• Sonuç bulunamadı

6. Ailede Bir Parçalanma Şekli Olarak Boşanma ve Boşanmaya Etki Eden

6.6. Aile İçi Şiddet

Farklı sebeplerle değişen zaman ve mekânlarda şiddet türlerine maruz kalan insanoğlu, sürekli ondan yakınmasına rağmen, onun uygulayıcısı ve üreticisi olmaktadır. Bu açıdan insan, şiddetin hem mağduru ve hem de faili olmak gibi çelişik durumdan kurtulmamaktadır. Bazen savunma veya intikam, bazen ceza veya terbiye etme metodu olarak şiddet, insan hayatının bir gerçeği olarak varlığını sürdürmektedir.423

Şiddet kavram olarak, hukuka rağmen güç ve zor kullanılmak anlamını ifade etmektedir. Bu açıdan şiddet, kurallara karşı gelen insana özgü bir davranıştır. Şiddet başvuran kişide, toplumsal normlara ve hukuk kurallarına karşı bir saldırı niyeti bulunmaktadır. Bu nedenle sözgelimi, dikkatsizlikle trafik kurallarını ihlal ederek yaralanma veya ölüme neden olan kimsenin eylemi, şiddet içinde

420

Çılga, İ. : “ Ekonomik Kriz ve Aile”, I. Ulusal Aile Hizmetleri Sempozyumu, (2000’li Yıllarda Aile Hizmetleri), A.A.K.Yay. No: 117, Ankara, 2001, s. 135.

421

Bener, Ö. : “Yoksulluğun Ailede Kadın Üzerine Etkileri”, IV. Aile Şurası 18-20 Mayıs 2004, A.A.K.B. Yay. No:122, Ankara, 2004, s. 150.

422

Ayan, D. : “ İslam Tasavvuf Zihniyetinin Yoksulluğu Teşvik İşlevi Var mıdır? Edebi Metinlerden Bazı İzlenimler”, IV. Aile Şurası 18-20 Mayıs 2004, A.A.K.B. Yay. No : 122, Ankara, 2004, s. 7.

423

Vatandaş, C. : Aile ve Şiddet Türkiye’de Eşler Arası Şiddet, Afyon Kocatepe Üniv. Yay. No: 58, Afyon, 2003, s. 1.

değerlendirilmemektedir.424 Oranı, meydana geliş şekli ve sonucu önceden kestirilemeyen şiddet425 kavramının İngilizce’deki ve Fransızca’daki anlamlarına bakıldığında, göreceli ve ikili bir bakış açısının bulunduğu göze çarpmaktadır. Şiddetin İngilizce’deki asıl anlamı; fiziksel saldırganlık ve yasa dışı bir haksızlıktır. Fransızca’da ise kavramın iki anlamı bulunmaktadır. Birincisi, İngilizce’deki anlamına yakındır, öteki ise, rıza göstermesini sağlamak için birine baskı uygulamak anlamını taşımaktadır.426 İnsanlarda kanuna uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, onurunu kırmak, huzura son vermek; birinin hakkını çiğnemek, hırpalamak, incitmek ve canını acıtmak için zor kullanmak; yıkıcı aşırı davranışlarda bulunmak, aşırı derecede öfke etmek şeklinde kendini gösteren427 şiddet, bir insana isteği dışında kabul ettirilen bir durum, davranış, v.s. ile başlayıp manevi veya fiziksel baskı uygulamaya, işkence yapmaya, sakat bırakmaya hatta öldürmeye kadar sonuçlar doğurabilen geniş nitelikli bir olgudur. Bu nedenle, toplumun, toplumsallığın, yapıların ve hiyerarşik ilişkilerin şiddete etki ettiğini dikkate almak gerekmektedir.428

