• Sonuç bulunamadı

Kamların Hastalık Tedavi Etme Ayinleri

1. BÖLÜM

2.2. Kamlık Geleneğinde Ateş ve Ocak

2.2.2. Kamların Ayinleri

2.2.2.2. Çeşitli Zamanlarda İhtiyaca Bağlı Olarak Yapılan Ayinler

2.2.2.2.1. Kamların Hastalık Tedavi Etme Ayinleri

Kamlar, kurban törenlerinde insan ile ilahi varlık veya varlıklar arasında aracılık yaparak nasıl bir din adamı vazifesi görüyorlarsa, hastalıkları tedavi etmek için çağrıldıklarında da bir hekim vazifesi görmektedirler. Onların bu vazifeleriyle ve kullandıkları tekniklerle neredeyse tedavi edemedikleri hastalık yoktur. Onlar, özellikle kötü ruhların musallat olmasından kaynaklanan hastalıkları sağaltmakta ustadırlar. Kamların ruhlarla temasa geçebilen bir trans ustası olduğu düşünülürse, kötü ruhlarla mücadele edebilecek ve bu ruhların neden olduğu hastalıkları sağaltabilecek kişinin yine kamlar olduğu ortaya çıkacaktır. Kamların hastalıkları sağaltmak için kullandıkları en basit ve genel yöntem, ateşle tedavi etme yöntemidir. Kamın bir yurtta ocağın etrafında ateşi çeşitli şekillerde kullanarak hasta tedavi etmesine öncelikle Yakutlardan örnek vermek istiyoruz. Yakutlarda hasta tedavisi için davet edilen kam (oyun), eve gelince en saygın konumdaki kerevetlerden birisine oturarak akşamın olmasını bekler. Bu esnada kendisine hürmet gösterilir. O gün için daha özel yemekler hazırlanır. Akşam olduğunda komşular da gelerek yerlerini alırlar. Herkes yemeğini yedikten sonra belli bir düzen içinde herkes sessizce yerini alır. Kam kerevetin kenarına oturarak saç örgülerini açar, bu arada bir

152

şeyler mırıldanır ve bazı talimatlar verir. Arada sırada hıçkırıklarla vücudu garip bir şekilde sallanır. Gözlerini kaldırıp etrafına hiç bakmaz, yalnızca ateşe diker. Bu esnada ateşe odun atılmaz ve ateş sönmeye terk edilir. Kam, tören kıyafetini giyer. Daha sonra ona tütün dolu bir pipo sunulur, bunu içtikten sonra kam transa geçer. Kendisine verilen suyu ağzına doldurur. Sonra sahneye çıkar. Dört kere sağ dizi üzerine çökerek dünyanın dört tarafına saygılarını sunar ve aynı zamanda da etrafa ağzından su püskürtür. Sonra ateşe beyaz at kılları atılır ve ateş tamamen söndürülerek üzeri külle kapatılır; ortalık sessizleşir… Az sonra demir şangırtısı gibi sert bir ses duyulur; peşinden şahin bağırtısı ya da martının ağlamaklı sesi gelir. Tekrar bir sessizlik olur; sadece davulun zayıf tıngırtıları duyulur. Kam, müzik faslına başlar. Başta çok hafif olan bu müzik, sonradan düzensiz ve sinirli bir biçim alarak, yükselir ve sertleşir, sonunda birdenbire kesilir, sadece davulun hafif tıngırtısı duyulur. Bu sırada kam, ilahi söyler:

“Yerin kudretli boğası… bozkır atı! Ben kudretli boğa… böğürüyorum… Ben-bozkır atı… kişnedim!

Her şeyin üstünde konuşlandırılan insan ben! Herkesten fazla inayet edilen insan ben!

Ben, kudretlilerin en kudretlisi tarafından yaratılmış insanım! …..

Aksakallı, saygın büyücü (ateş)… Senden rica ediyorum, istisnasız tüm düşüncelerimi, tüm dileklerimi kabul et… Dinle… Yerine getir… Her şeyi, her şeyi yerine getir!”

