• Sonuç bulunamadı

6. Ailede Bir Parçalanma Şekli Olarak Boşanma ve Boşanmaya Etki Eden

6.1. Modernleşme, Sanayileşme ve Kentleşmenin Boşanmaya Etkisi

6.1.1. Modernleşme ve Aile

Modernleşmenin türetildiği modern kavramı, 1300’lü yıllardan sonra Avrupa’da ortaya çıkan, daha önceki yapı ve düşüncelerden farklı gelişmeleri nitelendirmek üzere kullanılmaktadır. Kavram, Aydınlanma hareketiyle birlikte, önce batı dünyasına, sonra da batı dünyasının etki alanına giren dünyanın her yanında meydana gelen önemli değişim ve dönüşümleri ifade etmektedir. 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Alman sosyologlar, modernliği, geleneksel yapı ve kurallara karşıt olmak, toplumsal ilişkilerde farklılaşmanın ve işbölümünün ortaya çıkmış olması anlamında

253

Aktan, C. C. : “Değişim ve Yeni Global Değerler”, Moderniteden Postmodernite’ye Değişim, (Edit.: C. C. Aktan), Çizgi Kitabevi, Konya, 2003, s. 19, 25.

254

kullanmışlardır.255 Kavram Almanca’da hem çağın malı hem de revaçta olma anlamlarına gelmektedir.256 Bu nedenle “şimdi”, “şu an” var olan ve değişime hazır olma durumu, aslında modern olmak anlamını taşımaktadır. Modern kavramı, çağdaş olanı ayırt etmek için kullanılmaktadır. Bu anlamda kullanıldığında modern olanın, değişim ile olan ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Değişme ile var olan modernleşme, bir yapı ve fonksiyon değişimini zorlamaktadır.257 Modern, yöneldiği şeyi değiştirerek üzerine almış olduğu misyonu yerine getirmektedir. Modern kavramı üzerinde inşâ olan modernleşmenin kendine özgü özellikleri bulunmaktadır. Ancak, yapılmakta olan çalışmanın konu ve amacı, bahsedilen özellikleri sınırlandırmaktadır. Dolayısıyla, modernleşmenin çalışma konusuyla ilgili olduğu düşünülen özelliklerine yer verilmektedir.

İnsanlığın geleneksel, modern ve postmodern olmak üzere üç farklı kültürel aşama yaşadığı söylenilmektedir. Bu üç aşama birbirinden sadece sosyal örgütlenmeler, kurumlar veya iletişim biçimleri açısından değil, birey ve özellikleri açısından da farklılaşmaktadır. Kişilik sosyal olarak inşa olmaktadır. Bu nedenle, değişen koşullar ve zamanla, kişinin ne olduğuna verilen cevaplar değişiklik göstermektedir. Geleneksel toplumların kişisi diğer insanlara bedensel, ruhsal veya manevi açıdan yakın yaşayan kişiydi. Modernlikle beraber kişinin çevresi daralmakta, topluluk içindeki kişiden, ilişki içindeki kişiliğe geçilmektedir. Modernlikle beraber artık; içimizde mutluluğu, ilişkilerde yakınlığı, sevmeyi ve sevilmeyi arzulayan sınırları çizili özerk bir benlik bulunmaktadır. Kılavuzluk görevi dinden bilime geçmiştir. Bilimsel kuramların berisinde gizlenen nedensellik ve kontrol anlatısı, insana evrenin hâkim olabileceğini fısıldamaktadır.258 Böylece, insana toplum içinde ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal güç kazandıran, ona bir bütünün parçası olma düşünce ve duygusu kazandıran gruplar ve akrabalar arası ilişkiler, arzu edilenin altında kalmaktadır. Oysa ki, akrabalık ve grup üyeliği ile tesis edilen düzenlemeler, kişiye hem duygu ve düşünce hem de bir takım haklar kazandırmaktadır. Gündelik hayatta kullanılan bir çok temel şey, bu ilişkiler içerisinde şekil alarak gelişmektedir.259 Bunlardan uzaklaşarak mahrum kalan günümüz insanın en belirgin özelliği yaşadığı yalnızlıktır. Birçok bağdan uzaklaşarak yalnız