Şiddet ile çevre arasında bir ilişki bulunmaktadır. İçinde yaşanılan çevrenin değişmesi ve bozulması, kültürün yozlaşmasına ve yıpranmasına yol açmaktadır. Kültürün bozulması, insanın ruh ve beden yapısında bozulmalar ve değişmeler ortaya çıkarmaktadır. İnsanın iç aleminde meydana gelen bir tahribat, onun yaşantısına olumsuzluk ve iyi geliştirilemeyen ilişkiler şeklinde yansımaktadır. Sosyal ve kültürel ortamdaki tahribat, insanların psiko-sosyal bütünlüklerinde, onarılması güç bir çöküntüye yol açmaktadır. Güvensizlik, ümitsizlik ve bastırılmış öfke içinde yaşayan kişiler, depresif bir zeminde güvensiz ve kuşkucu bir davranış kalıbı geliştirebilmektedir.429 Saldırganlık veya şiddet, genellikle bir engelleme sonucu ortaya çıkmaktadır. Birey kendini gerçekleştirme ve geliştirme konusunda, çok kısıtlı olanaklarla karşılaşınca ve güçlük, sınırlı imkân şeklinde beliren engelleme söz konusu olunca, kendini şiddete baş vurarak ifade etmek istemektedir.430

424

Dönmezer, S. : “Çağdaş Toplumda Şiddet ve Mafya Suçları”, Cogito, Sayı: 6-7, Kış Bahar 96, Y.K.Y., İstanbul, 2001, s. 215.

425

Riches, D. : “Şiddet Olgusu”, (Çev.: D. Hattatoğlu), Antropolojik Açıdan Şiddet, (Haz.: D. Riches), Ayrıntı Yay., İstanbul, 1986, s. 18.

426

Rougrier, E. C. : “Le Mal Court: Başsız Bir Toplumda Görünen ve Görünmeyen şiddet-Kamerun’daki Mkakolar”, (Çev.: D. Hatatoğlu), Antropolojik Açıdan Şiddet, İstanbul, s. 69.

427

Erten, Y.; Ardalı, C. : “Saldırganlık, Şiddet ve Terörün Psiko-sosyal Yapıları”, Cogito, s. 143. 428

Ergüden, I. : “Örnek Bir Şiddet Mekânı: Hapishane”, Cogito, s. 110. 429

Balcıoğlu, İ. : A.g.e., s. 33 ve 71. 430

Şiddet, her toplumun kendine özgü bir metotla biçimlendirdiği kurallarla,431 bir kültürel ortamlar dizisi üzerinde ve çok çeşitli sosyal durumlar içinde incelendiği takdirde en iyi anlaşılmaktadır.432 Zira, şiddet olarak değerlendirilen eylemin, toplumdan topluma, kültürden kültüre, hatta insandan insana faklı anlamları olabilmektedir. Ancak, gerçekte hiçbir davranış tek başına ele alındığında anormal değildir. Anormallik, belirli bir sosyal ortamın içinde anlam kazanmaktadır.433 Davranışlarımıza yönelik anlam, onun yapıldığı ortamda kazanmaktadır. Nitekim insan, içinde bulunduğu topluma ve koşullara bağlı olarak ruhi dengesini kazanmaktadır. Değişmenin hızlı olduğu toplumlarda, bireyin değişimlere uyum sağlaması zaman almaktadır. Eski yapı, yeni sosyal tipe veya bireye kolay uymamaktadır.434 Böylece, değişim kişiye ruhsal bozukluk olarak yansımaktadır. Bu bağlamda çevre, şiddeti doğrudan etkileyen bir faktör olmaktadır.

