• Sonuç bulunamadı

Milli Mücadele Döneminde Kürt İsyanları ve İngiltere’nin rolü …

BÖLÜM 3: MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK-İRAN İLİŞKİLERİ

3.2 Milli Mücadele Döneminde Kürt İsyanları ve İngiltere’nin rolü …

İngiltere XIX. Yüzyılın başlarından itibaren bölgeye gönderdiği misyonerler ve siyasi şarkiyatçılar vasıtasıyla Osmanlı toplumu ile İran arasında bir “sınır toplumu” diye adlandırabileceğimiz unsurlar meydana getirmeye çalışmıştır. İngiltere bu amacına ulaşmak için yer yer Çarlık Rusyası ile işbirliği yapmış olsa da meseleyi kendi çıkarları için kullanmayı başarabilmiş tek devlettir diyebiliriz. İngiltere 1820’li yıllarda Anadolu’nun dışındaki İran ve Irak’taki Türk olmayan aşiretlerin uzantısı ile de ilgilenmiştir. İngiltere Birinci Dünya Savaşı öncesinde meşhur Sir Mark Syks (1879-1919)’nda aralarında olduğu bir misyoner heyeti İranlı kimliği altında bölgeye göndermişti (Çay, 1994: 453-455). İngiltere’nin tesiri özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında gözle görülür bir hale gelmiştir. Bu durumun oluşmasında kuşkusuz Rusya’da meydana gelen yönetim değişikliği önemli rol oynamıştır.

Türkiye-İran ilişkilerinde belirleyici olarak iki temel unsur ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi sınır problemleridir ki, bunun en önemli sebebi de bölgedeki Kürtlerin iki ülke arasındaki sınırı çok rahat bir şekilde ihlal ederek bölgeyi yaylak ve kışlak olarak kullanmalarıdır. 1890’larda iki ülke arasındaki temel sorun Ermeni tedhişçilerinin faaliyetleri iken 1920’li yıllarda temel sorun Kürt isyanları olmuştur. İkinci sorun ise daha çok İran’ın büyük devletlerin mücadelesine sahne olması ve bu devletlerle ilişkilerinde gizlidir. İran’ın, Rusya’nın kontrolüne girmesi Türkiye’yi her zaman rahatsız etmiştir. Bundan dolayıdır ki gerek Birinci Dünya Savaşı sırasında gerekse savaş sonrası oluşan yeni dünya düzeninde Türkiye daima İran’ın toprak bütünlüğünü arzu etmektedir (Çetinsaya, 2006: 3-4).

Milli Mücadele dönemi Kürt isyanlarını incelerken daha önceki politik gelişmelere bir göz atmakta fayda vardır. Osmanlı Devleti 1906’da Kuzey İran dediğimiz İran

Azerbaycan’ını işgal etmiştir. Osmanlı Devleti, bölgede tam bir denetim kuramasa da 1911 yılında Ruslar tarafından bölgeden çıkarılana kadar bölgede varlıklarını devam ettirmiştir. Rus kuvvetleri 1909 yılında bölgeyi işgal ederek Reşt ile Tebriz’i ele geçirdiler. Birinci Dünya Savaşı sırasında ise Azerbaycan, sırasıyla Türkler (Ocak 1915), Ruslar (1916–1917), ve 1918’de yeniden Türklerin egemenliğine girmiştir. Bu arada savaş sırasında İran’da kurulan hükümet hem çok zayıf hem de Gilan ve Azerbaycan’daki ayrılıkçı güçler ile mücadele halinde bulunmakta idi. 1919’da imzalanan İran-İngiliz antlaşması milliyetçilerin engeline takılmamış olsaydı belki de İngiltere bölgenin tamamında hâkim bir konuma gelecekti. Ancak 1920’de Tebriz’de bulunan milliyetçilerin protestolarına bazı Azerbaycan şehirleri de katılmış ve anlaşma yürürlüğe girmemiştir. Bölgedeki bu karışıklık merkezin dışındaki tüm eğilimleri ortadan kaldırarak İran’da bütünlüğü sağlayan Rıza Şah Pehlevi’nin yönetimi ele geçirmesine kadar devam etmiştir (Bruinessen, 1995: 229-230).

