lersek, modernlik-öncesi bir söylemin
episteme'sini,
tarihsel olarak ondan sonra gelen bir toplumsal gerçeklik üzerine, İslamileşme sayesinde yamamaktadır. Burada, birbirlerini karşılıklı olarak biçimsizleş
tiren iki paradigmanın çakışmasına yine tanık oluruz; paradigmaların yenisi (modernlik) diğerine yapısal olarak baskın çıkmayı başarmakta
dır. Zira, ciddi olalım! İstense de istenmese de, dönüşsüz bir olgu, yer
yüzünün kaderi ve dünyaya bakışımızın
a priori
biçimi haline gelen modernlikten kaçılabilir mi?Her şey bu modernliğin kapsamına girmektedir, öncelikle de ondan kaçuğını sananlar. Kendine dönüş -bunun kolektif düzeyde mümkün olduğunu varsaysak bile- hiçbir zaman modernlik-öncesi (İslami) aşa
maya ulaşmamaktadır. Doğrusunu söylemek gerekirse bu dönüşteki kendi'nin nerede bulunduğu da zaten bilinmemektedir. Buna ulaşıldığı zannedilen anda, ne yazık ki 7.atcn çok geç olmaktadır:
kendi
başka kılıklar alunda, tarihin maskelerine bürünmüş olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar, İslami rejimin yararlandığı bütün araçlardır: medyalar, si
lahlar, çok karmaşık aygıtlar ve kitlelerin bölüklere ayrılması, tek
niğin özünü önceden benimsemiş bir varlık örgütlenmesinin altyapıla
ndır. Heidegger'e göre teknik, "sadece bir amç değildir: bir kendini gös
terme biçimidir, yani hakikattir".ıo7 Bir tehlikeyse de, bizzat kurtaran bir tehlikedir. Yarayı, ancak o yarayı açan silah iyileştirir, der Wagner
Parsifafde.
Filozofumuz'a gelince, ondaki geri dönüş görüşü Heidegger'ci bir hava yaymaktadır. Dünyanın, dinin ve sanatın kaderini,
Varlığın Unu
tuluşu'nun
ontolojik şifre anahtarıyla görmektedir aslında. Batı sanatı şeytani bir sanattır, çünkü bu sanatta hakikat benlik, kibir ve alt-bilinç
(nefs)
biçimleri altında gizlenmektedir. Yeniden değerlere dönüş1 07. "La Question de la technique", Essais et conferences'da, Gallimard, Paris, 1 958, s . 1 8.
MEKAN-DIŞI BlR DÜNYA 129 gerçekleştiğinde doğacak olan sanat ise aksine, bağtşlaytct
(rahmani)
bir sanauır. B u, sempati
(sym-paıhie)
çağıdır, diyalog(dia-logue)
ve doğrudan iletişim çağıdır. Bumda sanatın rolü hakikatin parıltısı önünde silinmekte ve sanat yeniden anonimleşmektedir. Oysa din sürgün edildiğinde, İlahi Güç geri çekildiğinde sanatçılar, özellikle de şairler Bağlaşma'yı yeniden sağlamaya
(lajdid-e 'ahd),
dine yeniden can venneye çalışmakta ve tüm sanatçılar bu kutsal davanın gerçekleştirilmesin
de işbirliği yapmaktadırlar. Bu yenilenme İslam Cumhuriyeli'nin kuru
luşudur. Ve Filozofumuz, bu yeni maneviyata layık büyük şair ve sa
natçıların pek yakında gün ışığına çıkacağını ummaktadır, çünkü bu
nun ön işaretleri şimdiden görülmektedir. Öle yandan İslami rejimin sanatlarla ilişkiyi kaybetmiş olmasının nedeni, a'>lına bakılırsa sanat
ların bu rejime yabancı olmasının nedeni, çağdaş sanatın, modernliğin
nafsani
(şeytani) yönüyle iliŞ
kili olmasıdır.Filozofumuz'un yüce usavurumunun tamamı, hakikatin Heidegger' ci yorumuna dayanmaktadtr. Netice itibariyle,
20.
yüzytlda yaşamtş bir Alman filozofunun, Batı felsefesinin "tarihsel" evreleri üzerine eğilmesi, Batı felsefesini Varlığın Örtülmesi anlamında yorumlamast, bu fel
sefenin zaman içindeki farklı söylemlerini kendi tarzında açığa vunnast gerekiyonnuş ki bu dünyanın karşı kutbunda yer alan bir İranlı bunu Fransızca çeviriler sayesinde öğrenip, kendi sorunu bile olmayan bir sorunun kendini ilgilendirdiğine hükmetsin; ve üstelik, bu yetmiyor
muş gibi, Alman'ın pcygambcrvari açıklamalarında İslami yenilenme
nin manevi hakikatinin ortaya çıktığına inansın.