255

Demir, Z. : Modern ve Postmodern Feminizm, İz Yay., İstanbul, 1997, s.13 ve 19. 256

Kolakowski, L. : Modernliğin Sonsuz Duruşması, (Çev.: S. Ayaz), Pınar Yay. İstanbul, 1999, s. 15. 257

Bolay, S. H. : “Postmodernizm”, Modernite’den Postmodernite’ye Değişim, (Edit.: C. C. Aktan), Çizgi Kitabevi, Konya, 2003, s. 64.

258

Sayar, K. : “Hangi Terapi? Çağımızda Benliğin Dönüşümü”, Kültür ve Ruh Sağlığı Küreselleşme

Koşullarında Kültürel Psikiyatri, (Haz.: K. Sayar), Metis Yay., İstanbul, 2003, s. 99-100.

259

yaşamaya başlayan insan, tıpkı bir dağ başında, denizde veya ormanda yalnız kalmanın yol açtığı “kaygı” durumuyla yüzleşmektedir.260 Anksiyete çağı olarak nitelendirilen günümüzde, savaşlar ve şiddet, sürekli tedirginlik yaratmakta; ekonomik istikrarsızlık işsizlik, eşitsizlik ve yoksulluk getirmektedir. Nüfus patlaması ve çevre kirlenmesi insanların yaşam desteği sistemini tehlikeye düşürmektedir. Modern çağın ekonomik, sosyal ve kültürel şartları ve hızlı değişim olgusu insanların anksiyetelerini artırırken; insanlar arasında şaşkınlık, içe kapanma ve yabancılaşma gibi içsel savunma durumları yaratarak261 yalnızlığı kalıcılaştırmaktadır.

İnsanın sadece kendini düşünerek, iç güdülerine bağlı kalarak yaşaması bir taraftan yalnız kalmasına neden olurken, diğer taraftan insanlar arasındaki iletişim kopukluğu veya iletişim rahatsızlığı olarak adlandırılan “otizmin” belirmesine neden olmaktadır. “Otistik insan”, çevresiyle iletişim kuramayan, kendi iç dünyasında kendisini hapseden, alışkanlıklarıyla yaşabilen ve kendisine başlangıçta öğretilenlerin dışına çıkamayan biridir.262 Avrupa’daki ve Amerika’daki tüm ekonomik ve sosyal gelişmişliğe rağmen, akıl hastalığı ve madde bağımlılığı gibi durumlardaki artışın263 temelinde insanların iletişimsizliği ve yalnızlığı bulunmaktadır. Nitekim, akıl ve ruh hastalıklarındaki artış, yaşama sevincini yitiren insanlar gibi yalnız kendisi için yaşayan insanlardaki artışla açıklanabilmektedir. İki bin yıldan beri bilinen bir ruh ve sinir hastalığı olan depresyon, günümüzde her 100 kişiden 20’sini etkileyen bir hastalık haline gelmektedir.264 Bunu, modern toplum ve yaşam şartları ortaya çıkarmaktadır.

Modernleşmenin yapılandırdığı bireyselleşme ve yalnızlık durumu, toplumsal yaşamın atomize olmasına neden olmaktadır. Toplumsal yaşamın atomize olması ve kişinin giderek özel alana kapanması ise, geleneksel kurum ve işleyişlerin topluma hitap etme gücünü azaltarak, sosyal bütünlüğü tehdit etmektedir.265 Modernleşmenin yoğunlaşması, insan yaşamında bütünlüğü sağlayan bir çok merkezin uzağında kalabilen ve kendi basit sosyal çevrenin değişmezliğinde kendi isteklerine göre yaşayabilen kitlelerin çoğalmasına neden olmaktadır.266 Birbirlerini önünden geçerken selamlaşmayan, ne söylediklerini anlamadan konuşan, birbirleri karşısında birer yabancı

260

Köknel, Ö. : Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, Altın Kitaplar, İstanbul, 1999, s. 14. 261

Geçtan, E. : Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar, Metis Yay., İstanbul, 2003, s. 13 ve 16.

