• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KÜRESELLEŞME KARŞISINDA ULUS DEVLET

3.2. Zygmunt Bauman

3.2.2. Bireyselleşmiş Toplum

Bauman, bir toplumun kültürünün o toplumun bireylerini birleştirirken, yine aynı toplumu diğerlerinden ayırarak ötekileştirdiği görüşündedir. Ona göre “Kültür,

farklılaştırma etkinliği aracılığıyla olayların olasılıklarını manipüle eder. Kültür; ayrımlar yapma etkinliğidir; sınıflandırma, ayırma, sınırlar çizme ve böylece insanları benzerlikle içsel olarak birleştiren ve farklılıkla dışsal olarak ayıran kategorilere bölme, farklı kategorilere ayrılan insanlara atfedilen davranış dizilerini farklılaştırma etkinliğidir” (Bauman, 2005: 46). Bauman, bu kültür tanımını yaparken, onun ayırıcı ve birleştirici özelliği üzerinde durmaktadır. Kültür, dış çevreye sınırlar getirerek farklılaştırırken, içsel olarak da ortak yanları ile kişileri birleştirme özelliğine sahiptir.

Bauman’ın, kültürü analiz biçimini değerlendirdiğimizde; bir toplumun kültürü o toplumun bireylerini birleştirirken, aynı toplumu diğerlerinden ayırarak ötekileştirmektedir. Toplum içinde aynı kültürü paylaşmayan bireyler kaos yaratırlar. Bunlar “arada” bulunan ve var olan düzeni yıkmaya yönelik tehdit oluşturmaları açısından dikkat çekicidirler. Düzenin sağlamlaştırılması anlamında atılan her adım,

aynı zamanda çatışmanın artmasına neden olmaktadır. Ancak bunun yanında iktidar da önemli etmenler arasında kendini gösterir. İktidar, düzeni koruma adına getirdiği kurallar ve sınırlandırmalarla kendi hareket alanını da genişletmiş olur. Bauman, iktidarın düzeni oluşturmak ve sağlamak amacıyla koyduğu kuralların, yönetimi altındaki bireyler için çoğu zaman düzenden öte kaos olarak algılandığı görüşündedir. Düzen ortamı görecelidir; örneğin, bir kimse için düzen gibi görünen durumlar, diğer bireyler açısından karmaşa (kaos) olarak değerlendirilebilir. Bu durum, düzen ve kaosun aynı toplum içinde bile göreceli olduğunu ortaya koymaktadır.

Bauman, kaos ortamını ve toplumsal düzeni değerlendirirken; küreselleşme olgusundan da örnekler vererek, kürselleşmeye karşı olduğunu ortaya koymaktadır. Ona göre; küreselleşme, tepeden tırnağa bir kaos örneğidir. Küreselleşme, kimsenin sorumluluk yüklenmediği, kontrolü eline almadığı, plansız, oluruna bırakılmış dengesiz bir olgudur. Yani, düzen değil kaos’tur. Bauman, “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan küreselleşme kavramını “yenidünya düzensizliği” olarak adlandırmaktadır (Bauman, 2005: 48). Ona göre küreselleşme, göçebeliğin yerleşik düzen karşısında kaybettiği savaşın intikamını almaktadır. Yeni ve gelişen dünyaya ayak uyduracağı varsayılan küreselleşme olgusu belirsizliğin daha da artmasına neden olmuştur. Küreselleşme süreciyle birlikte Bauman, uluslar üstü sermaye sahiplerinin ve uluslararası şirketlerin, güçlerini ellerinde tutmak adına bölgesel baskı altında kalmakta olduklarını dile getirir. Bunu iğretileştirme olarak kavramlaştıran Bauman, küresel iktidar sıralanmasının temeli ve aynı zamanda da toplumsal denetimin sağlayıcısı olarak nitelendirmektedir.

Kimlik konusunun günümüzde giderek yaygınlık kazandığı gözlenmektedir. İnsan haklarıyla birlikte daha fazla gündeme oturmaya başlamıştır. Küreselleşme tartışmaları, yerelleşme ve bölgeselleşme kavramlarını dikkat çekici duruma getirmiştir. Çok kültürlülük ve bölgeselleşme, kültür ve kimlik kavramları tartışılmaya başlanmıştır. Küreselleşmeyle birlikte, zaman ve mekân kavramının birbirinden ayrılması, iletişimin dünya yüzeyinde yayılması, dünyanın küçük bir köy durumuna dönüşmesi gibi olaylar tartışılırken, aynı zamanda da etnik canlanmanın

ve ulusalcılığın yükselmesi de gündemdedir. Zıt kavramlar gibi görünse de küreselleşme ve bölgeselleşme, birbirine paralel olarak ilerlemektedir.