İşte etkiler haritacılığına bir örnek! Heidegger, yorumsamanın anah
tarını vermeseydi bizim Fil<Y.wfun söylemi ne olacaktı diye soruyoruz kendimize. Batı, araştırmacının bıçağıyla kendi kendini yaralamış ol
masaydı bizim Filozofun Batı karşısındaki tavrı ne olacaktı? Çünkü, -bunu itiraf etme cesaretini göstermek gerekir ki- kendini imha ede
bilecek silahı bize bizzat Bau vermektedir. Ve İslami düşünürlerin sko
lastik çığırının izlerine batmış olan Filozofumuz, bu izleri herhangi bir mekan'a yerleştirememekle kalmayacak, bu skolastik çığırı Bau'nın şeytani akımlarına karşı çıkarmakta hayli zorlanacaktı. Filozofumuz'da görülen Maniheizm belki de şimdiye kadar gördüklerimizin en sinsisi
dir, çünkü kendisini, Örtünün Kalkması, Hakikat, Bağlaşmanın Yeni
lenmesi gibi gösterişli sözlerin arkasına gizlemektedir. Bütün bu
tum-130 YARALI BlLINÇ
turakl ı terimler bize, düşünürlerin eleştirel tespitlerinden ziyade pey
gamberlerin kutsal dilini haurlatmaktadır.
Demek ki Filozofumuz Şeytan'a saldırırken yanında Batılı
a priort
ler, bu durum özelindeyse Heidegger'ci "mitoloji" vardır. Şeytan'ın ye
rini tespit edip etkisiz hale getirdikten sonra Şeytan'ın karşısında pan
zehir gibi görünen şeyi melekleştirmektedir: Yeni manevi düzen. Bu düzenin, doğuşundan evvelki sanatlara karşı kayıL'iız kalmasının nede
ni, bu sanatların, tıpkı kendilerini destekleyen düzen gibi, Şeytan'la işbirliği etmiş olmaları, karanlık ve yabşncılaştıncı dümenlere bulaş
mış olmalarıdır. Kısacası bunlar, "ciddi" sanatlar olmamışlardır; dünya
yı zapteden, öncelikle de Filozofumuz'u zapteden Kutsal Ruh'la diya
loğa girmedikleri için de ortalıktan yok olmaları gerekmektedir. Bu
nunla birlikte durum umutsuz değildir, çünkü Filozofumuz bağıra ça
ğıra yeni bir sanatın elikulağında doğuşunu ilan etmektedir. Yeni bir Bağlaşma'nın kutsal günü bir gün gelecektir. Ne zaman? O pek iyi bi
linmemektedir. O Büyük Sanat'ın mucizevi ortaya çıkışı beklenirken, hemen hatırlatalım ülkedeki güncel sanat
Sovyeıleşme'ye
maruzkal
maktadır. Belki Filozofumuz, Sovyetleşme'nin, manevi yenilenme i
çin gerekli bir hazırlık aşaması olduğuna ve Peygamber'e varmak için önce Marx'a uğramak gerektiğine çekecektir dikkatimizi. Ya da daha i
yisi: Allah'ın dostu
(vali)
olmak için önce halkın dostu olmak gerekmektedir.
Kitap boyunca betimlediğimiz birçok çarpıklık göz önünde tutulur
sa, bu çarpıklıkların hepsinin karma oluşumlu olmaları dışında, indir
gemeci bir mantıktan da az çok etkilendiklerini tespit etmek zorunlu olur. Ötekinin şeytanileştirilmesi, kendinin cennetlikleştirilmesidir.
Söz konusu olan, yeryüzü lanetlileriyle yerli sömürgeliler arasındaki mücadeleler, ya da sığınmacılarla sürgünler, ya da asli kültürle sokak kültürü, ya da bağışlayıcı sanatla şeytani sanat arasındaki mücadeleler bile olsa. İndirgenemez karşıtlık ortadadır: Karşıtlığın işleyebilmesi için kendinin halisünasyonlu övgüsüyle ötekinin sayıklamalı inkarı gerekmektedir. İşleyişinin bir başka yolu da yamalamadır, çünkü var
lığımızın bir parçası bilinçsiz olarak, zorunlu ve kaçınılmaz olarak Batılı kalmaktadır. Ama inkar edilen Batı, kendi keşfettiğimiz Batı değildir, kendi kendini dağıtmış haliyle Batı'dır. Bu noktada, Batı'nın ihraç ettiği fikirlerin, günümüzde, bir bumerang etkisiyle dosdoğru
MEKAN-DIŞI BlR DÜNYA 131
geri gittiğini görüyoruz. Ötekinin bakışıdır bu, aynayı size doğru çevi
rir: Bau'nm ba'ilırdığı herşey, binbir yanlış anlamanın kılıfına bürüne
rek şimdi üzerine devrilmektedir; defettiği herşey, binbir biçimsizleşti
rici büyütecin artuncı etkisiyle irileı?Crek üzerine boşalmaktadır.
Batı'yı filozofları, psikologları ve sosyologları aracılığıyla böyle keşfediyoruz. Bakışımız
sakaı/anmışıır:
Balı söz konusu olduğunda eleştireldir, ama kendimize bakarken körleşmekledir. Ötekini eleştirmek kuşkusuz takdire değerdir; ancak ötekini yadsıyarak kendimiz oluruz, ama bu yadsımayı yadsıyacağım ız (Hegel, yadsımanın yadsınması diyor) ve ötekinin hem farklı hem de kendisiyle özdeş olduğunu keşfe
deceğimiz bir ilerki aşamaya henüz gelinmemiştir. Bu aşamanın ortaya ç ıkışı bir başka bilinç düzeyini gerektirir. Kimbilir, belki de bir başka nesnelleştirme düzeyini ve paradoksal bir etkiyle, varlığın içsel yok
sullaşmasını gerektirmektedir.