• Sonuç bulunamadı

Bauman’a Göre Küreselleşme Ve Toplumsal Yapı

BÖLÜM 2: KÜRESELLEŞME KARŞISINDA ULUS DEVLET

3.2. Zygmunt Bauman

3.2.3. Bauman’a Göre Küreselleşme Ve Toplumsal Yapı

Bauman, yeni dünya düzeni olarak adlandırılan küreselleşmenin kaos oluşturduğunu, bir düzen ortamından çok düzensizlik yarattığını düşünmektedir. Bu küresel

düzensizlik, daha önce en azından teknik olarak kontrol altında tutabilineceğine inandığımız şeylerin kontrol dışında kaldığını gözler önüne sermiştir. Dünyanın parçalanmış durumundan bir bütün durumuna geçişi, yani küreselleşen dünya, aslında güç dengelerinin kutuplaşması ve bu güçlerin dünyayı ekonomik, askeri ve siyasal anlamda ele geçirerek bir bütünlük oluşturması gerçeğinden başka bir şey değildir. Bauman, bu güç dengesini iki kutuplu olarak açıklamaktadır. İki güç arasındaki denge ona göre; görünüşün tersine bütünleştiren etkisinden çok parçalayan bir çekişme içinde bulunur (Bauman, 1999: 69). Küresel güçler, ulus-devletlerin elinde bulunan ekonomik gücün önemli bölümünü ele geçirerek ulus-devletin işlevlerini daraltıp, kendi ekonomi kurallarını egemen kılma yoluyla serbest ekonomiyi tüm dünyada yaygınlaştırma çabasındadırlar. Küresel güçler ulus-devletin ortadan tamamen kalkmasından çok, onun pasif bir işlevde yaşamını sürdürmesine izin vermektedir. Küreselleşme süreciyle birlikte ulus devletler güçsüz bir yönetim mekanizmasıyla yerel yönetim biçimine dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Büyük bölünme, dünyayı dağınık güçler savaşına çevirmektedir. Yerelliğe doğru gidildiği görülse de bu durum eski yerellikten tamamen ayrı bir olgu olarak yeniden biçimlenmektedir. Bauman, bu konuda “bütün bir insanlık için sesini yükseltecek, ya

da sesini yükselttiğinde insanlık tarafından dinlenecek ve itaat edilecek kadar mağrur bir yerellik yok artık” diyerek eski yerellik kavramıyla yenidünya düzeninde biçimlenmeye başlayan yerelliğin birbirinden farkını dile getirir (Bauman, 1999: 69). Bauman, Giddens’ın tersine, küreselleşme sürecinin kaçınılmaz yenidünya düzeni görüşüne katılmamaktadır. Küreselleşme olgusunu kargaşa ortamı olarak gören Bauman, Jowitt’in “yenidünya düzensizliği” deyimini bu nedenle benimsemiş bulunmaktadır. Ona göre; dünya kuralsız ve kontrolsüz bir düzensizlik içinde yönetilmektedir.

Bauman küreselleşmeye yaklaşırken, bu olguyu evrenselleşme kavramıyla karşılaştırma yolunu seçmiştir. Evrensellik kavramının olumlu anlam içerdiğini düşünürsek küreselleşmenin yıkıcı olduğunu savunan, üretimi yok ettiğini ve bireyleri bir bilinmezliğe doğru yola çıkardığını varsayan Bauman için evrensellik ve küresellik arasında karşılaştırma yapmak kaçınılmaz olmuştur. Bauman evrensellik kavramını; “düzen kurma umudu, niyeti ve kararlılığı” olarak tanımlar (Bauman,

1999: 70). Bu değerlendirmeye baktığımızda küreselleşmeyi yenidünya düzeni olarak nitelendiren Bauman’ın evrenselliği açıklarken, yeni düzen kurma düşüncesi olarak tanımlaması dikkat çekmektedir. Olumlu amaçlarla yola çıkan evrenselleşme düşüncesi gibi küreselleşmenin de düşüncede böyle tanımlandığı; ancak, gittikçe amacından saptığı görülmektedir. Değindiğimiz üzere bu amaçla ortaya atılan ve Giddens tarafından kaçınılmaz bir sonuç olarak görülen küreselleşme olgusu, Bauman’a göre eylemlerimizi planlama ve gerçekleştirmede bir yol çizemediğinden genel bir belirsizlik durumu oluşturur. Yenidünya düzeninde ulus-devletin eski gücünü yitirmesi, bu düzensizliğe gidişin önemli göstergelerinden biri olarak göze çarpmaktadır. Modern zamanda dünyayı düzene sokmak, güçlü ve önemli yetkilerle donatılmış ulus-devletle sağlanabilen bir durumdu. Ancak küreselleşmeyle birlikte bu yetkilerin birçoğunu ele geçiren güçler düzensizlik ortamının doğuşuna yol açmıştır.