262

Aktaş, C. : Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği, Beyan Yay, İstanbul, Tarihsiz, s. 135. 263

Fromm; E. : A.g.e., s. 21. 264

Aktaş, C. : A.g.e., s. 137. 265

Furedi, F. : Korku Kültürü Risk Almanın Riskleri, (Çev.: B. Yıldırım), Ayrıntı Yay., İstanbul, 2001, s. 211.

266

gibi dikilen ve aralarında bir türlü ilişki kuramayan bu kitle insanları, sadece geniş bir toplumda değil, pek dar aile çevresinde bile anlaşma problemini ortaya çıkarmaktadır. Çocuklarını anlamayan anne babaların, beri yandan anne ve babaları tarafından anlaşılmamış çocukların giderek arttığı bu aşamada267 birey ve bireysel eğilimler, çoğu şeyin önüne alınmaktadır268. Bunlara bağlı olarak, gelenek ve göreneğin etki alanı daralmakta, din kurumunun insan hayatını yönlendirme gücü zayıflamakta, toplumsal tabular yıkılmakta ve cinsel roller değişmektedir. Böylece aile, kendi içinde bir devrim yaşamaktadır. Yaşamın anlam ve amacındaki değişiklere karşılık gelen bu değişmeler, başta aile üyeleri olmak üzere insanları daha çok kendilerine dönük yaşayarak, toplumdan uzaklaşmaya zorlamaktadır.

Georges adındaki bir kişinin 1995 yılındaki ölümü, insanların rekabete girerek ve maddiyatçı yaşam tarzı geliştirerek, birbirlerinden uzaklaşarak nasıl yalnız yaşadığını göstermek açısından, oldukça iyi bir fikir vermektedir. Bu kişinin Dampierre sokağındaki ölümü, yaşadığı apartman dairesinde ancak beş yıl sonra bulunabilmiştir. Ondan en son haber veren apartman kapıcısı, onu en son beş yıl önce hastanede kanser tedavisi aldığını söylemektedir. Bu kişinin ölümü, ödemediği telefon ve vergi faturaların takibi ile ortaya çıkabilmiştir.269 Dolayısıyla, modernleşmenin şekil verdiği yaşama tarzı, insanları ölümlerinden bile haberdar olamayacak kadar uzaklaştırmakta ve insanı bu kadar değersiz hale getirmektedir.

Modernleşmenin ivme kazandırdığı bireyselleşmeyle insanların birbirinden uzaklaşması ve insanlar arası ilişkilerinin azalması, ihtiyaç duyulduğunda insanların yardımlaşmasının azalması şeklinde de kendini göstermektedir. Bunu belirlemek için, araştırmada örnekleme, ailenin ölüm ve boşanma şeklinde parçalanması sırasında yakın çevreden nasıl yardım aldığı sorulmuş ve sonuçları tablo 5’de verilmiştir. Tablodan da görüldüğü üzere, ailenin parçalanması sırasında, ailesi parçalanan örneklemin %16.4’ü akrabalarından maddi ve manevi destek aldığını, %9.3’ü sadece ara sıra maddi yardım yaptığını, %12.7’si hepsinin zamanla uzaklaştığını ve %11.6’sı da acımaktan başka şey yapmadıklarını ifade etmişlerdir. Tablodan da anlaşıldığı gibi, örneklem içinde %50 olan parçalanmış aileden sadece %16.4’ü akrabalarından ve yakınlarından maddi ve manevi destek almış, diğerleri sadece maddi yardım etmiş (%9.3), uzaklaşmış (%12.7) ve acımışlardır (%11.6). Dolayısıyla, modernleşmenin ortaya çıkardığı

267

Adler, A. : İnsanı Tanıma Sanatı, (Çev.: K. Şipal), Say Yay., İstanbul, 2002, s. 22. 268

Toffler, A. : Üçüncü Dalga, (Çev.: A. Seden), Altın Kitaplar, İstanbul, 1981, s. 75-78. 269

bireyselleşmeyle, insanlar giderek birbirinden uzaklaşmakta ve ihtiyaç durumunda birbirlerine yardım etmeyerek kişileri kaderleriyle baş başa bırakmaktadırlar. Artan bireyselleşmeyle, insanların birbirlerine olan sorumluluk duygusu azaltmaktadır.

