• Sonuç bulunamadı

Ülkelerin Tutumu ve Barış Ortamının Sağlanması

BÖLÜM IV: CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK-İRAN İLİŞKİERİ 1923-1938 .39

4.4 Sınır Anlaşmazlıklarının Çözülmesi ve İsyanların Bastırılması

4.4.2 Ülkelerin Tutumu ve Barış Ortamının Sağlanması

Türkiye ve İran arasında uzun yıllar devam eden mücadele Atatürk ve Rıza Şah Pehlevi döneminde yerini dostluk ve barışa bırakmıştır. İki lider de kendilerinden önceki yönetimin hatalarının farkına varmış ve yüzyıllardır aynı coğrafyada yaşayan milletlerinin huzuru ve devletlerinin bekası için karşılıklı olarak iyi niyetlerini sunmuşlardır. Gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal gerekse Rıza Şah Pehlevi iyi birer asker, her ikisi de yenilikçi ve dış politikada tam bağımsız bir devlet kurmayı planlayan devlet adamlarıydılar. Uzun yıllar iki devleti uğraştıran ve yer yer birbirine düşüren sınırda meydana gelen isyanlar Atatürk ve Rıza Şah zamanında somut adımların atılması ile çözüm aşamasına gelmiştir. Her iki devlet de bu dostluklarını pekiştirmek ve iki ülke arasındaki sınır ihtilafına son vermek için gerekli fedakârlıkları yapmaya hazır idi.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile tamamen tarih sahnesine karışan Osmanlı Devleti’nden sonra iki ülke arasında özellikle sınır konusunda herhangi bir antlaşma yapılmamış olması bölgeye müdahale eden İngiltere’nin işini kolaylaştırıyordu. İngiltere, Türk-İran sınırındaki Kürt aşiretleri kışkırtarak bunların hem Türkiye’ye hem de İran’a karşı isyan etmelerine sebep olmaktadır. Mevcut sorunların çözülmesi ve ilişkilerin geliştirilmesi için diplomatik olarak gerekli çalışmaları yapan iki devlet artık somut adımlar atarak aralarındaki bu dostluğu resmileştirmek istemekteydi. Türkiye ve İran, hedeflediği çağdaş ve batıyı örnek alan gelişmiş bir devlet modelini oluşturmak

için öncelikle komşuları ile aralarındaki ilişkilerde düzenleme yapmak ve sınırlarını güvence altına almayı düşünmüşlerdir.

Türkiye ve İran bu dönemde dostluk ilişkilerini geliştirmiş olmalarına rağmen iki ülkenin de birbirinden çekindikleri noktalar mevcuttu. Örneğin İran, Milli Mücadele sonrasında Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesinden endişe duymuştu. Türkiye ve Rusya arasında imzalanan Aralık 1925 antlaşması İran’ı iyice tedirgin etmiştir. İran’ın tedirgin olduğu diğer bir konu ise Türkiye’nin, Azerbaycan üzerinde hak iddia edeceği ya da burada bağımsız bir Azeri hükümeti oluşturacağı endişesi idi (Çetinsaya, 1999: 150).

Türkiye’nin İran hakkındaki endişesinin temelinde ise Türk-İran sınırındaki Kürtlerin faaliyetleri ve buna İran’ın destek verebileceği endişesi idi. Yani temel sebep iki ülkenin Kürtlere farklı bir yaklaşım sergilemeleridir. Özellikle 1925 yılında ortaya çıkan Şeyh Sait isyanı Türkiye ve İran’ın Kürtlere bakışını etkilemiştir. İsyandan önce sınırdaki Kürtler hakkında olumlu düşüncelere sahip olan Türkiye’nin isyandan sonra bu fikri tamamen değişmiştir. İran ise Şey Sait isyanından sonra bölgedeki Kürtlere isyan öncesine göre olumlu bakmaya başlamıştır. Şey Said Siyanı sırasında pervasızca hareket eden bazı Kürt aşiretleri Türkiye’nin hâkimiyetini tanımadıklarını ilan etmişlerdir. Türk askeri birlikleri ile mücadele edemeyecek kadar güçsüz olmalarına rağmen arazinin dağlık olmasından istifade eden isyancı Kürtler İran sınırını ihlal ederek rahatça izlerini kaybettirebiliyorlardı. İran hükümeti Türkiye’nin tüm uyarılarına rağmen asi Kürtlere karşı Türkiye’nin istediği şekilde müdahale etmemiş ve bu durum iki ülke arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine neden olmuştur. İran Türkiye’den gelecek Kürt göçmenlere kapısını açmış ve sınırda yerleşmelerine müsaade etmiştir.