Bauman, Hegel’in “iyi aydınlatma gerçek körlüktür” sözünden yola çıkarak, elimizde olan şeylerin varlığını ve değerini kaybettikten sonra anlayabildiğimizi söylemekte; herhangi bir sorunla karşılaşmadığımız zaman, bize güven veren durumların gizli kaldığını anlatmaktadır. Her şey zamanla değişime uğrar. Bu değişim doğanın kendi özünde bulunur. Değişim, gelişimin parçasıdır. Eski zamanlardan bugüne uygarlıklar da büyük değişim ve gelişimler sergilemiştir. Bauman, Batı uygarlığının gerçekleştirdiği gelişimleri üç aşamaya ayırarak değerlendirir. Bu aşamalardan birincisi, kişinin kendine olan güveni; ikincisi, kişinin başkalarına ve yaptığı planların hedefe ulaşacağına olan güveni; üçüncüsü de kişinin kurumlara olan güvenidir. Batı uygarlığı yüzyıllardır gücünü korumayı bu yolla başarmıştır. Bu bağlamda baktığımızda güven, gelişim ve değişim için gerek bireysel ve gerekse kurumsal düzeyde önemli yere sahiptir. Ancak bunun yanında, kararsızlık ortamında oluşan güvensizlik, endişe ve korku duyguları da gelişimin anahtarıdır. Bu nedenle modernizmin, yıllarca süren baskı ve korku ortamından sonra ortaya çıkması olağan bir durumdur.

Aydınlanma çağıyla birlikte, akıl ön plana geçmiş ve insanların özgürleşmesi söz konusu olmuştur. Özgürlüğün kullanımında da güven kavramı önemlidir. Çünkü insanların özgür bir ortamda yaşamlarını sürdürebilmeleri için özgürlüklerin güvence altına alınması gerekmektedir. Bireysel özgürlükler de güven ortamına gereksinim duyar. Bireylerin özgürleşmesi ile birlikte, kimlik de özel bir duruma gelmiştir. Bauman, artık bireyselliğin toplumla birlikte var olmasının geçersizliğinden söz eder. Ancak yine de bireyin toplumla birlikte anılması gerekmektedir. Toplum bireylerden oluştuğuna göre, bunun nasıl bir toplum olduğu ve yapısı, o toplumun içindeki bireylerle birlikte ele alınmalıdır. Bauman için bireyselleşme, kimliğin avantajları ve dezavantajları ile bireye verilmiş görevlerin yerine getirilmesi ve sorumluluğunun yüklenmesi anlamına gelir (Bauman, 2005:178). Bireyselleşmeyle birlikte sorumluluk bireyin üstüne düşmektedir. Modern zamanda bireylerin sadece statü elde etmesi yetmemekte, aynı zamanda birey, statüsüne uygun role göre davranmak

zorundadır. Bauman, bu durumu “kişinin olduğu hale gelme ihtiyacı” olarak adlandırır.

Özgür olmayan bir toplumda bireyin özgürlüğünden söz etmek yersiz olur. Bir toplumda özgürlük yoksa o toplumu oluşturan bireyler de özgür olamaz. Özgürlük aslında sınırlı bir kavramdır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde; bireylerin özgürlüğü, diğer bireylerin özgürlüğünden etkilenmekte ve onunla sınırlandırılmaktadır. Sınırlı bir kavram olarak algılanmasa da özgürlük, toplum ve birey için kısıtlı bir durum ortaya koyar. İnsan haklarının çıkış noktasına baktığımızda, hak ve özgürlük kavramları bireyin doğuştan sahip olduğu olgular olarak bilinmektedir. Modern çağ öncesi özgürlük, bazı bireylere aristokratlar tarafından sağlanırken, modern çağ dönemi ve kapitalizmle birlikte bireysel özgürlük doğal bir hak olarak görülmeye başlandı. Bu çağda özgürlük, yönetenlerin bireye tanıdığı ya da bağışladığı bir kavram olmaktan çıkmış; insanlığın malı, bireyin vazgeçilmez temel hakkı olarak kendini kabul ettirmiştir. Modern çağda her birey özgürdür. Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilemez, vazgeçilemez hak ve özgürlüklere sahiptir. Bu temel hak ve özgürlükler kişinin içinde yaşadığı topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumlulukları da içerir. Dolayısıyla, bireye tanınan özgürlükler sınırsız değildir. Örneğin; kamu düzeni, kamu yararı, genel güvenlik, genel ahlak ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca o bireyin bağlı olduğu ülke anayasasının öngördüğü özel nedenlerle ve yasayla sınırlanabilir. Ancak özgürlüklerle ilgili genel ve özel sınırlamalar çağdaş toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.