Şiddetin çevre koşulları tarafından oluşturulduğu düşünülürse, aile içinde istismarı uygulayan kişilerin özgeçmişlerinde yaşanmış şiddet olguları bulunduğu söylenilebilir. Daha açık bir ifadeyle, istismarı gerçekleştiren bireylerin genellikle, şiddetin yoğun yaşanıldığı ailelerde yetiştiği; alkol ve madde bağımlılığına bağlı olarak kişilik ve ruh sağlığı bozukluğuna sahip oldukları söylenebilir. Bunun yanında düşük düzeyde evlilik içi tatmin, aile üyelerinin birbirine karşı saldırgan davranış ve tutumlar sergilemesi, eşler arasında ideoloji, ırk, din, kültür, gelenek, görenek ve beklenti farklılıklarının bulunması veya bu farklılıkların keskinleşmesi, iletişimi mümkün kılacak şartların ortadan kalması, iş ve sosyal hayatta hâkim olan yabancılaşma, sağlıksız kentleşme ve bunun doğurduğu sorunlar, trafik, hizmetlerdeki yetersizlik, çevre kirliliği, işsizlik gibi nedenler genelde toplum, özelde ise aile içinde şiddeti artırıcı etki yapmaktadırlar.435 Bu noktada, kişinin içinde yaşadığı koşullar, oldukça belirleyici olabilmektedir. Örneğin, savaşların, savaş sonrasında şiddeti miras bırakabileceği kuşkularını ortaya çıkaran oldukça sağlam kuramsal sebepler bulunmaktadır. Bandura, savaşın toplumsal öğrenme veya “model alma” sonucu pek çok şiddet ve saldırı biçimlerine aracılık ettiğini ileri sürmektedir. Toplumsal öğrenme teorisinin en temel ilkesi, şiddet araçlarının veya gerçek şiddet eylemlerinin bir model oluşturabileceği ve

431

Rougier, E. C. : A.g.m., s. 90. 432

Riches, D. : “Şiddet Olgusu”, (Çev.: D. Hattatoğlu), Antropolojik Açıdan Şiddet, s. 7. 433 Morgan, C. T. : A.g.e., s. 332. 434 Balcıoğlu, İ. : A.g.e., s. 145. 435 Yukarıda a.g.e., s. 18.

model alınan davranışın tekrar edileceği şeklindedir.436 Dolayısıyla şiddet, daha çok içinde yaşanılan ortama bağlı olarak öğrenilmektedir. Özellikle bu konuda kitle iletişim araçları oldukça etkileyici olmaktadır. Günümüzde medyanın, insandan güvenli bir uzaklıkta yaşanan acıları, ticari amaçla televizyondan vererek bir şova dönüştürmesi,437 sistem karşısında kendi güçsüzleşmesinin ve yok olmasının ezikliğini yaşayan kitleselleştirilmiş insanların, medyadaki verilen şiddeti tüketmeleriyle sonuçlanmaktadır. Medyanın şiddet içeren yayınları, insanların onu meşru görme eğilimleri edinmelerine ve bu nedenle uygulamalarına neden olmaktadır. Bu insanlar, toplumsal realite karşısında duydukları kızgınlık, çeşitli doyumsuzluklar ve bilginin amortisman süresinin kısalması gibi etkilerle şiddetin çeşitli şekillerini bir tepki şekli olarak ortaya koymaktadırlar.438 Şiddet ve şiddet içerikli bilgi, görüntü ve haberlerin basılı ve görsel yayınlarda sürekli verilişi, şiddete karşı bir alışkanlıkla birlikte onu kanıksama durumunu oluşturmaktadır. Böylece, anormal olarak değerlendirilmesi gereken şiddet, hayatın doğal bir parçası olarak görülmektedir. Ayrıca, yayınların sürekliliği nedeniyle, sonu ölüm, yaralama ve dayakla biten olaylara karşı insan veya toplum, bir dikkat eksikliği şeklinde tepki göstermektedir.

