• Sonuç bulunamadı

Dinî Törenlerde Ateş ve Ocak

1. BÖLÜM

1.1.2. Törenlerde Ateş ve Ocak

1.1.2.1. Dinî Törenlerde Ateş ve Ocak

İnsanoğlunun dünyayı algılayış ve yaşam tarzında, Tanrı düşüncesinden ayrı hiçbir şey yoktur (Bu konuda bk. Eliade, 2000; Schimmel, 2004; Durkheim, 2005). Tanrı veya ilahî varlık düşüncesi, bireyin veya toplumun hayatını biçimlendiren, hareket ve davranışlarına yön veren en önemli şeydir. İnsan, kendisine ve etrafında gördüğü canlı cansız bütün varlıklara dair duyduğu ilgi ve merakı açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışırken kutsal varlık veya varlıklara sığınmaya çalışmış, kutsalla temasa geçmiştir. Daha doğrusu insan kendi varlığının ve etrafında gördüğü bütün varlıkların arkasında, görünmeyen, ancak bir takım varlıklarla kendini gösteren, tecelli eden veya bedenleşen kutsal varlık veya varlıklar aramıştır. Bu kutsal varlık veya varlıklar, insan ve toplum hayatının her safhasında belirgin bir şekilde var olmuştur. Dinî âyinler, bu kutsal varlık veya varlıklarla ilgili inançların merkezî rol üstlendikleri en önemli törenlerdir. Dünya kültürlerine baktığımız zaman insanların ve toplumların hayatlarında önemli bir yer teşkil eden bu kutsalların veya ilahların belli bir varlık grubunda toplandığını görürüz. Bu varlıklar, insan yaşamında hayatî önem arz eden veya bazı özellikleriyle ona kutsallık yüklenen güneş, ay, şimşek, ağaç, bitki, su, toprak gibi varlıklardır. Ancak bu varlıklar içinde “ateş”in ve ateşin yandığı yer olan “ocak”ın ayrı bir yere sahip olduğunu, dünya üzerindeki hemen

48

hemen bütün kültürlerde “ateş”in kutsal bir varlık olarak dinî ayinlerde merkezî bir rol üstlendiğini görürüz.

Dünya üzerinde “ateş” ve “ocak”ı kutsal bir varlık, tanrı veya tanrıça olarak algılayıp, ateş ve ocak etrafında bir takım inanış ve uygulama kalıplarına sahip olmayan neredeyse hiçbir topluluk yoktur. Ancak ateşi bir ilah olarak algılayıp ateş etrafında dinî ayinler tertip eden topluklar içinde gözümüze ilk çarpan Arilerin torunları olan Hint-Avrupa toplulukları olmaktadır4

.

“Ateş”in ibadet edilen bir ilahî varlık görünümü ve mabetlerde kutsal bir varlık olarak tapımı, bir Hint-İran dini olan Zerdüştlükte karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada diğer Hint-Avrupa din ve kültürlerinde ateşin yerine geçmeden önce İran dini Zerdüştlükte ateşin anlamı ve yeri ile dinî ayinlerdeki mahiyeti üzerinde duracağız.

