• Sonuç bulunamadı

Ahd-ı Millî’nin kabulü ile Gazi Mustafa Kemal’in lideri olduğu Millî Mücadele’nin amaç ve ilkeleri, Osmanlı Devleti’nin yasama organı tarafından teyid edilmiştir. Misâk-ı Millî, Türk milletinin İtilaf Devletleri’ne karşı direneceğini göstermiştir. İstanbul hükümetinin bu devletlere boyun eğen politikasının reddedildiğini ve bir imparatorluğun yerine millî bir devletin kurulacağını

belirtmektedir. Yeni kurulacak Türkiye’nin de kuvveti budur484. Misâk-ı Millî ile tam

bağımsızlık şuuruna erişmiş olan Türkler, millet olarak asgari haklarını istemişlerdir.

Misâk-ı Millî Beyannamesi millî bir Türk devletinin sınırlarını çizmiştir485.

1. maddede, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde, düşman işgali altında kalan, Arap çoğunluğunun yaşadığı yerlerdeki halka geleceklerini belirleyebilme hakkının tanınması istenmektedir. Ateşkesin çizdiği sınırlar içinde ve dışında din ve ırk bakımından birbirine bağlı Osmanlı-İslâm

çoğunluğun yerleştiği bölgelerinin, bölünmez bir bütün olduğu belirtilmektedir486.

Ateşkesin imzalandığı sırada elimizde bulunan topraklardan taviz verilemeyeceği açıklanmaktadır. Hatta sınır dışında kalan ve Müslüman milletlerce yerleşik olan bölgelerin de ülkemizin doğal uzantısını oluşturduğu belirtilmektedir.

2. maddede, halkı özgür kalınca anavatana kendi istekleri ile katılan Elviye-i Selâse için gerekirse yeniden halkoyuna başvurulması kabul edilmiştir. Halkının çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bu üç sancağın, vatanın ayrılmaz parçaları olduğu belirtilmektedir.

483 İlker Alp, “Misâk-ı Millî Hedeflerinin Lozan Antlaşmasına Yansıması”, … , s. 294-295.

484 Mehmet Gönlübol - Cem Sar- Ahmet Şükrü Esmer - Oral Sander - A. Haluk Ülman - A. Suat Bilge - Duygu Sezer, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1965), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1969, s. 14.

485 Hamza Eroğlu, a.g.e., s. 139. 486 Ayferi Göze, a.g.e., s. 97-98.

3. madde, Batı Trakya’nın hukukî durumunu, oradaki halkın vereceği oyların belirlemesi gerektiği ifade edilmiştir. Böyle bir kararın alınmasında Batı Trakya’nın nüfus yapısı etkili olmuştur. Çünkü Lozan Barış Konferansı sırasında sunulan belgelerden (Yunanistan’ın elinde bulunan) Batı Trakya’da (129.118 Türk, 33.904 Rum, 26.266 Bulgar, 1480 Yahudi, 923 Ermeni’nin yaşadığı), nüfusun %76.5’ini Türklerin, %23.5’ini diğer unsurların oluşturduğu görülmektedir. Bu demografik yapı, halkoyuna başvurulduğu takdirde Batı Trakya halkının Türkiye’ye

bağlanmak isteyeceğini göstermektedir487.

Mustafa Kemal Paşa’nın üzerinde durduğu ilkelerin başında “milliyetler prensibi” ve “self-determination hakkı” gelmektedir. Self-determination hakkı (milletlerin geleceklerini kendilerinin belirlemesi), 5 Ocak 1918 tarihli Wilson ilkeleri içinde yer almış ve 1920’de kurulan Milletler Cemiyeti ile geçerlilik kazanmıştır. Wilson İlkeleri’nin 12. maddesinde belirtilen self-determination hakkına Peyman-ı Millî’de de işaret edilmiştir. Misâk-ı Millî’nin 1. maddesinde self- determinasyon hakkının, Osmanlı sınırları içinde yaşayan Osmanlı-İslâm çoğunluğuna verilmesi gereği vurgulanmıştır. Yapılacak bir halk oylaması ile geleceklerini belirlemelerinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. 2. ve 3. maddede de aynı konu gündeme getirilerek Elviye-i Selâse ve Batı Trakya Müslüman-Türk

azınlığının da iradelerini serbestçe ortaya koyabilmeleri gerektiği belirtilmiştir488.

