• Sonuç bulunamadı

Belirli Zamanlarda Yapılan Ayinler (Kurban Ayinleri)

1. BÖLÜM

2.2. Kamlık Geleneğinde Ateş ve Ocak

2.2.2. Kamların Ayinleri

2.2.2.1. Belirli Zamanlarda Yapılan Ayinler (Kurban Ayinleri)

138

Bu törenler her topluluğun coğrafî ve mevsimsel şartlarına göre belirlenmiş bir zamanda yapılan genel kurban ayinleridir. Bu yüzden kurban ayinlerinin önemli bir kısmı aynı zamanda baharı ve yeni yılı karşılamak için düzenlenmiş törenlerdir. Moğolların Gizli Tarihi (Manghol-un Niuça Tobça’an)’nde ilkbaharda yapılan kurban törenlerinden söz edilmektedir. Kadınların atalarına kurban sunmak için onları ziyarete gittikleri dönem ilkbahara denk gelmektedir (1995, 23). Tuva Türklerinde de atalara kurban sunulması her mevsimin ikinci ayında, yani yine gündönümlerinde ve geceyle gündüzün eşitlendiği günlerde yapılmaktadır (Roux, 1999, 200). Ancak ne zaman düzenlenirse düzenlensin kurban törenleri dinî ve dolayısıyla kutsal bir içerik ihtiva etmektedir. Kurban olarak takdim edilen sunular, her topluluğun ilah veya ilahî varlık ya da ruh olarak algıladığı kutsîlere sunulmuş armağanlardır. Bu sunular, kamların egemen oldukları ya da hükmettikleri ateş ve ocağa takdim edilir. Dolayısıyla bu törenler, insanlarla insanların doğrudan doğruya iletişime geçemediği kutsal varlıklar arasında ateş, ocak ve kamlar aracılığıyla iletişim kurulan ayinlerdir. Kamlar, ateş ve ocağın etrafında çeşitli şekillerde transa geçerek kendileri için gerçek âlemden ruhlar âlemine geçişi sağlar ve böylelikle edilen duaları ve ateşe verilen sunuları ilah ve ilahî varlıklara iletirler.

Kamların ateş ve ocak merkezli kurban takdim törenleri her Türk topluluğunda değişik özellikler göstermektedir. Ancak nasıl olursa olsun bu törenleri yapan şahsiyetler, takdim edilen sunular ve törenin yapıldığı yer, yani evin ocağı değişmemektedir. Tuva Türklerinde kamların ocak etrafında uyguladıkları kurban törenine “Ot Dagıır” denmektedir (Kurbatskiy, 2001, 172). Bu tören yılın genellikle dokuzuncu ve onuncu aylarında her yurtta ocağa karşı ibadet tarzında yapılan bir merasimdir. Merasim günlerini ev sahibinin belirlediği törende bir koyun veya keçi kurban edilir. Bu tören için yurdun ocağı özenli bir şekilde hazırlanır ve süslenir. Evde sacayağın dışında brioza denilen ağacın dallarından yapılmış dikdörtgen ocaklar da vardır. İlk önce ocağın külleri temizlenir. Ocağın içine kaşarki (“kadak”lar) hazırlanıp kırmızı bir kumaş serilir. Ocağın köşelerine yanmış köseği koyulur. Kaşarki’ler (“kadak”lar) yakılır ve yandıktan sonra yine ocağın köşelerine koyulur. Bu olaya “loskutki ıdık” denir. Sonra hamurdan yapılmış kurban kâsesinin içine koyulan yağ, pamuktan fitillerle yakılır. Bunun içine de koyunun döşü yağla kaplanarak koyulur ve hepsi beraber ocağa yerleştirilir. Ocağa aynı zamanda koyun kafası da koyulur. Bu esnada kam ya da lama denilen şahıslar, yurdun belli bir yerinde kalıp “sudur” denilen kutsal kitaplar okurlar. “Çarıñ karbu melaa çöptiin