1919–1921 yılları arasında Anadolu’da meydana gelen iç isyanlar, merkezi otoritenin boşluğundan ve Kuva-yı Millye karşıtlığından kaynaklanan ve patlak verdiği yerde asayişi yok eden geniş çaplı ayaklanmalardır. Bu ayaklanmaların ortaya çıkmasında dış güçlerin etkisi hiç de hafife alınmayacak kadar çoktur. Birinci Dünya Savaşından sonra özellikle İngilizlerin desteği ile Doğu Anadolu’da birçok Kürt isyanı ortaya çıkmıştır. Cemil Çeto İsyanı (20 Mayıs-7 Haziran 1920), Milli Aşiret İsyanı (1 Haziran-8 Eylül 1920), Şeyh Eşref Ayaklanması (26 Ekim-26 Aralık 1919) bunlardan bazılarıdır (Budak, 1995: 5-6).

Birinci Dünya Savaşı sırasında Kürtler Osmanlı Devletine bağlı kalmışlardır. Bu durumu İran’a 1930’da Büyükelçi olarak atanacak olan Hüsrev Gerede şu şekilde açıklamaktadır: “Birinci Dünya Harbinde vatani vazifemi şark cephesinde yaptığım için bu kavmi bilhassa muharebe meydanlarında yakinen tanımıştım. Bundan başka Osmanlı İmparatorluğu’nun Harbiye ve Erkân-ı harbiye Mekteplerinden yetişmiş olduğumdan sınıf arkadaşı olarak da birçok Kürt dostlarım vardı” (Gerede, 1952: 150). Osmanlı Devleti’ndeki Türkler ve Kürtler kendilerini her zaman için Hıristiyan ve Yahudi milletlerinin karşısında ve aynı Sünni-Müslüman milletin bireyleri olarak görmüşlerdir. Türkler ve Kürtler arasındaki etnik milliyetçilik her iki grubun eğitim görmüş aydın sınıfları arasında XX. Yüzyılın başlarında yayılmaya başladıysa da geniş

kitleleri peşlerinden sürükleyecek boyuta ulaşmamıştır. Kürtler, I. Dünya Savaşı yıllarında Hıristiyan dünyasının egemenliği karşısında halife padişaha karşı ortak bağlılığını bildirmiş ve birlikteliklerini muhafaza etmişlerdir. Mustafa Kemal, Kürt aşiret ve dini liderlerine gönderdiği telgraflarda Türkler ve Kürtler arasındaki dostluğa işaret ederek Kurtuluş savaşının halifeliğin korunması için yapıldığını vurgulamıştır (Bruinessen, 1995: 151).

Ancak savaşın sona ermesi ile Türkiye’nin doğusunda ve özellikle İran coğrafyasında hâkim güç konumuna gelen İngiltere, bölgedeki Kürt aşiretleri ayaklandırarak iki ülke arasındaki yakınlaşmayı sürekli engellemiştir. Türk Kurtuluş Savaşının başında belirlenen Misak-ı Milli sınırları Osmanlı Devleti zamanında Kürtlerin oturduğu tüm bölgeyi ve Musul’u kurtarılacak bölge olarak benimsemişti. Bu durum Kuzey Irak’ta bulunan İngilizleri telaşlandırmıştı. Bolşevik Devrimi ve Sovyet Rusya’nın kurulması da İngiltere’nin Kürtlere yönelik politikasını etkilemiştir. Sovyet Rusya’yı Ortadoğu’daki çıkarlarına bir tehdit olarak gören İngiltere Birinci Dünya Savaşından sonra Kafkasya’ya iyice yaklaştı. Ankara hükümeti ile Rusya arasındaki yakınlaşmadan tedirgin olan İngilizler Doğu Anadolu’daki Kürtleri desteklemeye devam etmiştir (Kirişçi, Winrow, 2002: 74). Diğer yandan Seyyid Abdulkadir başkanlığında kurulan “Kürt Teâvün ve Terâkki Cemiyeti”, İngiltere tarafından finanse edilmiştir. Bundan başka “İngiliz Muhipler Cemiyeti”, ve Ermeni-Kürt işbirliğini sağlamak amacıyla “Hoybon Cemiyeti” İngiltere tarafından

desteklenmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Kürt rasyonel hareketinin belli başlı arenası konumuna gelen Türk-İran sınırı sadece burada gelişen yerel isyanlar ile değil genel anlamda Avrupa’nın da müdahale etmesi ile Kürt sorununa uluslararası bir boyut kazandırmıştır. Bu dönemde Kürt nasyonalizminin politik tarafında İngiltere’nin önderlik ettiği Avrupa devletlerini görmekteyiz. Kürt liderleri bölgede hâkim güç olan İngiltere’den yardım beklemişler ve bu yardımın bedelini ödemeyi de kabul etmişlerdir (Lazarev, 1989: 100). İngilizler, bölgedeki Kürtlerle ilgili programlarını Osmanlı Devleti’nin başkentinden yürütmüşler ve Kürt delegasyonunun şekillenmesinde katkıda bulunmuşlardır. İngiltere’nin kontrolünde oluşturulan bu delegasyonda, Emir Ali Bedirhan’ın oğulları Celâdet ve Kamuran ile Cemil Paşazade’nin oğlu Ekrem Bey

vardı. Bu delegasyon üyeleri yerel Kürtlerin istekleri hakkında bilgi sahibi olmak için Doğu Ananadolu bölgesinde izleme faaliyetlerinde bulunmuşlardır. İngiltere’den Kürt devletinin kurulması konusunda yardım isteyen diğer bir kişi de Şerif Paşa olmuştur7. Şerif Paşa, özellikle Paris barış görüşmeleri sırasında bizzat İngilizlerden yardım istemiştir (Lazarev, 1989: 102).

Bu durum açıkça göstermektedir ki gerek Milli Mücadele yıllarında gerekse Cumhuriyet döneminde çeşitli bölgelerde çıkan ayaklanmalarda İngiltere’nin menfi rol oynadığını görmekteyiz. 11 Mayıs 1919’da Midyat, Nusaybin ve Ömerkân bölgelerinde çıkan Ali Batı; 1920 yılında Koçgiri ve aynı yıllarda Irak’ta ortaya çıkan Şeyh Mahmut Berzenci isyanı; 1925 Yılında Musul meselesinin görüşüldüğü sırada çıkan Şey Sait İsyanı ve 1926–1930 yıllarında süren Ağrı isyanlarında İngiltere’nin büyük desteğinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu isyanlara ileride ayrıntılı olarak yer verilecektir.

İngiltere, Türkiye-İran sınırındaki Kürtleri Türkiye aleyhinde kışkırtırken İran’ın bu aşiretlerin denetimine girmesine müsaade etmemiştir. İngiltere özellikle Simko’nun bölgede güçlenerek İran’ın bütünlüğü için tehlike oluşturmasını hiçbir zaman desteklememiştir. Çünkü İran’da Britanya emperyalizminin ve tekelciliğinin devam etmesi için İran’ın bütünlüğünün korunması şarttı (Lazarev, 1989: 95).

Sonuç olarak I. Dünya Savaşı sırasında Panislamizm duygusu Kürt milliyetçilik duygusunun önüne geçmiş ve Savaş yıllarında Kürt isyanlarına pek rastlanmamıştır. Ancak Osmanlı Devlet’inin savaştan mağlup ayrılması sonucunda milliyetçilik duyguları ön plana çıkmaya başlayan Kürtler, Wilson’ın “bölgelerinde çoğunlukta olan milletler kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptir” prensibi ve İngiltere’nin Türkiye ile Mezopotamya arasında tampon bir bölge oluşturmak istemesi Kürtleri harekete geçirmiştir (Bruinessen, 1995: 224-225).

7 Şerif Paşa 1890’larda Osmanlı Devleti’nin Stockholm Büyükelçisi olarak görev yapmış ve Sultanın yakın bir destekçisi olmuştur. Jön Türkler İktidara gelince İttihat ve Terakki Cemiyeti ile anlaşamadı ve Paris Büyükelçiliği görevinden alındı. Bu durum Şerif Paşa’yı Kürt Milliyetçiliğine daha duyarlı bir hale getirmiş ve onu İstanbul’da ilk Kürt milliyetçisi cemiyetlerin oluşmasında başrol oynamaya yöneltmiştir (Kirişçi, 2002: 86).