• Sonuç bulunamadı

Mitolojide Ateş ve Ocak

1. BÖLÜM

1.1.1. Mitolojide Ateş ve Ocak

Bilindiği gibi mitler bir şeyin nasıl yaratıldığını, nasıl var olmaya başladığını anlatan, kutsal ve gerçek olduğuna inanılan anlatılardır. Bu gerçeklik, ister bir kozmos isterse bu kozmosun bir parçası (örneğin ada, bitki, hayvan vs.) olsun bir yaratılışı anlatır. Mitlerde gerçeklikler anlatılırken aynı zamanda doğaüstü varlıkların başarılarını ve onların kutsal güçlerini görürüz (Eliade, 1993, 13-14). Ateş de, yaratılışı ve ilk defa kullanılışı açısından son derece merak edilen bir varlık olmuştur. Hatta ateşin görünüşü, insan hayatı için fayda sağlayıcı işlevleri, yok ediciliği gibi özellikleri, insan zihninde ateşin gizemli bir yer edinmesine neden olmuştur. Bu yüzden insanoğlu ateşin gizemini aralamak ve ateşe dair merak edilenlere açıklamalar getirmek için bir takım anlatılar ortaya koymuştur. Mitlerde pek çok ateş tanrıları ya da tanrıçalarıyla karşılaşmak mümkündür. Bunun ötesinde bazı mitik anlatılarda ateşin vesilesiyle dünyaya gelmiş tanrılar, olağanüstü varlıklar ve insanları da görürüz.

Ateş ve Ocak Tanrı veya Tanrıçaları: Mitlere baktığımızda insan için çok önemli olan ateşle ocağın ateş tanrıları ve ocak tanrıları şeklinde kişileştirildiğini görüyoruz. Bunların en bilinenlerinden biri Yunan mitolojisinde Hephaistos’tur. Hephaistos’un Roma mitolojisindeki karşılığı Vulcanus’tur. Bu ateş tanrısı Homeros’a göre Zeus’la Hera’nın oğlu, Hesiodos’e göre ise Hera’nın hiç kimseyle çiftleşmeden hıncının ve öfkesinin bir ürünü olmuştur. O ayrıca madenlerin ve maden sanatının efendisidir. Yanardağlara hükmeder (Cömert, 1980, 19; Grimal, 1997, 248). Roma mitolojisinde karşılığı Vesta olan Hestia ise, Yunan mitolojisinde

40

ocak tanrıçasıdır. Hestia, ocak tanrıçası olarak dar anlamda aile ocağını, geniş anlamda ise daha geniş insan topluluğu olan kenti simgeler. Dolayısıyla ailenin koruyucusu kadar soyun ve devletin de koruyucusu sayılır. Kronos’la Rheia’nın kızı, Zeus’la Hera’nın kız kardeşidir. Evlenmemiştir. Hestia’nın diğer tanrılardan bir farkı vardır. Diğer tanrılar dünyaya gidip geldikleri hâlde, Hestia sürekli olarak Olympos’ta kalır. Ocak, nasıl bir konutun dinsel odağı ise, Hestia da tanrılar konutunun dinsel odağıdır (Cömert, 1980, 20; Grimal, 1997, 291). Bu tanrılar, ateşi temsil ettikleri için ateşe dair unsur ve özellikler taşırlar. Hephaistos ve Vulcanus’un madenlerin efendisi oluşu ve yanardağlara hükmetmesi (Hançerlioğlu, 1975, 678; Wilkinson, 2010, 30) bundandır. Çünkü madenler ateş olmadan işlenemez ve yanardağların özü ise ateştir. Ateşin yandığı ve korunduğu yer olan ocak ise yine insanî değerlerle kişileştirilir. Evin merkezinde yer alan ocak, kendini yakan ve koruyan kişi olan kadınla özdeş tutulur, bu nedenle tanrı olarak değil tanrıça olarak algılanır. O yüzden de Hestia ve Vesta bir tanrıça olarak vurgulanmıştır.