139

doskal” (Ateş tanrısının duası) diye dua ederler. Ateşin üstünde koñga (çıngırak)- domra ile ses çıkartırlar. Sonra çadıra boynuzları beyaz kurdelelerle süslü sarı bir keçi getirilir. Lama okuduğu duaların arasında durduğunda kâsenin içindeki suya üfler. Su, o duadan sonra “arjaan”a çevrilir. O arjaan, artık tedavi edici bir madde olmuştur. O su keçiye içirilir. Daha sonra keçinin başı ateşe doğru 3 defa eğdirilir. Böyle yapılarak keçi kutsal bir hayvan durumuna geçer. Bu olaya da “ıdıktap kaan öşkü” denilir. Törenin devamında lama veya kam ocağın dört köşesine ateş yakar. Ocaktaki koyunun kafasının derisi yandıktan sonra oradan çıkartılıp kaynatılır. Lama “sudur”u okuduktan sonra şu kelimeyi defalarca tekrarlar: “Kuraay! Kuraay!” Ondan sonra da yurdun içindeki herkes “Kuraay!” der ve ateşten sağlık istenir. İşte o anda evin hanımı içeri girip ocağın etrafında döner, küçük bir kovanın içindeki yağı ateşe azar azar koyar. O zaman ateş harlanıp büyük bir ateş olur. Bu yanan ateşten çadırın tepesi yanmasın diye demirden bir alet veya kürek koyulur. O anda herkes birlikte “Çırbeeş edileen urug kejii kuraay kuraay! Boo çükteen, ottuk azıngan oolduñ kejii kuraay! Kulun, çavaa deşkilejip, kuja-huragan kuduruktalıp. Çılan bajı çılbırıp, çıl bajı çılıgıp- kuraay kuraay!” (Ey çocuğu halas eden, kurtaran! Ey elindeki tüfeğiyle halas eden, ey buzağıları da halas edip kurtaran, ey kuzuları da kurtaran! Yılanın derisini çıkarttık, yeni yıl geldi!) diye dua ederler. Sonra ev sahibi içinde et dolu kovayı ateşin etrafında öyle bir çevirir ki, et ateşe bakar. Bu şekilde ateşin etrafında dolaşır, iki üç defa dolaştıktan sonra her dört köşeye eğilerek dua eder ve her eğildiğinde andarışkı (kurban etinden hazırlanmış sucuk) yer. Ateşin etrafında dönen ev sahibi elindeki kovayla sanki şansı, bahtı ve mutluluğu getirmiş gibidir. Sonra orada uyuyakalır. Yine “Kuraay!” diye ses gelir. Sonra yağ yine ateşe koyulur. Bunların hepsi defalarca yapılır. Öbürleri ise ellerinde bir avuç yiyecekle soldan sağa, üç dört defa ellerini ateşin etrafında döndürürler, sonra “Kuraay!” diyerek ellerindekini ateşe bırakırlar. Bundan sonra ev sahibi şöyle der: “Savam dolgan. Ajı töldüñ, azıraan maldıñ kudu-kejii savanı doldu, uuttunmayı çor. Kejik, kadıkşıl kuraylaan, savavız dolup keldi” (Kâsem dolu. Çocuklar ve hayvanlar bize mutluluk ve sevinç getirdi. Kâse mutluluk ve sağlıkla dolu… Şimdi çok zor oldu. Kaldırabilir mi acaba?). Sonra beyaz keçeli kovayı çevirerek orada bir yatağın köşesine bırakır, o et üç hafta sonra yenir. Törenin sonunda hane halkı misafirlere lapa ve et verirler. Lamaya veya kama ise uja (sağrı eti) yedirirler. Büyükler ise arak (rakı) içerler. Geceler oyunla geçer. Anlatıcı (toolçu) davet ederler. Hikâye anlatırlar. Eğlenirken de yemek yerler ve çay içerler. Ancak ev sahibinden başka kimse ateşe