Zerdüşt dini, genellikle düalizm esasına dayanan ve Ahura Mazda ve Angra Mainyu ismindeki iyi ve kötü iki gücün sürekli bir mücadele ve savaşını ihtiva eden bir din olarak bilinir. Bu din, bahsettiğimiz Ahura Mazda (Hürmüz) ve Angra Mainyu (Ehrimen) ismindeki iki karşıt gücün ve bu güçler etrafındaki sayısız iyi ve kötü varlığın karşılıklı mücadelesi esasına dayansa bile, sonunda bu mücadeleyi kazanacak olan iyiyi temsil eden Ahura Mazda olacaktır. Angra Mainyu, yalnızca onun karşısında olan kötü bir güçtür ve en sonunda yok olacaktır (Campbell, 1992a, 164; Bonnefoy, 2000a, 500–501; Gan, 2000, 368; Roux, 2001, 56; Eliade, 2007, 380–385; Schimmel, 2007, 89–90; Şehristanî, 2008, 209-222). Bu yüzden Zerdüşt dini, bilindiğinin aksine düalist bir din değil, tek tanrı esasına dayanan bir dindir. Ancak onun tek tanrılı bir din oluşu, başka ilahî varlıkların var olmasına engel değildir. Şunu da belirtmek gerekir ki, bu varlıklar ilah değil, ilahî varlık olup Ahura Mazda ile insanlar arasında aracı mahiyetindedirler. Ahura, âlim-i kül, dünya nizamının planını hazırlayan, hayat veren hâkimdir (Bonnefoy, 2000a, 29–30, 500; Eliade, 2007, 382; Schimmel, 2007, 89). Bu dine tek tanrı olan Ahura Mazda (Bilge Tanrı, her şeyi bilen)’dan dolayı “Mazdaizm” (Roux, 2001, 55) de denmektedir. Ayrıca Zerdüşt’ten sonra ortaya çıkan ve dine yeni öğretiler katan “Macus-Mecus” ismindeki kişiden dolayı, bu dinin bir koluna “Mecusilik” ya da ateşe tapanlar anlamında “Gebrîlik” ismi verilmiştir (Hançerlioğlu, 1975, 385; Yedekçioğlu, 1991, 110; Küçük vd., 2009, 139). İster Mazdaizm, ister Mecusilik isterse de Zerdüştlük

4 Hatta Hint-Avrupa toplulukları, bu yüce varlığa aynı kökten gelen isimlerle hitap etmişlerdir. Ateş

49

olsun bu dinin inanış sisteminde ve ayinlerinde ateş çok önemli bir rol oynamaktadır. Hatta evde yapılan özel ya da mabetlerde yapılan toplu hiçbir dinî tören ateş ve ocak olmadan yapılamaz. Ancak burada şu bilgiyi de düzeltmekte fayda vardır: Zerdüştîleri “ateşe tapanlar” olarak ifade etmek yanlıştır. Çünkü ateş, onlar için bir Tanrı değil, bir ilahî ve kutsal bir varlıktır. Ateş, Atar olarak isimlendirilip asıl varlık olan Ahura Mazda’nın ruhu veya sembolü ya da oğlu olarak nitelendirilir (Hançerlioğlu, 1975, 75; Gündüz, 1998, 46; Beydili, 2005, 439; Hinnels, 2008, 37; Küçük vd., 2009, 147; Öztürk, 2009, 135). Mircea Eliade’ye göre ise Atar, Ahura Mazda ile birleşmektedir. Hem Güneş, hem onun yeryüzündeki temsilcisi “ateş”, Tanrı’nın görünür biçimidir (Eliade, 2007, 393). İyiliğin Tanrısı olan Ahura Mazda, bir nevi ışığın, aydınlığın, temizliğin sembolü Güneş ve ateşle birleşmiştir. Böylelikle Atar, ister Ahura Mazda’nın sembolü, ister ruhu, isterse de oğlu olsun, Zerdüştîler arasında dinî ibadetlerde kutsal bir varlık olarak yerini almıştır.

