne yapılırsa ya­

pılsın, hep masumiyet içinde yapılır, çünkü sorumluluk yok�ur. So­

rumluluk ancak ahlaksız yetişkinl

e

re vergi bir şeydir, czclı bilinçsizlik bahçesinde ezeli bir oyunu oynayan ezeli masumların işi değildir.

2 1 . la Fleur sacri!ege, Gallimard, Paris, 1 984, s.77-78.

il

İDEOLOGLAR

Asya ve Afrika uygarlıkları, birkaç yüzyıldır gezegenimizin görünü­

münü dönüştüren tarihsel altüst oluşların kıyısında kalmışlardır. B u değişimleri aracılardan almışlardır: n e modernliğin devindirici yuvası­

na, ne de tükenmez diyalektik canlılığına g irebilen bu uygarlıklar, modernliğin kültürel yan ürünlerini tüketmeye indirgenmişlcrdir; bu ürünler arasında hemen tüketilmeye hazır dondurulmuş ideolojik paket­

ler vardır, öyle ki zamanla, bütün biçimleriyle ideoloji en iyi ithal edi­

len madde, iki dünya arasındaki karşılaşma noktası ve edindikleri tak­

dirde Batı-dışı uygarlıkların tarihte hala bir rol oynayabilecekleri yegane düşünce biçimi haline gelmiştir. Ama başka bir yerde de söylediğim gibi: "İdeolojileri belirleyen yapılar sekülarize olmuşlardır, biçimi ne olursa olsun her tür zihinsel içerik, ideolojilerin kapalı sis­

teminin kalıbına bir kez döküldükten sonra, bir yandan kendini

bozul­

mamış ilan ederken, öte yandan bu biçimi benimseyecek, bilinçsizce Batılılaşacak ve sonuç olarak sahte bir bilinç haline gelecektir. Goşist ideolojilerin -en çok ütopya yüklü ideolojilerin- Üçüncü Dünya'da­

ki çarpıcı başarıları bununla açıklanabilir; bununla açıklanabilecek en az bunun kadar önemli bir diğer önemli olgu da, ideolojilerde yaradılış­

tan gelen dogmacılığın, ancak ideolojileşerek sekülarize olabilen bu uygarlıklardaki dinsel kafayla yetinmesidir; tarih macerasını ve Aydın­

lanma'nm bilimsel-teknik çağını da tanımayan bu uygarlıklar, Batı'da kuvvetli dogmalaştırmaların tehlikeli aşırılıklarına engel olmak için telafi edici bir panzehir oluşturan eleştirel yetiye de karşı

çıkmaktadır-156 YARALI BİLİNÇ

lar."22