• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KÜRESELLEŞME KARŞISINDA ULUS DEVLET

3.2. Zygmunt Bauman

3.2.1. Modernizm Ve Postmodernizm

Modernizm, kilisenin kurumsal kimliğinin yıkılması ve dinin gerçek durumuna geri dönmesi için verilen savaşta, aydınlanma felsefesinin ve bununla birlikte rasyonel anlayış, bilimsellik gibi gelişmelerden sonra ortaya çıkmış bir durum olarak da bilinmektedir. Ulus-devletin ortaya çıkışı, devletin sekülerleşme süreci içinde bulunması aklın ön plana geçişi, ekonomi, politika ve dinde rasyonelleşme modern dönemin, geleneksel olarak adlandırdığımız dönemden farklılıkları olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca, modern dönemin geleneksel dönemden ayrıldığı noktalardan biri de birçok alanda gösterdiği değişim hızıdır (Giddens, 2004: 16). Endüstri

3Zygmunt Bauman, 19 Ekim 1925 yılında Polonya Poznan’da doğmuştur. Üniversite eğitimini

Sovyetler Birliği’nde tamamlayan Bauman, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte ülkesi Polonya’ya dönmek zorunda kaldı. Doktorasını ve doçentliğini Polonya Varşova Üniversitesi’nde veren Bauman, 1968 yılına kadar burada sosyoloji dersleri vermiştir. 1968 yılında üyesi olduğu Komünist Parti’den ayrılmış, aynı zamanda devlete karşı geldiği gerekçesiyle de profesörlük unvanı elinden alınmıştır. Ülkesinden sınır dışı edildikten sonra İsrail’e giden Bauman, birkaç yıl sonra İngiltere’nin daveti üzerine Leeds Üniversitesinde tekrar akademik yaşamını sürdürmeye başlar ve sosyoloji kürsüsünün başına getirilir (1971). Daha sonra tekrar ülkesine döner ve hala Polonya’da bilimsel çalışmalarını sürdürmektedir. Yazmış olduğu kitapların nerdeyse tamamı dilimize çevrilmiş olan Bauman, sosyoloji alanında çağımız düşünürlerini etkisi altına almaktadır. Ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde gündemin birinci sırasında bulunan küreselleşme konusu üzerinde ortaya koyduğu düşünceler dikkate değerdir. Küreselleşme karşıtı olan Bauman, yenidünya düzeninin olumsuzluklarını dile getirmektedir. Doğup büyüdüğü coğrafya, Yahudi kökenli olması ve politik duruşu küreselleşme konusuna yaklaşımını üstü kapalı da olsa etkilemektedir.

devriminin ardından bütün dünyada gittikçe kabul görüp, yayılmaya başlayan kapitalist ekonomi de modern dönemin getirilerinden biri olmuştur.

Aydınlanma çağıyla birlikte aklın ön plana geçişi ve bilimselliğin egemenliği, bulanıklığı ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Her şey açık, net ve kesinlik taşımalıydı; siyah ya da beyaz olmalı, grilik taşımamalıydı. Doğa bilimlerinin sistematik ilerleyişi ve kesin yasalarla belirlenerek bulanıklığa izin vermeyişi, diğer disiplinleri ve bilimsel çalışmaları da etkilemiştir. Toplumbilimde 18. yüzyıl ile birlikte -tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi- kendi kesin yasalarını oluşturmaya başladı. Bu süreçte toplumun yapısı da hızlı bir başkalaşımla homojen ve düzenli bir yapıyı sağlamaya yönelik uğraş içine girmiştir. Modernizm döneminde devlet merkezi bir otorite sağlayarak, toplumun bir örnek biçime dönüşümüne katkı sağlamaktadır. Ulusalcılık ve ulus-devlet sistemi de modernizmin getirilerinden olmuştur. Modernizm ve ulus– devlete göre, bütün bireyler yasalar önünde eşittir. Çünkü modernizm, tek tip insan yaratmak amacı ile bireylerin yasalar önünde eşitliği ilkesini ortaya atmıştır. Ancak bu ilke daha çok teoride kalmış, uygulama alanına pek fazla yansımamıştır. Örneğin, ekonomi açısından bakıldığında; kapitalizmin yayılması ile birlikte belli olanaklardan öncelikli olarak sermaye sahiplerinin yararlanabildiği olgusu, yasalar önünde eşit ancak işlevsel olarak farklı durumların olduğunu gözler önüne sermektedir. Bauman da bu konuda herkesin eşit olduğu, herkes için genel geçer sayılan modernizmin ortaya koyduğu yasalar ve ulus-devletlerin anayasaları için, bireylerin modernliği benimsemeleri ve çoğunluğu sağlama ve birleştirme amacıyla, konulmuş normlar olduğu savını taşır (Bauman, 2000).