Tablo 5: Ailenin parçalanması sırasında yakın çevrenin yardımı

Çünkü modern toplum, formel kurallar ve yazılı sözleşmelere dayalı, faydacı ve maddi değerlerle kurulmuş çıkarcı ve bireyci bir sistem olarak varolmaktadır. Böyle bir toplumda, toplumsal bağlar çözülerek bireyin bütün ile olan organik ilişkisi kopmaktadır.270 Oysa, birey gündelik yaşam akışı içinde sürekli birbirinden farklı seçeneklerle karşılaşmaktadır. Bu seçenekler arasında bireye yapılması gerekeni, onu tercih ettiğinde daha mutlu olacağını söyleyen ve ona doğru yolu gösteren “değerler”, hazırlamaktadır. Birey bu öncelikler ve “değerler” bağlamında seçenekler içerisinden kolaylıkla çıkabilmektedir.271

Modernleşmenin ivme kazandırdığı bireysellikten evlilik ve aileye ait değerler de payını almaktadır. Evlenerek sürekli bir kişiye bağlı kalmak yerine, kadın ve erkeğin veya hemcinslerin anlaştıkları, kendilerini rahat ve mutlu hissettikleri sürece birlikte yaşamak tercih edilmektedir. Veya bu yaşama alışkanlığı toplum üyelerine aşılanmaktadır. Bireyselleşme eğilimi, toplum içinde sosyal ilişkilere damgasını vurduktan sonra aile kurumuna da sızmaktadır. Bireyci zihniyetin aile içinde etkin rol oynaması ise, aileyi parçalayan en önemli etken haline gelmektedir. Eşlerin, aile içindeki bireysel bağımsızlık eğilimleri yanında paylaşma, katlanma, dayanışma ve ailevi sorumluluğun büyük oranda azalması, evliliğin ömrünü kısalmaktadır. Karşılıklı fedakarlık ve özverinin ihmal edilmesi yüzünden eşler birbirlerinden uzak ve bağımsız bir hayat yaşamakta, ayrı dünyalar kurmakta ve birbirlerine karşı sorumlulukları azalmaktadır. Bunlara bağlı olarak boşanmaların ve boşanmalardan sonra tek başına yaşayan kadın ve erkeklerin oranı sürekli artmaktadır. İstatistik verilerde, boşanmaların

270 Swingewood, A. : A.g.e., s. 53. 271 Lipson, L. : A.g.e., s. 35. 280 50,0 92 16,4 52 9,3 71 12,7 65 11,6 560 100,0 Ailem ile yaşıyorum

Akrabam ve yakınlarımdan maddi ve manevi yar Sadece ara sıra maddi yar Hepsi zaman içinde uzaklaştı Acımaktan başka bir şey yapmadılar Total Valid

ve terk etmelerin bir sonucu olarak, nikâhsız yaşayan annelerinde bulunduğu, tek ebeveynli aile sınıflandırmasına giren çocuklu kadın ve erkeklerin sosyal durumu ayrı bir yer tutmaktadır.272

Bireyselleşmenin hız kazanması ve sosyal hayatın tamamına sinmesiyle insanlar sosyal konularda karar almak durumlarda kaldıklarında “ego”larını, kendi duygu ve arzularını ön planda tutmaktadırlar. Bireysel anlayış ve yaşam şekli, insanlara bağımsız davranma ve kendini geliştirme gibi bir çok avantaj sağlamaktadır. Ancak, müşterek bir hayatın sembolü olan aile kurumu, bundan olumsuz etkilenmektedir. Çiftler, evliliği benimseyip beraber yaşasa da, birbirlerine tam anlamıyla itimat ve güven besleyemedikleri için karşılıklı fedakarlık ve sorumlulukta buluşamamaktadırlar.273 Artan bireyselleşmeye bağlı olarak azalan fedakârlık ve sorumluluk duygusu, insanlar arasında evlenme, evli kalma ve aile kurmayı önemli bir değer olmaktan çıkartarak boşanmaları artırmaktadır.