140

dokunamaz ve odun atamaz. Ateş tüm gece söndürülmez (Kurbatskiy, 2001, 172- 174). Bu törenin ilgi çekici yönü törende kam yerine bazen “lama” adı verilen bir din adamının yer alışıdır. Bunun nedeni Buda dini öğretilerinin Tuva Türkleri arasına sirayet edişidir. Ancak hangi din veya kültürlerin etkisi altında olursa olsun Türklerin ateş ve ocak etrafında kamlar tarafından icra ettikleri törenlerin mahiyetleri değişmemektedir. Nitekim, Kurbatskiy’in aktardığı Tuva Türklerinin icra ettikleri bu törende ocak özel bir şekilde hazırlanıp, bu ocak aracılığıyla kutsal addedilen varlığa sunular takdim edilmektedir. Mihaly Hoppal’ın, Mongus Kenin-Lopsan’ın yazmış olduğu Magic of Tuvian Shamans adlı kitabından aktardığı yine Tuvalılara ait kurban töreni de, yukarıda anlatılan ayinle benzer nitelikler göstermektedir. Bu ayin, yılbaşı olarak addedilen bir zamanda bir aile ritüeli olarak gerçekleştirilir. Aile, ayinde bir kuzu ya da danayı ateşe kurban eder. Ayrıca bir dahaki yıl ateşin ruhunun aile üyelerine sağlık ve mutluluk getirmesi için ateş zeytinyağı ya da tereyağı ile beslenir (Hoppal, 2001, 216). Janly Myrza Bapaeva da Kenin-Lopsan’dan ot-dagıır töreninde ateşe söylenen bir alkışı aktarmaktadır:

“Ateşi yaratan Tanrı! Altın sarı görünüşlü, Sarı tekeye binen sen.

Hediyelik ipek kumaşla kutsanan sen, Kuyruk, göğsün başını yiyen sen. Konan kanın hepsini içen sen. Kaderin sahibi olan sen. Ateşi yaratan Tanrı!

Mutluluk ver. Mutluluk ver! İyilik ver. İyilik ver.

Huzur olur. Huzur olur. Barış olur. Barış olur.

Yakılan ateş parlak olsun, Ayin yeri düzgün dursun. Şeytanın yolu kapalı olsun Kötülüğün yolu kesilsin.

141 Kase, kandilimi sunuyorum.

Mutluluğu davet ediyorum.” (Bapaeva, 2008, 46-47).

Z. K. Kırgız’ın Tıva Ulustuñ Algış-Yöreelderi (Kızıl, 1990) isimli çalışmasında Tuva Türklerinde kamların gerçekleştirdikleri bir kurban ayini aktarılmaktadır. Buna göre kam (ham), ardıçla tütsüledikten sonra tefini eline alarak evin töründe kamlamaya başlar. O sırada evin erkeği, kurban olarak seçtiği ak “hunan”ı (kunan, üç yaşındaki hayvan) ya da sararmış tüylü koçu ardıçlı suyla yıkar. Bu “hunan”ı ya da koçu üç kez çevirdikten sonra güney ve batı taraflarından ateşe tutar. Evin kadını, eve hastalık-dert girmesin diye, ateşe, sadeyağ parçaları döker. Ondan sonra evin erkeği, kurban olarak seçtiği “hunan”ın ya da koçun boynuna bağladığı bezi değiştirip, alkışlar eşliğinde geri ağılına bırakır. Bu kurban ayini sırasında söylenen alkış şöyledir:

“Kañ hüler ot çayaaçım, Örşee hayırakan! Aal-kodan Amır-dış turzun. Anay-huragan Deşkilejip turzun! Ot-közümge çalbardım, Ojuumga sañnı saldım! Örşee hayırakan! Oor bagı kirbezin!”

(Ulu ateşim, Bağışla Tanrım! Sürüler

Rahatta, sükûnette olsun. Oğlaklar, kuzular Hoplayıp zıplasın! Ateşime-közüme yakardım, Sacayağımı tütsüledim, Bağışla Tanrım! Hırsızı, uğrusu girmesin!) (Kırgız, 1990, 15-16).