Çin mitolojisinin ateş tanrısı ise Chen-Nong’tur. Üç yüce tanrının ikincisi sayılan Chen-Nong, ateş tanrısı olduğu kadar tarım tanrısı olarak da bilinir. Ot ve ağaçlara kırmızı bir kırbaçla vurduğu tasavvur edilir (Bonnefoy, 2000b, 669).

Japonya’nın milli dini Şintoizm’de yer alan ateş tanrısı ise çok farklı bir durumla karşımıza çıkıyor. Gök babası ile yer anasından doğan ateş tanrısı, doğumu sırasında annesini yakarak onun ölümüne neden olur (Schimmel, 2007, 33). Ancak onun farklı durumu doğumundan ziyade ölümüyle dünyanın yaratılışında aldığı roldür. Çünkü ateş tanrısının doğumunda annesinin ölümü İzanagi’yi kızdırır ve İzanagi tarafından öldürülüp parçalara ayrılan ateş tanrısı, etrafa saçılarak yeni tanrıların yaratılışına sebebiyet verir. Uzaklara sıçrayan kan, ağaçları ve otları boyar, bu nedenle ağaçlar, otlar ve çakıl taşları doğal yapıları itibariyle ateş içerir. Ayrıca ateş tanrısının ayrıldığı beş veya sekiz parçadan dağ tanrıları meydana gelir. Bu şekilde de yanardağların nasıl oluştuğu açıklanmış olur (Naumann, 2005, 75–76). Naumann’a göre ateş tanrısı, ilk yaratıldığında insana hizmet eden bir varlık değildir. Çünkü henüz insanın yakınında değildir. Ancak parçalara ayrılıp kanlarının dünyaya saçılmasından sonra ehlileşip insanların kullanımına verilmiştir. Çünkü insan onu arzusu doğrultusunda taşın içinden çıkartabilir, otlarla ve odunlarla yakıp yanmasını devam ettirebilir (Naumann, 2005, 75–76). Japon mitolojindeki ateş tanrısı ile ilgili anlatılan bu ayrıntı, ateş tanrısının varlığı ve yaratılışından öte insanın ateşi dünya üzerinde hangi unsurlardan elde edebileceği konusunda verilen bilgiyle önemlidir.

41

Hint mitolojisinde ise ateş tanrısı Agni’nin doğumu ile ilgili bazı bilgiler bulabilmekteyiz. Onun doğumu Rig Veda’nın meşhur bir ilahisinde yer almaktadır. Buna göre Hiranyagarbha (Altın Cenin) olarak tasavvur edilen tanrı, suların üzerinde süzülür, içine daldığı suları döller ve onlar da ateş tanrısı Agni’yi doğururlar (Eliade, 2007, 277). Hint mitolojisinde yine bir ilahide Agni’nin doğumu üzerine başka bir anlatı daha vardır. Buna göre Agni’nin doğumu bir kozmogoninin parçasıdır. Tanrılar insanı kurban eder. Ağzından İndra ve Agni türer (Eliade, 2007, 277).

Ateş ve Ocak Vasıtasıyla Dünyaya Gelen Mitolojik Kahramanlar: Dünya kültürlerinde yer alan çok sayıda ateş ve ocak tanrıları üzerine anlatılan bu mitlerin yanı sıra, ocak ve ateş vasıtasıyla dünyaya gelen ve olağanüstü özellikleriyle ön planda olan kahramanlarla ilgili anlatılar da mevcuttur. Bunlardan biri, Roma’nın altıncı kralı Servius’un doğumu ile ilgili olan anlatıdır. Bu anlatıda kral Servius’un yaşlı Tarquinius’un evinde, ocaktaki külden bir phallos şeklinde doğrularak köle bir kadınla birleşen ocak iyesinin oğlu olduğu anlatılır. Bir gün Servius uyurken, kafasını alevler sarar. Kraliçe Tanaquil, çocuğun uyandırılmasını ve bu alevlerin söndürülmeye çalışılmasını engeller. Çocuk kendiliğinden uyandığında alevler kaybolur. Tanaquil bu olayı şan alameti olarak yorumlayıp çocuğu son derece ihtimamla yetiştirir (Grimal, 1997, 432-433; 730-731).