Televizyon yayın yönetmeleri, yaptıkları programlarında “kan varsa tutar” düşüncesinden hareket etmektedirler. Odak noktası suç olmayan haberler bile, bireyler ve gruplar arasındaki farklılıkları vurgulayarak çatışma üzerinde durmaktadır. İzleyicilerin ilgisini canlı tutmak için sansasyon yaratacak haber programları yapılmakta ve izleyicilerin en çok evde oldukları vakitler dikkate alınmaktadır. Bu noktada kan, savaş ve şiddet oldukça iyi fırsatlar tanımaktadır. Nitekim insanların ilgilerini çekmek için temel içgüdülerine yönelmek, onlara daha önemli, fakat daha az dehşet verici olaylar sunmaktan çok daha kolay olmaktadır.439 Bununla birlikte, içinde yaşanılan toplumsal hayatın niteliği de, şiddeti yakından etkilemektedir. Şiddet ve sinirlilik durumlarını, modern hayatın yoğunluğu yaratmaktadır. Zamanın aşırı dolu olması, şiddeti artırmaktadır. Kendine ayıracak zamanı olmadığını düşünen birey, zaman kaybettiğini ve zamansal baskı altında olduğunu hissedip bitkinlik ve öfke duymaktadır.

436

Archer, D. ; Gartner, R. : “Barış Dönemi Kayıpları”, Cogito, s. 241. 437

Kleinman, A. : “Tehlike, Sinirlilik ve Etnografi”, (Çev.: S. Yücesoy), Kültür ve Ruh Sağlığı

Küreselleşme Karşısında Kültürel Psikiyatri, (Haz.: K. Sayar), Metis Yay., İstanbul, 2003, s. 26.

438

Oskay, Ü. : “Efendi/Köle İlişkisi Açısından Şiddet ve Görünümleri Üzerine”, Cogito, Sayı: 6-7, Kış Bahar 96, Y.K.Y., İstanbul, 2001, s. 195.

439

Stuber, R. ; Bradley, J. : Çocukları Kötülükten Korumak, (Çev.: Y. Karakılçık), Beyaz Yay., İstanbul, 1998, s. 44.

Bu bağlamda, dışsal zamana ait taleplerin, içsel zamanın önceliklerine el koyması, tedirginlik ve sinirlilik durumu yaratmaktadır.440

Terör, savaş, anarşi olarak ifade bulan şiddetin bireysel olarak en çok yaşanıldığı mekân aile olmaktadır. Ailede en çok şiddet ise, kadına karşı kullanılmaktadır. Araştırmalar göstermiştir ki, çocukları aşırı derecede döven anne ve babaların çocukluklarında kendileri de bir şekilde şiddete maruz kalmışlardır. 441

Ev içi şiddet ve kadına yönelik şiddet, şiddet literatüründe en büyük yeri kapsamaktadır. Çünkü şiddetin en faklı ve geniş şekli, evde ve kadına karşı olmaktadır. Bu konudaki istatistikler, önemli bilgiler vermektedir. İstatistiklere göre, İngiltere’de evli kadınların %16’sı, eşin tarafından dayağa maruz kalmaktadır. A.B.D.’de yapılan bir araştırma, bir ay içinde bir cerrahi kliniğe başvuran kadınların %3.8’i ve psikiyatri servisine gelen kadınların %3.4’ü eşleri ya da beraber yaşadıkları erkekler tarafından dövüldüklerini ortaya çıkarmıştır. Kadınlar, en çok evliliklerinin ilk yıllarında şiddeti yaşamaktadırlar. Yapılan araştırmalara göre dövülen kadınların %76’sı, 35 yaşın altındadır. Dayak yiyen kadınların yarıdan fazlasında depresyon, çok az kısmında ise şizofreni gibi bir hastalık ve alkol ve uyuşturucu bağımlılığı görülmüştür. %65’i psikiyatrik tedavi talep eden kadınların, %37’si hastaneye yatırılmış ve %29’u da, en az bir defa intihar girişiminde bulunmuştur. Şiddet vâkaların görüldüğü ailelerin çoğunda, sosyo-ekonomik düzey, ortanın altında; eğitim ise ilkokul veya orta okul düzeyindedir.442 B.M’in “The World’s Women : 1970-1990” başlıklı kitabındaki rakamlar da kadına yönelik şiddetin boyutu hakkında bilgi vermektedir. Avusturya’da 1985’te 1500 boşanma davasının %59’unda, ev içinde kadına yönelik şiddet, boşanma nedenlerini oluşturmuştur. A.B.D.’de her 18 dakikada bir kadın dövülmekte ve her altı dakika bir kadının ırzına geçilmektedir. Fransa’da, şiddet kurbanlarının %95’i kadınlar oluşturmaktadır ve kadınların %51’ne beraber oldukları erkekler, şiddet uygulamaktadır.443 B.M.’nin 1993’te yayınladığı bildiride şiddeti, “... kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik herhangi bir zarar ve üzüntü sonucu doğuran veya bu sonucu doğurmaya yönelik özel yaşamda veya kamu yaşamında gerçekleşebilen her türlü davranış, tehdit, baskı veya özgürlüğün keyfi biçimde engellenmesidir.” diye tanımlamaktadır. Ancak, hemen ikinci maddede, şiddet biçimlerinin bu tanımla sınırlı olmadığını, yukarıda sayılanların yanında kadına zarar veren her türlü geleneksel ve