Zerdüştlükte, ateş etrafında uygulanan dinî ibadetler birtakım kutsal mabetlerde yapılır. Bugün dahi faaliyette olan bu kutsal mabetlerden haberdar durumdayız. Bonnefoy, bugün İran’ın güney doğusunda Zerdüşt dinine bağlı küçük topluluklar var olduğunu ve Kerman bölgesinde yer alan ateş mabetlerinde rahiplerin önünde dualarını okudukları sürekli bir ateşin yandığını haber vermektedir (2000a, 495–496). Günümüzde Hindistan’da Bombay’da bulunan Zerdüştîlere “Parsî” (Schimmel, 2007, 87–88), İran’da bulunanlara “Ceberler” (Geberler) denmektedir. Parsîler ve Geberler, tapınaklarda günde beş defa ateşin temizliğini korumak için temizleme ayinleri yapmaktadırlar (Küçük vd., 2009, 141). Zerdüştlükte dinî ibadetlerin yapıldığı tapınaklara “ateşgede” veya “ateşgah” adı verilmektedir. En kutsal kabul edilen tapınaklar on tanedir ve İran ile Hindistan arasında bulunmaktadır. Her yüzünde bir kapı bulunan kare formunda olan tapınaklarda, sandal gibi kokulu ağaçların yakılmasıyla elde edilen ateş, tapınağın tam ortasında özel kapalı ve camlı mekânda muhafaza edilerek sürekli yanmaktadır. Bu ateşlerin devamlı yakılması ve kutsanması ile dinî ibadetlerin yerine getirilmesi için tapınaklarda sürekli olarak beyaz giysiler giyen ve “Mobed” (Mubed) olarak adlandırılan din görevlileri bulunmaktadır. Diğer din mensuplarının mabetlere girmesine izin verilmemektedir. Zerdüştîler her gün veya haftada en az bir kere mabetleri ziyaret etmekle mükelleftir. Bu kutsal mabetlerde ibadet, yüzler ateşe dönük bir şekilde, mubed önde, cemaat (kadın, erkek karışık bir şekilde) arkada, eller havaya doğru açık olarak ve kutsal kitap Avesta’dan parçalar okumak sureti ile

50

gerçekleştirilmektedir. Mubed, bu esnada ateşe hediyeler sunmaktadır. Mubedin okuduğu dualardan bir tanesini Hinnels aktarmaktadır: “İbadet ve tapınma maksadıyla dua okurum. Bu, senin için övgülerle dolu; arzu edilen, iyi bir hediyedir. Ey Ateş! Sen, dualara ve ibadete lâyıksın! Senin ibadet ve duaları kabul etmeni dilerim. Halkın içinde, sana gerçekten ibadet eden o kişilere ne mutlu!” (Hinnels, 2008, 37). Kutsal ateşi barındıran mabetlerde uyulması gereken en önemli kurallardan birisi, mubedlerin ellerine beyaz bir eldiven giymeleri ve ağızlarını beyaz keten bir maskeyle kapatmalarıdır. Çünkü kutsal olan ateş nefesle kirletilmediği gibi, insana dair hiçbir unsurla da kirletilmemelidir (Gündüz, 1998, 47; Arık, 2005ab, 40; Beydili, 2005, 439; Schimmel, 2007, 92; Küçük vd., 2009, 151-152; Wilkinson, 2010, 31). Törenlerde Zerdüşt dinine mensup kimse ateşe yaklaştığında ateşin külü ile alnına bir işaret yapar ve şu duayı okur: “Bırak, ölümden önce iyiliğin ve güzel amellerin güzel kokusunu her tarafa yayayım. İman ışığını ve bilgini başkalarına götürmekte önder olayım” (Hinnels, 2008, 155).

Zerdüştîlik’te ateşe karşı gösterilen saygı, ateşin bir Tanrı olarak tapımından değil, ateşin en yüce tanrı kabul edilen Ahura Mazda’nın sembolü olmasından kaynaklanmıştır. Ateşe duyulan bu saygı ve ateş etrafında uygulanan sistemli ibadet anlayışı o derece ileri boyuttadır ki, Eliade’nin verdiği bilgilere göre her Zerdüştî hükümdar için en mükemmel dinsel davranış bir ateş kurmak, yani bir tapınak yaptırmak, ona gelir bağlamak ve rahipler atamak olmuştur (Eliade, 2007, 397). Hatta devlet başkanları hükümdarlıklarının ilk gününde ya da savaşa katılacak olanlar ilk önce ateşgedeyi ziyaret etmişlerdir. İnanışa göre ne kadar çok insan ateşgedeyi ziyaret ederse, bolluk ve bereketin o ölçüde fazla olacağı kabul edilmiştir. Zerdüştîlikte ateşe karşı gösterilen saygı günlük ibadetlerin dışında değişik şekillerde de olabilmektedir. Mesela yolculuğa çıkacak olan kişi, ateşe ta’zim etmekte, yolculuktan döndükten sonra da öncelikle mukaddes ateşi ziyaret etmektedir. Kötü bir olay olduğunda ateşten yardım istenmektedir. Özellikle Sasaniler döneminde ateşgedelerin ve mukaddes ateşlerin sayısının artırılması ve her kentte mukaddes sayılan ateşgedelerin bulunması bir gelenek hâline gelmiştir. Ayrıca Azerbaycan’ın Erdebil, Tebriz, Bakü gibi şehirlerinde birçok ateşgede mevcut olmuştur. Her yeni doğan çocuk için yeni bir ateş yakıldığı gibi, elde edilen bir başarıdan dolayı da bir ateş yakılmış ve bu ateş korunmuştur. Bu tür ateşlerin sayısının binlerce olduğu bildirilmiştir (Arık, 2005ab, 41–44).