Türkiye ve İran’ın bölgedeki Kürtlere bakışı sürekli zıt yönde olmuştur. Örneğin 1925 yılı sonlarına doğru Türkiye, Kürtlere karşı askeri harekât yürüterek Van ve civarında ciddi çatışmalara girmiştir. Sözünü ettiğimiz bu dönemde İran ise Kürtlere daha ılımlı davranmıştır. Mesela Türk İran sınır bölgesinde Kürt aşiret reisi olan Simko İsmail Ağa ile ilişkilerini geliştirmesi gözden kaçmamıştır. Daha önce 1922 yılında İngilizlerin ve Asurîlerin bölgede ilerlemelerini engellemek için Türkiye tarafından desteklenen ve silah yardımı yapılan Simko 1926 yılına gelindiğinde Rıza Şah

Pehlevi’ye bağlılık yemini etmiş ve İran’a dönmüştür. Rıza Şah büyük bir ihtimalle Simko’nun İngilizlerle işbirliğini önlemek ve İngiliz entrikalarına alet olmaması için böyle bir karar almış olmalı.

İran bölgedeki Kürtlerin silahsızlanması konusunda sessiz kalırken, Azerilere yönelik uyguladığı politikaları her geçen gün sertleştirmesi Türk Hükümetinin tepkisini çekmiştir. Rıza Şah yönetimi ele aldığı günden itibaren ülkenin her yerinde Farsileştirme politikası gütmüştür. Bir süredir Rıza Şah’ın Kürt politikasından rahatsız olan Türkiye, İran’ın Simko’ya verdiği desteği, Türkiye-İran-Irak sınırında kurulması muhtemel otonom bir Kürt devleti projesine sempati ile yaklaştığının bir işareti olarak yorumlamıştır (Çetinsaya, 1999: 151 ).

4.4.3 1926 Türk İran Dostluk ve Güvenlik Antlaşması

Şeyh Said ve Simko isyanları ile gerilen Türk-İran ilişkileri karşılıklı protestolara neden olmuştur. Gazi Mustafa Kemal ve Rıza Şah Pehlevi’nin iradeleri ile sınır sorununun çözülmesi için somut bir adım atılmıştır. Sonuç olarak Birinci Dünya Savaşından sonra Türk-İran sınırında özellikle Kürtlerin giriştikleri baskınlar iki ülke arasında sık sık uyuşmazlıklara ve gerginliklere sebep olmaktaydı. İki ülke bu duruma son vermek ve ilişkileri yeni koşullara göre düzenlemek için 1926 yılında bir Dostluk ve Güven antlaşması imzalamaya karar vermişlerdir (Soysal, 2000: 283). Bu antlaşma için Türkiye adına Tahran Büyükelçisi Memduh Şevket Bey görevlendirilmiş, İran Hükümeti tarafından ise Saray Nazırı Timurtaş Paşa görevlendirilmiştir (Çetinsaya, 1999: 152). Antlaşma imza aşamasına gelince İran adına Başbakan Mehmet Ali Furuği ve Dış işleri Bakan vekili Davut Meftah hazır bulunmuşlardır (Cin, 2007: 86). Antlaşma sırasında her iki devlet de kendi isteklerini kabul ettirmek için çaba sarf etmiştir.

Görüşmeler sırasında gerek Türkiye gerekse İran’ın kendilerine göre öncelikleri vardı. İki ülke arasındaki anlaşmazlık konularını şu başlıklar altında sıralayabiliriz;

• Türkiye’nin Kapitülasyonların devam etmesini istemesi

• İran’ın Milletler Cemiyeti kararlarına göre hareket etmek istemesi • Tarafsızlık kavramının tanımında çıkan anlaşmazlıklar

Türkiye İran’dan elde ettiği ekonomik ayrıcalıkların devam etmesini istemekteydi. İran ise Türkiye’nin bu talebini kabul etmemiş ve kendisi kapitülasyonları kaldırdığı halde İran’dan böyle bir şeyi talep etmesini kabul edemeyeceğini bildirmiştir.