Roma mitolojisinde ateş vasıtasıyla doğan kahraman yalnızca Servius değildir. Başka bir mitik anlatıya göre Caeculus adındaki kahraman ve kurduğu Praneste şehri, yine ateşin vasıtasıyla var olmuştur. Anlatıya göre eskiden ülkede çobanlık yapan Depidiiler adındaki iki erkek kardeşin kız kardeşleri, ocağın yanında otururken, göğsüne ateşten bir kıvılcım sıçrar. Daha sonra bu kızın bir oğlu olur. Kız, çocuğu tapınağın yanına bırakır. Yakındaki kaynaktan su almaya gelen kadınlar çocuğu yanan ateşin yanında bulurlar ve onu iki Depidiiler’e götürürler; Depidii’ler çocuğu büyütürler. İki kardeş, çocuğa Caeculus adını verirler, çünkü yanında bulunduğu ateşin dumanı çocuğun gözlerini tahriş etmiştir ve çocuk kör gibi durmaktadır. Caeculus yetişkin bir erkek olduğunda birkaç arkadaşıyla birlikte bir köy kurar. İşte bu köy daha sonra Praneste olacaktır. Yeni şehrin açılış bayramında, Caecalus oraya gelen komşularını şehre yerleşmeye davet eder ve onları ikna etmek için babası olan ateş tanrısı Vulcanus’tan mucize ister. Vulcanus, bütün kalabalığı saran alevler gönderir. Caeculus onlara emir verir vermez alevler söner. Bu mucize ile Tanrı Vulcanus ile oğlunun koruması altındaki şehre çok sayıda insan gelerek

42

yerleşir (Grimal, 1997, 128-129). İşte Roma mitolojisindeki ateş tanrısı vasıtasıyla dünyaya gelen kahramanlar, insanî yanlarının yanı sıra tanrısallıklarıyla bu anlatılara malzeme olmuştur.