Devam eden ilahilerde kam, yardım etmesi için koruyucu ruhlara yalvarır. Bazen bu ruhların gelişi ve görünüşleri öylesine korkunçtur ki, kam dayanamayarak yere düşer. Yüz üstü düşmek iyi, arkası üstü düşmek ise kötü bir işaret olarak kabul edilmektedir; bu durumda hazır bulunan kişiler kamın üzerinde bir demir parçasını tıklatarak şöyle derler: “Kızgın demir gıcırdıyor… Değişik biçimli bulutlar kıvrılıyor!”. Veya onun üzerinde çakmaktaşıyla ateş yakarak şunu söylerler: “Srel! Srel! Srel! Kayın ağacından yapılan teknede senin payın! Yukarıdan ateş düştü!”. Kamın koruyucu ruhu geldiğinde kam ayağa kalkar, post üzerinde zıplamaya ve tepinmeye başlar, sonra hareketleri hızlanır, çılgınlaşır ve yavaş yavaş süzülerek çadırın ortasına gelir. Aceleyle ateş yakılır. Kam aralıksız dans eder, ilahi söyler. Sonunda hastalığın veya felaketin sebebini öğrenmiştir. Davul çalarak ve dönerek,

153

ilahi söyleyerek hastaya yaklaşır, burada yeni dualar söyleyerek hastalığa sebep olan kötü ruhu kovar. Bunun karşılığı olarak gök ruhlarına hangi kurbanların verileceğini de haber verir (Seroşevsky, 2007, 226-231). Aynı ayin, Fuzuli Gözelov ve Celal Memmedov’un hazırladıkları Şaman Efsaneleri ve Söylemeleri adlı kitapta da yer almaktadır (1993, 137-139).

Yakutlarda karşılaştığımız bu hastalık sağaltma ayininde en dikkati çeken şey, evin ocağı söndükten sonra ocağın yeniden, ama çakmak taşıyla yakılması ve bundan sonra kamın transa geçip müzik eşliğinde tılsımlı sözlerle ayine devam etmesidir. Ayinin mihenk noktasını oluşturan an, bu andır. Nitekim, yılbaşlarında aynı uygulamanın yapıldığı, yani eski ateşin söndürülüp yeni ateşin tanrı veya tanrısal varlıkların yaktığı şekliyle yakıldığı konusuna daha önce temas edilmişti (Bk. Diğer Kültürlerde Ateş ve Ocak). Kamın hasta tedavi etmek için çağrılıp görev aldığı bu ayinin zamanı bir yılbaşı değil, herhangi bir zaman olmasına rağmen, eski ateşin söndürülüp yeni ateşin çakmak taşıyla yakılması uygulaması aslında aynı işleve hizmet etmektedir: Reel zamandan uzaklaşıp Tanrı ve tanrısal varlıkların yaşadığı başlangıç anı olan kutsal ve mükemmel ana ulaşmak (Eliade, 1991, 70-74). Nitekim “Mitolojide Ateş ve Ocak” başlığında ifade edildiği üzere ilk ateş tanrı veya tanrısal varlıklar aracılığıyla sürtünme yoluyla yakılmıştır. Bu ayinde ocaktaki ateşin çakmaktaşıyla yakılması yoluyla başlangıç anındaki mükemmelliğe ulaşılmak istenmiştir. Mircea Eliade, hastalık tedavi ritüellerinde başlangıç mitlerinin okunmasıyla başlangıç anına ulaşıldığını şöyle ifade etmektedir: “Oysa tedavi ritüeli, doğrusunu söylemek gerekirse, bu en eski olayın tören havası içinde ezberden okunmasından oluşur” (1993, 31). Eliade’nin belirttiği gibi mitlerin okunmasıyla hastanın yaşadığı andan kutsal zamana doğru bir geriye dönüş yapılarak hastalık tedavi edilebiliyorsa, eski ateşin söndürülüp çakmak taşıyla yakılması ile de ateşin ilk elde edilişi taklit edilir. Dolayısıyla kutsal varlıkların yaşadığı kutsal ana ulaşılır ve hastalık tedavi edilmiş olur. Mitin tekrar edilmesi ya da bu hastalık ayininde olduğu gibi olayın taklit edilmesinde maksat “kökene dönüş” (Eliade, 1993, 33) tür. Keza, ayinin yurt ocağının etrafında yapılması, yukarıda izah edildiği üzere ocağın tanrı ve tanrısal varlıklara ulaşılabilecek merkez rolünü üstlenmesiyle ilgili olsa gerektir. Ocağın kozmik simgeselliği aracılığıyla kam kutsal ruhlarla temasa geçer, hastalığın nedenini ve tedavi usulünü öğrenerek hastayı tedavi eder.