4. maddeye göre, İslâm halifeliğinin, saltanatın ve Osmanlı hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi’nin güvenliği, her türlü tehlikeden korunmalıdır. Bu esas saklı kalmak şartıyla, devletimizle diğer ilgili devletlerin ortaklaşa alacakları kararlar çerçevesinde Akdeniz ve Karadeniz Boğazları dünya ulaşımına açılmalıdır. İstanbul, Boğazlar ve çevresinde Türk egemenliğinin sağlanması ve yabancıların Boğazlar’dan geçişlerinde uyacakları kuralların Türk Devleti’nin kabul edeceği bir şekilde düzenlenmesi öngörülmektedir.

5. maddeye göre, ülkemizdeki azınlıkların hakları, İtilâf Devletleri ile diğer devletlerin arasında, azınlıklarla ilgili olarak yapılan antlaşmalardaki esaslar çerçevesinde, civar ülkelerdeki Müslüman halkın da aynı haklardan yararlanması

487 İlker Alp, “Misâk-ı Millî Hedeflerinin Lozan Antlaşmasına Yansıması”, … , s. 295. 488 Mesut Aydın, “Yeni Türk Devleti ve Misâk-ı Millî”,…, s. 62.

koşuluyla, tarafımızdan tanınacak ve sağlanacaktır. Bu suretle, ülkemizdeki azınlıklara devletlerarası antlaşmalar çerçevesinde kararlaştırılan hak ve hürriyetlerin verileceği ifade edilmektedir. Fakat diğer devletlerdeki Türklerin, aynı hak ve özgürlüklerinden yararlanabilme koşulu öne sürülerek mütekabiliyet prensibinin uygulanacağı belirtilmektedir.

6. maddeye göre, her devlet gibi ülkemizin de, millî ve iktisadî gelişmemizi imkânlar çerçevesinde gerçekleştirmesi, çağdaş ve düzenli bir idare kurabilmesi için, tam bağımsızlığa ve özgürlüğe kavuşması gerekmektedir. Bu yaşamımızın ve varlığımızın temelini oluşturmaktadır. Bundan dolayı siyasî, ekonomik, hukuki ve diğer yönlerden gelişmemizi önleyecek sınırlamalara karşı olduğumuz vurgulanmaktadır. Borçlarımızın ödeme şartlarının da bu ilkelere uygun bir şekilde düzenlenmesi gerektiği ifade edilmektedir. Yani Türk devletinin tam bağımsızlığına ve özgürlüğüne kavuşmasını önleyen yabancı müdahalelerine ve kapitülasyonlara izin verilmeyeceği bildirilmektedir.

Özetle Ahd-ı Millî ile 30 Ekim 1918’de, imzalanan Mondros Mütarekesi sırasında Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan yerlerin Türk sınırları içinde kalması (1. madde),

Ateşkesin çizdiği sınırların dışında kalan yerlerdeki Osmanlı-İslâm çoğunluğunun geleceklerini kendilerinin tespit etmesi (1. madde),

İşgal altında bulunan ve nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Elviye-i Selâse ve Batı Trakya’nın millî sınırlar içinde yer alması (2. ve 3. madde),

İstanbul, Marmara Denizi ve Boğazlar üzerinde Türk egemenliğinin sağlanması ve Boğazlar’dan geçişlerin Türk devletinin kabul edeceği bir şekilde düzenlenmesi (4. madde),

Esaret altında bulunan soydaşlarımıza, azınlık haklarının sağlanması ve azınlıklara milletlerarası antlaşmalarda öngörülen hakların dışında ayrıcalıkların verilmemesi (5. madde),

Devletimizin siyasî, hukuki, ekonomik ve diğer alanlarda tam

bağımsızlığının sağlanması (6. madde) amaçlanmaktadır489.