Ateşin İnsanlar Tarafından Elde Edilişine Dair Mitik Anlatılar: Ateşin insanlarla tanrılar arasında tanrısal bir kişileştirmeyle var edildiği mitik anlatılar dışında, ateşin insanların gerçek hayatında nasıl kullanıma geçtiği konusuna açıklık getiren pek çok mit de yaygın bir şekilde anlatıla gelmiştir. Bunlardan biri Yeni Gine’nin kuzey sahillerindeki Amiral adalarından derlenmiştir. Bu mitik anlatıya göre genç bir kadın ormana gittiğinde bir yılanla karşılaşır ve onunla evlenir, bir kız bir erkek çocukları olur. Yılan çocukları büyütür. Çocuklardan balık tutmalarını ister. Çocuklar balıkları tutar, güneşin doğmasını bekleyip güneş balıkları ısıtınca yerler. Ancak balıklar hala çiğ ve kanlıdır. Yılan “Siz ikiniz hayaletsiniz, yemeği çiğ yiyorsunuz. Belki beni de yersiniz” der. “Sen, kız, burada kal! Sen, oğlan, karnıma gir” der. Çocuk yılanın karnına girer. Yılan ona “Ateşi al ve kız kardeşini getir! Dışarı çık, Dışarı çık, Hindistan cevizi, yam, kulkas ve muz topla” der. Çocuk yılanın karnından dışarı çıkıp ateş getirir. Bitki ve kökleri toplandıktan sonra yeni meşaleleriyle onları pişirip yerler. Yılan “Sizin yemeğiniz mi, benimki mi iyi?” diye sorar. Onlar da “Seninki” diye yanıtlarlar (Campbell, 1992b, 407-408). Burada dikkati çeken, ateşi insanın tanıyıp kullanmasından önce yılanın kullanması ve ateş kullanımını insana yılanın öğretmesidir. Böylece yılan sayesinde insanlar yiyeceklerini çiğ değil, ateşte pişirerek tüketmeye başlarlar. Ateşin insan hayatında kullanımına dair bu ve buna benzer anlatılarda mitik kahramanlar genellikle hayvanlardır. Mitik anlatılardaki bu ilginç duruma Sergei Aleksandrovich Tokarev açıklık getirerek, ateşin kullanılma sürecinin toplum bilincinde, özellikle mitik yaratıcılıkta ilginç bir şekilde anlam değiştirdiğini belirtmiştir. Çünkü mitler “karşı olma” şemasına göre kurulmuştur. Bu durum, “o daha önce yoktu ve/veya ona karşıt bir şey de yoktu” şeklinde açıklanmaktadır. Eğer şimdi ateşe hayvanlar değil de insanlar sahipse mite göre daha önce bunun tersi söz konusudur. Çalma motifi de buradan doğmuştur (Tokarev, 2006b, 258). Yeni Gine’de anlatılan bu mitik anlatıda çalma motifi yoksa da ateşin bir hayvan tarafından kullanılması söz konusudur. Dünyada ateşin hayvanlar tarafından çalınması ve daha sonra insanların kullanımına geçmesi konusunda pek çok anlatı vardır. Örneğin Viktorya (Avustralya) yerli kabilelerinden birinde kaydedilmiş bir mitte, eski zamanlarda ateşin tek sahibinin onu kimseyle paylaşmak istemeyen iki rahimli bir bandikut olduğu yer almaktadır.

43

Ateşe sahip olmak isteyen diğer hayvanlar bir araya gelip ateşi çalmak için ilk önce güvercini gönderirler. Güvercin başaramayınca işi şahin üstlenir. Bandikut’un attığı kütüğü, uçarken yakalar. Bu kütükten kuru bir ot yanar, böylece ateş insanlar tarafından öğrenilmiş olur (Tokarev, 2006b, 258).

Ateşin hayvanlar tarafından çalınmasıyla ilgili mitlerden birisi de Çeroki Kızılderililerine aittir. Bu anlatıda güneşin oluşması ile ateşin insanlar tarafından ilk kullanılışı birbirine bağlanmıştır. Anlatıya göre hiçbir yerde güneş yoktur ve hayvanlar karanlıkta tökezleyerek dolaşırlar. Bir gün dünyanın öbür tarafında ışığı olan kavimler olduğunu duyarlar. Sonunda hayvanlar bir toplantı düzenleyip, o ışıktan kimin alıp getireceğini belirlemek için bir toplantı düzenlerler. İlk olarak faregillerden memeli bir hayvan olan fossum gitmeye karar verir. Fossum doğuya doğru gittikçe parlak ışıktan gözlerini ovuşturmaya başlar. Fossum dünyanın öbür ucuna giderek güneşi bulur, güneşten bir parça kopararak kuyruğuna saklar; fakat bütün kuyruğu yanar. İşte bu yüzden fossumun kuyruğu çıplaktır. Sonra güneşten bir parça almak için şahin gitmeye karar verir. Şahin de güneşten bir parça koparır ve başına koyar; ancak onun da başındaki bütün tüyleri yanar. Bu nedenle şahinin kafası keldir. Hayvanlar toplanıp ne yapmaları gerektiğini düşünürken “Onlar bir erkeğin yapabileceği şeylerin en iyisini yaptı. Ama bu iş belki de bir kadının bir erkekten daha iyi yapabileceği bir iştir” diye otların arasından bir ses gelir. Bu örümcek büyükannenin sesidir. Örümcek büyükanne nemli çamur buluncaya kadar karanlıkta etrafını yoklar. Çamuru elleriyle yuvarlar ve küçük bir kâse yapar. Güneşten küçük bir parça alarak kâsenin içine koyar. O günden sonra çanak çömlek yapımı kadın işi olur. Güneşin ülkesine giderken örümcek büyükannenin kâsesini karanlıkta yavaş yavaş elinde kurutması gibi, çanak çömlek eşyalar ateşli fırına konulmadan önce gölgede yavaş yavaş kurutulmalıdır (Marriott-Rachlin, 1998, 46-49). Bu mitik anlatıda ateşin insanlar arasında kullanımda olduğu ya da çalınarak insanların kullanımından uzaklaştırıldığı, ateşin dünya yüzeyinde yaygınlaşmasının hayvanlarının başarısı olduğu vurgulanmaktadır. Bunun ötesinde çanak çömlek yapımının nasıl yapılması gerektiği ve bu işin neden kadınların işi olduğu da yine ateşin hayvanlar tarafından getirilişine dayandırılmaktadır.