Tuva Türkleri de bir evde hastalık belirdiğinde bir kam çağırarak hastalığı tedavi yoluna giderler. Tuva Türklerinin hastalık tedavi etme ayinlerinden bir örneği

154

Mongus Kenin-Lopsan’ın yazmış olduğu Magic of Tuvian Shamans adlı eserinden Janly Myrza Bapaeva aktarmaktadır. Buna göre kam, ayine başlamadan önce tütsü yakar. Yassı bir taşın üstüne kül, yanan kömür ve bir avuç kurutulmuş ardıç koyar. Eğer taşın üstüne konulan bu karışım hemen yanarsa ateş canlandı demektir. O zaman buna biraz un, kabuğundan ayıklanmış buğday, kavrulmuş darı, sıvı yağ ve katı hayvan yağı ilave eder. Kam, bu tütsüyle önce tefini, sonra ayakkabılarını tütsüler. Böylece bu tütsüyle kam, eşyalarını temizlemiş ve kötü ruhlarla mücadele etmek için güç kazanmış olur. Bundan sonra kam, elindeki çomakla tefine vurarak, doğudan batıya doğru önce sağ, sonra sol ayağıyla merkezde bulunan tütsü etrafında üç kere döner. Bu esnada guguk kuşu veya karga ötüşü gibi nidalar çıkarır. Sonra ruhlar âlemine döner ve izleyicilerin duyamayacağı bir sesle onlarla konuşur. Kam, ruhlarla konuşmasını bitirdikten sonra, hastaya kendisine rahatsızlık veren derdi tasvir etmesini söyler. Yapılan tasviri bir kâğıda çizer, makasla kötü ruhları temsil eden bu şekil veya şekilleri keser, üstüne renkli bez parçaları yapıştırır. Elde edilen yapı “hastalığın ruhu”dur. Kam, orada bulunanlardan birine hastalığın ruhunu çadırın dışında belirttiği yöne götürmesini söyler. Bu kişi, sağ eline tütsü, sol eline ogaalga (Kare şeklinde küçük bir keçe parçasına koyulan çiğ et parçası)yı alarak hastanın etrafında doğudan batıya doğru üç kere döner. Bundan sonra çadırdan çıkar ve kamın belirttiği yöne gider. Hastalığın ruhu da bunların peşinden gider. Böylece hasta tehlikeden kurtulmuş olur (Bapaeva, 2008, 27-29). Bu tören esnasında kamın okuduğu dualardan birisi şöyledir:

“Alaas. Alaas. Ooy. Ooy. Ooy. Ooy. Şeytan yaratılışlı tılsımlar!

Ayın, güneşin yenisinde Atlandım, giyindim...

Beyaz bir gecenin başlangıcında Ardıç ve pelinden tütsü yaktım.

İyice bindim atıma, güzelce giyindim...