142

Hakaslarda da her yıl evdeki “ot-tayık”a (ateşe) kurban keserler. Bu tören yılın dokuzuncu ayında nehirlerin uyandığı bahar mevsiminde yapılır. Bu tür kurbanları kamlar ya da Tuva Türklerinde olduğu gibi “purhan-bahsi” (aziz öğretici)ler yönetir. Kam (bahsı) gelmeden önce üç yaşındaki huş ağacı çadırın penceresinden içeri sokularak kurulur. O ağaca “pay-hazın” derler. Ağacı “siree” denilen kurban masasının üzerine koyarlar. Ağacı güzelleştirmek için “çalama” denen kırmızı-beyaz kurdelelerden dokuz tane bağlarlar. Kurban olarak seçilen bir koyunun döşünü yararak omurgaya kadar keserler. Kanını yere damlatmak yasaktır. Kurbanın sıcak etlerini tepsiye koyup dizerler. Kalan etleri ve deriyi ise kama verirler. Ocağın etrafına da huş ağacının dallarından çalama ile süslenmiş dokuz dal dikerler. Her birine üçer kuyruk yağı bağlarlar. Bu kurban töreni esnasında evde yaşayanların hepsi ocağın etrafında doğudan batıya dönerler. Kam ise ot-ine’ye (ateş iyesi) ocağın etrafındaki yağları atar ve bu esnada çeşitli dualar okur (Butanayev, 1997, 6). Hakaslarda kamın ateş iyesine kurbanın yağlı parçalarını attıktan sonra söylediği dualardan birini Bezertinov aktarmaktadır: “Ateş, sen bizim annemizsin, sen kırk dişlisin, sen kırmızı ipekle örtünürsün, beyaz ipekli çarşafın üstünde yatarsın. Ben, beyaz küllerine basmadım. Küçük çocuklar ve köpekler sana dokunmadı. Ben, beyaz koyunu kestim ve önüne koydum. Ben, senin önünde eğiliyorum. Sen, bize kolaylık göster” (2008, 139).

Teleütler ise normal kurban törenleri haricinde iki üç senede bir büyük tanrı Oymok Aru’ya kurban töreni yaparlar. Bu tören yine yukarıda bahsedilen kurban törenleri gibi bir yurt içinde bir aileyi kapsayacak şekilde düzenlenir. Ona kurban olarak beyaz renkli iki üç yaşındaki oğlağı hazırlarlar. Bundan başka Oymok Aru’ya “tuyas abırtkı” ve dört gömlek hazırlarlar. Oymok Aru’ya giderken o civarda yaşayan Urum Kan’a ise üç gömlek ve bir kova şarap hazırlarlar. Ot Ana’ya ise sadece yağ koyarlar. Sacayağını çıkarıp Rus ocağı üzerine (onun da sağ tarafına) koyarlar. Normalde bu sacayak düğünlerde ve kurbanlarda çıkarılır. Sacayağın ortasına sıvıyağ ve hayvan yağı koyarlar. Onun üzerine de söğüt ağacının dalını koyup, üzerine kurdele bağlarlar. Sonra ocağın içinde ateş yakarlar. Evin kapısını sağlamca kapatırlar. Evde sadece aile üyeleri kalır. Bundan sonra kam, kendi yolculuğuna başlar, Urum Kan’ın yanına gider, ondan sonra taygaya gider. Aşağı inip yukarı çıkarak, otuz katlı basamaklardan inip çıkarak yanındaki dört gömleği ve şarabı alıp götürür. Bu yolculuğun dönüşünde kam, kaza binip gelir. Gelip döndüğü yer ise küllerin toplandığı yer olan oro’dur. Bu ateşi besleme töreninden sonra

143

oğlağın kemikleri bir araya getirilip onun yanına da sacayak konur (Dırenkova, 1927, 72-73). Kamlar, bu yolculukları esnasında gökyüzünün her katmanında çeşitli dualar okumaktadırlar. Altaylı kamın gökyüzünde üçüncü katta okuduğu bir duayı Anohin aktarıyor:

“Bu ak dünyayı isteyip geldim, Halk merhamet gösterilir mi diye.