51

Zerdüştlükte düzenli olarak ya da çeşitli vesilelerle yapılan bu mabet ziyaretleri ve ibadetlerin dışında belli zamanlarda büyük törenler yapılmaktadır. Bu büyük törenlerin sayısı üç olup bunların isimleri, Behram Ateşi, Adoran Ateşi ve Dadgâh Ateşi’dir. Behram Ateşi, ateşlerin sultanıdır. Mubedler, bu ateşten karanlık güçler karşısında dayanıklı olabilmeleri için kendilerine güç vermesini dilerler. Çünkü onun gücü, yalanlarla savaşır ve o gerçekte doğruluğun simgesidir. Onu, sultanlar gibi saltanat tahtına oturturlar. Bunun için de odunları taht şeklinde koyarak yakarlar. Üzerine de sultanlık simgesi olan bir taç asarlar. Bu şekilde tahta oturtulan ateş, dört mubed tarafından taşınır. Başka birileri de tahtın üzerinde sayeban (gölgelik) topuzları ile sultanın korumaları gibi yürürler. Ateşin tahta oturtulmasından sonra, en ağır dinî temizlik törenlerinden geçen mubedler tek başlarına onu korurlar. Kutsal ateşin olduğu kutsal yere, onların dışında kimse giremez. Mubedlerin bu törende beyaz eldiven giymeleri şarttır. Bu törenin kutsallığı, temizlenmenin uzun ve zorlu olmasındandır. On altı kaynaktan toplanan ateşler, 1128 defa temizlenir. Bu temizlenme töreni tam bir yıl sürer. Adoran ve Dadgâh ateşlerinin işleri bu kadar önemli sayılmaz. Dadgâh ateşlerini, ruhanî olmayan kimseler de koruyabilirler. Ancak her iki ateş askeri törenlerle yerlerine konulur. Zira kutsal ateşler, karanlık güçlerle savaşan doğruluğun manevî hâkimiyetinin simgesi sayılır. Bu savaş, inananların Ahura Mazda ve oğlu ateşin yardımı ile yaptıkları savaştır. Ateşlerin temizlenmesi, bütün insanların temizlenmesi ile ilgilidir. Çünkü insanlar da bu ateşler gibi temizlenmelidir (Hinnels, 2008, 153– 154).

Zerdüştlükte yapılan ateşi temizleme ve kutsama törenleri esnasında ateşe “kurban sunusu” da yapılmakta, hatta bu sunu törenlerin merkezini oluşturmaktadır. Bu dinde Zerdüşt’ün kanlı kurbanı yasaklamasıyla ateşe ekmek ve sütü kurban sunma geleneği uygulanmıştır (Küçük vd., 2009, 151-152). Ekmek ve sütün dışında bir odun parçasından çok kıymetli mücevhere kadar ateşe sunu sunulduğu bilinmektedir (Arık, 2005ab, 42). Ayrıca rahipler tarafından ateşe “haoma kurbanı” takdim edilmektedir. Haoma, ne olduğu bilinmeyen bir bitki olup, suyu özellikle Hint-İran kaynaklı eski ritüellerde önemli sayılmaktadır (Eliade, 1997, 311, 332). Yves Bonnefoy’un ateşe kurban takdim etme törenleri hakkında verdiği bilgilere göre, sunu her mabetteki ateşe takdim edilmemektedir. Onun tarif ettiği şekliyle mabetler, sürekli olarak kutsal ateşin yandığı kare biçiminde bir avludan oluşmaktadır. Kutsal ateşin yandığı yer, kapalı bir bölme olup etrafında müritlerin