Yassı taşa tütsü yaktım, Güzel elbisemi giyindim. Tef tutanın akıbeti böyle

155

Yine Tuva Türkleri, evde çocuklar ağır bir hastalığa yakalandığı zaman kam veya lama çağırırlar. Kam veya lama böyle bir durumda “Çocuklarınız, ateşi küstürdüğünüz (ateşe yemek vermeme, ateşe sivri nesneler koyma) için hastalandı” derler. Bu durumda ateş iyesine kurban sunmak gerekir. Ev sahibi, alnında beyaz çizgisi olan bir sarı teke bulur. Ayine akraba ve komşular da katılır. Kesmek için bir koyun seçilir; çadırın içinde çadır kafesine uzun bir urgan asılır ve urgana kugerjik (içine araka konan deri matara), süt sağılan deri kova resimleri ve renkli bezler asılır. Daha sonra koyun kesilir, eti haşlanır ve göğüs kısmı ateşe verilir; yani çadır içindeki ocakta yanan odunların üstüne bırakılıp tamamen yakılır. Kalan eti ise ayine katılanlar yerler. Kemikler özel bir kapta toplanır. Bu kap, ritüel bir unsur olan ahşap oka (ıdık ok) bağlanıp çadır kafesine ve kapıya yakın bir yere asılır. Ayin sona erince bu ok, özel bir kılıf içinde bir sandığa koyulur. Ayinin başında teke çadırın içine getirilip dört tarafa baş eğdirilir. Sonra ona süt içirip ardıçla tütsülerler; kaynak suyuyla yıkadıktan sonra ayaklarını yağlayıp boynuna kırmızı bezler bağlarlar. Bunların hepsi yapılırken teke, kapının önünde, keçenin üstünde tutulur. Daha sonra onu, hasta çocuğun yanına getirerek çocuğun hayvanı koklaması sağlanır. Bu esnada kam, alkış söyler. Eğer ayini yapan lama ise sudurlar okur. Ayinin sonunda ıdık teke, ölümüne kadar serbest bırakılır. Ev sahibi fakirse, ıdık tekeyi kesip etini yiyebilir. Ancak tekenin başını, köyden uzak bir yerde ağaca asar veya kayaların arasında gizler. Yaşlı ıdık teke ise kesilir; göğüs kısmı veya kanı ateşe ikram edilir; kalan et ise ahali tarafından yenir (Bapaeva, 2008, 60-61). Bu tören hastalığın tedavisi için ateşe kurban takdim edilmesi açısından önemlidir. Ateş iyesi, bir aracı olarak kendisine takdim edilen kurbanı, hastayı tedavi edecek ruh veya ruhlara ileterek onları memnun eder ve dolayısıyla hastalık ruhu kovulmuş olur. Bu törenlerde okunan ve doğrudan doğruya ateşe ithaf edilen bir dua şöyledir:

“Ateşi yaratan Tanrı! Altın sarı görünüşlü, Sarı tekeye binen sen.

Hediyelik ipek kumaşla kutsanan sen. Kuyruk, göğsün başını yiyen sen. Konan kanın hepsini içen sen. Kaderin sahibi olan sen. Ateşi yaratan tanrı!

156 Mutluluk ver. Mutluluk ver.

İyilik ver. İyilik ver. Huzur olur. Huzur olur. Barış olur. Barış olur.

Yakılan ateş parlak olsun, Ayin yeri düzgün dursun. Şeytanın yolu kapalı olsun, Kötülüğün yolu kesilsin.

Çoluk-çocuk selamette büyüsün. Beslenen mal büyüsün,

Kase, kandilimi sunuyorum. Mutluluğu davet ediyorum.

Mutluluk ver. Mutluluk ver. İyilik ver. İyilik ver.

Huzur olur. Huzur olur.

Barış olur. Barış olur………” (Bapaeva, 2008, 125-126).