440

Kleinman, A. : A.g.m., s. 23. 441

Erten, Y. ; Ardalı, C. : A.g.m., s. 160. 442

Erten, Y. ; Ardalı, C. : A.g.m., s. 160-161. 443

göreneksel uygulamaların da bu çerçevede değerlendirilmesine dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. Böylece, kadına yönelik şiddetin yalnızca fiziksel şiddet olmadığı, fiziksel olarak uygulan şiddet biçimi yanında cinsel, sözel, ekonomik, psikolojik gibi çeşitli biçimlerinin olduğu444 ve bunların bazen içinde yaşanılan toplum uygulamaları tarafından meydana geldiği vurgulanmaktadır.

Nitekim, kadına yönelik şiddet veya aile içi şiddetin yaygınlaşmasının arkasında şiddetin kültürel olarak üretilmesi gerçeği yatmaktadır. Bunun en yakın örnekleri, ülkemizde görülmektedir. Toplumun belirli kesiminde “gelinlikle girilen evden kefenle çıkılır”, “bizde kadının yeri, kocanın yanıdır” gibi şiddetin korku ve çaresizlik nedeni olarak kabullenilmesi ve “bu kadarcık dayağı herkes yer”, “karı koca arasında önemli değil”, “kocandır sever de, döver de” gibi söylemlerle şiddet meşrulaştırılmakta,445 normalleştirip kabul edilmekte ve kültürel olarak üretilmektedir. Erkeğin evde eşine ve çocuğuna karşı kullandığı dayak, onlar üzerinde hakimiyet kurmak için oluşturduğu bir baskı aracı olmaktadır. Dayağın içinde olduğu şiddet, erkeğe kan davası, namus cinayetleri şeklinde kültürel olarak öğretilmektedir.446 “Erkek dediğin sert olmalı”, “erkekler ağlamaz” gibi telkinlerle büyüme ve yetiştirilme tarzı, şiddeti normalleştirmektedir. Bundan, toplum üyeleri olmak üzere aile ve özellikle kadın ve çocuklar olumsuz olarak etkilenmektedir. Kültürel olarak öğretilen şiddet, aile içinde, taklit etme ve model alma şeklinde devam ederek yeni bir nitelik kazanmaktadır. Kocacık’ın yaptığı araştırmada, ailede şiddet uygulayanın çocukluğunda ve gençliğinde ebeveynleri ve çevresi tarafından aşağılanıp aşağılanmadığı sorulmuştur. Örneklemin %37.8’i aşağılanma görmediğini, %41.3’ü aşağılandığını ve % 10’u ise bilmediğini ifade etmiştir. Araştırmada, ailede şiddet uygulayanın geçmişinde herhangi bir sevgisizlik ve güven eksikliği olup olmadığı test edilmiştir. Araştırmaya katılanların verdikleri cevaplar ise %28.3 hayır, %48 evet, %6.9 bilmiyor ve %7.4 başka şeklindedir. Yine ailede şiddet uygulayanın çocukluğunda ve gençliğinde, kendi ailesi çevresinde bu harekete örnek olacak kimselerin olup olmadığı sorulmuş ve örneklemin %33.2’si yok, %44.9’u var, %7.1’i bilmiyorum ve %8.4’ü başka cevaplarını vermişlerdir.447

444

Arın, C. : A.g.m., s. 305. 445

Danık, Ş. : “Aile İçinde Kadına Yönelen Şiddet”, Toplum ve Sosyal Hizmet, Sayı : 1, Hacettepe Üniv. Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Yay., Ankara, Ekim 2000, s. 82.