Ayrıca, modernleşmenin ortaya çıkardığı bireyselleşme, etkisini kişinin evlenecek eş seçiminde de kendini hissettirmektedir. Parsons’a göre, modernleşmeyle giderek daha az kişi, ebeveynlerini memnun etmek için eş seçmektedir. Dolayısıyla, günümüzde evlenecek insanlar artan oranda, eş seçiminde ebeveyn, akraba ve komşuların değil kendi tercihlerini dikkate almaktadırlar. Birçok noktada ailelerden, akrabalardan uzaklaşma ve kopma durumu evlilik ve eş tercihi konusunda da gerçekleşmektedir. Çünkü akraba ve insanlarda uzaklaşma sadece mekânsal değil, duygusal, sosyal ve kültürel bağlamlarda da meydana gelmektedir.274

Modernleşme, makine bağımlı yabancılaşmış insan yaratmaktadır. Eric Fromm, “Homo mechanicus” diye sadece cinsel ilişkiden ve yüzeysel ilişkilerden zevk alan bir insan tipinden bahseder. Bu insan tipi, mekanik ve cansız bir vaziyette kendi zevklerinin peşinden koşmaktadır. Basar basmaz kendisine mutluluk, sevgi ve zevk getirecek bir düğmenin bulunmasını istemektedir. Bunun için birçok insan, bu düğmeyi nerede ve nasıl bulabileceklerini kendilerine öğretecek ruh çözümleyicilerine akın etmektedir. Bu tipteki erkek, kadına araba gözü ile bakmakta; hangi düğmeye basılacağını çok iyi bilerek kendine hayranlık duymakta; sonra da soğuk ve ilgisiz bir gözlemci olarak kalmaktadır. “Homo mechanicus”, yaşama katılmak ve ona tepki göstermekten çok makinelerin kullanımıyla ilgilenmektedir. Bu yüzden yaşamı umursamamakta; büyük

272

Seyyar, A. : Sosyal Siyaset Açısından Kadın ve Aile, Birey Yay., İstanbul, 1999, s. 142-143. 273

Yukarıda a.g.e., s. 151. 274

bir hayranlık içinde mekânik şeylere kapılarak sonunda ölüme ve yıkıma doğru yol almaktadır.275

E. Hoffer, nefsimize olan güveni en fazla okşayan şeyin yaratma yeteneği olduğunu söylemektedir. İnsanın kendi ürettiği bir şeye dokunması, onu mutlu etmektedir. Oysa modern çağda çok az insan ürettiği şeye temas edebilmektedir.276 Bu nedenle ilk önce kendisine daha sonra yakın çevre ve topluma karşı yabancılaşan insan sayısı, her geçen süre artmaktadır. Teknolojinin kendisine sağladığı bütün avantajlara, yetenekleri ve gücü etrafında iddialı bilimsel çıkarımlara karşın modern çağın insanı, doğa karşısında geçmiştekinden daha az donanımlı ve güvenli yaşamaktadır. Azalan bilgi ve güven, insanda korku yaratmaktadır. Batılı psikiyatri uzmanlarına göre, son on yılda nükleer savaş, polis ve işkence, hava kirliliği ve trafik fobisi gibi birçok korku türünün yanında hiçbir mantıklı açıklaması olmayan korku türleri giderek daha yaygınlık kazanmaktadır.277 Bunda, modernleşmenin ortaya çıkardığı insanlardan, sosyal ilişkilerden ve geleneksel yaşam alışkanlıklarından uzaklaşmanın etkisi tartışmasız büyüktür. İnsanlar arası ilişkilerin eskiye nazaran azalmasını anlatmak için bir sosyal bilimci, “komşusuz mahalleler” kavramını kullanmaktadır. Bu ifade, yan yana yaşayan ve mekânsal olarak birbirine yakın olan, ancak bunun dışında birbirinden yalıtılmış halde yaşayan kişileri anlatmaktadır.278