Bu insanlar sizleri (kam burada Ülgen’in temsilcisi utkunçu ile karşılaşır) bekliyorlar ve

Kurban veriyorlar. Gökyüzünün kapısı, Altın eşik açılsın!

Ak (küre) yerleşim yerine katılsın! Gümüş dizgin takılsın,

Tunç eyer salınsın! Altın dizginim Geri dönsün

Ve barış içinde ateşe ulaşsın.

Hayır dualara edip kalın…..” (Anohin, 2006, 116).

W. Radloff, Altay Türkleri’nin tanrı Ülgön’e sundukları kurban merasimini Sibirya’dan III adlı eserinde tafsilatıyla anlatmıştır. Ülgön’e kurban takdim etmek için düzenlenen bu merasim, bütün kurban törenlerinin en büyüğüdür ve üç akşam boyunca devam eder. İlk akşam kam, kurban merasiminin gerçekleştirileceği yeri bizzat belirler, bu yer genellikle küçük bir kayın ormanının tenha bir yeridir, buraya çadır kurulur. Çadırın tam ortasına ucu duman deliğinden çıkacak şekilde, sık yapraklı taze bir kayın ağacı yerleştirilir. Bu kayının aşağıdaki dalları tam gövdeden kesilir ve ucundaki dallarından birine bayrak gibi sarkan bir şey asılır; ağacın gövdesinin alt tarafı ayakla basılabilecek şekilde dokuz yerden oyulur ve buna taptı (basamak) denir. Kurban için kurulan çadırın kapısı her zaman doğuya bakar. Çadırın kapısı önünde kayın kabuklarından ve yere çakılmış değneklerden küçük bir çit yapılır ve bu da hayvan ağılını temsil eder. Bu çitin çadıra bakan kısmı açık bırakılır ve bu açıklığa, ucunda at kılından bir ilmik bulunan kayın ağacından bir değnek dikilir. Çadırın ortasına, kayın ağacının yanına bir ateş yakılır. Kam, çadıra gelerek ateşe atılmış olan ardıç dallarından çıkan dumanı davula temas ettirir, sonra da ateşin yanına oturarak kurban işleri için ruhlardan yardım istemeye başlar. Böylelikle ayin

144

başlamış olur. Daha sonra kam, çadırdan çıkarak içi otla doldurulmuş ve bezle sarılmış kaza benzeyen nesneye oturarak yukarıya uçar gibi yapar. Sonra elindeki ardıç dalıyla kurbanlık hayvan için ağır ağır şunları söyler:

“Alas, alas, ey kula! Ülgön Kan’ın kurbanlığı! Ak Ülgön’ün kurbanlığı! Alas, alas, alas!”

Kamın dualarından sonra kurbanlık at, işkence ile öldürülür. Kurban eti misafirlerle beraber törenle yenir.

İkinci gün kam, akşam ateş yakılmış olan çadıra tekrar gelir. Daha önce pişirilmiş etleri küçük parçalara ayırarak çadırda bulunan kimselere dağıtır. Bunun üzerine kam, üzerine şeritler takılarak çadırın önüne asılmış söltü denen ipin üzerine pamuktan, yünden veya ipekten dokuz elbise asar; bunlar ev sahibinin Ülgön’e sunduğu hediyelerdir. Bunlar yine ardıç ile tütsülenirken kam şunları söyler:

“Atların taşıyamayacağı hediyeler, Alas, alas, alas!

Kişilerin kaldıramayacağı, Alas, alas, alas,

Üç kat yakalı elbiseler

Üç defa çevirerek bakın onlara! Yarışçılar için örtü olsun, Alas, alas, alas,

Sevinç dolusun Bay Ülgön! Alas, alas, alas.”