446

Ergil, D. : “Şiddetin Kültürel Kökenleri”, Bilim ve Teknik, Sayı: 399, İstanbul, 2001, s. 41. 447

Kocacık, F. : Aile İçi İlişkilerde Kadına Yönelik Şiddet Türkiye’den Örnekler, Cumhuriyet Üniv. Yay. No: 93, Sivas, 2004, s. 92-94.

Bazı kamu kuruluşlarında çalışanların şiddete gösterdikleri tepkiler de, şiddeti normalleştirmekte ve kabul edilebilir bir konuma getirmektedir. Kadının, aile içinde eşinin kendisine yönelik uyguladığı şiddeti, resmi makamlara onaylatması çok güç olmaktadır. Şikayet üzerine gelen görevli polisler, “bu karı koca arasındaki ilişkidir” deyip ayrılabilmektedir. Kadına aile içinde uygulanan şiddet, polisin değer yargılarına göre pek önemli değildir. Kadına atılan dayak, oldukça normal ve sıradan olarak değerlendirilmektedir.448 Şiddetin içinde yaşadığı toplum tarafından normal olarak kabul edildiğini gören kadın, çaresizlik duyguları ve gelecek korkusuna bağlı olarak, yaşanılan olumsuzlukları “benim suçum” diye üstlenmekte; dolayısıyla maruz kaldığı şiddeti449 artırmaktadır.

Kadına şiddet uygulayan erkekler arasında, kapsamlı araştırmalar yapılmıştır. Bu erkeklerin çoğunda, aşırı güvensizlik duygusu göze çarpmaktadır. Bu erkekler, güvensizlik duygusunu bilinç altında tutmak için maço görünmekte, beraber yaşadığı eşini aşağılamakta ve ona kötü davranarak duygusunu tatmin etmektedir. Güven eksiliği yaşayan bu erkekler, içine düştükleri ruhsal bunalımın acısını birlikte yaşadığı kadından çıkararak, özgüven ve saygı kazanmaya çalışmaktadır.450 Kişisel becerisi ve yeteneği olmayanlar, yeteneksizliklerinin şekillendirdiği sosyal durum ve konumlarına sürekli bahaneler bulmaktadır. Bu insanlar, toplumca engellendiklerini; ilgi, sevgi ve saygı görmediklerini ve anlaşılmadıklarını düşünmektedirler. İlgi görmek, saygı kazanmak ve kendilerini gerçekleştirmek için saldırgan davranışlara ve şiddet hareketlerine yönelmektedirler.451 Freud, sosyal iletişimin azlığı veya yokluğuna bağlı olarak ortaya çıkan sevgi azlığının, kişinin saldırgan davranışlarda bulunabileceğini ileri sürmektedir.452 Evlilik ilişkileri dışında dostluk ilişkileri olmayan, içine kapanık ve toplumsal olarak izole olmuş ailelerde, şiddete baş vurma ihtimali daha fazla olmaktadır.453 Farklı nedenlerle toplumla ilişkisi kesilmiş ve içinde olumsuz ilişkilerin olduğu bir aile ve bu ailede yaşayanların oluşturacağı yeni bir ailede şiddetin var olma ihtimali yüksek olmaktadır.

Aile üyelerinden birinin; duygusal, sözel, fiziksel ve cinsel olarak zorlanmasıyla ortaya çıkan ve kişide acı, ıstırap ve utanç duygusu yaratan aile içi şiddet; ailenin yapı

448

Arın, C. : A.g.m., s. 307. 449

Yüksel, Ş. : Kadınların Kendilerini Şiddetten Koruması Neden Zor? Evdeki Terör Kadına

Yönelik Şiddet, Mor Çatı Yay., İstanbul, 1996, s. 97.