Bauman, özgürlük kavramına ayrı bir açıdan yaklaşmaktadır. Ona göre özgürlük, bireyin doğuştan getirdiği bir hak değil, tarih içinde toplumlar tarafından ortaya konmuş bir olgudur. Bu değerlendirmeyi yaparken kapitalizm ve tüketim üzerinde yoğunlaştığı dikkatimizi çeker. Bauman, günümüz özgürlüğünün tamamen tüketime bağlı olduğu kanısındadır (Bauman, 2005:177). Özgürlük, toplumlar tarafından ortaya konulduğuna ve bireyin tüketim gücü ile ilişkilendirildiğine göre, bireysel özgürlüğün toplumsal özgürlükle denge içinde bulunması ön koşuldur. Bireyin özgürlüğünü yaşaması açısından toplumsal özgürlüğün de tam anlamıyla yürümesi gerekmektedir. Bu bakımdan özgürlük yasalarla güvence ve koruma altına alınmıştır.

Modern dönemde insanların birçok bireysel sorumluluğu ve kaygısı vardır. Bireysel özgürlük ve belli bir kimlik taşımanın ötesinde bireyler, bulundukları yeri koruma ve sahip çıkma konusunda endişe taşımaktadırlar. Artık belli kimlik ve statülere sahip olmaktan öte, bunları elde tutabilme kaygısı yükselmektedir. Bauman’ın “kimlik

krizi” olarak adlandırdığı bu durum, ancak ergenlerde normal kabul edilebilir (Bauman, 2005:183). Kendini tanıma ve geliştirme evresinde bulunan ergen birey, sorunlara bir çözüm yolu bulduğu zaman kimlik krizini de atlatmış sayılır. Ergen bireyin bu arayışı, bulunduğu gelişim dönemi açısından tamamen normal olarak kabul edilir. Bir de akıl hastalarının kimlik bunalımı içine düştüğünü bildiğimiz için (Bauman, 2005:183), normal olan ve olgunlaşmasını tamamlamış bireylerin “kimlik krizine” girmeleri olağan dışı bir durum ortaya koyar ki bu, bireyin ya olgunlaşma ve gelişme evresini tamamlayamadığı ya da ruhsal açıdan yetkin olmadığını göstermektedir.

Kimlik krizi, modern dönem sonrası genel olarak birçok kişinin yaşadığı bir olgu durumuna gelmiştir. Bauman’ın sözünü ettiği “kimlik krizi” kavramı aslında psikolojide kullanılan ergen bireylerin kişiliklerini gerçekleştirinceye kadar geçen arayış dönemini anlatır. Bu dönem, birey ergenlikten olgunlaşma çağına geçtiğinde yok olur. Ergenlik dönemi sonrası bireyin kişiliği oturur ve kimlik sürekliliğini korur. Bunun tersi normal dışı olarak değerlendirilir. Ancak günümüz dünyasında normal olgun bireylerin bile kimlik sürekliliğini sağlayamadıkları göze çarpar. Bu, modernlik sonrası durumla da açıklanabilmektedir. Kimlik krizi daha çok psikoloji disiplininin inceleme alanında bulunsa da bireyin kimlik arayışı ve kimlik krizi içinde yaptığı olumsuz davranışların topluma yansıması açısından toplumsal bağlamda sosyolojiyi de ilgilendiren bir durum almıştır. Küreselleşmeyle birlikte kimlik krizi daha da fazlalaşmaya başlamıştır. Bauman, bağımlılıklarımızın küresel bir hal aldığını, ancak eylemlerimizin hala yerel düzeyde kaldığını belirtmiş olup (Bauman, 2005:185), aslında artan kimlik krizi küreselleşme ve yerelleşme arasında kalmaktadır. Bu durum kimlik sorununu ve kimlik krizini de tırmandırmaktadır.