İngiliz Kolombiyasında yaşayan Athapascan kabilelerinde anlatılan efsane de yine ateşin hayvanlar sayesinde insanlar arasında bilindiğine dairdir. Buna göre insanlar ateşin çok eskiden ayının mülkiyetinde olduğuna inanırlar. Ayının kıvılcım taşı vardır ve istediğinde ateş yakabilmektedir. Fakat insanların ateşi yoktur, ayı

44

kıskançlıkla ateş taşını saklamakta, beline bağlamaktadır. Bir gün kulübesinde yatarken küçük bir kuş yanına gelir, ısınmak ister. Ayı da hem ısınıp hem de bitini kırmasını ister. Kuş, ayının bir yandan bitlerini kırarken bir yandan da ateş taşının ipini keser. Taşı alıp uçar. Ayı, kuşu kovalarken taş bütün hayvanlarda dolaşır. Ayı yorulur, taş en son tilkiye gelir; tilki taşı kırarak her kabileye bir parça atar. Dünyadaki kabilelerin ateşi elde edişi böyledir. Bugün her yerde, kayalarda, odunlarda ateş bulunmasının nedeni de budur (Campbell, 1992b, 297-298).

İnsanların ateş yakmasını öğrenmesine dair anlatılan bu mitler, bize ateşin nasıl bir varlık olduğu ve ilk olarak nasıl ve hangi araçlarla yakıldığı konusunda da bilgi vermektedir. Ateşi çalmaya giden hayvanların vücutlarının bir kısmının yanması onun yakıcı ve yok edici bir varlık olduğunu, ama aynı zamanda şekil verilen toprağı veya çamuru pişirdiğini, madeni eritip şekil verdiğini, ateşin ağaç parçası veya taş yardımıyla yakılabileceğini gösteriyor. Örneğin Wilkinson’un aktardığına göre, efsanevî İran kralı Huşang, çakmaktaşından baltasını bir yılana fırlatır. Yılanı ıskalayan baltanın bir kayaya çarparak kıvılcımlar çıkarması sayesinde Huşang, çakmaktaşlarını birbirine sürterek ateş yakabileceğini öğrenmiştir (Wilkinson, 2010, 31).

