• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KÜRESELLEŞME KARŞISINDA ULUS DEVLET

3.3. Jürgen Habermas

3.3.2. Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü

Habermas “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü” adlı kitabının 1990 baskısının önsözünde belirttiği gibi kamusal alanın yapısal dönüşümünü ortaya koyarken ilk amacının 18. yüzyıl Almanya ve Fransa’nın tarihsel gelişimleri doğrultusunda burjuva kamusallığının ideal tipini belirlemek olduğuna değinir. Burjuva kamusallığının yapısındaki değişimden bahsederken, eleştirel teoriye bağlı olmanın sonucu olarak çoklu disiplinlerden yararlanır. Yani kamusallığın yapısal dönüşümü çalışması farklı disiplinleri bir arada barındırır. Habermas kamusal alanın öncelikle “kamusal bir iletişim ağından” (Habermas, 2005: 16) çıktığını belirtir. Burjuva ve kentlilerden oluşan, eleştirel tartışmalar yapan grupların okuma eylemlerine düzenli hale getirmesi dolayısıyla gazeteler ve kitaplar yayınevlerinin sayısını artırmış; bu da kamunun kurduğu iletişimi yaygınlaştırmıştır. Ona göre, gönüllü oluşturulan bu topluluklar içsel olarak eleştiri ve tartışma özgürlüğü ve çoğulculuk ilkesi uygulayan oluşumlar olması bakımından toplumsal yaşamın siyasileştirilmesi modeli için önemli bir göstergedir (Habermas, 2005: 17). Gerçekten de özgür ortamda başlayan kamusallık durumu, daha sonra devlet politik sistemlerinin etkisiyle ideoloji bağlamında yapısal değişime uğramıştır. Habermas’a göre kamusallık hem fikri hem de ideolojiyi barındırır. Habermas çalışmasını iki bölüme ayırmaktadır. Kamusal alanın oluşumu ve ideoloji olarak gelişimidir. İkinci bölümde Habermas, kamusal alanın etkisini yitirmediğini değerlendirmeye çalışmaktadır. Kamusallığın özgür bireylerin fikirlerini açıkladıkları özerk birliktelikten tekele dönüşümüne işaret eder. Bu durum da ilkeleri özgürlük ve akılcılık olan kamusal alanın gelişimine sekte vurmuştur.

Habermas’ın eleştirel teori içinde Adorno ve Horkheimer’in görüşlerine de eleştirel olarak yaklaştığı “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü” adlı çalışmasında eleştirel bakış açısına da bir örnek oluşturması bakımından önem taşır. Çünkü bu çalışması eleştirel teoriye eleştirel bir yaklaşım olarak değerlendirilir. Habermas eleştirel teoriyi şöyle değerlendirir: “Eleştirel kuram, bir yandan aşırı politik olaylar ve diğer yandan hızla büyüyen bir kapitalist ekonominin yıkımı karşısında bireyleri korumak

için ne çeşit kurumlara ihtiyaç duyulacağıyla ilgili bir şeyler söylemek zorundadır (Finlayson, 2007: 39).

Adorno ve Horkheimer toplumların yapması gerekenle ilgili pek fazla şey dile getirmemiştir. Habermas’ın yukarıdaki değerlendirmesi de eleştirel teoriye yapısal bir eleştiri niteliği taşımaktadır. Eleştirel teori Habermas’a göre pratik çözümler üretebilmeli ve sürekli değişen koşullar karşısında yıkımları azaltabilmek adına uğraşmalıdır.

Habermas, (Marksizmin eleştirisinin) yorum bilgici ve pragmatik düşünce; ayrıca (teknoloji ve bilimin) bilimsel ve pozitivist düşünce yöntemlerinin bir eleştirisini geliştirdi. Habermas’ın doğa biliminin ilkelerine boyun eğmek zorunda kalan tüm bilgilere eleştirisel yaklaşması, “Viyana Okulu” mantığındaki pozitivizme iyi hazırlanmış olmasına rağmen, “sosyal dünya bilgisi” görüşüne eleştirisel yaklaşmasına yol açmıştır. Sonuç olarak Habermas çeşitli durum ve şartlar içinde şekillenen ve insanoğlunun çıkarlarına hizmet eden bilginin kurumsal, eylemsel ve eleştirisel olan değişik biçimlerini geliştirdi. Bunlar, “doğada teknik kontrollerle ilgilenen” insan temeline dayanan “kurumsal”, “birbirlerini anlamakla ilgilenen” insan temeline dayalı “pratik ve ahlaki” ve “özgürleştirme, kuruntusuz olma, özerkleşme, iyi yaşamın gerçekleşmesiyle ilgilenen” insan temeli üzerine kurulan “eleştirel sosyal kuram ve psikanaliz” olarak özetlenebilir (Finlayson, 2007: 43–44). Habermas, günümüzün Marks’ı olarak değerlendirilir. Ancak Habermas’ın Marks’tan farklılıkları göze çarpar. İletişimsel eylem teorisi ve toplumsal teorisine de temel oluşturan bu farklılıklar aynı zamanda toplumsal doğa bilimleri ile açıklama da yetersiz kalındığını ortaya koyar. Habermas, Marks’ın toplumsal alanı doğa yasalarıyla açıklamasını eksik bulur. Habermas’a göre toplum yasaları doğa yasaları gibi kesin ve değişmezler ise “kendi tarihimizi biçimlendirme şansımız yoktur” (Esgin, 2005: 109). Bu yüzden insanı iletişimsel eylem yönüyle doğadan ayrı tutar. Habermas iletişimsel eylem teorisinde eylemde bulunan bireylerin birbirleriyle iletişimleri üzerine çalışmıştır. Habermas’ın iletişimsel eylem teorisi onu Marks’tan ayıran önemli bir yanıdır.