İki devlet arasındaki bir diğer anlaşmazlık konusu olan İran’ın milletler Cemiyeti kararlarına her ne şekilde olursa olsun sadık kalmak istemesidir. Türkiye Milletler Cemiyeti’nin kendisi aleyhine alacağı kararlar (ekonomik ambargo vs.) karşısında İran’ın tutumunun ne olacağını merak etmekteydi. Ve bu konuda endişe duymaktaydı. İran kapitülasyonlarda olduğu gibi bu konuda da istediği sonucu almıştır. Yani Milletler Cemiyeti’ne karşı yükümlülüğünün daha önce geleceğini Türkiye’ye kabul ettirmiştir.

Tarafsızlık kavramının tanımı noktasında düşülen ihtilaf ise Türkiye’nin şartlı tarafsızlık maddesini koydurmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye aktif tarafsızlık terimini antlaşma maddesine koymak istedi ise de İran bunu kabul etmeyerek “aktif” kelimesini antlaşma metninden çıkartmıştır. Bu tarafsızlık maddesi daha çok üçüncü bir devletin müdahalesine maruz kalındığı takdirde saldırıya uğrayan devlete fiili yardımda bulunmaktan çok kendi topraklarında saldırıyı başlatan devletin faaliyetlerini engelleme şeklinde ifade edilmektedir.

Antlaşma genel hatları ile bir tarafsızlık, saldırmazlık ve karşılıklı iyi niyetleri içeren 11 maddeden oluşmaktaydı. Antlaşmanın ilk üç maddesi yukarıda da izah edildiği şekilde dostluk, tarafsızlık ve saldırmazlık yükümlülüğünü içermektedir.

4. madde ise tarafsızlığın kapsamını biraz daha açık bir şekilde ifade etmektedir. 5. madde her iki devlet kendi ülkesinde karşı taraf aleyhine girişilebilecek düşmanca saldırı ve eylemlere müsaade etmeyecek

6. madde antlaşmayı zaruri kılan iki ülke sınırındaki aşiretlerin suç niteliğindeki davranış ve eylemlerine karşı gerekli önlemlerin alınmasını içermektedir.

7. ve 8. maddeler iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek için çeşitli (ticaret, konsolosluk, gümrük, posta, ulaşım, haberleşme vs.) antlaşmaların yapılmasını öngörmekteydi.

Antlaşmanın son maddesinde ise antlaşmanın 5 yıl süre ile geçerli olacağı yazmaktaydı. Bu antlaşma Türkiye Büyük millet Meclisinde 22 Mayıs 1926 yılında onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Böylelikle iki ülke arasındaki dostluk daha da gelişerek birbirlerine güven duymalarına sebep olmuştur. Özellikle İran, Türkiye ile Sovyet Rusya’nın kendisine yönelik oluşturacağını düşündüğü siyasi ve ekonomik ambargo konusunda rahatlamış ve kendisini güvende hissetmiştir. Türkiye ise bu antlaşma ile doğu sınırında çıkacak bir Kürt isyanında daha rahat hareket edebilecek ve daha başarılı olacaktı.

İmzalanan bu dostluk antlaşmasından sonra, Türkiye ile İran arasında imzalanacak olan ticaret antlaşmasının neticelenmesine kadar geçici bir ticaret antlaşması imzalanmasını kararlaştırmıştır (B.C.A, 30.18.1.1 / 019.34.2).

1926 yılında Türkiye ile İran arasında imzalanan bu antlaşma sadece iki ülke arasındaki sınır sorununu çözmekle kalmamış aynı zamanda Ankara ile Tahran arasında imzalanan ilk resmi antlaşma olma özelliğine de sahiptir (Oran, 2001: 361). Bundan sonra iki devlet arasında yapılacak antlaşmaların temelini oluşturan bu antlaşma bölge ülkelerinin birbirleri ile ilişkilerinin gelişmesine de öncülük etmiştir. Nitekim İran bu antlaşmanın vermiş olduğu güvenden dolayı daha sona komşuları (Irak ve Afganistan) ile aralarındaki anlaşmazlığın giderilmesinde Türkiye’yi hakem tayin etmekten çekinmeyecektir.