Dünya mitolojisinde elbette ateşi insanlara getiren Prometheus dışında daha meşhur bir kahraman yoktur. Prometheus, eski Yunan mitolojisinde ateşi büyük tanrı Zeus’tan çalarak insanlara veren tanrısal bir varlıktır. Titanlar soyundan ve Zeus’un kuzenidir; insanlar için Zeus’u aldatmıştır. Ölümlüler yüzünden Prometheus’a aldanan Zeus da onları cezalandırmak için bir daha ateş göndermez. Prometheus ise ateş tohumunu gizlice çalar. Saklandığı yerin derinine gömülmüş çalıntı ateş, Zeus’un gözünden kaçar, onu ancak aşağıda mutfak ocakları parlayınca fark eder. Zeus buna kızarak güzel bir bakire olan Pandora’yı yaratır ve bununla bütün kötülükleri bir kutu içerisinde yeryüzüne gönderir. Yeryüzünde Prometheus’un kardeşi Epimetheus, kutuyu açar ve böylece bütün kötülükler yeryüzüne dağılır. Prometheus, yakalanarak Caucasus dağına zincirlenir ve her gün bir akbabanın yanına gelerek ciğerini yemesi cezasıyla cezalandırılır. Ancak sonra Heracles onu bundan kurtarır (Grimal, 1997, 693-694; Gündüz, 1998, 312; Bonnefoy, 2000b, 668- 669; Erhat, 2007, 255). Burada şunu da belirtmek gerekir ki Prometheus’un ateşi eğreti, dayanıksız ve açgözlüdür. Kendi başına sürüp gitmez, bir tohumdan başlayarak onu döllemek, aralıksız beslemek, söndüğünde külün altında bir közle korumak gerekir (Bonnefoy, 2000b, 668). Oysa ki Zeus’un elindeki göksel ateş böyle

45

değildir. Prometheus, ateşi çalıp insanlara getirerek fayda sağlamış bir kahraman olmuş, ama aynı zamanda ateşi ölümlü hâle getirmiştir. Bonnefoy bu durumu şu cümlelerle ifade etmektedir: “Bütün hayvanlar içinde bir tek insanlar ateşi tanrılarla paylaşır. Göğe doğru tutuşturulduğu kurban sunaklarından ağarak insanları tanrısala bağlayan da odur. Bununla birlikte, tıpkı onu evcilleştirenler gibi, bu ateş de kaypaktır. Kökeni ile varacağı yer bakımından gökseldir; yutucu kızgınlığı bakımından azgın bir hayvan gibi yabansı, insan gibi ölümlüdür. Öyleyse tanrılarla insanlar arasındaki sınır, birini ötekine birleştiren kurban ateşinden geçer. Zeus’un hizmetindeki göksel ateşle; Prometheus’un insana geri vermiş olduğu ateş arasındaki ayrım bu sınırı vurgular” (Bonnefoy, 2000b, 669). Bonnefoy’un açıklamaları ile Adalbert Kuhn’un “Miras Kalan Ateş ve Tanrıların İçeceği” isimli çalışmasındaki Prometheus hakkındaki düşünceleri arasında bir koşutluk vardır. Ona göre Prometheus’un adı Sanskritçe’deki “prâmathyas” kelimesiyle ilişkilidir. “Delici, matkap” anlamına gelen “prâmathyas” kelimesiyle ilkel ateş yakma usullerinden olan ağaçları birbirine burgu, matkap gibi kullanarak ateş yakmakla, ilk ateşi çalıp dünyaya getiren Prometheus’un adı ilişkilidir (Çobanoğlu, 1999, 84). Mitoloji ekolünün temsilcilerinden olan Kuhn’un bu görüşüne göre aynı zamanda Prometheus, gök ateşi olan yıldırımın bir sembolü olarak görünmektedir (Tokarev, 2006b, 257). Dolayısıyla Bonnefoy’un da belirttiği gibi Prometheus’un ateşi, ölümsüz olmayan ve her defasında sürtünme yoluyla yeniden yakılan bir ateştir. Tokarev’e göre ise, bu tip mitlerde ana karakter, ateşi çalıp insanlara veren “kültür kahramanı”dır. Çeşitli geleneklerin oluşumu ve kültürel faydalar ona aittir. Mitlerde ateş, çalınan ve insanlara verilen temiz bir madde olarak tasvir edilir. Mitlerin bu tipi, yerleşime geçmemiş avcı hayata, eski düzene tekabül etmektedir. Ateşin tanrılaştırılması veya bir şekilde kişileştirilmesi ise burada yoktur (Tokarev, 2006a, 259).