450

Erten, Y. ; Ardalı, C. : A.g.m., s. 161. 451

Balcıoğlu, İ. : A.g.e., s. 39. 452

Lorenz, K. : “Saldırganlığın Spontanlığı”, (Çev.: M. Şahinoğlu), Cogito, s. 165. 453

ve işleyişini temelden sarsmaktadır. Aile içinde uygulanan şiddet, evliliği boşanmayla sonuçlandırmaktadır. Aile içindeki ilişkilerdeki başarısızlığı işaret eden aile içi şiddet,454 üyelerin tamamının duygusal, sosyal ve mesleki yaşantısını etkilemektedir. Eşi tarafından dayak yiyerek şiddete maruz kalmış kadın, kendini fiziksel ve ruhsal olarak kötü hissetmektedir. Bu konuda, eşinin değişmeyeceğini veya yakın çevresinin kendisine yardım etmeyeceğini düşünen kadın, eğer kendine güvenmesini sağlayacak imkânı bulduğunda evliliğini bitirmek istemektedir. Bu bağlamda, aile içinde kadına yönelik şiddet, ailenin parçalanmasına neden olan boşanma durumunu ortaya çıkarmaktadır. Çalışmada elde edilen bulgular da bu yargıyı doğrulamaktadır. Örneklem içindeki çocuklardan, annesinin boşandığını söyleyenler içinde, annesinin babasından dayak yediğini söyleyenler oldukça fazladır. Annenin boşanma durumu ile dayak yeme arasındaki ilişkiye yönelik araştırma sonuçları tablo 10’da verilmektedir. Tablodaki sonuçlar, babası tarafından annesinin sık veya bazen dayak yediğini söyleyenler içinde annesi boşanmışların oranı fazla olduğunu göstermektedir. Tablodan da görüldüğü gibi, örneklem içinde, annesinin boşandığını söyleyenlerin %25.6’sı annesinin babası tarafından sık olarak, %44.2’si de bazen dayak yediğini ifade etmektedir. Bu gerçeğe bağlı olarak, aile içi şiddetin boşanmaya neden olarak aileyi parçaladığı söylenilebilir. Kocası tarafından küfür ve dayak şeklinde şiddete maruz kalan kadın, fiziksel ve ruhsal yönden kendini kötü hisseder. Gördüğü şiddete ilişkin olarak kadının özgüveni ve onuru büyük yara alır. Bu nedenle kadın, kötü giden evliliği bitirmek ister. Zaten bir aileye farklı şekilde şiddettin hâkim olması, evliliği zora sokmuş olmaktadır.

Tablo 10: Aile içi şiddet ile boşanma arasındaki ilişki

6 95 287 388 1,5% 24,5% 74,0% 100,0% 15,0% 58,6% 80,2% 69,3% 1,1% 17,0% 51,3% 69,3% 1 10 32 43 2,3% 23,3% 74,4% 100,0% 2,5% 6,2% 8,9% 7,7% ,2% 1,8% 5,7% 7,7% 33 57 39 129 25,6% 44,2% 30,2% 100,0% 82,5% 35,2% 10,9% 23,0% 5,9% 10,2% 7,0% 23,0% 40 162 358 560 7,1% 28,9% 63,9% 100,0% 100,0% 100,0% 100,0% 100,0% 7,1% 28,9% 63,9% 100,0% Sağ Öldü Boşandı Anneniz Total Sık sık Bazen Hiç Babanız annenizi hiç döver mi/ döver

miydi? Total x 2 : 123.089 df: 4 p< 0.05 454

Yıldırım, A. : Sıradan Şiddet Kadına ve Çocuğa Yönelik Şiddetin Toplumsal Kaynakları, Boyut Yay., İstanbul, 1998, s. 26 ve 30.