K. Mannheim’a göre, modernleşmenin sebebi olduğu güvensizlik ve belirsizlik şeklinde beliren şüphenin sistemleştirilmesi, toplumsal yaşamın giderek yabancılaşması, dağınıklaşması ve anarşik bir hal alması durumunu yaratmaktadır.279 Sonuçta, F. Nietzsche’nin “tanrının ölümü” ve “nihilizmin yükselişi” diye adlandırdığı travmatik durumlar ortaya çıkmaktadır. Modern toplumun insanı kendini, değişim değeri içinde tüm değerlerin çözülmesiyle oluşan boşlukta bulmaktadır.280 Böylece mutsuzluk, gerginlik, güvensizlik ve ne istediğini bilmemek şeklinde beliren bir psikoloji, modern insanda hâkim olmaktadır. İş ve meslek hayatı başta olmak üzere sosyal hayatında arzu ettiği doyumu elde edemeyen modern insan, aile içinde de mutlu olamamaktadır. Mutsuzluğuna bağlı olarak da, aile içi geçimsizlik, çatışma ve tartışmayı sık olarak yaşayabilmektedir.

275

Fromm, E. : Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, (Çev.: Y. Salman- N. İçten), İstanbul, 1984, s. 50. 276

Barbarosoğlu, F. Karabıyık : Modernleşme Sürecinde Moda ve Zihniyet, İz Yay., İstanbul, 1998, s. 25. 277 Aktaş, C. : A.g.e., s. 95. 278 Furedi, F. : A.g.e., s. 170. 279 Swingewood, A. : A.g.e., s. 325. 280

Berman, M. : Katı Olan Her şey Buharlaşıyor, (Çev.: Ü. Altuğ- B. Peker), İletişim Yay., İstanbul, s. 36, 157.

Modernleşme süreci, acelesi olan bir hayat düzenini yapılandırmaktadır. Günümüzde günlük rutin işlerden, ekonomik, sosyal ve kültürel tüm alanlara, hız ve acele hâkim olmaktadır. Hız ve acelenin toplumsal hayata egemen olması, kişileri “vakit nakittir” felsefesine sürükleyerek her insan tekinin diğeriyle rakip veya düşman olma durumunu ortaya çıkarmaktadır. Yapılan ve yaşanılanlardaki acelecilik, bu eylemlerden beklenilen doyumun alınmasını engellemektedir. Okul kazanma, iş bulma ve işinde ilerleme, evlenme ve ilişki kurmakta acelesi olan birey, bunu korumak endişesi taşımamaktadır. Dolayısıyla arkadaşlığı, ilişkiyi, evliliği bitirmekte de bir hız ortaya çıkmaktadır. Durkheim’in bu konudaki değerlendirmesi, oldukça önemlidir. Durkheim’a göre kendi dar çıkarının peşinde koşan ve yalıtılmış bireylerden oluşan bir toplumun ömrü kısa olmaktadır. Kendi çıkarını güden içten pazarlıklı bireyler, toplumsal dayanışmaya zarar vermektedir. Bu tehlikeden kaçınmak için toplumun işbirliği duygusuna ve insanları bir arada tutan ikincil kurumlara ihtiyacı bulunmaktadır.281 Ancak modern toplum şartları, maalesef bunları sağlayamamaktadır.