ve yeni oluşan toplumsal düzendeki sorunlara çözüm bulabilmek amacıyla pozitivist yaklaşımla kurulan sosyoloji bilimi, pozitivist anlayışı nedeniyle eleştirel teorisyenler tarafından eleştirilmektedir. Comte’un kurduğu sosyoloji bilimi, toplumu doğa yasalarıyla açıklama ve düzenleme çabasındadır. Toplumu doğa bilimlerinde olduğu gibi kesin kurallarla ve yasalarla düzenleme ve anlamaya çalışma uğraşı eleştirel teorisyenlere göre, toplumu tek düze hale getirmeye çalışmaktan öte bir şey değildir. Eleştirel teorisyenlerden Adorno, Comte’un pozitivist sosyolojisinin temelinde var olan toplumsal düzeni korumak ve toplumun otokontrolünü elinde tutarak egemen kitlenin çıkarlarına göre toplumu ve sosyolojiyi oluşturmak olarak değerlendirmektedir (Kızılçelik, 2000: 277).

Pozitivist sosyolojide, insanları bir bütün olarak görmek ve bireyselliğin önemsizliği dikkati çeker. Bu eleştirel teorinin Pozitivist Teoriye yönelttiği eleştirilerden biridir. Doğa yasalarında olduğu gibi toplumsal düzeni ve bireyleri tek bir bilimsel yasayla açıklamak kanımca yanılgıdır. Aynı toplum içinde birbirinden farklılık gösteren bireylerin yok sayılarak bilimsel yasalar adı altında değerlendirmek bizi yanlış sonuçlara yönlendirecektir. Olsa olsa bu aynı toplum içinde yaşamlarını sürdüren bireylerin tek tip olarak değerlendirilerek potada eritilmesi ve eleştirel teorisyenlerin de üzerinde durduğu gibi tüm toplum için belli bir düzen yapılandırmak ve egemen güçlerin etkisini sürdürmekten başka bir şey değildir. Oysa toplumlar bireylerden oluşmakta ve birbirleri ile olan etkileşimden toplumlar oluşmaktadır. Pozitivist sosyolojinin ve onun önde gelen teorisyenlerinin bireyi dışlaması eleştirel teorisyenlerin karşı çıktığı diğer nokta olarak değerlendirilebilir.

Eleştirel teorinin Pozitivist sosyolojiyi eleştirdiği noktalar bununla sınırlı kalmamaktadır. Comte’cu sosyoloji, “teslimiyetçi olma, statükocu olma, eleştirel bakamama, egemen güçlere hizmet etme, bireyselliği yadsıma, metodolojik emperyalist olma” (Kızılçelik, 2000: 281) noktalarından eleştirel teorisyenlerce özellikle de Adorno tarafından eleştirilmişlerdir. Eleştirel teori sosyolojinin toplumsal etkileşim ve iletişimine dayanan toplumsal varlık olarak insanların doğadan farklı olduklarını dile getiren bir sosyoloji anlayışına sahiptir. Etkileşimi ve bireyler arası iletişimi önemserler. Birbirinden farklı zihin yapısına sahip olan bireylerin doğadaki değişmez yasalar gibi yasalarla yorumlanması ve var olan

yapının eleştirel havadan uzak bir biçimde değerlendirilmesi, onlara göre toplumu kontrol altında tutmaktan öte bir şey değildir. Eleştirel teorinin temellerinden biri olma disiplinler arası olma ilkesi de pozitivist sosyoloji ekolünde yoktur. Disiplinler arası çalışmadıkları gibi örneğin bireyi dikkate almadıklarından psikoloji bilimini de önemsememektedirler. Bu durumda eleştirel teorinin disiplinler arası olma ilkesine ters düştüğünden eleştirel teorisyenler tarafından kabul görmeyen konulardan birini oluşturmaktadır. Eleştirel teorisyenlerin çalışma alanlarındaki en önemli konulardan birini de sosyoloji biliminin eleştirisi oluşturmaktadır.