Dünyada özellikle 1970’ler sonrasında filizlenen düşünce ortamı içinde modernliğin zayıfladığı ve post modern olarak adlandırılan yeni dönemin güçlendiği gözlenmiştir. 1980 sonrası etnik canlanmaların artması, hemen ardından ekonomide kapitalizmin egemenliği, teknik buluş ve ilerlemeler, iletişim devrimi yardımıyla devletin merkezi konumu ve tek güç olma durumu azalmaya başlamıştır. Üretimin esnekleşmesi, kesinliğin yerini belirsizliğe bırakması, devletin otoritesini sermaye sahipleri ile paylaşmaya başlaması, modernizmden farklı olarak postmodernizm olarak adlandırılan döneme geçiş olarak değerlendirilmiştir. Postmodernizm sözcük anlamıyla, modernizmin ardından gelen dönemi anlatmaktadır. Modernizmin ilk

zamanlardaki parlaklığını yitirmesi üzerine ortaya çıkan yeni bir durumdur. Ancak Habermas, Giddens gibi günümüz çağdaş sosyologları ve bu konuda görüşü olan daha birçok düşünür de modernizm döneminin daha tamamlanmadığı görüşünde birleşmektedirler. Aslında gerçekten de postmodernizmi, modernizmden tamamen ayrı bir dönem değil; modernizmin devamı olarak görmek daha yararlı bir düşünce gibi görünmektedir. Çünkü hala modernizmin ortaya koyduğu kurumsal yapılanma ve yasal düzenlemelerin ortadan kalkmadığı, yalnızca zayıfladığı ve esnekleşen düzen içinde yeni eğilimlerin ortaya çıktığı söylenebilir. Etnik canlanma ile birlikte ulus ya da aynı dinsel grubu oluşturan büyük topluluklardan çok, bireylerin içinde bulundukları gruplar daralmaya başlamıştır. Çabuklu’nun da dediği gibi; modernlikten post modernliğe geçişte, toplumlar merkezi konum ve büyük ölçekten, merkezsiz ve küçük ölçekli yapıya doğru kaymış bulunmaktadır (Çabuklu, 2004:9). Uzmanlaşmanın ve belirsizlik ortamının artması ile birlikte, birçok insan daha önceki zamanlarını arar duruma gelmiştir. Çeşitliliğin artması belli kesimler açısından olumlu sonuçlar doğururken, birçok kesim için özellikle de yoksullar için olumsuz olmuştur. Bu durum toplumsal düzene de yansıyarak, insanlar arası farklılığı değişik boyutlara taşımış; ırkçılık ve azınlık düşmanlığını da beraberinde getirmiştir.

Bauman, modern öncesi toplumları geleneksel toplumlar olarak adlandırdığımızı belirterek, modern öncesi dönemde geleneklerin ve toplumsal oto kontrollerin ağır bastığı düşüncesini ortaya koymaktadır. Modern öncesi toplumlarda herkes birbirinin kontrolü altındadır ve gelenekler bireylerin yaşamlarını düzenleyip, etkilemektedir. Bauman, bunu tamamen modern öncesi dönem olarak değerlendirmektedir. Modern döneme gelindiğinde, toplumsal kontrolün ortadan kalktığına dikkati çeken Bauman, modern dönemde bireylerin birbirine yabancılaştığını, kontrolün de yapay etik yaptırımlarla sağlandığını belirtmektedir (Bauman, 2000).