52

ateşi görmelerini olanaklı kılacak bir biçimde tasarlanmıştır. Bu ocaklar özellikle Sasaniler zamanında yüksekçe bir yere kurularak, her fethedilen toprakların “Arileştirilme”sinin bir simgesi olarak algılanmıştır. Ancak sunu, bu ocağın içinde ya da önünde değil uzağında, eski zamanların kutsal alanını oluşturan dikdörtgen bir odanın bulunduğu bir başka mekânda kutsanmaktadır. Sunuyu ateşe zaotar (rahip) atmaktadır. Eğer ateş sunuları kabul ediyorsa bu onun, sunuyu armağan eden kişinin törenin başlama çağrısını duyabilme ve tören boyunca da onun sözlerini yorumlama yeteneğine sahip olduğunu gösterir. Ateşin içindeki sunu yok olunca, sununun kurallara uygun biçimde sunulduğu anlamına gelmektedir. Ayrıca yapılan dualar, bazen açık, bazen gizli olarak alıcısına ulaştırılır. Bu da ateş-tanrının insanların içini de okuduğunun bir kanıtı olarak kabul edilir. Burada, zaotar (rahip)ın oynadığı rolün önemi de ortaya çıkar. Sunuyu ateşe atan bu rahip, hem Ahura Mazda’nın ve kutsal ateşin önünde ölümlüleri hem de sunuyu sunan kişiyi temsil etmektedir. Ateş (Atar), aslında sunuyu Ahura Mazda’ya iletmektedir. Çok sayıda İran taş kabartması üzerinde ateşin karşısında görülen rahipler, açık bir biçimde ocağın üstünde uçan kanatlı bir kurs biçiminde Gök’te görülen Bilge Efendi’(Ahura Mazda)ye Atar’ın (ateş) dualarını nakletmesini beklemektedir. Zerdüşt baş zaotardır. Bu da onun ateşle sürekli bir ilişki içinde olmasını sağlamıştır (Bonnefoy, 2000a, 496–497). Zerdüşt, kutsal ateşe zaotar olarak sunu takdim ederken, Ahura Mazda, “Tapımınla kime seslenmek istiyorsun?” diye sorduğunda, Zerdüşt cevap verir: “Senin ateşine! Ona saygımı ifade etmek için kurban sunarken, elimden geldiğince Adalet’i düşünmek istiyorum!” (Yasna 43: 9). Bu bilgilere dayanarak Eliade, kurbanın, teolojik bir meditasyon fırsatı, daha doğrusu dayanağı olduğunu ifade etmektedir. Kurban ateşi, önceliği “bilgeliğe”, “iç aydınlanmaya” ve “ilhama” veriyor gibidir. Kurban töreni esnasında kendini iç aydınlanmaya veren zaotar (rahip), bu esnada tıpkı yeni yıl ritüellerinde dünyanın simgesel olarak yeniden yaratılması ve zamanın yenilenmesi gibi, Zerdüşt’ün yaptığı kurban töreni ve ilk yaratılış anı ile özdeşleşmektedir. Çünkü kurban töreninin sınırsız gücüyle, dünya dönemsel olarak onarılmakta, başka bir ifadeyle yeniden yaratılmaktadır. Pehlevi metinlerde korunan rivayetlere göre Ahura Mazda, evreni, ilk insanı ve Zerdüşt’ü bu kurbanlarla yaratmıştır. Dolayısıyla Atar’a sunulan her kurban, yaratılış anıyla özdeşleşecektir. Hatta eskatolojik yenilenme, bu yaratılış ve yenilenme anıyla çakışacak, o zaman ölüler dirilecek, yargılanacak ve nihayetinde ölümsüzleştirilecektir. Böylelikle ateş sunağı, Mazdeizm’in dinsel merkezi olmaktadır (Eliade, 2007, 386–398).