Bauman küreselleşen dünyayı; “silahlı çatışmalar ve pazarlık ya da hem çatışmalar

hem de pazarlık yoluyla, her kurduğu toprak parçasını ayıran ve kapatan sınırlarını (uluslararası garantiye alınarak) çizilmesini ve korunmasını amaçlayan devletlerarası politika sahnesi” olarak açıklamaktadır (Bauman, 1999: 73).

Daha önce oluşturulmuş olan devlet biçimleri güçlerini koruyabilmek ve düzen sağlayabilmek amacıyla ekonomik egemenliğin yanında askeri, politik ve kültürel birlikteliği de önemsemekteydiler. Egemenliğini sağlayan devletler dış tehlikelere ve çatışmalara karşı sınırını koruyabilmek amacıyla karşılıklı sınır anlaşmalarını kabul ederek değiştirilmesi düşüncesinin bile reddini onaylamışlardır. Yani devlet belli bir toprak parçası üzerinde kendi yetkilerini bağımsız olarak kullanabilen güç durumundadır.

Bauman, küreselleşme süreciyle ortaya çıkan yenidünya düzeninde ulus-devletlerin içinde iki gücün egemenliğine değinir. Bu iki dünya gücü ulus-devletler arasında politik, askeri, özellikle de ekonomik anlamda daha güçsüz olan ülkelerin –ki egemenlikleri yalnızca kendilerine ait olsa da- işlerine karışabilme yetisini kendilerinde bulabilmektedir. Ancak zamanla bu iki ayrı güçten birinin yola devam edememesiyle birlikte devletlerin birbirleriyle olan ilişkileri “devlet gruplarının” arasındaki egemenlik yarışına dönüştü. Bir devletin gücü ve egemenliği politik,

askeri ve ekonomik bağlamda belirlenirken, -Bauman’ın da belirttiği gibi- bu özelliklerin hiçbiri süper güçlerin karşısında anlam taşımaz duruma gelmiştir. Bauman, küreselleşmeyle birlikte ulus-devletlerin egemenliklerini koruması bir yana, kendi yetki ve yönetimlerini bile küresel egemen güçlere devretmek için yarıştıklarından söz etmektedir (Bauman, 1999: 74-75).

Küreselleşen dünyayla birlikte ulus-devlet olamayan, kendi egemenliklerini sağlayamayacak kadar güçsüz ve küçük olan devletler sahnede yerini almaya başlamıştır. Bu devletlerin yanında -Bauman’ın deyimiyle- komünist süper güç tarafından zorla hapsedildikleri federal kafesten (Bauman, 1999: 75), süper gücün dağılmasıyla ayrılan devletler de küresel dünyada yerlerini almışlardır. Küresel dünya düzeninde bu yer; kendilerine ait kararları kendileri veremeyen devletler için elbette ki uluslar üstü oluşumlara katılma yarışında kendini gösterir. Burada sözü geçen uluslar üstü devletlerin oluşturduğu birliklerin ilgisini çekmek isteyen ülkeler için Bauman şunları söyler:

“Devletler dünyası çağının standartlarına göre bağımsız olarak bir devleti yönetmekten aciz etnik azınlıklar ve daha genelde küçük ve zayıf etnik gruplardır. Böylelikle ilan ettikleri, daha doğrusu kuşku duyulan misyonlar devleti sınırlamak ve sonuçta ortadan kaldırmak olan kurumlara bakarak savunulan devlet olma iddialarının yersizliği ortaya çıkıyor” (Bauman, 1999: 75).

Küreselleşmenin kaçınılmaz olduğu görüşünde birleşenlerle, bunun uygulayıcısı olan uluslar üstü oluşumlar ulus-devletleri güçsüz bırakarak ve temel yetkilerini alarak işe başlamışlardır. Günümüzde birçok devletten daha güçlü ve daha zengin şirketlerin varlığı biliniyor. Çok uluslu şirketler, ulus devletleri eli kolu bağlı duruma getirmeye çabalarken, Bauman’ın “aciz etnik azınlıklar” olarak nitelendirdiği ülkelerin devlet olabilmek amacıyla sözü geçen uluslar üstü oluşumlardan destek beklemesi de durumun gülünçlüğünü ve boşuna olduğunu net bir biçimde ortaya koymaktadır.