Modern hayat, hızlı değişim ve dönüşüm üzerine kurulmaktadır. Bu süreçte yaşamak durumunda olan insan, bu değişme ayak uydurabilmek için acele davranmak durumuyla karşı karşıyadır. Başka bir ifadeyle hızlı değişimin oynak koşulları, insanı çabuk karar alma durumuna zorlamaktadır. Değişme hızı ise, insanları doğruyu yanlıştan ayırmalarına imkân bırakmadan karar verme alışkanlığı kazandırmaktadır. Buna bağlı olarak da, davranışlar geleceğe yönelik bir tasarının parçası olmaktan çok, o anda beklenmedik bir biçimde karşılaşılan durumlara gösterilen yalın tepkilerden ileri gidememekte282 ve isabetli kararların verilmesi güçleşmekte; hatta imkânsızlaşmaktadır. Teknolojik, bilimsel gelişme ve değişimlere paralel olarak beliren sosyal kurumlarda ve bunların fonksiyonlarında bir farklılık ortaya çıkmaktadır. Böylesine çabuk değişimlere açık ve karmaşık bir toplumda kişi, birbirine zıt ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerle karşılaşmakta ve bunları çözme noktasında kendi başına kalmaktadır. Eski çözüm yollarının ortadan kaldırılması ve yerine getirilen “yeni”lere uyumun uzun zaman alması, insanı bocalama durumuna sokmaktadır. Daha önceki yaşam tarzında her şey yerli yerinde ve belirginken, şimdi her şey birbirine karşıt ve belirsizdir. Bu durum ise, insanın yaşanılanlara uyum güçlülüğünü ortaya çıkarmaktadır.283 Bu bağlamda, günümüz insanı mevcut koşulların etkisiyle bir taraftan hızlı ilişkiler kurmakta ve

281

Furedi, F. : A.g.e., s. 184-185. 282

Geçtan, E. : İnsan Olmak, Metis Yay., İstanbul, 2004, s. 26-27. 283

bitirmekte, diğer taraftan yaşadığı hıza paralel olarak yeniliklere uyum sağlayamama sorunuyla yüzleşmektedir. Modern insan, tanıyamadığı kişi ile evlenme ve aile kurmaktaki hızı, onu bitirmekte de kullanmaktadır. Hızlı kararlar ve ilişkiler, tabiatı gereği isabetli tercihlerin yapılmasını engellediğinden, geçimsizliğe bağlı boşanmalar artmakta ve bundan evlilik ve aile kurumu da olumsuz etkilenmektedir.

Modernleşme, toplumsal hayat için büyük fonksiyon gören kurumların etkisini azaltmaktadır. Modernliği tanımlamak, sürecin kurumlar ve ilişkiler üzerindeki etkilerini belirtmek açısından K. Marx’ın ifadesi oldukça önemlidir: “Peşlerinde kâdim ve hürmete şayan bir önyargılar ve kanatlar silsilesini sürükleyen tüm durgun, donuk ilişkiler silinip süpürülüyor; yeni ortaya çıkan her şey, daha kemikleşmeden miadını dolduruyor. Katı olan her şey buharlaşıp gidiyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve en sonunda insanlar hayatlarının gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle…yüzleşmeye zorlanıyor.”284 Modernleşme süreci, aydınlanma felsefesi ve öğretisine bağlı olarak şekillenmektedir. Aydınlanma felsefesinin önemli bir parçasını oluşturan pozitivizm, metafizik ve teolojinin karşısına bilimi oturtarak, inanç ve vahyin bilgi kaynağı olarak kabul edilemeyeceğini savunmaktadır. İnsan zihninin ancak yaratmış olduğu şeyi anlayabileceği fikrini ileri sürerek toplumsal tüm gerçekliği bilim ve deneye indirgeyerek çözümlemeye çalışmaktadır.285 Bu nedenle, modernizmin asal çizgisini, tekillik kavramı oluşturmaktadır.286 Modernliğin tekillik çizgisi veya indirgemeciliğiyle, toplumsal hayat için büyük önem taşıyan din, ahlak, gelenek ve görenek etkisini yitirmektedir.

İnsanların hayatında ona anlam katarak doyum sağladığı gelenek, din, ahlâk ve değer konularında bir boşluk ortamı doğunca, bu bireyin yaşantısına hâkim olan mutsuzluk, kaygı ve korkulu bir psikoloji şeklinde yansır. Çağımızın insanı daha önceki aşamalarda görülmemiş bir oranda insanlarla bir araya gelmek, ilişki kurmak, kalabalık ortamlarda bulunmak durumlarında tedirgin olmakta ve korkmaktadır. Modern insan