53

Zerdüştîlerde yalnızca dinî ibadetlerin yapıldığı bir merkez konumundaki ateş sunakları ve bu sunaklardaki ateş kutsal değil, evdeki ateş de kutsal sayılmıştır. Nasıl mabetlerdeki ateşin sönmemesi gerekiyorsa evdeki ateşin de sönmemesi, korunması gerekmektedir. Çünkü ateşin sönmesi demek, ailenin büyük bedbahtlığı olarak kabul edilmektedir. Ateş yalnızca yas alameti olarak belli bir süre söndürülebilmektedir. Bunun dışında her ailenin mukaddes ateşi bulunmuş, uzun süreli seyahatlerde ve savaşlarda kutsal sayılan ateş de birlikte götürülmüştür (Arık, 2005ab, 41–44). Bonnefoy’un verdiği bilgilere göre, günümüzde Zerdüştiler, evlerinde kutsal bir ateş yakmaktan geri durmazlar (sıklıkla bir yağ lambası) ve bu ateşin önünde günlük dualarını çok eski bir geleneğe uygun olarak yaparlar (Bonnefoy, 2000a, 497). O hâlde ateş, ister mabetlerde ister evlerde yansın, kutsal sayılmaktadır; dolayısıyla mabetlerde yapılan dualar ve Atar’a sunulan kurbanlar dinî ibadetin gereğini oluşturduğu gibi, evlerde kutsal ateşin önünde yapılan dualar ve takdim edilen sunular da aynı şekilde bir ibadet niteliğinde olmaktadır.

Zerdüştîlikte yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ateş sunakları merkezinde ve evlerde yapılan bu dinî ayinlerin niteliğinden ve Gathalar ile Avesta’nın verdiği bilgilerden, Ateş (Atar)’in tapınılan bir Tanrı olmadığı, onun yalnızca tanrısal bir güç, tanrısal bir varlık olduğu, asıl Tanrı’nın “Bilge Yaratıcı” olan “Ahura Mazda” olduğu ve ateş merkezli yapılan bütün bu ayinlerin aslında Tanrı Ahura Mazda ile iletişime geçmek maksatlı uygulandığı anlaşılmaktadır. Ateş (Atar), Ahura Mazda’nın oğlu ya da onun yeryüzündeki simgesi veya ruhudur. Dolayısıyla başta Zerdüşt ve ondan sonra gelen diğer rahipler aracılığıyla Atar’a edilen her dua aslında Ahura Mazda’ya edilmekte, Atar’a sunulan her kurban yine Ahura Mazda’ya takdim edilmektedir. O hâlde Atar, insanlar ile Ahura Mazda arasında iletişim sağlayan, duaları ve sunuları (kurbanları) Ahura Mazda’ya ileten, bir haberci ya da aracı vazifesi gören, büyük yaratıcı Ahura Mazda ile insanlar arasında bir vasıta olan büyük ve çok önemli “tanrısal bir varlık” konumundadır.

Hindistan’ın en eski dinî teşekküllerinden olan Hinduizm’de diğer Hint- Avrupa dinlerinde olduğu gibi “ateş”e büyük önem verilmiş, hatta tanrısal varlıklar statünde ona önemli bir yer ayrılmıştır. Daha önce de belirtildiği üzere (Bk. Kült Nedir?) özellikle Hint-Avrupa dinlerinde görüldüğü gibi asıl yaratıcı varlık olan Gök Tanrı (veya göksel tanrı), yaratım işi bittikten sonra insanlardan uzaklaşmış ve gökteki mekânına çekilmiş, insanlarla iletişimi ise diğer tanrısal varlıklara bırakmıştır. Hint dininde gök tanrısı, Dyaus olmasına rağmen Dyaus’un Vedalar’da