Peyman-ı Millî, bir “savunma siyaseti” olarakta karşımıza çıkmaktadır. Peyman-ı Millî’nin içeriği dikkate alınırsa, Türkiye’nin o günlerde içine düştüğü durumu ve bu durumdan nasıl kurtulacağını açıklayan ilkeleri kapsamaktadır.

Atatürk, “…. Biz; yaşamak isteyen, onur ve şerefi ile yaşamak isteyen bir milletiz… Bilgin, cahil, istisnasız bütün millet fertleri, belki içinde bulundukları güçlükleri tamamen anlamaksızın, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve kanını sonuna kadar akıtmaya karar vermiştir. O nokta; tam bağımsızlığımızın sağlanması ve devam ettirilmesidir. Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir…” diyerek Misâk-ı Millî idealine ulaşmayı ifade etmiştir.

Misâk-ı Millî sadece Millî Mücadele dönemi ve o dönemin şartları ile sınırlı tutulmamalıdır. Atatürk’ün bu konudaki değerlendirmesi, Misâk-ı Millî’nin günümüz için de geçerliliğini koruduğunu göstermektedir. O, “Misâk-ı Millî’nin asli özellikleri kesin sonuca ulaşacağımız güne kadar devam eder…” ifadeleriyle Misâk-ı Millî’nin geliştirilmesi ve asla vazgeçilmemesi gereken ilkeler olduğunu belirtmektedir.

Ayrıca, “…Efendiler arazi meselesi ve hudud meselesi Misâk-ı Millî’nin malumu aliniz, birinci maddesinin daire-i şumûlundedir. Misâk-ı Millî şu hat bu hat

diye hiçbir vakitde hudud çizmemişdir. O hududu çizen şey milletin menfaati ve Heyet-i Celile’nin isabet-i hazırıdır. Yoksa haritası mevcud bir hudud yokdur…”

şeklindeki geleceğe yönelik ifadeleri ile ulaşılması hedeflenen sonuçlar bakımından, Misâk-ı Millî’ye zaman ve mekan sınırlaması koymamaktadır.

Mustafa Kemal Paşa’nın “Teşkilat-ı Millî’mizin bugün takip ettiği gaye” diye tarifini yaptığı Ahd-ı Millî’nin, günümüze etki yapacak ve devleti yönlendirecek millî bir politika özelliği de ön plana çıkartılmalıdır. Misâk-ı Millî, sınırları

489 İlker Alp, “Misâk-ı Millî Hedeflerinin Lozan Antlaşmasına Yansıması”, … , s. 295-296; Nejat Kaymaz, a.g.m., s. 1948.

belirlenmiş bir ülkede yaşayan insanların mutluluğunu sağlayacak olan millî politikanın adıdır490.

Atatürk, millî politikayla ilgili olarak şöyle bir tanımlama yapmaktadır: “Devletin her yönüyle millî bir politika izlemesi ve bu politikanın bünyemize tamamen uygun ve dayalı olması lazımdır. Millî siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğu ve kalkınmasına çalışmak… Rastgele bitmeyen emeller peşinde milleti uğraştırmamak, zarara uğratmamak… Medeni dünyadan, medeni ve insanca muameleyi, karşılıklı dostluğu beklemektir”491.

Misâk-ı Millî, Ankara’da kurulan millî hükümetin ana programı olarak kabul edilmiş olup, Türk dış politikasının da temelini teşkil etmiştir.

Bu politika hakkında Yusuf Kemal Tengirşenk, “Misâk-ı Millî’de bir Avrupalı diliyle ve gayet mütevaziane bu istekler, alemin önüne kondu. TBMM adına yapılan bütün antlaşmalarda murahhasların ısrarla istedikleri ve aldıkları milletin bu haklarından başka bir şey değildir” demektedir.

Türkiye’nin bağımsızlığını perçinleyen Lozan Konferansı’nda da bu

doğrultuda hareket edilmiştir492.

Nitekim Lozan Antlaşması ile kapitülasyonların kaldırılması da bunun bir

sonucudur493.