Zerdüştlükte ateşin insanlara sunuluşu ve ilk kullanılışı, yaratılış mitiyle iç içe anlatılmaktadır. Ahura Mazda ilk insanlar olan Maşya ve Maşyoi’yi yarattıktan bir müddet sonra, bu insanlar Angra Mainyu tarafından kandırılarak her şeyi Angra Mainyu’nun yarattığına inanırlar. Böylece otuz günü yemeksiz geçirirler. Yaprak kırıntılarıyla örtünürler. Bir keçiye rastlayıp memesinden sütü ağızlarıyla içerler. Maşya bu sütü içmeden önce mutluydum, fakat şimdi aşağılık gövdem içti, neşem daha da arttı, der. Bu kötü konuşma cinlerin gücünü artırır, onlar da yiyeceklerin tadını azaltırlar. Yüz parçadan bir tanesi kalır. Otuz gün sonra şişman ve beyaz dişli

46

bir koyuna rastlarlar ve onu keserler. Melekler ise onlara tahtadan ateş elde etmeyi öğretir. İnsanlar eti kızartırlar. Üç parçasını ateşe atıp bu ateşin hakkı derler (Campbell, 1992a, 174-175). İlk insanların Yaratıcıya ihanetleri, onların cezalandırılmasına neden olmuş, ancak yine de Ahura Mazda’nın melekleri onlara yardımcı olmuştur. Neticede ateşi tahtadan elde etmeyi de onlar öğretmişlerdir. İnsanlar ise bunun karşılığı olarak ateşe kestikleri etten bir parça atmışlardır. Ateşe verilen bu parça, bir nevi kurbandır ve ateşin bu kurbanı Yaratıcı’ya iletmesi içindir. Ved panteonunda da ateşin rolü buradaki gibidir. Ateş tanrısı olan Agni, insanlarla göksel tanrılar arasında aracıdır: “Ey Agni, senin dört bir taraftan kuşattığın o kurban ve ayinler tanrılara gitmektedir” (Tokarev, 2006a, 316). Agni’ye adanan ilahilerde gerçek ateşe nasıl hitap ediliyorsa ona da öyle hitap edilmektedir: “Her ağaçta saklanmış olan seni Agni, Angiraslar (eski bilgeler ) buldu. Sürtünmeyle ulaşılan sen yüce bir güç olarak doğuyorsun”, “Ey ikiyüzlü olmayan kâhin, hikmet sahibi, mükemmel çehreli er kişiler, ilk başlangıcın birincisinin kurban alametine (Agni’ye) sürtünmeyle ulaşın. Ey er kişiler, hayırseverlik yaratın. Şayet ona sürtünmeyle elleriyle ulaşırlarsa o ağaç parçaları arasında pembe koşu atı gibi tutuşmaktadır” (Tokarev, 2006a, 315-316). Bu ilahilerde ateşin tıpkı yaratılıştaki yani ilk elde edildiği gibi ağaç parçalarının sürtünmesiyle elde edilmesi gerektiği, çünkü ateşin özünün ağaçta olduğu vurgulanmıştır.

Ateşin Eskatolojideki Yeri: Ateş, yalnız yaratılış mitlerinde değil, aynı zamanda eskatolojide, yani dünyanın yok oluşunu anlatan mitlerde de varlığını göstermektedir. Eskatolojide ateş, yakıcılığı ve yayılarak yok ediciliği ile ön plandadır. Dünyanın birçok kültüründe bütün kâinatın ateş aracılığıyla yok edileceği konusunda inanışlar bulmak mümkündür. Amerika’daki Choktaw’lar ile Mato Grossa’da yaşayan Guraniler, dünyanın ateş tarafından yok edileceğine inanırlar (Eliade, 1993, 59-60). Hint kültüründe Mahabharata ve Puranalara göre ufuk alev alacak, gökyüzünde yedi ya da sekiz güneş belirecek ve bunlar denizleri kurutacak,