Kamların hasta tedavi ettikleri ayinlerden birini Abdülkadir İnan, Malov’dan aktararak anlatıyor: Bu ayin 1914 yılında Carhlık (Lob-Nor’da-Doğu Türkistan’da) şehrinde yapılmıştır. Ayinde hastalığı tedavi eden, bir kadın bakşıdır. Ayin üç gece sürer. İlk gün ayine başlarken bakşı, elindeki sapı ile demiri arasında çıngırak vazifesi gören halkalar bulunan kılıcı ocak yanındaki duvara sokar, kendisi de ocağa karşı durup dua okur, sonra kılıcı ve elindeki kamçıyı taban döşemesi üzerine bırakır. Ağzına anason tohumları alıp bir şeyler okuduktan sonra bunları ateşli kömür üzerinde yakar. Tam bu sırada “dapçı” (tef çalan) tef çalmaya ve türkü (bakşı duası) söylemeye başlar. Bakşı, elinde tütsü yaptığı kapla beraber dans ederek yanan muma karşı başını üç defa eğer; sonra elindeki tütsü kabını dışarı fırlatır ve baygınlık geçirir gibi olur. Bir müddet sonra bakşı kendine gelir. Bakşı kılıcını duvara saplar ve elindeki kamçı ile cinleri kovmaya başlar. Böylelikle ayinin birinci bölümü tamamlanır. İkinci gün akşam tekrar ayine başlandığında çalgıcılar ellerindeki teflerini ateşe tutup kuruturlar. Bakşı tuğ ile ocak arasında başını öne eğip oturur, elindeki kamçı ile sağa sola sallanır. Sonra kalkıp “tuğ” yanında oturan hastanın yanına gelerek onun üzerinde kamçısını dolaştırır. Çalgıcılar yine saz çalmaya,

157

dualarını söylemeye başlarlar. Bakşı, elinde tütsü ile dans eder, tütsünün kömürlerini dışarı atar. Sonra iki kuklayı alıp bir şeyler fısıldadıktan sonra bunları muma dokundurup yakar. Yanan kuklaları hastanın yüzüne tuttuktan sonra ocağa atar (İnan, 2000, 110). Merasimin üçüncü kısmını ise Fuzuli Bayat aktarıyor: Üçüncü gün akşam çalgıcılar yine tef çalar, evdekiler ise dua-şarkı söylerler. Bakşı tuğun etrafında dans eder. Bakşı kırk bir değneği ikiye ayırıp hastanın başı üzerinde çevirir. Sonra ateşin başında oturan beş kişiye bu değneklerden verir. Bu kişiler tuğun yanında durup, bu değnekleri tekrar bakşıya verirler. Bakşı bunlarla hastaya vurduktan sonra bir kenara atar. Kendi de sanki cinleri korkutacak gibi kılıç sallamaya başlar. Böylelikle merasim sona erer (Bayat, 2004, 172-173). Bu ayinde ateşin hem temizleyici ve hem de yok edici vasfıyla hastalık tedavisinde çok önemli bir unsur olduğu görülmektedir. Ateşe egemen olan bakşı, yine ateşin etrafında ve ateşin aracılığıyla transa geçip ruhlarla iletişime geçmektedir ve daha sonra ateşi kullanarak hastalığı yok etmektedir. Ayinin üç gece boyunca devam etmesi, bakşının bu töreni ne denli sistemli yaptığının ve gecenin karanlığının ateşin alevleriyle birleştiğinde ruhlarla buluşmak için ne derece mükemmel bir an olduğunun göstergesidir. Ağzına alıp okuduğu anason tohumlarının tütsüsü, ruhları bulunduğu ortama çağırması için bir haberci gibidir. Bakşının yardımcı ruhları geldiğinde bakşı transa geçerek hastalığa neden olduğu düşünülen cinleri müzik eşliğinde tuhaf hareketlerle kovmaya başlar. Sonra hastalığın yok edilmesi için son hareket, kuklaları yaktıktan sonra hastanın yüzüne tutmaktır. Kuklalar, hastanın yüzüne tutularak hastalığı kendi üzerine çekerler. Bu bakşının uyguladığı bir göçürme uygulaması ve büyüsüdür. Daha sonra bu kuklalar ocağa atılarak yakılırlar, dolayısıyla kuklalara göçürülen hastalık da yanmış ve yok edilmiş sayılır.