Sonra kam, davulu eline alarak tütsüler. Kam, elbisesini giydikten sonra davulunu tekrar alarak sessizce ateşin üzerinde tutar, duman davulun her tarafına dokunur. Sonra değişik dualar eşliğinde davulla ruhları çağırır. Bu şekilde ateşin üzerine tuttuğu davulunun içine ruhları toplamış olur. Sonra davulunu alarak vurmaya ve değişik hareketler yapmaya başlar. Anlaşılmayan sözler söyler. Ev sahibinden başlayarak arkasına dokunup sağa sola çapraz hareketler yapar. Onun oğuşturması arkada bulunan ruhun temizlenmesini temsil eder. Davulda toplanan ruhların yardımıyla kötü ruhlar tarafından gelebilecek felaketlere karşı evdekileri temizler. Daha sonra temsilen semaya doğru yükselir, sonra koşarak ateşin etrafında döner. Bununla semaya vardığından dolayı sevincini ifade etmek ister.

145

Etrafındakilere göğün katlarında gördüğü ve işittiği şeyleri, yakında olacak hava değişikliklerini, korkulacak hastalık veya salgın hastalıkları, burada başka bir kama rastlayıp rastlamadığını, onunla konuşup öğrendiklerini, komşuları tehdit eden felaketleri, civardaki kişiler tarafından sunulması gereken kurbanları vb. anlatır. Kam, altıncı kata çıktığında ateşin etrafında altı defa döner. En yüksek kata çıktığında da Ülgön’den kurbanın kabul edilip edilmediğini öğrenir. Daha sonra yere yuvarlanır. Üçüncü gün yapılan merasim ise genellikle zenginler tarafından yapılır. O gün içki ve yemek ziyafetinden ibarettir. Üçüncü gün akşam kayın ağacının yanında ateş yakılır. Sonra dokuz-on iki kayın kabuğundan yapılmış kepçe ile yine o sayıda aynı ağaçtan yapılmış kaplara ayran doldururlar. Bu ağaç kaplar ateşin etrafına dizilir ve her kabın arkasına bir kişi durur. Ayakta duranlardan her biri kepçe ile kaptan biraz ayran alır ve sonra hepsi birden, “Çek!” diye bağırarak ayranı kayın ağacına doğru dökerler. Bu söz ve içki takdimi üç defa yapılır. Sonra on iki kişinin hepsi de kepçeleri yukarıya fırlatırlar. Kepçeler yere düştükten sonra bunların durumu tetkik edilir. Kepçenin dibi yukarıda ise, atan için gelecek yıl saadet ifade etmez. Bunun tam tersi ise saadet ve bereket ifadesi sayılır. Sonra kaplar tekrar doldurulur ve içilir. Kam, kabı boşalttıktan sonra dışarıya atar. Bu kabın durumu da kurban sunan kimsenin baht veya bahtsızlığı için bir işaret sayılır (Radloff, 1994c, 23-65).

Radloff’un anlattığı gibi kamların kurban merasimi esnasında kurbanlık hayvanı tütsülemesi uygulamasını Anohin de aktarmaktadır. Onun verdiği bilgilere göre, Altaylı kamlar aruu körmös olarak adlandırılan temiz ruhlar için yaptıkları kanlı kurban törenlerinde saba (içecek) ve potko (bulamaç) serpilme esnasında ardıç dallarıyla tütsü yaparlar. Ardıç, kayın ağacı kabuğu üzerine koyulmuş kor ateşle yakılır. Kurban ayinin başlangıcında kam, kayın ağacı kabuğunu sağ eline alır ve bununla kurban yerini, kurbanlık hayvanı tütsüler; sonra onu üç kazıktan yapılmış üç ayaklı bir sehpanın üstüne bırakır. Bundan sonra oradakiler tören boyunca ardıcın yanmasını sağlarlar (2006, 36-37). Altaylı kamlar, ayinde yaptıkları uygulamalar esnasında çeşitli dualar okurlar. Altaylı bir kamın kurbanlık hayvanı tanrıya gönderirken okuduğu duayı Anohin’den öğreniyoruz:

“Ruhları ve bedenleri ulaşsın. Bu Kuday’a bu Suyla götürsün. Yargı yerinde altın karar geri dönsün. Ve alev ateşine eklesin.