Postmodernizm akıl, bilimsellik, sanat ve kültür tartışmalarının yanında toplumsal yapıda da farklı düşüncelerin oluşmasına yardımcı olmuştur. Post modern akımı en çok destekleyen düşünce adamları arasında Heidegger ve Nietzsche bulunmaktadır. Post modern düşünce akımı içinde, birbirinden farklı düşünen iki ayrı grup bulunmaktadır. “Olumlayıcılar” olarak adlandırılan birinci gruptaki düşünürler postmodernizmi modernizme karşı savunmalarına karşın, modernizmi tümüyle göz

ardı etmezler. “Şüpheciler” olarak tanımlanan ikinci gruptakiler ise modernizmin tamamen sona erdiği düşüncesinden hareketle modernizmi tamamen yadsımaktadırlar (Rossenau, 1998: 47). Aydınlanma çağıyla başlayan modernizm, 1940’lı yıllardan sonra uzun soluklu savaşların başlaması, bilimsel alanda ortaya çıkan yeni bilgiler (örneğin Kuantum Fiziği), endüstri devriminin ardından yaşanan toplumsal yapıdaki değişimler gibi nedenlerden dolayı eski etkisini yitirmişti. Kesin kurallara ve sistemlere karşı tavır koyan postmodernizm böylece bu ortamın da yardımıyla kendini göstermeye başlamıştır. Tek tip sistem içinde var olan modernizm, temel söylemi çoğulculuk ve çeşitlilik olan Post modern dönemle çarpışmaya girmiş ve büyük yaralar almıştır. Ancak, çağdaş sosyoloji düşünürlerinden Habermas, -postmodernizme net bir biçimde karşı duruş sergileyenlerden biri olarak- modernliğin hala devam ettiğini söylemektedir. Yine de postmodernizm bu zaferini fazla sürdürememiştir. Postmodernizmin güç kaybına uğramasının nedenleri arasında -Kale’nin de belirttiği gibi- akademik tartışmaların post modern söylemi yıpratması, bölüp parçalaması, yeni bir çözüm ya da düzen sağlamaktan öte yalnızca modernizmin eleştirisi olarak kalması gösterilebilir (Kale, 2002: 38).

Bauman, Amerikan sosyolojisindeki dağılmayı pek fazla önemsemediğini, çünkü kendisinin Kıta Avrupa’sı sosyoloji anlayışını benimsediğini açık bir biçimde belirtir. Ona göre sosyoloji toplumsal sorunları çözmez, salt bu sorunlar üzerine düşünce üretir (Bauman, 2000).

Giddens, post modernliğin alt temellerinden biri olarak gösterilen “tarihin sonu” açıklamasını değerlendirirken, modernliğin tarihsellikle adlandırılmasını çelişkili bulmaktadır (Giddens, 2004). Çünkü tarihin sonu kavramı ile anlatılmak istenen tarihsellikle aynı anlamı taşımaktadır.

Post modern dünyada geleneğin aldığı yeni biçim üzerinde Bauman, Giddens’ın modernliğin geleneksellikten kopartılarak kurumsallaştığı iddiasına farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Giddens, modernliğin kurumsallaşmasının bazı “geçici” güven işleyiş biçimleri ile sağlandığını vurgulamaktadır. Bauman için geçici olan güven düzeneği değil, güvenin ta kendisidir. Bunun nedeni geleneklerin sayıca fazla olmasının yanında bu geleneklerin sürekli olarak kendi aralarında çekişme içinde

bulunmalarıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde hiçbir gelenek hiyerarşik olarak diğerinin üzerinde yer alacak kadar uzun süreli bağlılık gücünü kendinde bulamayabilir. Geleneğin modern toplumlarda gücünü yitirmeye başlamasının asıl temeli Bauman’a göre modern toplumun çok merkezli yapısı ile yakından ilişkili olmasından kaynaklanmaktadır (Bauman, 2000: 43).

Bauman, toplumların birçoğunun modern dünyanın ortaya koyduğu çok merkezli yapıdan kaynaklanan seçicilikte, isteğe bağlı olmaktan daha çok, zorunluluk içeren bir seçicilik olduğu kanısındadır. Gerçekten de birçok toplumda ya seçenek yokluğu ya da seçenek bolluğundan kaynaklanan zorunlu seçimlere yönelinmektedir.

Giddens ise, seçicilikteki zorlamanın yalnızca seçme eylemindeki zorlama olduğu düşüncesindedir. Seçim yapılırken birey herhangi bir zorlama ile karşılaşmaz, yalnızca tek zorunluluk seçme zorlamasıdır. Giddens için seçimlerde zorunluluk taşıyan yalnızca tiryakilik ya da diğer deyişle düşkünlüktür. Birey düşkünlüğü nedeniyle, seçimde zorlanma yaşar; yani zorunlu seçimler yapar.