54

önemli bir rolü yoktur (Gündüz, 1998, 104; Öztürk, 2009, 320). Hinduizm’in kutsal kitabı Veda’larda geçen ilahların en önemlileri İndra, Agni ve Varuna’dır (Schimmel, 2007, 102). Ancak Veda metinleri, Varuna’yı egemen tanrı olarak sunar. Varuna, dünyaya, tanrılara (devalar) ve insanlara hükmeder. Varuna’dan özellikle “Asura” unvanıyla bahsedilir (Eliade, 2007, 244–245). “Asura” unvanı, Varuna’nın Zerdüştlükteki Ahura Mazda ile benzerliğini, dolayısıyla diğer tanrısal varlıklar arasındaki konumunu göstermektedir. Agni ise İran’da aynı işlevi üstlenmiş tanrı Atar’ın Ahura Mazda’nın oğlu olması gibi, Dyaus’un oğludur (Eliade, 2007, 252– 253) ve “ateş ilahı” olarak bilinir. Agni, Zerdüştlükteki Atar gibi, insanların asıl tanrıya veya diğer tanrısal varlıklara sundukları kurbanı iletici ve aracı bir ilahî varlık olarak görünmektedir. Agni, kendisine sunulan kurbanı yakarak insanların verdiklerini asıl tanrıya veya tanrısal varlıklara takdim etmektedir; yani Agni tipik bir kurban ulûhiyetidir (Gündüz, 1998, 47; Knott, 2000, 35; Tokarev, 2006a, 317; Schimmel, 2007, 102). Hinnels’in verdiği bilgilere göre ateş, gökyüzünde ışık saçan güneşte mevcuttur; fırtına üreten bulutlarda ortaya çıkar, elektrik şeklinde yeryüzüne iner ve burada insan eliyle yeniden ortaya çıkar. Bu sebeple Agni’nin tanrıların yolu olduğuna inanılır ve bu yoldan gökyüzüne ulaşmanın mümkün olduğuna inanılır (Hinnels, 2008, 36).

Hinduizm’de Agni, kendine has tanrısal vasıflarla betimlenmektedir. Gökte doğan, şimşek biçiminde aşağı inen, aynı zamanda suda, ağaçta ve bitkide bulunan Agni’nin alevden saçları, altın çenesi (Eliade, 2007, 252–253) ve yedi dili (Öztürk, 2009, 39) vardır. Aynı zamanda tek başlı ya da yıkıcı ve merhametli doğanı temsil edecek şekilde çift başlı tasvir edilmiştir (Wilkinson, 2010, 30). Onun yıkıcılığı ve merhametliliği iki kişiliğini ortaya sermiştir. Kişiliklerinden biri iyi, diğeri kötüdür. Kutsal ateşi her sabah o tutuşturur, karanlıkları uzaklaştırır, tanrısal yasaların bekçisidir. Öbür yandan da vahşi bir oburdur, çalılıkların arasına saklanır, çığlıklar atarak kendine yol açar. Veda’ların bu üstün tanrısında ateşin yararlı ve zararlı yanları belirtilmiştir (Hançerlioğlu, 1975, 21). Ateşin zararlı yanlarının olması, insanların Agni’ye olan dualarında ve ona kurban sunmalarında bir eksiklik yaratmamıştır. Ateş, bir “kurban sunulan ilahî varlık” olarak diğer tanrısal varlıklar arasında insanlara en yakın olan ve bu nedenle insanların en fazla irtibata geçtiği kutsî bir varlıktır. Gökteki ilah veya ilahî varlıklar ile yerdeki insanlar arasında bir “haberci” olarak kendisine sunulan kurbanları bu varlıklara “takdim edici” olarak işlev görür.

55

Hint dininde bu derece önemli olan Agni, elbette dinî törenlerde başroldeki yerini alacaktır. Ancak Agni etrafında yapılan dinî törenlerde, Zerdüştlükte olduğu gibi bir mabet (tapınak) aranmaz. Eliade’nin Veda tapımı hakkında verdiği bilgilere göre, ritüeller iki şekilde gerçekleştirilmektedir: Kurbanı sunan kişinin evinde ya da açık bir alanda üç ayrı ateş yakılarak. Ritüel nerede yapılırsa yapılsın, ateşe verilen sunular süt, tereyağı, tahıl, pasta gibi yiyecek ve içecekler ya da keçi, inek, boğa, koç ve attan oluşmaktadır. Evde yapılan törenler evin reisi tarafından yapılmakta, ancak