146 ……..

Altı çataldan yükseldi,

Çadırın üç sırığından ayrıldı,

Sıcak ateşten yükseldi.” (Anohin, 2006, 83-84).

Kurban ayinlerinde okunan dualardan biri de kurbanlık hayvan yıkandıktan sonra kamın çadıra girerek Yayık’a okuduğu duadır:

“Ayas Kaan’a (Ülgen) giden yolda rehber ol, Ölümsüz yurdu (halkı) yarat,

Sönmeyen ve alev alev yanan ateşi yarat, Kötüye götürmeden,

İyilik verin!

Koltuk altından (çocuklar) azalmasın, Etek altından yanılmasın.

Baş için bereket istiyorum, Başların çoğalmasını diledim. İkisi de sağlıklı olsunlar! Kusursuz olandan istiyorum: Çocuklar versin,

Malın bereketini versin. Çocuklu olarak yaşarlar mı? Malım rahat içinde durur mu? Başın bereketini yaratsın! Acı denilen şey olmasın.

Daima rahat içinde hayat istiyorum, Kötü bir şey olmasın.

Örtüm ince oldu, Yastığım alçak oldu.

Bütün bunlar rahat olurlar mı?

Bütün bunlar iyi şekilde yaratılır mı (Yayık)? Yalvardığım tanrı,

Korktuğum Ayas Kaan! Erken doğan güneş Akşam parlayan ay- Ayas Kaan’ın belirttiği.

147 Endamlı güzelliğin yaratıcısı,

Güzellik içinde Altay’ı yaratan, Halkını eşit yarattı,

Sedir ormanı yapraklandı. Guguk kuşu ötmeye başladı.

Halk huzurlu yaşamaya başladığında, Sedir ormanı yapraklarını açtı.

Sana yaratıcı diyerek yalvarıyorum” (Anohin, 2006, 112-113).

Altaylı kamların kurban törenleri esnasında söyledikleri dualardan birini de Abdülkadir İnan aktarmaktadır:

“Çook ! işte sana kurban! Otuz başlı ot (ateş) annem Kırk başlı karı annem

“Çook!” dediğim vakit kabul ediniz!

“İşte sana!” dediğim vakit merhamet ediniz! Beygir götüremez eyer hediye

Alas! Alas!

Yer “arz” götüremeyecek eyer hediye Üç yakası var ağır hediye

Ev dairesi kadar hediye Beygirine örtü olsun Alas! Alas!

Ey mukaddes Ülgen Hanım! Ateş, alas!” (1998, 394).

Bütün bu törenlerde görüldüğü üzere kamlar bir din adamı gibi görev almakta, ilah veya ilahî varlıklara kurban takdim etmektedirler. Kurban törenlerinden önce veya tören esnasında özel bir ocak kurulmakta veya ateş yakılmaktadır. Bu işlemi yapan kişi de çoğunlukla kamdır. Kamın kurban ocağını kurması veya kurban ateşini yakması ayine daha başlangıcında kutsî bir değer kazandırmaktadır. Aslında bu ayinleri düzenlemenin amacı, kutsala uzanan bir yol kurmaktır. Kutsala uzanan o yolun başlangıcı, kurulan ocak ve yakılan ateş, bu yolun tek yolcusu ise kamdır. Kamların reel âlemden ruhlar âlemine geçiş yaparak ruhlarla iletişime girebilen bir trans ustası olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla insanların kurbanlarını, dua ve dileklerini muhatabı olan tanrıya veya kutsal ruhlara iletebilen tek kişi kamdır. Kam,

148

ruhlarla iletişime geçmek için evin ocağında yakılan ateşi kullanmaktadır. Dolayısıyla “ocak” burada bir merkez rol üstlenmektedir. Mircea Eliade, “Dünyanın merkezi, ritüeller ve dualarla kutsanmış meydandır; çünkü insanüstü varlıklarla