Hastalığa sebep olan kötü ruhların Erlik adına çalıştıkları düşünülür. Dolayısıyla Erlik, kötü bir varlık olarak insanlara gelen felaket ve hastalıkların müsebbibi de sayılır. O yüzden hastalıklardan kurtulmak ve korunmak için Erlik’e de bazen kurban takdim edilir. Altaylılar, Erlik’e “kara neme” (kara şey) veya “kara basan” da derler. Erlik’in, dolunay olduğunda yardımcılarını insan ruhunu avlamak için gönderdiğine inanılır. İşte bu kötü ruhlara “süne”sini (ruhunu) aldıran biri hastalanır ve daha sonra da ölebilir. Hastanın iyileşmesi için Erlik’in istediği hayvan kesilip kurban edilir. Kurban ateşi eski yerde yatan ağaçlarla yakılır. Kurban eti kaynatıldıktan sonra her parçadan alınarak ateşte yakılır, kalan kısmı ise insanlara dağıtılır (Yuguşeva, 2001, 145). Ateş bu sefer, kurbanı tanrı ve tanrısal varlıklara

158

ileten varlık değil, felaketlerin ve hastalıkların müsebbibi kötü varlık olan Erlik’e ileten bir vazife görür. Bu durumda ateş, kozmolojik bir simge olarak yalnızca yeryüzünden gökyüzüne doğru değil, yeryüzünden yeraltına doğru uzanan bir diklemde iletişim ve aktarım vazifesi görür.

Kamlar, yalnızca bir hastalık belirdiğinde hastalığı tedavi etmek için değil, bir hastalık belirmeden de yurtta olduğu düşünülen kötü ruhları temizlemek ve yurttan arındırmak için çağrılırlar. Radloff’un Altay Türkleri arasında rastladığı yurdun temizlenmesi töreninde yine kam başroldedir. Kam önce çadırın etrafında dönerek içeri girer. Ateşe yaklaşır, davulunu dumanın üzerine, derinin iç ve dışına dokunacak şekilde tutar. Sonra kapı ile ateş arasına oturarak monoton bir şarkı söyler. Daha sonra kam, adamlarla birlikte yurdun içinde ateşin etrafında dolaşır. Tören ölülerin ruhunu çağırmakla devam eder (Radloff, 1994c, 66-68). Radloff, buna benzer başka bir töreni Abakan Tatarlarından aktarır. Radloff’un gözlemlerine göre Abakan Tatarları arasında kamlar ateşin etrafında sıçrayıp değişik seslerde şarkılar söyleyip

hayvan taklitleri yapar; bu şekilde zararlı ruhları çadırın dışına kovar. Nihayet davulu elinden düşürerek ölü gibi yere yuvarlanır

(Radloff, 1994b, 139-140).

Kamlar hakkında anlatılan bu anlatılara ek olarak, Yakutlar arasında bir kamın ölü bir kadını yine ateşi kullanarak nasıl canlandırdığını burada aktarmak, konunun daha iyi anlaşılması için uygun olacaktır. Bu anlatıya göre kam, ölü kadını canlandırmak için ocağın alevlerine elini tutarak ölü kadını sıvazlar. Bunu üç kez tekrarlar. Daha sonra onun hastalığını kendisine çeker. Ölü o sırada nefes almaya başlayıp gözlerini açar (Ksenefontov, 2011, 225-226).

Sonuç olarak, ateşin somut bir varlık olarak insan hayatındaki varlığıyla, yaktığı ve dokunduğu şeyleri pisliklerden arındırdığı, temizlediği bilinmektedir. Dolayısıyla insanoğlu, ateşin bu işlevini kendi zihninde somut varlıklardan soyut varlıklara doğru genişleterek ateşin kötü ruhların sebep olduğu hastalıkları da tedavi edebileceği inancını oluşturmuştur. Yani insan hayatında ateşin görünen pisliklerle beraber görünmeyen pislikleri de, görünmeyenlerle temasa geçebilen kamlar aracılığıyla temizleyebileceği düşüncesi var olmuştur.